Rahman rahîm Allah adına…
Hatırlanacak olursa Alak suresinin 1. ayetinde, peygamberimizden okumasının Allah adına olması istenmişti. Kişisel hayat bitmişti, artık çalışmalar Allah adına olacaktı. Bu işten maddî ve manevî çıkar da söz konusu değildi. Burada şu hususu hatırlamakta yarar vardır: Bütün peygamberler tebliğlerini ve davetlerini Allah adına yapmışlardır. Örnek olarak, güneşe tapan Sebe halkını bu sapıklıktan kurtarmak için Süleyman peygamber, kraliçeye yazdığı mektupta “Rahman Rahîm Allah adına” hareket ederek isteklerde bulunmuştur (Neml; 30).
2 – 4. Ayetler:
Hamd, âlemlerin Rabbi, Rahman, Rahîm, Din Günü’nün sahibi
Allah’adır.
Hamd:
“الحمد Hamd”, bir nimetin ve güzelliğin kaynağı ve sahibi olan gücü, övgü ve yüceltme sözleriyle anmaktır. Bir başka ifadeyle “hamd”, isteğe bağlı bir iyiliğe veya onun başlangıç noktası olan bir yardıma karşı, gönül açıklığı ile o iyiliğin sahibine saygı ifade eden bir övgü sözüdür. Hamd yapılırken nimet sahibi hem övülür, hem yüceltilir, hem de ona şükredilir.
Hamd, şükürden farklıdır. Şükür bir nimet karşılığı yapılır ama hamd bir nimet karşılığı olmadan, bir nimet ve güzellik ulaşmasa da yapılır. Ayrıca şükürün sözle, davranışla ve kalpten yapılabilir olmasına karşılık hamd sadece söz ile yapılır.
Hamd, bir iyiliğin karşılığı olmaktan çok, Yaratıcı’nın sonsuz güç ve kuvvetine, verdiği nimetlerin çokluğuna, O’nun Rabbliğine duyulan hayranlığın övme yoluyla dile getirilmesidir.
Hamd, methetmeye benzese de her methetme hamd sayılmaz. Çünkü methetmede riyakârlık, dalkavukluk şaibesi olabilir. Hamd ise samimiyetle yapılan övgüdür.
Hamd, nimetleri, ikramları ve iyilikleri sonsuz olan Yüce Rabbimiz dışında hiç kimseye yapılmaz. Teşekkür ise insanlara da yapılabilir. Hamd ve önemi konusunda şu ayetlere bakılabilir: En’âm; 1 , A’raf; 43 , Yunus; 10 , Ta Ha; 130 , Kasas; 70 , Zümer; 74.Âlemlerin Rabbi:
er-Rabb:
Kur’an’daki “مولى Mevlâ” kelimesi ile eş anlamlı olan الرّب Rabb, şu özellikleri taşır:
Rabb; emri, kudreti altında bulunan bir şeyin yegâne sahibi ve yöneticisi olup, her şey üzerinde kendi isteği ve ilmine uygun olarak tasarrufta bulunandır.
Rabb; kendisine itaat edilerek boyun eğilecek, emirlerine uyulup, yasaklarından uzak durulacak yegâne, tek efendidir.
Rabb; her şeyi düzelten, sivrilikleri çıkıntılıkları tesviye eden, yaratılışı tam bir şekilde hâlden hâle geçirerek düzenleyen, arıtıp saflaştırıp olgunlaştıran, ıslah eden, terbiye edendir.
Yukarıda söz edilen üç özellikten de kolayca anlaşılabileceği gibi Rabb kelimesi sadece ve sadece Yüce Allah için kullanılabilir. Fakat Arap dilinde izafet terkibi (isim tamlaması) olarak (meselâ, evin sahibi, devenin sahibi gibi), insanlar için de kullanılmıştır.
Özetle Rabb; “terbiye edip eğiten, yarattıklarını belirli bir programa uygun olarak bir takım hedeflere götüren, tekâmülü programlayıp yöneten” demektir.
er-Rahman er-Rahîm:
الرّحمن Rahman ve الرّحيم Rahîm isimleri Allah’ın Esma-i Hüsna’sındandır (en güzel isimlerindendir). Yani Allah’ın en güzel isimlerindendir.
Rahman, Yüce Allah’ın en güzel isimlerinden ve sıfatlarından biridir. İbranî kökenli olduğu da ileri sürülen Rahman kelimesi; rikkat (sevecenlik), karşılıksız yardım iyilik, bağışlama, acıyıp esirgeme anlamlarına gelen “رحمة rahmet” kelimesinden türetilmiştir. Mübalâğa sigalarından (artı anlam ifade eden yapılar) olduğundan, rahmetin en yüce derecesine sahip olan demektir. Yani rızıkları, ihtiyaçları ve her türlü iyilikleri bağışlama hususunda, rahmetini yarattığı varlıklardan hiç esirgemeyen demektir.
Kur’an’da insanlar için hiç kullanılmayan er-Rahman ismi, elli yedi yerinde Allah için geçmektedir. Kur’an’da bu isimle bir sure de vardır: er-Rahman suresi. Bu surede Yüce Allah, insanlar, cinler ve hayvanlar için rahmet olarak yarattığı nimetleri saymakta, ins ve cinnin, bunların kıymetlerini bilip nankörlük etmemeleri gerektiğini tekrar tekrar vurgulamaktadır.
Rahîm; çok merhametli, merhamet olunan; “رحمة rahmet, مرحمة merhamet ve رحم ruhm” mastarından ism-i fail ve ism-i mef’ul anlamlı bir sıfattır. Kök anlamı acımak, merhamet etmek ve bağışlamak demektir. Rahîm’in çoğulu “رحماء ruhama”dır. Merhamet, iyilik ve nimet anlamına da gelir. Kur’an’da,114’ü Allah bir tanesi de Rasülüllah için (Tevbe 128) olmak üzere 115 kez yer alır. Rahîm sıfatı, Kur’an’da genellikle “çok bağışlayıcı” anlamına gelen “غفور gafur” sıfatı ile birlikte kullanılmıştır. Bu durum, Allah’ın ne kadar bağışlayıcı ve merhametli olduğuna bir delil teşkil eder. Kur’an’ın dört ayetinde de “ارحم الرّاحمين erhamü’r-rahîmin (merhametlilerin en merhametlisi) tamlaması şeklinde kullanılmıştır.
Allah’ın Rahman ve Rahîm sıfatlarının her ikisi de “رحمة rahmet” mastarından türemiş olmakla birlikte, aralarında anlam farklılıkları vardır.
Rahman sıfatı ezel ile, rahîm sıfatı ise daha çok ebet ile ilgilidir. Bu yüzden Allah için “dünyanın Rahman’ı, fakat ahiretin Rahîmi’dir” denilmiştir. Çünkü Allah’ın; tüm varlıkları yaratması ve yaşatması, insanlar arasında mümin-kâfir, adil-zalim, çalışkan-tembel ayrımı yapmadan hepsine rızıklarını vermesi, inkârcıların çalışma ve gayretlerin karşılığını dünyada tam olarak görmesi, zulme ve kötülüklere müdahale etmeksizin insanların kendi tercihlerini kullanmalarına fırsat vermesi, hep Rahman sıfatının sonucudur.
Rahîm sıfatının ortaya çıkışı ise daha çok ahirette görülecektir. Kur’an’da pek çok ayette, Allah’ın müminleri Rahîm sıfatı ile bağışlayacağı belirtilmiştir.
Ayette geçen bu ifadeler ile İslâm dışı Allah anlayışı ters yüz edilmiş, yıkılmıştır. Şöyle ki: İslâmiyet geldiğinde, yani bu ayetler indiğinde insanlık, çeşitli fikir akımları, vehimler, efsaneler ve felsefî görüşler üzerine oturmuş bir sürü saçma inançları yaşıyordu. İnsanların bir kısmı Aristo’nun “Şüphesiz Allah kâinatı yarattı. Bundan sonra bıraktı, ona önem vermedi. Zira Allah, daha aşağı olan bu âlemle uğraşmaktan münezzehtir. O ancak kendi zatını düşünür” şeklindeki görüşünü benimsemişlerdi. Başka bir kısmı da Yunan mitolojisindeki Olimpos tanrıları gibi, sürekli kullarına karşı öfkeli, sürekli onların takipçisi ve onlara hileler hazırlayan ve onlardan intikam alan tanrıya inanıyorlar ve bundan kurtulabilmek için aracı, şefaatçi ilâhlar ediniyorlardı. Alt tabaka ise, Dar-ün Nedve (Halk Meclisi) üyelerinin dışında Rabb tanımamıştı.
Sonuç olarak İslâm ile, insanlık, gerçek ilâh ve gerçek Rabbı; Rahman Rahîm Allah’ı tanımış oldu.
Din Günü’nün sahibi:
Bu ifade, Alak, Kalem, Müzzemmil ve Müddessir surelerinde de konu edilen Din Günü’nü yalanlayanlara bir uyarıdır. يوم الدّين Din Günü, “Karşılık Günü” demektir ki “herkesin iyi yada kötü yaptıklarının karşılığını göreceği, bulacağı ahiret günü” kasdedilmektedir. Esas açılımını bizzat Rabbimiz, İnfitar suresinin 15 – 19. Ayetlerinde yapmıştır.
İnzar:
“إنذار İnzar” Adakta bulunma, üzerine borç olmayan bir şeyi herhangi bir münasebetle kendi üzerine borç kılma manasına gelen “نذر nezere” kökünden türemiş bir kavramdır. Kelime anlamı; bir şeyin sonucundaki tehlikeyi haber verip sakındırmak, dikkati çekmek, korku verip uyanık kılmak demektir. Sevinç haberi verip müjdelemek anlamına gelen “tebşir”in zıddıdır.
Dinî açıdan inzar; Allah’ın peygamberleri aracılığı ile kullarını uyarması, onları kötü akıbetten sakındırmasıdır.
Âlemlerin Rabbi olması sebebiyle kullarını en iyi tanıyan ve onlara nasıl hitap edilmesi gerektiğini en iyi bilen Allah, insanlık tarihi boyunca, hak yoldan saparak şirk ve inkâr bataklığına saplanan kavimleri uyarmaları için peygamberler göndermiş ve bunların uyarılarına kulak asmayanları, Kur’an’da pek çok ayette gördüğümüz gibi kendilerinden sonrakilere ibret olacak şekilde cezalandırmıştır.
5. Ayet:
Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım isteriz.
Arapça bir sözcük olan “عبادة ibadet”, mastardır. Sözlük anlamı; kulluk yapmak, kölelik etmek, kayıtsız şartsız teslim olmak, itaat etmek ve boyun eğmek demektir.
İnsanların belirli kişilere, güçlere, ideolojilere, otoritelere gösterdikleri mutlak itaat ve tamamen teslimiyet bu kapsamdadır. Bunun örneğini Kur’an, Müminun suresinin 45 – 47. ayetlerde anlatılan Firavun ile İsrail oğulları ilişkisinde vermiştir.
Dinî açıdan ise ibadet; kulun sahibine/yaratanına karşı, sahibi/yaratanı tarafından verilen görevleri kayıtsız şartsız kabullenip yerine getirmesi demektir. Gerçekte de Allah bir talimatname (Kur’an) ile kullarına bir takım görevler bildirmiş ve bu görevlerin dünyada, kayıtsız şartsız bir itaat ve teslimiyet içinde yapılmasını istemiştir. Seçtiği peygamber de usta bir öğretmen gibi verilen görevleri önce kendisi uygulamış, sonra diğer kullara göstermiş ve öğretmiştir.
İşte ibadet/kulluk yapmak; yukarıda bahsedilen görevlerin kullar tarafından yerine getirilmesidir. Bir başka ifade ile ibadet; Allah’ın hoşnut ve razı olduğu bütün eylem ve davranışlarda bulunmak suretiyle Allah’a gösterilen saygı ve hürmetin en yüksek derecesinin sergilendiği bir tutumdur.
Ancak, ibadet kelimesi dilimize Türkçe bir karşılık verilmeden aynen alındığı için, geniş halk kesimleri anlamını tam olarak bilmedikleri bu kavramdan, yine anlam ve içeriğini bilmedikleri üç-beş tane davranışı anlar olmuşlardır. Oysa ibadet, “İslâm’ın şartı beştir” gibi belirli davranışlarla sınırlı değildir. Allah’a ibadet etmek; insanın her adımında, her hareketinde, her sözünde, O’nun koyduğu kurallara uymak, O’nun hükümlerini yerine getirmek ve O’nun gösterdiği yoldan yürümek demektir.
Yalnızca O’ndan;
yardım istemek,
korkmak,
başkasını veli edinmemek,
başka koruyucu, kollayıcı kabul etmemek
ve
yalnızca O’na;
dayanmak,
güvenmek,
sığınmak,
Allah’a ibadetin boyutlarını oluşturur.
İbadetin sadece Allah’a yapılacağı ise Kur’an’da tekrar tekrar vurgulanmış, peygamber bile olsa Allah’tan başkasına yapılacak ibadetin şirk olacağı açıkça belirtilmiştir.
Şirk:
الشّرك Şirk, sözlükte; mülk ve saltanatta ortaklık demektir. Dinî açıdan ise; Allah’ın yetki ve imtiyazlarından, zatî ve sübutî sıfatlarından, en güzel isim ve sıfatları arasında yer alan sıfat ve tasarruflarından birinin ya da bir kaçının, Allah’tan başka somut ya da soyut herhangi bir şeye yakıştırılması, verilmesi ya da uyarlanmasıdır.
Bu inanç ve eylemde bulunana “مشرك müşrik” denir. Müşrik; ateist/tanrı tanımaz veya sadece tanrı ikidir, üçtür vs. diyen değildir. Müşrikler Allah’a inanırlar ama bu inançla birlikte yedek ve yardımcı bir takım ilâhları da kabul ederler. Şirke af yoktur.
Tevhit:
التّوحيد Tevhidin sözlük anlamı; “birleme” demektir. Dinî açıdan da “Kelime-i Tevhit”de (lâ ilâhe illâllah) ifade bulduğu şekliyle; önce tüm ilâhları reddedip, sonra ilâh olarak sadece Allah’ı kabul etmektir. Pek tabiî ki bu kabul yalnızca bir söz halinde kalmamalı, tüm düşünce ve eylemlerde de kendini göstermelidir.
Kelime-i Tevhit’in yapısına dikkat edilirse, önce tüm ilâhların reddedilmesi gerekmektedir. Bunu yapabilmek için ise, insanın neyi reddedeceğini bilmesi, yani yapay ilâhları ve ilâh yerine konulanları iyi bilmesi gerekir. Ancak bu yapıldıktan sonradır ki, ilâh olarak sadece Allah’ın kabulü yapılacaktır. Allah’ın tek ilâh olarak kabul edilmesi ise Allah’ı tanımadan sadece “kabul ettim” demekle mümkün olmaz. Bunun için Allah’ın zatî, sübutî sıfatlarının ve güzel isimlerinin Kur’an’dan tanınması ve bunlara inanılması lâzımdır.
Aksi takdirde;
sahte ilâhlar belirlenip tanınmazsa, reddedilmesi mümkün olmaz ve
Allah gerektiği gibi tanınmazsa, tevhit inancı korunamaz.
Tevhit kelimesi Kur’an’da geçmez. Buna karşılık tevhit inancı çeşitli yönleriyle pek çok ayette dile getirilir. Özellikle Mekke’de inen ayetler, tam olarak kavranması amacıyla tevhit inancı üzerinde yoğunlaşır. Kur’an, tevhit inancını Allah’ın zatı, tekliği, sıfatları, evren ve insanla ilişkileri açılarından çeşitli boyutlarıyla ortaya koyar.
6 ve 7. Ayetler:
Bizi, üzerlerine gazap dökülmüşlerin ve şaşkınlığa saplanmışların yolunun
dışındaki, kendilerine nimet sunduklarının yolu olan dosdoğru giden yola
ilet!Hidayet:
Bu kelimenin tüm özelliklerini burada saymak mümkün değildir. Özetlersek hidayet; iyiye, güzele önderlik etmek, hak ve batılı ayırt etmeye yarayan bilgi ve belgeler vermek, peygamber yollamak ve kitap indirmek gibi hayırlı işlerdir. Hemen belirtmek gerekir ki, kötüye yol göstermek hidayet anlamına gelmez.
Hidayet Allah’a aittir. Peygamberler de dahil hiç kimsenin hidayet etmeye yetki ve gücü yoktur. Kur’an’da bunun böyle olduğunu bildiren tam 304 tane ayet vardır.
Sırat-ı müstekim:
Bu tamlama Kur’an ayetleri ışığında değerlendirilirse; “Allah’ın yolu”, “Hak yol”, “Allah’ın kitabı”, “İslâm dini”, “İslâm milleti” anlamları ortaya çıkar. Zaten en güzel tarif de bu surede verilmiştir: “üzerlerine gazap dökülmüşlerin ve şaşkınlığa saplanmışların yolunun dışındaki, kendilerine nimet sunduklarının yolu olan dosdoğru giden yol”
Sırat-ı Müstekım ile ilgili şu ayetlere göz atabilirsiniz: Âl-i Imran suresi ayet 51; En’am suresi ayet 126, 153; Hıcr suresi ayet 41; Nahl suresi ayet 76; Meryem suresi ayet 36; Yasin suresi ayet 61 Ve Zuhruf suresi ayet 64.
Not : bu çalışma Hakkı Yılmaz'ın KURANCA.NET adlı sitesinden faydalınarak hazırlanmıştır..
Hatırlanacak olursa Alak suresinin 1. ayetinde, peygamberimizden okumasının Allah adına olması istenmişti. Kişisel hayat bitmişti, artık çalışmalar Allah adına olacaktı. Bu işten maddî ve manevî çıkar da söz konusu değildi. Burada şu hususu hatırlamakta yarar vardır: Bütün peygamberler tebliğlerini ve davetlerini Allah adına yapmışlardır. Örnek olarak, güneşe tapan Sebe halkını bu sapıklıktan kurtarmak için Süleyman peygamber, kraliçeye yazdığı mektupta “Rahman Rahîm Allah adına” hareket ederek isteklerde bulunmuştur (Neml; 30).
2 – 4. Ayetler:
Hamd, âlemlerin Rabbi, Rahman, Rahîm, Din Günü’nün sahibi
Allah’adır.
Hamd:
“الحمد Hamd”, bir nimetin ve güzelliğin kaynağı ve sahibi olan gücü, övgü ve yüceltme sözleriyle anmaktır. Bir başka ifadeyle “hamd”, isteğe bağlı bir iyiliğe veya onun başlangıç noktası olan bir yardıma karşı, gönül açıklığı ile o iyiliğin sahibine saygı ifade eden bir övgü sözüdür. Hamd yapılırken nimet sahibi hem övülür, hem yüceltilir, hem de ona şükredilir.
Hamd, şükürden farklıdır. Şükür bir nimet karşılığı yapılır ama hamd bir nimet karşılığı olmadan, bir nimet ve güzellik ulaşmasa da yapılır. Ayrıca şükürün sözle, davranışla ve kalpten yapılabilir olmasına karşılık hamd sadece söz ile yapılır.
Hamd, bir iyiliğin karşılığı olmaktan çok, Yaratıcı’nın sonsuz güç ve kuvvetine, verdiği nimetlerin çokluğuna, O’nun Rabbliğine duyulan hayranlığın övme yoluyla dile getirilmesidir.
Hamd, methetmeye benzese de her methetme hamd sayılmaz. Çünkü methetmede riyakârlık, dalkavukluk şaibesi olabilir. Hamd ise samimiyetle yapılan övgüdür.
Hamd, nimetleri, ikramları ve iyilikleri sonsuz olan Yüce Rabbimiz dışında hiç kimseye yapılmaz. Teşekkür ise insanlara da yapılabilir. Hamd ve önemi konusunda şu ayetlere bakılabilir: En’âm; 1 , A’raf; 43 , Yunus; 10 , Ta Ha; 130 , Kasas; 70 , Zümer; 74.Âlemlerin Rabbi:
er-Rabb:
Kur’an’daki “مولى Mevlâ” kelimesi ile eş anlamlı olan الرّب Rabb, şu özellikleri taşır:
Rabb; emri, kudreti altında bulunan bir şeyin yegâne sahibi ve yöneticisi olup, her şey üzerinde kendi isteği ve ilmine uygun olarak tasarrufta bulunandır.
Rabb; kendisine itaat edilerek boyun eğilecek, emirlerine uyulup, yasaklarından uzak durulacak yegâne, tek efendidir.
Rabb; her şeyi düzelten, sivrilikleri çıkıntılıkları tesviye eden, yaratılışı tam bir şekilde hâlden hâle geçirerek düzenleyen, arıtıp saflaştırıp olgunlaştıran, ıslah eden, terbiye edendir.
Yukarıda söz edilen üç özellikten de kolayca anlaşılabileceği gibi Rabb kelimesi sadece ve sadece Yüce Allah için kullanılabilir. Fakat Arap dilinde izafet terkibi (isim tamlaması) olarak (meselâ, evin sahibi, devenin sahibi gibi), insanlar için de kullanılmıştır.
Özetle Rabb; “terbiye edip eğiten, yarattıklarını belirli bir programa uygun olarak bir takım hedeflere götüren, tekâmülü programlayıp yöneten” demektir.
er-Rahman er-Rahîm:
الرّحمن Rahman ve الرّحيم Rahîm isimleri Allah’ın Esma-i Hüsna’sındandır (en güzel isimlerindendir). Yani Allah’ın en güzel isimlerindendir.
Rahman, Yüce Allah’ın en güzel isimlerinden ve sıfatlarından biridir. İbranî kökenli olduğu da ileri sürülen Rahman kelimesi; rikkat (sevecenlik), karşılıksız yardım iyilik, bağışlama, acıyıp esirgeme anlamlarına gelen “رحمة rahmet” kelimesinden türetilmiştir. Mübalâğa sigalarından (artı anlam ifade eden yapılar) olduğundan, rahmetin en yüce derecesine sahip olan demektir. Yani rızıkları, ihtiyaçları ve her türlü iyilikleri bağışlama hususunda, rahmetini yarattığı varlıklardan hiç esirgemeyen demektir.
Kur’an’da insanlar için hiç kullanılmayan er-Rahman ismi, elli yedi yerinde Allah için geçmektedir. Kur’an’da bu isimle bir sure de vardır: er-Rahman suresi. Bu surede Yüce Allah, insanlar, cinler ve hayvanlar için rahmet olarak yarattığı nimetleri saymakta, ins ve cinnin, bunların kıymetlerini bilip nankörlük etmemeleri gerektiğini tekrar tekrar vurgulamaktadır.
Rahîm; çok merhametli, merhamet olunan; “رحمة rahmet, مرحمة merhamet ve رحم ruhm” mastarından ism-i fail ve ism-i mef’ul anlamlı bir sıfattır. Kök anlamı acımak, merhamet etmek ve bağışlamak demektir. Rahîm’in çoğulu “رحماء ruhama”dır. Merhamet, iyilik ve nimet anlamına da gelir. Kur’an’da,114’ü Allah bir tanesi de Rasülüllah için (Tevbe 128) olmak üzere 115 kez yer alır. Rahîm sıfatı, Kur’an’da genellikle “çok bağışlayıcı” anlamına gelen “غفور gafur” sıfatı ile birlikte kullanılmıştır. Bu durum, Allah’ın ne kadar bağışlayıcı ve merhametli olduğuna bir delil teşkil eder. Kur’an’ın dört ayetinde de “ارحم الرّاحمين erhamü’r-rahîmin (merhametlilerin en merhametlisi) tamlaması şeklinde kullanılmıştır.
Allah’ın Rahman ve Rahîm sıfatlarının her ikisi de “رحمة rahmet” mastarından türemiş olmakla birlikte, aralarında anlam farklılıkları vardır.
Rahman sıfatı ezel ile, rahîm sıfatı ise daha çok ebet ile ilgilidir. Bu yüzden Allah için “dünyanın Rahman’ı, fakat ahiretin Rahîmi’dir” denilmiştir. Çünkü Allah’ın; tüm varlıkları yaratması ve yaşatması, insanlar arasında mümin-kâfir, adil-zalim, çalışkan-tembel ayrımı yapmadan hepsine rızıklarını vermesi, inkârcıların çalışma ve gayretlerin karşılığını dünyada tam olarak görmesi, zulme ve kötülüklere müdahale etmeksizin insanların kendi tercihlerini kullanmalarına fırsat vermesi, hep Rahman sıfatının sonucudur.
Rahîm sıfatının ortaya çıkışı ise daha çok ahirette görülecektir. Kur’an’da pek çok ayette, Allah’ın müminleri Rahîm sıfatı ile bağışlayacağı belirtilmiştir.
Ayette geçen bu ifadeler ile İslâm dışı Allah anlayışı ters yüz edilmiş, yıkılmıştır. Şöyle ki: İslâmiyet geldiğinde, yani bu ayetler indiğinde insanlık, çeşitli fikir akımları, vehimler, efsaneler ve felsefî görüşler üzerine oturmuş bir sürü saçma inançları yaşıyordu. İnsanların bir kısmı Aristo’nun “Şüphesiz Allah kâinatı yarattı. Bundan sonra bıraktı, ona önem vermedi. Zira Allah, daha aşağı olan bu âlemle uğraşmaktan münezzehtir. O ancak kendi zatını düşünür” şeklindeki görüşünü benimsemişlerdi. Başka bir kısmı da Yunan mitolojisindeki Olimpos tanrıları gibi, sürekli kullarına karşı öfkeli, sürekli onların takipçisi ve onlara hileler hazırlayan ve onlardan intikam alan tanrıya inanıyorlar ve bundan kurtulabilmek için aracı, şefaatçi ilâhlar ediniyorlardı. Alt tabaka ise, Dar-ün Nedve (Halk Meclisi) üyelerinin dışında Rabb tanımamıştı.
Sonuç olarak İslâm ile, insanlık, gerçek ilâh ve gerçek Rabbı; Rahman Rahîm Allah’ı tanımış oldu.
Din Günü’nün sahibi:
Bu ifade, Alak, Kalem, Müzzemmil ve Müddessir surelerinde de konu edilen Din Günü’nü yalanlayanlara bir uyarıdır. يوم الدّين Din Günü, “Karşılık Günü” demektir ki “herkesin iyi yada kötü yaptıklarının karşılığını göreceği, bulacağı ahiret günü” kasdedilmektedir. Esas açılımını bizzat Rabbimiz, İnfitar suresinin 15 – 19. Ayetlerinde yapmıştır.
İnzar:
“إنذار İnzar” Adakta bulunma, üzerine borç olmayan bir şeyi herhangi bir münasebetle kendi üzerine borç kılma manasına gelen “نذر nezere” kökünden türemiş bir kavramdır. Kelime anlamı; bir şeyin sonucundaki tehlikeyi haber verip sakındırmak, dikkati çekmek, korku verip uyanık kılmak demektir. Sevinç haberi verip müjdelemek anlamına gelen “tebşir”in zıddıdır.
Dinî açıdan inzar; Allah’ın peygamberleri aracılığı ile kullarını uyarması, onları kötü akıbetten sakındırmasıdır.
Âlemlerin Rabbi olması sebebiyle kullarını en iyi tanıyan ve onlara nasıl hitap edilmesi gerektiğini en iyi bilen Allah, insanlık tarihi boyunca, hak yoldan saparak şirk ve inkâr bataklığına saplanan kavimleri uyarmaları için peygamberler göndermiş ve bunların uyarılarına kulak asmayanları, Kur’an’da pek çok ayette gördüğümüz gibi kendilerinden sonrakilere ibret olacak şekilde cezalandırmıştır.
5. Ayet:
Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım isteriz.
Arapça bir sözcük olan “عبادة ibadet”, mastardır. Sözlük anlamı; kulluk yapmak, kölelik etmek, kayıtsız şartsız teslim olmak, itaat etmek ve boyun eğmek demektir.
İnsanların belirli kişilere, güçlere, ideolojilere, otoritelere gösterdikleri mutlak itaat ve tamamen teslimiyet bu kapsamdadır. Bunun örneğini Kur’an, Müminun suresinin 45 – 47. ayetlerde anlatılan Firavun ile İsrail oğulları ilişkisinde vermiştir.
Dinî açıdan ise ibadet; kulun sahibine/yaratanına karşı, sahibi/yaratanı tarafından verilen görevleri kayıtsız şartsız kabullenip yerine getirmesi demektir. Gerçekte de Allah bir talimatname (Kur’an) ile kullarına bir takım görevler bildirmiş ve bu görevlerin dünyada, kayıtsız şartsız bir itaat ve teslimiyet içinde yapılmasını istemiştir. Seçtiği peygamber de usta bir öğretmen gibi verilen görevleri önce kendisi uygulamış, sonra diğer kullara göstermiş ve öğretmiştir.
İşte ibadet/kulluk yapmak; yukarıda bahsedilen görevlerin kullar tarafından yerine getirilmesidir. Bir başka ifade ile ibadet; Allah’ın hoşnut ve razı olduğu bütün eylem ve davranışlarda bulunmak suretiyle Allah’a gösterilen saygı ve hürmetin en yüksek derecesinin sergilendiği bir tutumdur.
Ancak, ibadet kelimesi dilimize Türkçe bir karşılık verilmeden aynen alındığı için, geniş halk kesimleri anlamını tam olarak bilmedikleri bu kavramdan, yine anlam ve içeriğini bilmedikleri üç-beş tane davranışı anlar olmuşlardır. Oysa ibadet, “İslâm’ın şartı beştir” gibi belirli davranışlarla sınırlı değildir. Allah’a ibadet etmek; insanın her adımında, her hareketinde, her sözünde, O’nun koyduğu kurallara uymak, O’nun hükümlerini yerine getirmek ve O’nun gösterdiği yoldan yürümek demektir.
Yalnızca O’ndan;
yardım istemek,
korkmak,
başkasını veli edinmemek,
başka koruyucu, kollayıcı kabul etmemek
ve
yalnızca O’na;
dayanmak,
güvenmek,
sığınmak,
Allah’a ibadetin boyutlarını oluşturur.
İbadetin sadece Allah’a yapılacağı ise Kur’an’da tekrar tekrar vurgulanmış, peygamber bile olsa Allah’tan başkasına yapılacak ibadetin şirk olacağı açıkça belirtilmiştir.
Şirk:
الشّرك Şirk, sözlükte; mülk ve saltanatta ortaklık demektir. Dinî açıdan ise; Allah’ın yetki ve imtiyazlarından, zatî ve sübutî sıfatlarından, en güzel isim ve sıfatları arasında yer alan sıfat ve tasarruflarından birinin ya da bir kaçının, Allah’tan başka somut ya da soyut herhangi bir şeye yakıştırılması, verilmesi ya da uyarlanmasıdır.
Bu inanç ve eylemde bulunana “مشرك müşrik” denir. Müşrik; ateist/tanrı tanımaz veya sadece tanrı ikidir, üçtür vs. diyen değildir. Müşrikler Allah’a inanırlar ama bu inançla birlikte yedek ve yardımcı bir takım ilâhları da kabul ederler. Şirke af yoktur.
Tevhit:
التّوحيد Tevhidin sözlük anlamı; “birleme” demektir. Dinî açıdan da “Kelime-i Tevhit”de (lâ ilâhe illâllah) ifade bulduğu şekliyle; önce tüm ilâhları reddedip, sonra ilâh olarak sadece Allah’ı kabul etmektir. Pek tabiî ki bu kabul yalnızca bir söz halinde kalmamalı, tüm düşünce ve eylemlerde de kendini göstermelidir.
Kelime-i Tevhit’in yapısına dikkat edilirse, önce tüm ilâhların reddedilmesi gerekmektedir. Bunu yapabilmek için ise, insanın neyi reddedeceğini bilmesi, yani yapay ilâhları ve ilâh yerine konulanları iyi bilmesi gerekir. Ancak bu yapıldıktan sonradır ki, ilâh olarak sadece Allah’ın kabulü yapılacaktır. Allah’ın tek ilâh olarak kabul edilmesi ise Allah’ı tanımadan sadece “kabul ettim” demekle mümkün olmaz. Bunun için Allah’ın zatî, sübutî sıfatlarının ve güzel isimlerinin Kur’an’dan tanınması ve bunlara inanılması lâzımdır.
Aksi takdirde;
sahte ilâhlar belirlenip tanınmazsa, reddedilmesi mümkün olmaz ve
Allah gerektiği gibi tanınmazsa, tevhit inancı korunamaz.
Tevhit kelimesi Kur’an’da geçmez. Buna karşılık tevhit inancı çeşitli yönleriyle pek çok ayette dile getirilir. Özellikle Mekke’de inen ayetler, tam olarak kavranması amacıyla tevhit inancı üzerinde yoğunlaşır. Kur’an, tevhit inancını Allah’ın zatı, tekliği, sıfatları, evren ve insanla ilişkileri açılarından çeşitli boyutlarıyla ortaya koyar.
6 ve 7. Ayetler:
Bizi, üzerlerine gazap dökülmüşlerin ve şaşkınlığa saplanmışların yolunun
dışındaki, kendilerine nimet sunduklarının yolu olan dosdoğru giden yola
ilet!Hidayet:
Bu kelimenin tüm özelliklerini burada saymak mümkün değildir. Özetlersek hidayet; iyiye, güzele önderlik etmek, hak ve batılı ayırt etmeye yarayan bilgi ve belgeler vermek, peygamber yollamak ve kitap indirmek gibi hayırlı işlerdir. Hemen belirtmek gerekir ki, kötüye yol göstermek hidayet anlamına gelmez.
Hidayet Allah’a aittir. Peygamberler de dahil hiç kimsenin hidayet etmeye yetki ve gücü yoktur. Kur’an’da bunun böyle olduğunu bildiren tam 304 tane ayet vardır.
Sırat-ı müstekim:
Bu tamlama Kur’an ayetleri ışığında değerlendirilirse; “Allah’ın yolu”, “Hak yol”, “Allah’ın kitabı”, “İslâm dini”, “İslâm milleti” anlamları ortaya çıkar. Zaten en güzel tarif de bu surede verilmiştir: “üzerlerine gazap dökülmüşlerin ve şaşkınlığa saplanmışların yolunun dışındaki, kendilerine nimet sunduklarının yolu olan dosdoğru giden yol”
Sırat-ı Müstekım ile ilgili şu ayetlere göz atabilirsiniz: Âl-i Imran suresi ayet 51; En’am suresi ayet 126, 153; Hıcr suresi ayet 41; Nahl suresi ayet 76; Meryem suresi ayet 36; Yasin suresi ayet 61 Ve Zuhruf suresi ayet 64.
Not : bu çalışma Hakkı Yılmaz'ın KURANCA.NET adlı sitesinden faydalınarak hazırlanmıştır..