Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Eshab-i kİram'dan, evlİyalardan, tarİhİmİzden hİkÂyeler

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]İŞİ EHLİNE[/h][h=2][/h]Adamın birinin gözü ağrıyordu. Bir baytara muayene için gitti. Baytar hayvanlara yaptığı ilâcı ona da yapınca, adamın gözü kör oldu. Adamcağız baytarı hakime şikâyet etti. Hakim baytara hiç ceza vermedi ve: «Eğer bu adam eşek olmasaydı sana muayeneye gelmezdi» dedi.

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]«BANA DA MI LOLO?»[/h][h=2][/h]Bir avukat, kurtuluş imkânı olmayan bir dâvayı çok büyük bir para mukabilinde üzerine almıştı. Son bulduğu çareyi suçluya söyledi: — Hâkim sana ne sorarsa, sâdece «lololo» diye cevap verecek başka hiç bir şey söylemiyeceksin.

Suçlu avukatın sözünü tuttu. Adı sorulduğu zaman bile:

— Lololo dedi. Avukat, müvekkilinin bir deliden başka bir şey Olmadığında ısrar etti, isbat etti ,ve beraet kazandı.

Sevinç içinde idi, meslek hayatının en büyük mükâfatını kazanıyordu. Tam 20 bin lira. Müvekkiline gitti:

— Oh dedi, kurtuldun... Paraları bugün mü, yarın mı verirsin? Adam cevabını verdi:

— Lo, lo, lo.

— Aman ne yapıyorsun, seni felâketlerden kurtardım.

— Lo, lo, lo.

— Ama, dedi bana da mı lololo?...

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]DEĞİRMEN TAŞI[/h][h=2][/h]Hasırcızâde Mehmet ağa, bir gün Fuat Paşa'inn yanında iken Paşanın pırlanta yüzüğüne dikkatle bakmağa başlamış. Fuat Paşa sormuş

— Yüzücüme mi bakıyorsun?

— Evet Paşam... Taşını merak ettim. Elmastır Güzel. Fakat faydası nedir?

— Hiç..

— Peki, ne gelir getirir?

— Hiç.

— Yazık. Benim de babadan kalma bir çift taşım var; bana senede elli altın getirir.

— Amma yaptın-ha... Ne taşı bu?

— Değirmen taşı!

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
İSTİDAT MUHTELİF

Padişahın biri, oğlunu alim bir zata; ilim tahsili için teslim etti.

Seneler geçmesine rağmen çocukta bir ilerleme göremeyen padişah, alim zata: «Başka çocukları görüyorum hepsi mezun olup derslerini tamamladılar. Onlara gösterdiğin ihtimamı bizim çocuğa niçin göster-miyorsun?» deyince Alim:

— Padişahım hepsine gösterdiğim ihtimam musavî ne yapayım ki istidatlar muhtelif, dedi.

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]ZİYARETÇİLER[/h][h=2][/h]Bazı kerametlerini gören halk bir müridi ziyaret etmeye başlamış. Mürid bu halden çok sıkılmış ve şeyhine durumu anlatıp nasıl kurtulacağını sormuş.

Şeyhi de: . ; ;

— «Sana gelenler fakir ise onlara borç para ver. Zengin iseler-ödünç para iste» demiş.

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]DERVİŞ YOK[/h][h=2][/h]Padişahın biri, adamlarından birine bir miktar para verip şehir içindeki dervişlere dağıtmasını söylemiş. Adamcağız bir çok dervişin yanına gidip gelmiş ve parayı padişaha iade etmiş.

Padişah: «Niçin dağıtmadın?» diye sormuş.

Adam, Padişahım derviş bulamadım, demiş.

Padişah: «Şehirde yüzlerce derviş vardır» deyince adam,:

— Efendimiz! Dervişler para kabul etmiyorlar. Para alanlar ise zaten derviş değil kî, diye cevap vermiş.

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]TİMUR'UN DEĞERİ[/h][h=2][/h]Timurlenk, bir gün yanında Şair Ahmedî de olduğu halde yakınları ile beraber.hamama gitmişti. Hamamda Şair Ahmedî'ye lâtife yaparak:

— Şu anda padişahlık sarayında değiliz. Hepimiz ayni vaziyetteyiz. Herbirimize ayrı bir değer ver bakalım, der.

Şair Ahmedî, keskin zekâsıyla orada bulunanların hepsini ayrı ayrı değerlendirip kıymetlerini söyler, fakat Timur için bir değer takdir etmez. Bunun üzerine Timur, kendisi için de bir kıymet takdir etmesini söyleyince, Şair Ahmedî:

— Sultanım madem ki ısrar ediyorsun söyleyeyim; senin değerin seksen akçedir, der.

Şair'in kendisine çok az değer verdiğini düşünen Timur:

— Ahmedî bu adalet üzere bir değerlendirme olmadı. Benim şu üzerimdeki peştamal seksen akçe eder, der.

Şair Ahmedî bunun altından da şöyle kalkar:

— Hünkârım ben de zaten yalnız sizin üzerinizdeki futeye kıymet biçmiştim, der.

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]HASTA DOKTOR VE TEDAVİ[/h][h=2][/h]Osmanlı şairlerinden Şeyhî namıyla maruf, asıl adı Sinan olan bir zat, ömrünün son zamanlarında şimdiki ismiyle baharatçılık yapmaya başlamıştı. O zaman attarlar (Baharatçılar) bir nevi eczane vazifesi görmekteydi. Dolayısıyla bir yerinden rahatsız olanlar oraya müracaat ederlerdi.

Bir gün Şeyhî'nin Kütahya'daki dükkânına gözlerinden rahatsız bir adsın gelip ilâç istemişti. Şeyhî, adama lüzumlu ilaçları verdi ve parasının verilmesini bekliyordu. Adam bir de baktı ki, kendisine tedavi olması için göz ilâcı veren adamın gözleri de bozuk.

Adam bir an düşündükten sonra tezgâhın üzerine Şeyhî'nin istediği parayı koyduğu gibi bir o kadar daha para bırakıp:

— Şu bizim ilâcın parası, ikinci verdiğim ise kendi gözünüzün iyileşmesi için ilâçta kullanırsınız, bizim gibi siz de kurtulmuş olursunuz, dedi.

Adamın bu keskin zekâsı Şeyhî'nin çok hoşuna gitti ve:

— Hastayı tedavi eden doktor kendisi hasta, mısrasını mırıldandı.

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]MOLLA HÜSREV'İN İLMİ[/h][h=2][/h]Meşhur Osmanlı ulemasından Molla Hüsrev Hazretleri Edirne'deki Halebî Medresesinde müderrislik yaparken Allâme Sadeddin Teftezânî'nin «Mutavvel» isimli kitabına bir haşiye yazmış ve o zamanın sayılı alimlerinden sayılan Seyyid Ahmed Kırımı Edirne'ye geldiği zaman haşiyeyi tetkik etmesi ve gerekli tashihi yapması için ona vermişti.

Seyyid Ahmed Kırımı, Molla Hüsrev'iıı haşiyesini baştan sona kontrol etmiş ve bazı değişiklikler yaparak birçok yerde yanlışlar yapıldığını bildirmişti.

Molla Hüsrev Hazretleri, Seyyid Ahmed Kırımî'nin tenkidlerini görünce, hele bir çok tutarsız ve mesnetsiz itirazlar yaptığını anlayınca hayli üzülmüş ve durumun devrin ileri gelen ilim adamlarının önünde müzakere edilmesini ve Seyyid Ahmed Kırımi'nin itirazlarının çürütülmesini arzu etmişti.

Bu vesile ile hem misafir olan hem de kendi haşiyesinin yanlışlarını tesbit ettiğini bildiren Seyyid Ahmet Kırımî'nin de hazır bulunduğu bir yemek ziyafeti tertip etti.

Yemekten sonra ilim meclisi açıldı ve Molla Hüsrev kendisinin yazdığı haşiyeyi ve Kırımi'nin itirazlarını birer birer anlattı ve kendisinin haklı, Kırımî'nin itirazlarının da yanlış olduğunu aklî ve naklî delillerle ortaya koydu.

Orada bulunan bütün alimler ve Kirimi, Molla Hüsrev Hazretlerinin ilmî dirayetini kabul edip haklılığına karar verdiler.

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]ZAMANIN EBÜ HANİFESİ[/h][h=2][/h]İstanbul fetholunduktan sonra Ayasofya Müderrisliği, Molla Hüsrev Hazretlerine verilmişti. Zamanının insanları ona o kadar değer verirler, hürmet ederlerdi ki, her sabah talebeleri ve halk evinin önünde toplanır, Molla Hüsrev atına biner, talebeleri ve eve gelen esnaf da atının önünde Medrese'ye kadar götürürler, akşam olunca da aynı vaziyette Medrese'den alıp evine getirirlerdi.

Cuma namazını mutlaka Ayasofya Camiinde kılan Molla Hüsrev, Camiye geldiği zaman bütün cemaat ayağa kalkar ve ta en öndeki yoriııe varıncaya kadar oturmayıp onun oturmasını beklerlerdi. Bir defasında Hazreti Fatih de cemaatın Molla Hüsrev Hazretlerine bu hürmeti gösterdiklerini ve caminin içinde bile kendisine yol verip ayağa Kalktıklarını görünce vezirlerine dönerek manzarayı göstermiş ve:

— Molla Hüsrev zamanımızın Ebu Hanifesidir, diyerek memnuniyetini belirtmiştir.

Molla Hüsrev Hazretleri o kadar mütevazî hayat yaşardı ki, birkaç tane cariyesi ve hizmetçisi olduğu halde, kendi çalışma odasını kendisi süpürür, temizler ve kandilini dahi kendisi yakardı.

Molla Hüsrev Hazretleri 1480 yılında bir Cuma günü ahirete irtihal etmiştir. (Rahmetullahi Aleyh.)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]FELSEFENİN SONU[/h][h=2][/h]Kadızade Hızır Bey'in oğlu olan ve sonradan üstün zekâsı ve son derece kaabiliyeti sayesinde büyük ilim adamlarından olan Sinan Paşa, gençlik çağlarında felsefeye çok önem verirmiş. Babası Hızır Bey her ne kadar oğlunu bu yoldan çevirmeye çalışmışsa da bir türlü başaramazmış. Hatta öyle olmuş ki, bir gün baba-oğul beraber yemek yerlerken yine münakaşaya başlamışlar. Baba oğlunun her şey hakkında şüphe etmesine çok sinirlenmiş.

Bir ara demiş ki:

— Yahu Sinan, sende o kadar evham var ki, her şey için o kadar şüpheye düşüyorsun ki, neredeyse şu yemek yediğimiz tabağa bile bakır değil diyeceksin, demiş.

— Doğru söylüyorsun baba! insanın hisleri bazan o kadar galip gelir ki, ben bu tabağa «bakır değildir» diyebilirim, demiş.

Bunun üzerine son derece sinirlenen Hızır Bey, yemek yedikleri tabağı kaldırdığı gibi, oğlunun kafasına geçirmiş.

Sinan Paşa, daha sonra ilmini ilerletip hakikati anlayınca bu vehim sevdasından tamamen vazgeçip, değerli ilim adamlarından olmuştur. Hatta o kadar yükselmiş ki, Fatih Sultan Mehmet Han tarafından Edirne medreselerinden birine, Hadis Müderrisi olarak tayin edilmiş, bilahare ise, Fatih onu sarayına alarak maiyetinde bulundurmuştur.

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]İLİM VE DÜNYALIK[/h][h=2][/h]Hazreti Fatih'in hocalarından «Hocazade» lakabıyla anılan Mevlânâ Muslihiddin b. Yusuf, b. Salih Efendi daha çocuktan okumaya ve ilim öğrenmeye son derece ehemmiyet verirdi. Ticaretle meşgul olan babası ona diğer kardeşleri gibi dünyalık için çalışmadığından, dükkânında durup para kazanmadığından dolayı kızar ve öbür kardeşlerine gösterdiği alâkayı ona göstermez, onu hep eski elbiselerle gezdirirdi.

Hocazade'nin babası da ayrıca hoca idi ve Yusuf Hoca diye bilinirdi.

Bir gün babası Yusuf Hoca, diğer oğullarını da yanına alarak Hocazade ile beraber o muhitte faziletli bir zat olarak bilinen Veli Şemseddin adında bir zatın huzuruna vardılar

Şeyh Şemseddin, Hocazade'nin diğerleri gibi şık giyinmediğinin farkına varıp bir ara:

— Bunların hepsi senin oğlun olduğuna göre, neden bu çocuğa ayrı muamele eder, bunu iyi giydirmezsin? Diye sordu.

Yusuf Hoca diğer oğullarının çalışıp kazandıklarını, onun ise hep: — ilim, tahsil, okumak, deyip başka bir şey demediğini söyledi ve:

— Bu da diğer kardeşleri gibi çalışsın diye bu cezayı verdik, dedi. Babanın bu sözlerini dinleyen Şeyh Veli Şemseddin, çocuğu biraz daha kendisinin yanına çekerek:

— Evlâdım, sen davandan dönme, ilim herşeyden üstündür, inşallah bu sayede öyle olur ki, kardeşlerin senin huzurunda el pençe divan dururlar, dedi.

Velinin bu sözlerini de dinleyen Salih Efendi ilme bir kat daha sarılarak devrin bütün ilimlerini tahsil etti ve Fatih Sultan Mehmet Han Hazretleri tarafından Bursa'daki Esediye Medresesine Müderris tâyin edildi.

Hocazade Bursa'da altı sene müderrislik yaptıktan sonra, istanbul'a gelip Fatih Hazretleri ile müşerref olmak istedi. Hizmetçilerinden bir miktar da borç para alan Hocazade bir hizmetçisi ile istanbul'a geldi.

Hocazade Istanbula geldiğinde, Fatih Edirne yolculuğuna hazırlanıyordu. Daha evvel tanıştıkları Mahmut Paşa vasıtasıyle Padişah'in huzuruna kabul edildi. Padişah Edirne yolculuğuna çıkmış, birçok ulema ve vüzera ile beraber Hocazade'yi de yanına almıştı.

Devrin büyük alimlerinden Mevlânâ Zeyrek ve Seyyid Ali gibi alimler de padişahla beraberlerdi. Yolda birçok ilmî mübahase ve müzakere yapıldı. Hocazade Fatih Hazretlerinin büyük takdirini kazanmıştı. Fakat

Hazreti Fatih, diğer ilim adamlarına çeşitli hediyeler ve bahşişler verdiği ve onları taltif ettiği halde Hocazade'ye hiçbir şey vermemişti.

Birkaç konak daha ilerledikten sonra bir gün, has kapıcılardan biri Hocazade'nin yanına gelerek elini öptü ve ona şu müjdeyi verdi:

— Müjdeler olsun hocam! Sultanımız sizi baş müderris tayin etti, dedikten sonra, Padişahın selâmını ve hediye olarak da onbin akçe gönderdiğini bildirdi. Padişah Hocaya, bundan başka en âlâsından bir çadır, hizmetçi ve en iyilerinden birkaç kat da elbise hediye etmişti.

Hocazade parayı alır almaz evvelâ, yanında getirdiği hizmetçisinin parasını verdi. Çünkü o Hocanın Padişah tarafından itibar görmediğini sanıp ara-sıra para iste! şeklinde şikâyet ederdi.

Fakat daha sonra Hocazade ile Hazreti Fatihi tanıştıran Mahmut Paşa, Hocanın Padişaha yakınlığını çekemez oldu. Devamlı surette; Padişah'tan kazaskerlik istemesini tavsiye ederdi. Hocazade Mahmut Paşanın tesiriyle Kazasker oldu ve Hazreti Fatih'ten uzak düştü.

Hocazade Edirne'ye Kazasker tayin edilmişti. Babası oğlunun Kazasker tayin edildiğini duyunca Edirne'ye görmeye gitti. Babasının kendisini ziyarete gelmekte olduğunu duyan Hocazade seçkin bir ulema topluluğu ile babasını karşılamaya çıktı.

Herkes at üzerinde en güzide elbiselerini giymişler Kazaskerin babasını karşılamaya çıkmışlardı. Hocazade ise onların tam aksine, ata binmemiş ve giyimine de hiç önem vermemişti. Karşılaştıkları zaman karşısında bir Kazasker bekleyen baba, oğlunu tanıyamadı, sonradan oğlunu öğrenince de ellerini kaldırıp Allah'a hamdederek ağlamaya başlamıştı.

Kardeşleri ve babası daha evvel kendisine reva gördükleri hallerden dolayı Hocadan özür dilemek istedilerse de, O:

— Siz ferahlığı her zaman huzur verici sanmayınız. Bazan öyle olur ki, insandaki gam ve keder huzuru bile artırır. Diyerek onları özür dilemekten menetmiştir.

Daha sonra Hocazade babası ve kardeşleri için bir yemek ziyafeti verdi. Babasını yanına oturttu. Diğer vezaü da mertebelerine göre yerlerine yerleştirdikten sonra bir de baktı ki, kardeşleri hizmetçi ve uşaklarla beraber ayakta kalmışlar.

Kardeşlerinin bu halini gören Mevlânâ Hocazade, Veli Şemseddin Hazretlerinin kendisine söylediği şu sözü hatırlayıp Allah'a şükürler etti.

Şemseddin Veli: «Evlâdım dâvadan dönme. Bir zaman gelir ki, kardeşlerin ilmin sayesinde senin huzurunda el pençe divan dururlar» demişti.

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]GÜNEŞİN MECALİ[/h][h=2][/h]Hazreti Fatih ve ikinci Beyazıd devirlerinde yaşamış büyük alimlerden Molla Fenari Hazretleri, son derece mütevazı ve lüzumsuz yere hiç konuşmayı sevmeyen bir zattı. Aynı zamanda manevî ilimlerle de mücehhez olan Mevlânâ Fenarî, Şeyh Hacı Halife Hazretlerinin müridlerindendi.

Onun talebeleri çok az konuştuğunu, ancak Padişahlardan bir bahis açıldığı zaman bülbül kesildiğini söyleyerek şöyle anlattığını nakletmişlerdir:

— Bir gün sıcak bir Ramazan günü idi. Sultan Beyazıd Hazretleri ben acizi de yanlarına alarak şöyle ferah bir yere çıkmış güneşin batmasını ve iftar vaktini bekliyorduk.

Gurup vaktini seyreden Sultan Hazretleri bana dönerek şöyle söyledi:

— Görüyor musun Molla! Galiba orucun bitkinliği ve sıcak, güneşe de tesir etmiş ki yürümeye bile mecali kalmamış.

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]KABUL OLAN ÜÇ DUA[/h][h=2][/h]Mevlânâ Fenarî Hazretleri bir gün medresede talebe okuturken şöyle demişti:

— Allah'a hamd ü senalar olsun ki, bu zamana kadar ne istedimse hiç birini reddetmedi. Yalnız üç dileğim var, inşallah onlar da kabul olunur. Bunlardan birincisi; evimde benden evvel kimsenin vefat etmemesi, ikincisi; hastalığım uzun sürüp ölümümün zor olmaması, üçüncüsü ise; îmanla göçüp ahirette saadeti ilâhînin müyesser olmasıdır.

Hazretin bu dualarından ilk ikisi tahakkuk etmiş, kendisinden evvel ailesinden kimse irtihal etmemiş, ikindi abdestini alıp namaz için camiye doğru gittiği bir sırada ruhunu teslim etmiştir. Allahü a'lem üçüncü dileği de kabul olunmuştur. Allah şefaatından mahrum etmesin!

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]HİKÂYENİN HİKÂYESİ[/h][h=2][/h]Osmanlı şair ve niktedanlarından Cenanî'ye, zamanın padişahı, anlattığı fıkra ve hikâyeleri bir kitap halinde toplamasını söylemişti.

Cenanî bildiklerine kendi uydurduklarını da ekleyerek bir kitap yazdı. Kitabı güzel yazı yazan birine verip temize çekdirdikten sonra yaldızlanması ve ciltlenmesi için ciltciye vermişti.

Böyle bir kitabın yazılıp ciltciye verildiğini duyan padişahın nedimlerinde Derviş Eğlence, isimli bir hikayeci Cenanî'den habersiz olarak daha ciltcide iken baştan sona okuyup ezberledi. Derviş Eğlence, padişaha hikâye ve nükteler anlatır ve onu eğlendirirdi. Cenanî'nin yazdığı kitabı baştan sona padişaha anlattı.

Olup bitenlerden habersiz Cenanî, kitabını ciltciden almış ve padişahın takdirini kazanacağı ümidiyle saraya getirip, Kapı Ağası aracılığı ile padişaha gönderdi. Cenanî, dışarda heyecanla padişahtan gelecek ihsanı bekliyordu. Biraz sonra Kapı Ağası Gazenfer Ağa, huzurdan çıktı ve:

— Beyim, gerçi bizim Derviş Eğlence'nin anlattıkları hikâyeleri bir araya getirip kitap yapmışsın ama, bu bir emek istediğinden gene de güzel bir şey olmuş, dedi ve padişahın gönderdiği birkaç akçeyi avucunun içine sıkıştırdı.

Cenanî, neye uğradığını şaşırmıştı:

— O kitabı ben kendim yazdım, hiç kimseden derlenmiş değildir. Hatta birçokları benim kendi hikâyelerimdir, diye derdini anlatmaya çalıştı ise de, o anda bir işe yaramadı. Fakat aradan hayli zaman geçtikten sonra, hikâyelerin hakikaten Cenanî'nin eseri olduğu ve Derviş Eğlence'nin oyun yaptığı anlaşıldı. Tabi ki, bu mesele meydana çıktıktan sonra padişah Cenanî'ye ummadığı kadar ihsanda bulunmuştur.

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]YÜZ SUYU[/h][h=2][/h]1735 1808 yılları arasında yaşamış Hoca Neş'et adıyla ma'ruf bir alim vardı. Bu alim varlıklı bir kimse olduğu için gelen geçen herkese iyilik etmeyi çok sever, hatta kendisinde olmazsa, başkalarından isteyerek, gene de ihtiyaç sahibinin işini görürdü.

Bir defasında kendisine:

— Hocam şunun bunun işi için ona buna yüz suyu döküyorsun. Kendin elinden geleni yapıyorsun. Bir de yüz suyu dökmek niye? Diye söylenmişlerdi. Hoca Neş'et şu cevabı verdi:

— Yüz suyu ile değirmen dönmez ya, yüz suyu ile ancak iş görülür, ben de onu yapıyorum.

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]DAĞLARI BİLE YERİNDEN OYNATIRLAR[/h][h=2][/h]Hazreti Ömer radıyallahu anh zamanında, İran'a harp ilân edilmişti, İran Hükümdarı Yezdecerd, Çin Hükümdarından yardım istedi. Çin Hükümdarı, İran'dan gelen elçilere savaşacakları düşmanın vasıflarından sual etti. Elçiler de, bildikleri kadarıyla müslümanların vasıflarından anlattılar! «İçki içmezler, kumar oynamazlar, yalan söylemezler, birbirlerine yardımlarını hiç esirgemezler, zina etmezler, birbirlerinin namuslarına saygılıdırlar» dediler. Çin Hükümdarı uzun uzadıya sorduklarına müsbet cevaplar alınca, eline kalemini alarak İran Hükümdarına şöyle bir mektup yazmıştı:

— «Azizim Yezdecerd! Sana bir ucu Merv'de bir ucu da Çin'de olan muazzam ordular gönderebilirdim. Fakat karşındaki düşmanın vasıflarını öğrendikten sonra, bundan vazgeçtim. Düşmanların olan müslümanlar, bu ahlâk kaideleri üzere bulundukları müddetçe, dağları bile yerinden oynatmak isteseler yine de oynatırlar. Sen bunlarla dost geçinmeye bak. Ben dahi bunlardan korkmaya başladım.»

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
ANSELMO TURMEDA'NIN MÜSLÜMAN OLUŞU

Akdeniz'de Balear takımadalarının en büyüğü olan Mayorka adasında, bir ailenin tek çocuğu olan Anselmo Turmeda isimli biri vardı. Altı yaşında iken bir papazdan din ilmini öğrenmek üzere tahsile başladı. Sonra ilmini ilerletmek üzere Katalan'da, Larde şehrine gitti. Din ilmini hayli ilerleten Anselmo, daha da ilerletmek için Nebuniye şehrine gitti. Burada ilmi çok yüksek, kadri kıymeti büyük bir papazın himayesi ve hizmetinde uzun müddet kaldı. Nikola Mertil ismindeki bu papaz, bir gün hasta olduğundan derse gelmedi. O gün talebeler kendi aralarında müzakerelerle meşgul oldular. Akşam olduğunda Anselmo, papaz Mertil'in evine vardığında papaz:

— Bugün ne ile meşgul oldunuz? diye sordu.

Anselmo ise, arkadaşları ile bazı ders müzakerelerinde bulunduklarını fakat Incil'in bir yerinde Hazreti İsa'nın «Benden sonra bir Peygamber gelir, onun ismi Paraklit'tir» sözü üzerine hayli tartışma yaptıklarını söyledi.

Papaz:

— Bu hususta arkadaşlarından kimler ne gibi sözler söyledi ve sen ne dedin diye sordu.

Anselmo, kendi söylediklerini ve arkadaşlarının söylediklerini anlattıktan sonra Papaz: «Sen biraz yaklaşmışsın, falan arkadaşın hiç isabet edememiş, falan arkadaşın da biraz yaklaşmış», deyince Anselmo, büsbütün merak etti. Papaza yalvararak bunun hakikatini sordu. Papaz Nikola, bir türlü söylemek istemiyordu. Hattâ söylediği takdirde hayatının tehlikeye düşebileceğini ifade ediyordu. Anselmo, papazın ayaklarına kapanarak yalvarmaya başladı. Nihayet Papaz Nikola, ağlayarak bu meselenin hakikatini anlatmaya başladı ve şöyle dedi:

— Evlâdım! Ben bu hakikati hayatımın son zamanlarında öğrendim. Eğer, daha evvel öğrenmiş olsaydım, benim için çok şeyler değişirdi. Burada İsa'nın, benden sonra ismi Paraklid olan birisi gelecektir dediği zat, müslümanların peygamberi Hazreti Muhammed'dir. Paraklid'in tam karşılığı Ahmed'dir. Bu hakikati benden duyduğunu kimseye söyleme. Eğer kendin hayırlı bir şey yapmak istiyorsan, müslüman ol, dedi.

Hocasından bu hakikatleri duyan Anselmo Turmeda, hemen memleketine döndü. Altı ay kadar kaldıktan sonra, Tunus'a gitti. Orada kendi dilinden anlayan birini bulup müslüman olacağını anlattı ve Tunus Emiri Ebul Abbas Ahmed'in huzuruna çıkardılar. Huzurda müslümanlığı kabul etti. Abdullah Tunus Emirinden Tunus'da bulunan ve kendisini yakından tanıyan hıristiyanlardan kendisinin sorulmasını istedi.

Hıristiyanlar emir üzerine toplandılar. Kendilerine Anselmo Turmeda isminde bir papazı tanıyıp tanımadıkları soruldu. Hepsi hakkında iyidir, diye şahitlik yaptılar, O zaman huzurlarına Abdullah çıktı ve Kelime-i Şehadeti getirdi. Perişan oldular. Bu bizim içimizde en kötü kimse olarak bildiğimiz biridir demeye başladılar.

Abdullah Tunus sarayında uzun müddet tercümanlık görevinde bulundu, (Ne garip! Hıristiyanlar okudukça ve ilimleri ilerledikçe müslüman oluyorlar; müslümanlar da cahillikleri çoğaldıkça hristiyan oluyorlar.)

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]BU CAN O UĞURDA FEDADIR[/h][h=2][/h]Uzun Hasan Fatih'ten sulh talep ederek Çemişkezek Hâkimi Şeyh Hüseyin ile annesi Sâre Hatunu elçi olarak Fatih'e göndermeye mecbur olduğu zaman, genç hükümdar at geçmez yarlardan, geçit vermez dağlardan aşıp Trabzon'un fethi için giderken Sâre Hatun, Padişahın yorgunluğundan istifade etmeyi düşünerek:

— Padişahım, bunca zahmet bir kal'a fethi için değer mi? dedi.

Fatih:

— Valide, valide... İslâm Kılıcı benim elimdedir. Bu can o uğurda fedadır. Meşakkatten nice korkarım? cevabını verdi.

* * *
 

Muhamed Dolaku

New member
Katılım
2 Tem 2011
Mesajlar
5,395
Tepkime puanı
158
Puanları
0
Yaş
78
[h=2]KUR'AN'DAN BİR NOKTA[/h][h=2][/h]Bir gün Evliyalar Şahı Hazreti îmamı Rabbani (k.s.), sür'atlice abdesthâneye girdiler. Fakat girmeleri ile çıkmaları bir oldu. Hemen ibrikteki su ile elini yıkadı sonra tekrar abdesthâneye girdi. Çıktıktan sonra kendisine bunun sebebi soruldu. Buyurdular ki:

— Biraz; önce kalemin yazıp yazmadığını denemek için tırnağıma bir nokta yazmıştım. Abdesthâneye girince bunu farkettim, hemen dışarı çıkarak onu yıkadım. Ondan sonra içeri girdim. Çünkü o nokta Kur'anı Kerîm'dendir, Onunla abdesthanede bulunmayı edebe uygun görmedim, buyurdular.

* * *
 
Üst Alt