rusen_alp
New member
Diyalog kelimesi Yunanca'dır, dia ve logos kelimelerinin birlesmesinden olusmaktadir. dia, iki anlamına gelmekte olup; logos ise anlam demektir. Yani iki şeyin arasındaki anlam gibi bir sonuç çıkar.
Peter sengenin örneğinden yola cıkarsak, diyalogda; nehrin iki yakasi arasında suyun akması gibi, anlam da iki kişi arasında akar gider. Her ne kadar kelime anlamında “ iki “ sayısı ifade edilse de , diyaloğun mutlaka iki kişi ya da kurum arasında olması gerekmez. İki kelimesi örnek olarak verilmiş olup, diyaloğun oluşması için önemli olan birden fazla unsurun bir araya gelmesidir. Bu sayı üç de olabilir, üç bin de....
Diyalaoğun temeli farklılığa dayanır, bu farklılık bir inanç sistemi olabileceği gibi düşünce , ideoloji, etnik yapıya kadar uzanabilir. Hatta diyaloğun sınırı çizilemez. Çünkü , Hiçbir insan yoktur ki, diğerinin özdeşi olsun. Konuşma yeteneğimiz diyalog kurmak için vardır, günlük hayatımız diyaloğ sayesinde bir düzene girer. Sosyal hayatta kurduğumuz tüm ilişkiler diyalog varolduğu için vardır. Diyaloğu inkar etmek , bir insanın kendi insanlığından vazgeçmesi, ondan şüphe etmesi demektir.
Bir insan için diyalog iki ihtimal dışında her zaman mecburidir. Bunlardan birincisi o kişinin kendisinden başka hiç kimsenin yaşamadığı bir yerde bulunmasıdır ki burada fiziksel imkansızlık vardır. Diğeri ise tek doğru olarak kendisini kabul edip, kendisi haricinde bulunan herkesin kendisine düşman olduğunu düşünüp, tüm ilişkilerini kesmesidir.Bu tür diyalogsuzluk hali bir tür paronayaklıktır , ayrıca kendine güvensizliğin de bir emaresidir.
İSLAMDA DİYALOG ANLAYIŞI :
Diyalog ortamı barışı tesis ettiğine göre ve adı barış olan bir din , elbette bu düzene karşı gelmeyeceğine göre böyle bir durumda diyaloğun islamda var olmadığını söylemek büyük haksızlık olacaktır. Zaten islamiyetin ilk yıllarında ve sonrasında islamiyetin gerçek anlamda uygulandığı bazı dönemlerde gayri müslimlerle kurulan ilişkilere bakarak bu sonuca ulaşılabilir.İslam tarihine bakılacak olursa gayr-i müslimlere karşı devlet saygı göstermiş, inançlarını değiştirme gibi bir baskı , zorlama uygulamadıkları gibi kendilerine ayrıcalıklı ifade vermiştir. Çok rahat ifade edilebilir ki, gayri müslimlerin din ve inanç hürriyeti mutlak anlamda mevcuttu.
Düşünce ve düşünceyi ifade hürriyeti, aynı zamanda din ve inanç hürriyetini de temin eder. Zira din ve inanç; insanın vicdanıyla ilgili bir husustur ve hiçbir güç ve zorlama onu etkileyemez. "Dinde zorlama yoktur, artık hak ile batıl iyice ayrılmıştır." âyeti zorlama ile inancın bir arada bulunmasının mümkün olmadığını gösterir. İnsanları yaratan ve onlara her türlü nimeti veren Allah bile hiç bir zorlamaya yönelmeksizin, kendi yarattığı insanlara, kendisine inanıp inanmama hürriyeti vermişken , kulların kendilerini bu konuda yetkili görmelerinin anlamsızlığı ortadadır.
İlahî mesaj insanlara açık olarak iletildiği zaman, peygamberin vazifesi tamamlanmış olur ve o, artık tebliği ulaştırdığı insanların yaptıklarından sorumlu değildir. Hak ile batılı birbirinden ayırdıktan sonra muhataplarını zorla imana getirmek onun görevi değildir. Kur'ân bu gerçeği Hz. Peygamber'e hitaben şöyle bildirir:
"Ey Muhammed! Sen öğüt ver, çünkü Sen ancak öğüt verirsin. Onların üzerine zorlayıcı değilsin."
"Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki, biz Seni onların üzerine bekçi göndermedik, Sana düşen sadece tebliğdir."
"Biz bu kitabı insanlar için Sana hak ile indirdik. Artık kim doğru yola gelirse, kendi yararınadır, kim de saparsa kendi zararına sapmış olur. Sen onlar üzerine vekil değilsin."
"De ki, Hak (bu Kur'ân) Rabb'inizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen inkar etsin."
"Peygamber'e düşen sadece açık bir şekilde duyurmaktır."
"De ki, ey İnsanlar işte Rabbinizden gerçek geldi. Artık yola gelen, kendisi için gelir, sapan da kendisi zararına sapar. Ben sizin üzerinize vekil değilim."
İslam, fikir hürriyetini bir hak olarak vermenin yanında, inananları fikirlerini açıklama noktasında da sorumlu tutmaktadır. Zira fikir hürriyeti, dinin önemli bir prensibi olan "emr-i bi'l-ma'ruf, nehy-i ani'l-münker"in gerçekleşmesi için de gereklidir. Eğer bir toplumda ifade hürriyeti yoksa bu tavsiye/emir/hüküm insanlar tarafından hakkıyla uygulanamaz; insanlar ne iyiyi emredebilirler, ne de kötülükten sakındırılabilirler.
Düşünce ve düşünceyi ifade hürriyeti, aynı zamanda din ve inanç hürriyetini de temin eder. Zira din ve inanç; insanın vicdanıyla ilgili bir husustur ve hiçbir güç ve zorlama onu etkileyemez. "Dinde zorlama yoktur, artık hak ile batıl iyice ayrılmıştır." âyeti zorlama ile inancın bir arada bulunmasının mümkün olmadığını gösterir. İnsanları yaratan ve onlara her türlü nimeti veren Allah bile hiç bir zorlamaya yönelmeksizin, kendi yarattığı insanlara, kendisine inanıp inanmama hürriyeti vermişken , kulların kendilerini bu konuda yetkili görmelerinin anlamsızlığı ortadadır.
İslamda din ve inanç hürriyeti mevcuttur, dinde zorlama yoktur demek suretiyle insanları zorla müslüman yapılamayacağı açık bir şekilde emredilmektedir. Yukarıda mezkur ayetlerde Hz. Peygamberin nezdinde , Allah ( c.c. ) müslüman olmayan unsurlara iyinin doğruluğun anlatılmasını emretmektedir. Doğru ve iyi olan Kuran'da anlatılanlar olduğuna göre, bunu müslümanların , kendilerinden olmayan insanlara anlatması bir elzemdir. Bu anlamda bunun gerçekleşmesi için sürekli insanla bir iletişim halinde olması anlaşılmalıdır.
İslam inancına sahip olmayan insanların islam hakkında bilgi edinilmesi dünyadaki müslümanlar üzerinde yükümlülüktür, hatta dünyanın herhangi bir yerinde islamdan habersiz olan insanlar üzerinde , müslümanların sorumluluğu bulunmaktadır. Farz-ı kifayede denilen bu durumda , müslümanlardan bir grubun bu görevi ifa etmesi diğer müslümanları bu sorumluluktan kurtaracaktır.
Diyaloğun zıddı olan savaş, İslamda en son çaredir, ve bunun için çok ciddi nedenlerin bulunması gerekmektedir. Nitekim bir insanı haksız yere öldürmek tüm insanlığı öldürmek gibidir anlayışına sahip olan bir dinin , günümüzde yüzbinlerce masum sivil insanın öldüğü savaşlara yeşil ışık yakması düşünülemez. İslamda diyalog olmadığını savunan insanların dini yorumlamakta eksik kaldıkları açık bir şekilde görülmektedir. Meseleyi iyi yorumlamayan kişilerin doğru hareket etmeleri mümkün değildir. Çünkü harekete, eyleme ruh veren yorum tarzıdır.
İslamda Savaş nedenleri :
a. Müdafaa/Savunma Savaşı (Meşrû Müdafaa)
İslâm, bir millet veya ferdin, kendi varlığını tehdit eden, onu yok etmeye, öldürmeye çalışan mukabil güce karşı, nefis müdafaasını, karşı koymayı meşrû kılar, hattâ bazı durumlarda onu emreder. Konuyla ilgili olarak şu âyetler son derece açıktır:
“Kendilerine savaş açılan müminlere, savaşmaları için izin verildi. Çünkü onlar zulme maruz kaldılar. Allah onlara zafer vermeye elbette kadirdir.” (Hac, 22/39) “Sizinle savaşanlarla siz de Allah yolunda savaşın. Fakat haksız yere saldırmayın. Muhakkak ki Allah haddi aşanları sevmez.” (Bakara, 2/190)
Ayrıca şu âyet-i kerîmeler, savunma savaşının meşrûiyetine, hattâ mecburiyetine işaret etmektedir:
“...O hâlde kim size saldırırsa siz de aynısıyla karşılık verin. Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allah bu müttakîlerle beraberdir.” (Bakara, 2/194)
b. Zulmü Durdurmak veya Haksızlığa Uğrayan Müslümanlara Yardım Savaşı
İslâm tarihindeki uygulamalara göre meşrû savaşların bir başka şekli de bir gayrimüslim devletin teb’ası olup zulme uğrayan ve hakları çiğnenen azınlık hâlindeki Müslümanların (mustaz’afların) yardım isteğine karşı girişilen savaştır. Fakat bu gayrimüslim devletle, kendisinden yardım istenilen İslâm devleti arasında bir saldırmazlık anlaşması mevcutsa, o takdirde Enfâl Sûresi’nin 72. âyetiyle düzenlenen hükme göre savaş ilişkisi söz konusu olamaz: “İman edip Allah yolunda hicret edenler, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenlerle onları barındıran ve onlara yardım eden Ensar var ya, işte bunlar birbirlerinin velileridir (malda da birbirlerinin vârisidirler). İman edip de hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret etmedikçe, sizin için mirasta onlara hiçbir velayet yoktur. Bununla beraber eğer din hususunda sizden yardım isterlerse sizinle aralarında sözleşme bulunan bir topluluk aleyhine olmamak şartıyla, onlara yardım etmeniz gerekir. Allah bütün yaptıklarınızı görmektedir.” Mevlâna Celâleddin Rumî, “Savaş, zalimlerin elindeki kılıcı almak için farz kılınmıştır.”der.
c. İrşad Hürriyeti
İslâm’da savaş ve cihad, İslâm dinini neşretme hürriyeti engellenirse, o hürriyeti muhafaza etmek ve sağlama almak için yapılır. İslâm dinini neşretmek için savaş yapılmaz! Hak ve hakikati neşretme hürriyeti engellenirse onun için savaş yapılır. Dünyanın dört bir yanında herkese İslâm mesajını ulaştırmaya mâni olunursa, işte o zaman bu engeller ortadan kaldırılmaya çalışılır. Çünkü engelleyenlerin böyle bir davranışları, insanların hür iradeleriyle Cennet’e gitmelerine mânidir. Yani cihad bir bakıma Allah ile kulları arasındaki engelleri kaldırmaktır.
d. Yapılmış Bir Barış Anlaşmasının Düşman Tarafından Bozulması Sonucu Başlayan Savaş
“Eğer anlaşmadan sonra yeminlerini bozarlar, bir de dininize hücum ederlerse, artık kâfir güruhunun o öncüleri ile savaşın! Çünkü onların gerçekte artık yeminleri ve ahitleri kalmamıştır. Umulur ki, hiç değilse bu durumda, inkâr ve tecavüzlerinden vazgeçerler. Ahitlerini ve yeminlerini bozup Peygamber’i vatanından sürmeye teşebbüs eden bir toplulukla savaşmayacak mısınız ki, aslında savaşı size karşı ilk başlatanlar da onlar olmuşlardı. Ne o, yoksa onlardan korkuyor musunuz? Ama eğer mümin iseniz, asıl Allah’tan çekinmeniz gerekir.” (Tevbe, 9/12-13) âyetinden de anlaşılacağı üzere, barış anlaşmasını bozan düşmanı tedip maksadıyla savaş açılabilir ve açılmalıdır da. Hicretten sonra Kureyş’le başlayan savaş dönemi, 6. yıldaki Hudeybiye Anlaşması’yla sona ermişken, Kureyşlilerin ihlâliyle bu anlaşma da bozulmuştu. Resûl-i Ekrem (sas) bunun üzerine onları tedip gayesiyle Mekke’yi fethetmişti.
İslam dininde barış temeldir, savaş ise yukarıda belirtilen durumlar ortaya çıkarsa arızi bir durumdur, bu nedenler arasında Hiçbir zaman müslüman olmayanların dine dahil edilmesi olmamıştır, bunun için diyalog vardır, keza herkesin müslüman olması da şart değildir, böyle bir yükümlülük yoktur, önemli olan islam aleminin temzeliri, bu dinden olmayanlara anlatmasıdır, kabul edilir , edilmez bu ayrı bir noktadır.
İSLAMIN KANLI ELLERDE KİRLENMESİ : RADİKAL İSLAM
Esasında islamın radikali olmaz, bununla birlikte Irak'ta Türk şoförleri cihat ( ! ) için boğazından kesenleri, vücutlarına sardıkları bombalarla yüzlerce masum insanının canına kıyanları, 11 Eylülde ABD'de Dünya ticaret merkezine yapılan saldırıyla binlerce masum insanının canına kıyan bir anlayışa müslüman demek , bu yapılan eylemleri de islam adına kabul etmek ve bu şekilde islam dünyası tarafından da kabul edilmesi islama yapılmış en büyük saldırı olacağından, bu anlayışın islam anlayışıyla bağdaşmasının büyük bir problem aynı zamanda büyük bir sorumluluk olması nedeniyle bunlara radikal islam denmesinde herhangi bir sakınca yoktur.
Bugün, dünya üzerinde yaşayan insanların islama karşı fobilerinin olması, islamı kanlı görmelerinde bu anlayışın mesuliyeti büyüktür. Radikal islam anlayışı, islam ile bağdaşmamaktadır.Dolayısıyla şiddeti ilke edinmiş insanları meşru görmek yanlıştır.
Bu anlayışın mensupları eylemlerini terör örgütü kurmak suretiyle icra etmekte olup , eylemlerine neden olarak gösterdikleri İsrail'i yok etmek ve halifelik adı altında tüm müslümanları bir araya getirmek akılçı değildir.
Zira , İsrail'in eylemleri sonucunda Filistindeki insanlar canlarından olurken, bu sefer bu fikirleri benimsemiş kişiler , dünyanın bir başka yerinde yaşayan masum insanları hedef alıyor. Dolayısıyla bunların eylemleri , İsrail'in eylemlerinden daha zararlı olduğunu kabul etmek elzemdir.
Bir masum insanı nedensiz yere öldüren , tüm insanlığı öldürmüş gibidir bir anlayışa sahip olan islam inancının, binlerce masum insanın canından olmasına göz yumması düşünülemez.
Radikal islam mensuplarınca şiddet tek geçerli yöntem olduğundan , onlara göre diyalog gereksizdir. Diyalog yapmaya gerek yoktur. Benimsemiş oldukları eylem tarzı da dikkate alındığında bu anlayışın farklı bir tarzda olması beklenemez.
Başta da ifade ettiğimiz gibi diyaloğ iki ihtimalde kapalıdır. Bunlardan biri fiziksel imkansızlık : Yalnızlık. Diğeri ise düşman psikolojisi. Bu anlayışta olanlara göre batının sistemini benimsemiş olan herkes düşmandır, bunlarla bir iletişim kurulması düşünülemez.
DEMOKRASİ :
Demokrasi bir diyaloglar medeniyetir. Demokratik sistemde farklı görüşlere sahip insanlar tezlerini öne sürer ve bu tezler toplum içerisinde tartışılır. Demokraside , şiddet içermeyen her türlü fikir , düşünce tüm yönleriyle tartışılır. Herhangi bir baskı ve sınırlama, şiddet içermedikçe olmaz.
İnsanlar din ve inanç hürriyetine sonuna kadar sahiptirler, ibadetlerini yaparlar. İktidar , bireysel özgürlüklerin özüne dokunamaz.
Bugün tüm dünyanın ilan ettiği gibi islamın en güzel yaşandığı ülke Türkiye'dir. Bu da demokrasinin bir nimeti olsa gerek. Her ne kadar bu gül bahçesindeki dikenler, bazı zamanlar elimizi kanatsa da, o gülün hoş kokusuna perde olamaz.
Ne İran, Ne Malezya , Ne de Suudi Arabistan.... İslamın yanlış yorumlanması sonucu ortaya çıkan insanlara zulüm yapmaktan başka bir fonksiyonu olmayan bir anlayışı meşru görmek doğru değildir. İnsanlar bir makine değildir, onları programlayamazsınız. Bu nedenledir ki bu ülkedeki çarşaflı kadınların yurt dışına giden uçaklara biner binmez üzerlerindeki çarşafları çıkarıp , batı tarzı giysileri üzerlerine giymeleri çok düşündürücüdür.
İslamın, demokrasiyle bir sorunun olması söz konusu değildir. Demokrasi barış ve diyalog esasına dayalı saygıyı esas alan bir sistemdir. İslam Dini de barışçı bir dindir, şiddet yanlısı değildir. Bu nedenle, demokrasi ve islam birbirine düşman değildir, o halde diyalog esas alınmalıdır.
DİNLER ARASI DİYALOG :
Diyalog insanlar arasında olabileceği gibi kurumlar arasında da olabilir , hatta diyaloğa bir sınır çizilemez, insana dair ne varsa diyalog konusu yapılabilir, yapılmalıdır da ! Diyalog olmadığı zaman , ortaya hakeret , küfür ve şiddet girer. Saygı görmenin esası saygı duymaya dayanır. Saygı duymak istiyorsak, saygı duymak zorundayız.
Diyalogdan kaçmak demek bir anlamda da korkmak demektir, kendine güvenmemek demektir. Karşısındakini güçlü kabul edip zayıflara yakışırcasına arkana bakmadan koşmak demektir.
Ortak noktaları ön plana çıkarıp bir noktada buluşmak diyaloğun en büyük amacını oluşturmaktadır. Farklılıkları bir kenara atıp veya görmezden gelip, mümkün olduğunca ortak noktaları büyütmek diyaloğun amacını oluşturmaktadır.
Geçmişte yaşanmış kötü hatıraları bir yana bırakıp, yarın doğacak güneşe birlikte görmenin heyecanını herkes aynı hazla yaşayabilmeli. Herkes birbirine saygı duymalı, hristiyan hristiyanlığından dolayı aşağılanmamalı, müslüman, müslümanlığından dolayı terörist muamelesi görmemelidir. Avrupa'nın herhangi bir yerinde bir müslüman sabah namazını huşu içinde huzurla kılsın, genç kadınlar örtünmek istiyorlarsa başlarını örtsünler , buna kimse karışmasın. Bunlardaki haklılığı birilerinin söylemesi gerekiyor, bu müslümanlar bunu yapıyorlar ama işte bu yüzden yapabilmeli diyebilmeli....
İslamin gerçek yüzünün sevgi , barış olduğunun bombaların silahların islamla ilgisi olmadığı birilerinin söylemesi gerekiyor. Bundan utanç duymak, bundan rahatsızlık duymanın bir anlamı var mıdır ?
Eğer , gerçekten inaçlarınızda samimiyseniz , islama nefsi bir tatminkarlıktan öteye kalbi duygularla gönülden bağlanmışsanız o halde bırakın da birileri Hak namına bunları söylesin, bir zeytin dalı uzatsın, bundan rahatsız olmanın bir anlamı var mıdır?
Bir hristiyan adamı , Hz. Muhammed (sav) peygamberdir dediğinde bunda rahatsız olacak ne var, bu din diyalog karşıtlarının babasının dini mi dir ki paylaşmak istemiyorlar, islam dini bir ırk dini mi ki , başka milletlere kapalı olsun.
Bir rus şair , peygamber sevgisini bizden daha güzel açıklıyorsa, bunda art niyet aramanın bir anlamı var mıdır ? Bu adamın kimliğinde hristiyan yazmasının bir önemi var mıdır ? İslam bir tescille kabul edilen bir din midir ki bu haddini bilmezlik nedir ?
İslam , içinde minarelerin olduğu şehirlerin dini midir ki onu kilise çanlarının çaldığı şehirlerden ayrı kılıyoruz ! Eğer gerçekten inanıyorsak herkesi cehennemde görmek istemenin , cehenneme adam toplamının bir anlamı var mıdır ?
Peter sengenin örneğinden yola cıkarsak, diyalogda; nehrin iki yakasi arasında suyun akması gibi, anlam da iki kişi arasında akar gider. Her ne kadar kelime anlamında “ iki “ sayısı ifade edilse de , diyaloğun mutlaka iki kişi ya da kurum arasında olması gerekmez. İki kelimesi örnek olarak verilmiş olup, diyaloğun oluşması için önemli olan birden fazla unsurun bir araya gelmesidir. Bu sayı üç de olabilir, üç bin de....
Diyalaoğun temeli farklılığa dayanır, bu farklılık bir inanç sistemi olabileceği gibi düşünce , ideoloji, etnik yapıya kadar uzanabilir. Hatta diyaloğun sınırı çizilemez. Çünkü , Hiçbir insan yoktur ki, diğerinin özdeşi olsun. Konuşma yeteneğimiz diyalog kurmak için vardır, günlük hayatımız diyaloğ sayesinde bir düzene girer. Sosyal hayatta kurduğumuz tüm ilişkiler diyalog varolduğu için vardır. Diyaloğu inkar etmek , bir insanın kendi insanlığından vazgeçmesi, ondan şüphe etmesi demektir.
Bir insan için diyalog iki ihtimal dışında her zaman mecburidir. Bunlardan birincisi o kişinin kendisinden başka hiç kimsenin yaşamadığı bir yerde bulunmasıdır ki burada fiziksel imkansızlık vardır. Diğeri ise tek doğru olarak kendisini kabul edip, kendisi haricinde bulunan herkesin kendisine düşman olduğunu düşünüp, tüm ilişkilerini kesmesidir.Bu tür diyalogsuzluk hali bir tür paronayaklıktır , ayrıca kendine güvensizliğin de bir emaresidir.
İSLAMDA DİYALOG ANLAYIŞI :
Diyalog ortamı barışı tesis ettiğine göre ve adı barış olan bir din , elbette bu düzene karşı gelmeyeceğine göre böyle bir durumda diyaloğun islamda var olmadığını söylemek büyük haksızlık olacaktır. Zaten islamiyetin ilk yıllarında ve sonrasında islamiyetin gerçek anlamda uygulandığı bazı dönemlerde gayri müslimlerle kurulan ilişkilere bakarak bu sonuca ulaşılabilir.İslam tarihine bakılacak olursa gayr-i müslimlere karşı devlet saygı göstermiş, inançlarını değiştirme gibi bir baskı , zorlama uygulamadıkları gibi kendilerine ayrıcalıklı ifade vermiştir. Çok rahat ifade edilebilir ki, gayri müslimlerin din ve inanç hürriyeti mutlak anlamda mevcuttu.
Düşünce ve düşünceyi ifade hürriyeti, aynı zamanda din ve inanç hürriyetini de temin eder. Zira din ve inanç; insanın vicdanıyla ilgili bir husustur ve hiçbir güç ve zorlama onu etkileyemez. "Dinde zorlama yoktur, artık hak ile batıl iyice ayrılmıştır." âyeti zorlama ile inancın bir arada bulunmasının mümkün olmadığını gösterir. İnsanları yaratan ve onlara her türlü nimeti veren Allah bile hiç bir zorlamaya yönelmeksizin, kendi yarattığı insanlara, kendisine inanıp inanmama hürriyeti vermişken , kulların kendilerini bu konuda yetkili görmelerinin anlamsızlığı ortadadır.
İlahî mesaj insanlara açık olarak iletildiği zaman, peygamberin vazifesi tamamlanmış olur ve o, artık tebliği ulaştırdığı insanların yaptıklarından sorumlu değildir. Hak ile batılı birbirinden ayırdıktan sonra muhataplarını zorla imana getirmek onun görevi değildir. Kur'ân bu gerçeği Hz. Peygamber'e hitaben şöyle bildirir:
"Ey Muhammed! Sen öğüt ver, çünkü Sen ancak öğüt verirsin. Onların üzerine zorlayıcı değilsin."
"Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki, biz Seni onların üzerine bekçi göndermedik, Sana düşen sadece tebliğdir."
"Biz bu kitabı insanlar için Sana hak ile indirdik. Artık kim doğru yola gelirse, kendi yararınadır, kim de saparsa kendi zararına sapmış olur. Sen onlar üzerine vekil değilsin."
"De ki, Hak (bu Kur'ân) Rabb'inizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen inkar etsin."
"Peygamber'e düşen sadece açık bir şekilde duyurmaktır."
"De ki, ey İnsanlar işte Rabbinizden gerçek geldi. Artık yola gelen, kendisi için gelir, sapan da kendisi zararına sapar. Ben sizin üzerinize vekil değilim."
İslam, fikir hürriyetini bir hak olarak vermenin yanında, inananları fikirlerini açıklama noktasında da sorumlu tutmaktadır. Zira fikir hürriyeti, dinin önemli bir prensibi olan "emr-i bi'l-ma'ruf, nehy-i ani'l-münker"in gerçekleşmesi için de gereklidir. Eğer bir toplumda ifade hürriyeti yoksa bu tavsiye/emir/hüküm insanlar tarafından hakkıyla uygulanamaz; insanlar ne iyiyi emredebilirler, ne de kötülükten sakındırılabilirler.
Düşünce ve düşünceyi ifade hürriyeti, aynı zamanda din ve inanç hürriyetini de temin eder. Zira din ve inanç; insanın vicdanıyla ilgili bir husustur ve hiçbir güç ve zorlama onu etkileyemez. "Dinde zorlama yoktur, artık hak ile batıl iyice ayrılmıştır." âyeti zorlama ile inancın bir arada bulunmasının mümkün olmadığını gösterir. İnsanları yaratan ve onlara her türlü nimeti veren Allah bile hiç bir zorlamaya yönelmeksizin, kendi yarattığı insanlara, kendisine inanıp inanmama hürriyeti vermişken , kulların kendilerini bu konuda yetkili görmelerinin anlamsızlığı ortadadır.
İslamda din ve inanç hürriyeti mevcuttur, dinde zorlama yoktur demek suretiyle insanları zorla müslüman yapılamayacağı açık bir şekilde emredilmektedir. Yukarıda mezkur ayetlerde Hz. Peygamberin nezdinde , Allah ( c.c. ) müslüman olmayan unsurlara iyinin doğruluğun anlatılmasını emretmektedir. Doğru ve iyi olan Kuran'da anlatılanlar olduğuna göre, bunu müslümanların , kendilerinden olmayan insanlara anlatması bir elzemdir. Bu anlamda bunun gerçekleşmesi için sürekli insanla bir iletişim halinde olması anlaşılmalıdır.
İslam inancına sahip olmayan insanların islam hakkında bilgi edinilmesi dünyadaki müslümanlar üzerinde yükümlülüktür, hatta dünyanın herhangi bir yerinde islamdan habersiz olan insanlar üzerinde , müslümanların sorumluluğu bulunmaktadır. Farz-ı kifayede denilen bu durumda , müslümanlardan bir grubun bu görevi ifa etmesi diğer müslümanları bu sorumluluktan kurtaracaktır.
Diyaloğun zıddı olan savaş, İslamda en son çaredir, ve bunun için çok ciddi nedenlerin bulunması gerekmektedir. Nitekim bir insanı haksız yere öldürmek tüm insanlığı öldürmek gibidir anlayışına sahip olan bir dinin , günümüzde yüzbinlerce masum sivil insanın öldüğü savaşlara yeşil ışık yakması düşünülemez. İslamda diyalog olmadığını savunan insanların dini yorumlamakta eksik kaldıkları açık bir şekilde görülmektedir. Meseleyi iyi yorumlamayan kişilerin doğru hareket etmeleri mümkün değildir. Çünkü harekete, eyleme ruh veren yorum tarzıdır.
İslamda Savaş nedenleri :
a. Müdafaa/Savunma Savaşı (Meşrû Müdafaa)
İslâm, bir millet veya ferdin, kendi varlığını tehdit eden, onu yok etmeye, öldürmeye çalışan mukabil güce karşı, nefis müdafaasını, karşı koymayı meşrû kılar, hattâ bazı durumlarda onu emreder. Konuyla ilgili olarak şu âyetler son derece açıktır:
“Kendilerine savaş açılan müminlere, savaşmaları için izin verildi. Çünkü onlar zulme maruz kaldılar. Allah onlara zafer vermeye elbette kadirdir.” (Hac, 22/39) “Sizinle savaşanlarla siz de Allah yolunda savaşın. Fakat haksız yere saldırmayın. Muhakkak ki Allah haddi aşanları sevmez.” (Bakara, 2/190)
Ayrıca şu âyet-i kerîmeler, savunma savaşının meşrûiyetine, hattâ mecburiyetine işaret etmektedir:
“...O hâlde kim size saldırırsa siz de aynısıyla karşılık verin. Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allah bu müttakîlerle beraberdir.” (Bakara, 2/194)
b. Zulmü Durdurmak veya Haksızlığa Uğrayan Müslümanlara Yardım Savaşı
İslâm tarihindeki uygulamalara göre meşrû savaşların bir başka şekli de bir gayrimüslim devletin teb’ası olup zulme uğrayan ve hakları çiğnenen azınlık hâlindeki Müslümanların (mustaz’afların) yardım isteğine karşı girişilen savaştır. Fakat bu gayrimüslim devletle, kendisinden yardım istenilen İslâm devleti arasında bir saldırmazlık anlaşması mevcutsa, o takdirde Enfâl Sûresi’nin 72. âyetiyle düzenlenen hükme göre savaş ilişkisi söz konusu olamaz: “İman edip Allah yolunda hicret edenler, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenlerle onları barındıran ve onlara yardım eden Ensar var ya, işte bunlar birbirlerinin velileridir (malda da birbirlerinin vârisidirler). İman edip de hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret etmedikçe, sizin için mirasta onlara hiçbir velayet yoktur. Bununla beraber eğer din hususunda sizden yardım isterlerse sizinle aralarında sözleşme bulunan bir topluluk aleyhine olmamak şartıyla, onlara yardım etmeniz gerekir. Allah bütün yaptıklarınızı görmektedir.” Mevlâna Celâleddin Rumî, “Savaş, zalimlerin elindeki kılıcı almak için farz kılınmıştır.”der.
c. İrşad Hürriyeti
İslâm’da savaş ve cihad, İslâm dinini neşretme hürriyeti engellenirse, o hürriyeti muhafaza etmek ve sağlama almak için yapılır. İslâm dinini neşretmek için savaş yapılmaz! Hak ve hakikati neşretme hürriyeti engellenirse onun için savaş yapılır. Dünyanın dört bir yanında herkese İslâm mesajını ulaştırmaya mâni olunursa, işte o zaman bu engeller ortadan kaldırılmaya çalışılır. Çünkü engelleyenlerin böyle bir davranışları, insanların hür iradeleriyle Cennet’e gitmelerine mânidir. Yani cihad bir bakıma Allah ile kulları arasındaki engelleri kaldırmaktır.
d. Yapılmış Bir Barış Anlaşmasının Düşman Tarafından Bozulması Sonucu Başlayan Savaş
“Eğer anlaşmadan sonra yeminlerini bozarlar, bir de dininize hücum ederlerse, artık kâfir güruhunun o öncüleri ile savaşın! Çünkü onların gerçekte artık yeminleri ve ahitleri kalmamıştır. Umulur ki, hiç değilse bu durumda, inkâr ve tecavüzlerinden vazgeçerler. Ahitlerini ve yeminlerini bozup Peygamber’i vatanından sürmeye teşebbüs eden bir toplulukla savaşmayacak mısınız ki, aslında savaşı size karşı ilk başlatanlar da onlar olmuşlardı. Ne o, yoksa onlardan korkuyor musunuz? Ama eğer mümin iseniz, asıl Allah’tan çekinmeniz gerekir.” (Tevbe, 9/12-13) âyetinden de anlaşılacağı üzere, barış anlaşmasını bozan düşmanı tedip maksadıyla savaş açılabilir ve açılmalıdır da. Hicretten sonra Kureyş’le başlayan savaş dönemi, 6. yıldaki Hudeybiye Anlaşması’yla sona ermişken, Kureyşlilerin ihlâliyle bu anlaşma da bozulmuştu. Resûl-i Ekrem (sas) bunun üzerine onları tedip gayesiyle Mekke’yi fethetmişti.
İslam dininde barış temeldir, savaş ise yukarıda belirtilen durumlar ortaya çıkarsa arızi bir durumdur, bu nedenler arasında Hiçbir zaman müslüman olmayanların dine dahil edilmesi olmamıştır, bunun için diyalog vardır, keza herkesin müslüman olması da şart değildir, böyle bir yükümlülük yoktur, önemli olan islam aleminin temzeliri, bu dinden olmayanlara anlatmasıdır, kabul edilir , edilmez bu ayrı bir noktadır.
İSLAMIN KANLI ELLERDE KİRLENMESİ : RADİKAL İSLAM
Esasında islamın radikali olmaz, bununla birlikte Irak'ta Türk şoförleri cihat ( ! ) için boğazından kesenleri, vücutlarına sardıkları bombalarla yüzlerce masum insanının canına kıyanları, 11 Eylülde ABD'de Dünya ticaret merkezine yapılan saldırıyla binlerce masum insanının canına kıyan bir anlayışa müslüman demek , bu yapılan eylemleri de islam adına kabul etmek ve bu şekilde islam dünyası tarafından da kabul edilmesi islama yapılmış en büyük saldırı olacağından, bu anlayışın islam anlayışıyla bağdaşmasının büyük bir problem aynı zamanda büyük bir sorumluluk olması nedeniyle bunlara radikal islam denmesinde herhangi bir sakınca yoktur.
Bugün, dünya üzerinde yaşayan insanların islama karşı fobilerinin olması, islamı kanlı görmelerinde bu anlayışın mesuliyeti büyüktür. Radikal islam anlayışı, islam ile bağdaşmamaktadır.Dolayısıyla şiddeti ilke edinmiş insanları meşru görmek yanlıştır.
Bu anlayışın mensupları eylemlerini terör örgütü kurmak suretiyle icra etmekte olup , eylemlerine neden olarak gösterdikleri İsrail'i yok etmek ve halifelik adı altında tüm müslümanları bir araya getirmek akılçı değildir.
Zira , İsrail'in eylemleri sonucunda Filistindeki insanlar canlarından olurken, bu sefer bu fikirleri benimsemiş kişiler , dünyanın bir başka yerinde yaşayan masum insanları hedef alıyor. Dolayısıyla bunların eylemleri , İsrail'in eylemlerinden daha zararlı olduğunu kabul etmek elzemdir.
Bir masum insanı nedensiz yere öldüren , tüm insanlığı öldürmüş gibidir bir anlayışa sahip olan islam inancının, binlerce masum insanın canından olmasına göz yumması düşünülemez.
Radikal islam mensuplarınca şiddet tek geçerli yöntem olduğundan , onlara göre diyalog gereksizdir. Diyalog yapmaya gerek yoktur. Benimsemiş oldukları eylem tarzı da dikkate alındığında bu anlayışın farklı bir tarzda olması beklenemez.
Başta da ifade ettiğimiz gibi diyaloğ iki ihtimalde kapalıdır. Bunlardan biri fiziksel imkansızlık : Yalnızlık. Diğeri ise düşman psikolojisi. Bu anlayışta olanlara göre batının sistemini benimsemiş olan herkes düşmandır, bunlarla bir iletişim kurulması düşünülemez.
DEMOKRASİ :
Demokrasi bir diyaloglar medeniyetir. Demokratik sistemde farklı görüşlere sahip insanlar tezlerini öne sürer ve bu tezler toplum içerisinde tartışılır. Demokraside , şiddet içermeyen her türlü fikir , düşünce tüm yönleriyle tartışılır. Herhangi bir baskı ve sınırlama, şiddet içermedikçe olmaz.
İnsanlar din ve inanç hürriyetine sonuna kadar sahiptirler, ibadetlerini yaparlar. İktidar , bireysel özgürlüklerin özüne dokunamaz.
Bugün tüm dünyanın ilan ettiği gibi islamın en güzel yaşandığı ülke Türkiye'dir. Bu da demokrasinin bir nimeti olsa gerek. Her ne kadar bu gül bahçesindeki dikenler, bazı zamanlar elimizi kanatsa da, o gülün hoş kokusuna perde olamaz.
Ne İran, Ne Malezya , Ne de Suudi Arabistan.... İslamın yanlış yorumlanması sonucu ortaya çıkan insanlara zulüm yapmaktan başka bir fonksiyonu olmayan bir anlayışı meşru görmek doğru değildir. İnsanlar bir makine değildir, onları programlayamazsınız. Bu nedenledir ki bu ülkedeki çarşaflı kadınların yurt dışına giden uçaklara biner binmez üzerlerindeki çarşafları çıkarıp , batı tarzı giysileri üzerlerine giymeleri çok düşündürücüdür.
İslamın, demokrasiyle bir sorunun olması söz konusu değildir. Demokrasi barış ve diyalog esasına dayalı saygıyı esas alan bir sistemdir. İslam Dini de barışçı bir dindir, şiddet yanlısı değildir. Bu nedenle, demokrasi ve islam birbirine düşman değildir, o halde diyalog esas alınmalıdır.
DİNLER ARASI DİYALOG :
Diyalog insanlar arasında olabileceği gibi kurumlar arasında da olabilir , hatta diyaloğa bir sınır çizilemez, insana dair ne varsa diyalog konusu yapılabilir, yapılmalıdır da ! Diyalog olmadığı zaman , ortaya hakeret , küfür ve şiddet girer. Saygı görmenin esası saygı duymaya dayanır. Saygı duymak istiyorsak, saygı duymak zorundayız.
Diyalogdan kaçmak demek bir anlamda da korkmak demektir, kendine güvenmemek demektir. Karşısındakini güçlü kabul edip zayıflara yakışırcasına arkana bakmadan koşmak demektir.
Ortak noktaları ön plana çıkarıp bir noktada buluşmak diyaloğun en büyük amacını oluşturmaktadır. Farklılıkları bir kenara atıp veya görmezden gelip, mümkün olduğunca ortak noktaları büyütmek diyaloğun amacını oluşturmaktadır.
Geçmişte yaşanmış kötü hatıraları bir yana bırakıp, yarın doğacak güneşe birlikte görmenin heyecanını herkes aynı hazla yaşayabilmeli. Herkes birbirine saygı duymalı, hristiyan hristiyanlığından dolayı aşağılanmamalı, müslüman, müslümanlığından dolayı terörist muamelesi görmemelidir. Avrupa'nın herhangi bir yerinde bir müslüman sabah namazını huşu içinde huzurla kılsın, genç kadınlar örtünmek istiyorlarsa başlarını örtsünler , buna kimse karışmasın. Bunlardaki haklılığı birilerinin söylemesi gerekiyor, bu müslümanlar bunu yapıyorlar ama işte bu yüzden yapabilmeli diyebilmeli....
İslamin gerçek yüzünün sevgi , barış olduğunun bombaların silahların islamla ilgisi olmadığı birilerinin söylemesi gerekiyor. Bundan utanç duymak, bundan rahatsızlık duymanın bir anlamı var mıdır ?
Eğer , gerçekten inaçlarınızda samimiyseniz , islama nefsi bir tatminkarlıktan öteye kalbi duygularla gönülden bağlanmışsanız o halde bırakın da birileri Hak namına bunları söylesin, bir zeytin dalı uzatsın, bundan rahatsız olmanın bir anlamı var mıdır?
Bir hristiyan adamı , Hz. Muhammed (sav) peygamberdir dediğinde bunda rahatsız olacak ne var, bu din diyalog karşıtlarının babasının dini mi dir ki paylaşmak istemiyorlar, islam dini bir ırk dini mi ki , başka milletlere kapalı olsun.
Bir rus şair , peygamber sevgisini bizden daha güzel açıklıyorsa, bunda art niyet aramanın bir anlamı var mıdır ? Bu adamın kimliğinde hristiyan yazmasının bir önemi var mıdır ? İslam bir tescille kabul edilen bir din midir ki bu haddini bilmezlik nedir ?
İslam , içinde minarelerin olduğu şehirlerin dini midir ki onu kilise çanlarının çaldığı şehirlerden ayrı kılıyoruz ! Eğer gerçekten inanıyorsak herkesi cehennemde görmek istemenin , cehenneme adam toplamının bir anlamı var mıdır ?