Alıntı “Diyaloğun tüm taraflarının bu ve benzeri tarz amaçları olabilir ,hatta bu belkide Fıtratın gereğidir de diyebiliriz.
Diyaloğun İslami tarafı diğer din mensublarına İslamı en azından sevdirmeya çalışmayı amaç edinmesi nekadar doğal ise , Diyaloğun Hıristiyan tarafınında bu tür bir beklentisinin olmasıda doğal karşılanmalıdır. “
Allah (C.C) Kur’an da, Bakara suresinin 120. ayeti celilesinde şöyle buyurmaktadır.
”Dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.”
Bu ayetin ışığında, sizin ifadenizle “fıtrat gereği” adamlar sana Hıristiyanlığı enjekte etmeye çalışırken, “Diyalog” mimarlarına göre diyalog şartının "Benim dinim son dindir" inancından vazgeçilmesi olduğu söylenirken, yine bir başka şartta “Dinlerin karşılaştırılması, yani üstünlük ve aşağılık açısından herhangi bir değerlendirmeye gitmemektir.” denirken, aynı Vatikan Kateşizm kitabında, "Bu diyalogun tek amacı İncil'i tanıtmaktır. Muhatapların ikinci Adem'i (Hazret-i İsa'yı) Tanrı olarak kabul etmek zorundadırlar ki (haşa) Birinci Adem'i de (Hazret-i Adem'i de) yaratan odur" diye beyan ederken, siz eğer “biz tebliğ yapıyoruz, yapacağız” iddiasında iseniz bunun adı TAKİYE dir.
ayeti aldim kabul ettim ne diyor ayette yazildigina göre "]”Dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır.
o zaman bizde peygamberimizin ittifaklarini izledigi yolu göz ardi edelim konu ve münakasamizda kaksin islamida tanitmayalim tanimak isteyen zaten tanir veya böyle olmasin gibi tabirlere cevaben
Peygamber efendimizin zamanindan örneklerle basliyorum tüm cevaplarina cevaben:
Efendimiz (SAV) Hayat-ı seniyyelerinde sürekli İslamı temsil etme ve gönüllere nakşetme gayreti içinde bulunmuş, bunun tesisi içinde zaman zaman gayr-i müslimler ile ittifak ve birliktelikler tesis etmiş, ihtiyaç dahilinde onların himayesi altında girmekten sakınmamıştır. Yazımızda bu konuya dikkat çekmek istememizdeki gaye, Efendimiz (SAV) her müşriki, her Hıristiyan’ı , her Yahudiyi aynı statütede değerlendirmediğini, zaman zaman İslam’ın geniş kitlelere ulaşması ve İslamın Temsilinin gösterilmesi adına gayri-müslimlerle ittifak tesis ettiğini gözler önüne sermektir.
A) Müşriklerle kurulan İttifaklar
1-) Müşrik Huzaa Kabilesi ile Hudeybiyye Antlaşmasında kurulan İttifak :
Hicret’in 6.cı senesinde, Efendimiz (SAV) ‘in ve Sahabeyi Kiramın Mekke‘ye duydukları Hicranı giderme adına , Peygamberimizin (SAV) gördüğü Sahih bir Rüyaya istinaden Umre yapmak üzere yola koyulurlar. Niyetleri savaş yapmak olmadığından , sadece kendilerini koruma amaçlı aldıkları sınırlı silahlanma ile Hudeybiye adlı bir kasabada konaklamışlardır ! Hz. Peygamber (SAV) yolculuk öncesi Busr b. Süfyan’ı Kureyşlilerin durumunu öğrenmesi ve onlara Müslümanların savaşmak için değil , Umre etmek amacıyla harekete geçtiklerini anlatması için Mekke’ye göndermiştir. Müslümanların harekete geçtiğini duyan Kureyşliler Müslümanların kesinlikle şehre sokulmaması hususunda karar almışlar ve Halid bin Velid öncülüğünde askerî birlikler oluşturmuşlardır. Hz. Peygamber (SAV) konaklama sırasında çevredeki Arap kabileleri ile görüşmeler yapmış, savaş gibi bir niyetinin olmadığını, amacının yalnızca umre ibadetini yerine getirmek olduğunu bu kabilelere de anlatmıştı. Bu kabilelerden birisi Huzaa kabilesi idi. Hz. Peygamber (asm) bu kabile vasıtasıyla Kureyşliler ile diyalog kurmak istiyordu. Hz. Peygamberin (asm) Kureyşliler ile anlaşma zemini ararken aracı olarak Huzaa kabilesini seçmesi Kureyşlilerin ısrarlı bir şekilde uzlaşmaya yanaşmamalarından kaynaklanıyordu. Huzâa kabilesi, Müşrik bir kabile olmasına rağmen Müslümanlarla bu noktada müttefik oldular. Uzun görüşmeler sonucu varılan Hudeybiye Antlaşmasında , müşrik olan Huzaa kabilesi Müslümanlarla aynı safta yer alırken, Kureyşliler müşrik olan Bekiroğulları kabilesi ile müttefik kurmuş ve Antlaşma bu şekliyle bizzat Efendimiz (SAV) tarafından imzalanmıştı.
2-) Ebu Talib ve Mut’im bin Adiyy ‘in himayesine girmesi :
Bilindiği gibi Ebu Talib, çocukluğundan itibaren Efendimiz (SAV) 'min velinimeti olmuş, onun büyümesinde, hayata atılmasında ve bir meslek sahibi olmasında ona her bakımdan yardımcı olmakla kalmamış, aynı zamanda devamlı olarak onu toplum içinde de desteklemiştir. Hatta kendisi onun yeni inancını, Müslümanlığını kabul ettiğini açıklamamasına rağmen, bu yolda ona yöneltilen baskı ve tecavüzlere göğüs germiş ve o sayede Efendimiz (SAV) , Mekke'de onun himayesi altında yaşayabilmiştir. İşte onun ölümü müşrikleri, artık Hz. Peygamberi himayeden mahrum kalan biri olarak görmelerine yol açacaktır. Ebu Talib’in ve Hz.Hatice (RA) vefatını müteakıben , kısa bir süre de olsa Ebu Leheb gibi azılı bir islam düşmanının koruması altına girmiş, onun himayesini çekmesiyle birlikte kendisini koruyacak bir güç aramak üzere Mekke dışına çıkmak mecburiyetinde kalmış, bu nedenle Taif’e gitmiştir. Taif’te de istediği desteği alamayan Efendimiz (SAV) , Mekkeye geri döndüğünde Mekke’ye alınması için bir Kefil istendiğinde , O (SAV) Mutim b. Adiyy’e haber göndererek onun himayesine girmek istediğini belirtti, o da Resulullah’ın teklifini kabul etti. Çocuklarını ve kabilesini toplayarak hepsinin silahlarını kuşanıp Kabenin rükünlerinde bulunmalarını istedi ve onlara Muhammed’i himaye altına aldığını söyledi. Buna göre kendilerinin can güvenliğini sağlayacak mensuplarını himaye edip hürriyetlerini temin edecek cahili kanun ve adetlerden yararlanmak İslam davetçileri için meşru bir hak olmakatydı . Nihayet Ebu Bekir (RA) gibi büyük bir sahabinin de Habeşistan’a Hicret yerine Müşrik İbnü’d Duğunne’nin himayesi altına girmeyi kabul ettiğini görüyoruz
3-) Mekke Fethinde henüz Müşrik olan Ebu Süfyan’ın evi ile Kabe’yi eşit zikretmiş :
Efendimiz (SAV) , Mekke Fethedildiğinde kendisini kendi vatanından çıkaran, kendisine Hayat Hakkı tanımayan ve o dönem müşrik olan Ebu Süfyan ve Mekke’nin ileri gelenlerine, hiçbir şekilde cezalandırmamış, onlara bir itab mahiyetinde bu yaptıkları zulmü yüzlerine karşın hatırlatmakla kalmamış , hatta “Kabe’ye sığınan emniyette olduğu gibi, Ebu Süfya’nın evine sığınanda emniyettedir” buyurarak, müşrik Ebu Süfyan’ın evini emniyet ve sığınma bakımından Kabe ile beraber zikretmiştir.
B) Ehl-i Kitab ile kurulan İttifaklar
1-) Medine Vesikası bünyesinde yahudilerle kurulan İttifak :
Elli civarında Maddeden oluşan, Müslümanlar ile Medineli arap ve yahudi kabileleri arasında karşılıklı Hak ve vazifeleri tanzim eden, Medine vesikasını adı verdiğimiz, dünyada bir devletin ortaya koyduğu ilk Anayasayıda Allah Resulu yürürlüğü koymuştur. Bu metnin 2. ve 25. maddelesinde, yahudi ve müttefiklerine tam bir din hürriyeti tanınmış olduğunu, müslümanlar ile yahudilerin birlikte bir ümmet olduklarını zikredilmiş olması ,din hürriyeti açısından bir ilktir. Yahudilere yapılacak bir saldırı aynen Müslümanlara yapılmış gibi kabullenilecektir denmiştir.
2-) Habeşistan Melîki Hristiyan Necaşi’nin himayesi :
Allah Resulu (SAV) peygamberliğinin 5.senesinde , Mekke müşriklerinin amansız işkenceleri ve tazyikleri karşısında takirben 100 Müslümanın Hristiyan Melik Necaşi’nin memleketi olan Habeşistana hicretlerini arzu etmiş ve bu düşüncesini şu ifadelerle belirtmiştir: “İsterseniz ve elinizden gelirse, Habeşistan’a iltica ediniz. Zira orada hüküm süren Kralın topraklarında kimseye zulüm edilmez.Orası doğru ve emin bir yerdir, Allah asan edinceye kadar orada kalın “ demiş, ve bir Hristiyan Melikin idaresindeki Habeşistana kendi Ashabının Hicret etmesini istemiştir
bu ilk gönderdigin ve o kasitla anlatmak istedigin ama bunun bu diyalogla alakasi olmadiginin kasitli bir örnegidir ve cevaplar geliyor diger mesajlarda....