Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Dehşetin Ağarttiği Saçlar

basbas

New member
Katılım
7 Eyl 2006
Mesajlar
234
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
DEHŞETİN AĞIRTTIĞI SAÇLAR
"Ölümün bizi nerede beklediği belli değil, iyisi mi biz onu her yerde bekleyelim." (Montaigne)
Muğla'nın Milas ilçesinde yaşayan orta yaşlı bir adam, bir gece, hayatının akışını değiştiren dehşetli bir rüya görür.
Rüyasında adam kendi ölümünü görmüştür. Öldükten sonra, vücudu teneşirde yıkanmış, kefenlenmiş ve mezara defnedilmiştir.
Rüya çok net ve berraktır. Adam mezara konulup yapı¬lan dualar ve okunan Kur'an-ı Kerim ile birlikte üzeri toprak¬landıktan sonra kapkaranlık bir yerde yapayalnız kalır. Bir müddet sonra bulunduğu kabrin sağ tarafından bir menfez açılır ve içeriye iki kişi girer. Bunlar kendilerinin kabirdeki sual melekleri olan "Münker ve Nekir" olduğunu söylerler.
Bu melekler, adamı alıp bulunduğu menfezden geçirerek başka bir yere götürürler. Götürdükleri yerde adamın Önüne hemen bir terazi ve yanına da bir miktar üzüm koyarlar, O sı¬rada karşıdan gelen bir adam belirir, Münker ve Nekir, Milaslı bu çiftçiden, karşısındaki adama üzüm satmasını söylerler.
"Ölçtüğünüz zaman dürüst olun, lam ölçün. Doğru terazi ile tartın, Bu hem ticaretiniz için daha hayırlı, hem de akıbet yönünden de daha güzeldir," (Kur'an-ı Kerim, İsra, 35)
Münker ve Nekir melekleri adamın sağ ve solunda mu¬hafız gibi durarak satışa nezaret ederler. Kendisinin alış-veriş şırasında tartıda çok az bir haksızlık yaptığını gören Melekler, onu hemen tezgâhın başından aldıkları gibi çok büyük bir kapının yanına getirirler. Kapı, kale kapısı gibi çok büyüktür. Kapının yanına gelir gelmez kapı kendiliğinden açılır,
Rüya sahibinin o anda gördüğü manzara gerçekten çok korkunçtur. Kapının öbür tarafında müthiş bir yangın ve alev¬lerin içerisinde cayır cayır yanan insanlar vardın insanlar bir taraftan yanmakta, bir taraftan da vücutları tazelenmektedir. Yanan insanların çıkardıkları canhıraş feryatlara yürek daya¬nacak gibi değildir,
Münker ve Nekir melekleri, adama bu dehşetli man¬zarayı gösterdikten sonra tekrar bir meydanın ortasına getirirler. Kendisine, biraz önce alışveriş sırasında işlediği suçun cezasının demin gördüğü gibi yanarak mı, yoksa başka bir şekilde mi verilmesini istediğini sorarlar.
Adam, gördüğü o müthiş yangın manzarasındaki dehşetten ve bundan daha büyük bir ceza olamayacağı dü¬şüncesiyle ateşe razı olmayıp bir başka cezaya razı olduğunu söylemesi üzerine, birden bire vücudunda yüzlerce derece bir hararetin başgösterdiğini bütün dehşetiyle hisseder. Dayanılmaz bir ıstırap, çekilmesi mümkün olmayan acı ve azap başlamıştır. Adamcağız, çektiği acının tesiriyle avazı çıktığı kadar feryad ve figan etmektedir,
(Rüyadan gerçek hayata, yani rüyayı gören adamın evine döndüğümüzde, adam hakikaten de avazı çıktığı kadar bağırmakta, ortalığı ayağa kaldırmaktadır. Vakit gece yarısıdır. Adamın karısı ve bitişik odadaki iki yetişkin oğlu bu korkunç çığlıklara uyanırlar. Sesler mahalleyi de inlettiğinden konu-komşu pürtelaş adamın evinde toplaşırlar. Adam ise hâlâ çığlık çığlığa feryada devam etmektedir. Herkes uğraşmakta fakat adamcağız bir türlü uyandınlamamaktadır.)
Dönelim tekrar rüyaya,,. Adamın içine düşen yangından vücudu fokur fokur kaynamakta ve acı içinde kıvranmaktadır. Çektiği acı tahammül sınırının çok ötesindedir,
Bir müddet geçtikten sonra, Münker ve Nekir'in işaretiyle ceza sona erdirilir ve adam çağrılarak şöyle denilir:
"işte gördün ve anladın ki, dünyada yapılan ufacık bir hatanın, adaletsizliğin ahiretteki cezası bu. Şimdi seni hayata, yaşadığın dünyana iade ediyoruz. Bundan sonra hayatını bu gerçeğe göre tanzim et, Katiyyen en küçük dahi olsa bir haksızlık, adaletsizlik yapma."
Bu müsaadeden sonra, adamcağız rüyasından gözlen yerinden fırlamış, beti benzi atmış, kan ter içinde uyanır. Ama bundan da önemlisi, adamın yüzünde, etrafını çevreleyen mahalle halkını hayret ve şaşkınlık içinde bırakan bir görüntü vardır. Siyah saçlı bu adamın bütün saçları, biraz önce rüyada gördüklerinin dehşetinden bir anda bembeyaz olmuştur. Evet bembeyaz...
Milaslı bu adamı görüp hadiseyi nakledenlerin ifadesine göre, şimdi artık o, dehşetin aklaştırdığı saçlarıyla hayatını kılı kırk yararcasına hassas yaşamakta, bundan sonraki menzili olan kabir âleminde kendisine faydası olacak salih amellerin, güzel, hayırlı işlerin peşinden koşmaktadır.
 

basbas

New member
Katılım
7 Eyl 2006
Mesajlar
234
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
.............

.............

KABRİN ÖLÜ İLE KONUŞMASI
Resul (sallâllah aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
— Ölüyü kabre koyduktan zaman kabir ona şöyle der: "Vay sana, ey Ademoğlu! Sen neye mağrur oldundu?. Sen bilmiyor muydun ki, ben mihnet eviyim, yalnızlık evi¬yim ve karanlığın eviyim? Yılanlar, akrepler durağıyım? Asilerin zindanıyım. Sen neye aldandın? Oysa yanıma gelince hemen kaçardın! Şaşkına dönmüş biri gibi bir ayağı geri basardı."
Yine haberde gelmiştir ki, Resul (S.A.V.) şöyle buyurmuştur:
— Allah'ın buyruğuna itaat eden kulu kabre koyarlar. O kişinin İyi ameleri onun çevresini sarar. Ve onu muhafaza altına alırlar. Ayağının ucundan a/ab me¬lekleri gelirler. NAMAZ, onları karşılar:
—Onun yanına varmayın! O, Allah için ayakta çok durmuştur! der. Melekler ölünün başı ucuna ilerler. ORUÇ, o zaman onların karşısına dikilir:
—Onun yanına varmayın, o Allah yolunda çok susuzluklar çekti! der. Sonra azap memlekleri ölünün yanına gelirler. O zaman SADAKA karşıları¬na çıkar ve:
— Buna dokunmayın. O, bu eli ile çok sadaka vermiştir! der. Melekler ardından gelince HAC ve GAZA dile gelerek onlara:
— Ona değmeyin! O Hak Teâlâ'nın yolunda zahmetler çekmiştir! derler. O zaman melekler o Ölüye:
— ana bu makam mübarek olsun! deyip çekilirler.
Ondan sonra RAHMET MELEKLERİ gelirler. Cennet'ten bir yatak getirir¬ler. Yatağı döşerler. O kişiye kabri gepgeniş ederler. Gözün görebildiği yere kadar kabri genişler. Sonra Cennet'ten bir kandil asarlar. O mübarek ölü tâ Kıyamet Gününe kadar o kandilin nuru ile aydınlanır.
Abdullah bin Ubeyd (Ondan Allah razı olsun) Resûlutah Efendimizin şöyle bu¬yurduğunu rivayet etmiştir:
—Ölü, kabre konunca cenazesinin ardından gelen işilerin ayak seslerini işi¬tir. Herkes dönüp gider. Onunla konuşan kimse kalmaz. Onunla konuşan şimdi ka¬birdir. Kabri ona: "Benim vasfımı, benim heybetimi ve benim darlığımı sana nice kez söylememişler miydi? Benim için ne amel işledin, ne hazırladın?" der.
 

basbas

New member
Katılım
7 Eyl 2006
Mesajlar
234
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
.............

.............

MÜNKER ve NEKİR'İN SORULARI
Resul (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
"Kul ölünce ona iki melek gelir. İkisi de kapkara yüzlü, gök gözlü melektir. Birinin adı Münker, ötekisinin adı Nekir'dir. Bu iki melek kula:
—Hak Teâlâ'nın ve Peygamberin hakkında ne dersin? diye sorarlar. Eğer kul mü’min olursa: Hak Teâlâ birdir ve Muhammed O'nun Resulü ve kuludur. Bundan sonra yetmiş arşın genişliği ve yetmiş arşın uzunluğu kadar kabre genişlik ve büyüklük verilir. Kabrin her köşesi nurla doldurulur ve ona: Rahat rahat yat hurda! derler. O da: Beni, kavmim ve akrabamın yanına koyun! Onları benden haberli edin! der. Melekler de ona: Burada yat. Yeni bir gelin nasıl uykuya varırsa öyle uyu. Seni hiç kimse uyandırmaz. Ancak çok sevdiğin birisi uyandırabilir!derler.. Allah esirgesin eğer o münafık bir kişi ise ona: Hak Teâlâ'yı ve Peygamberi na¬sıl bilirsin? diye sorduklarında der ki: Halkın ağzından bir şeyler işitirdim. Söyle¬nip dururlardı. Ben onların dediğini derim! diye cevap verir. O zaman toprağa: Onu sık! denir. Yer onu Öylesine sıkar ki, kaburga kemikleri birbirine girer. Böyle¬ce Kıyamete kadar azapta kalır."
Resûlullah Efendimiz, Hazret-i Ömer'e (Allah ondan razı olsun) buyurdu ki: "Ey Ömer! Kendini nasıl görüyorsun? Sen ölünce adamların sana bir mezar kazarlar ki, dört arşın uzunluğunda, bir arşın ve bir karış genişliğindedir. Ondan sonra seni yıkarlar ve kefenine sararlar. O kahire koyarlar. Üstüne toprak döküp geriye dönerler. Sonra sana kabir yoldaşı Münker ve Nekir gelir. Onların sesleri gök gürültüsü gibidir. Gözleri şimşek çakar gibi olur. Kılları yerde sürünür. Dişle¬riyle mezarının toprağını yararlar. Seni tutarlar, kaldırıp silkerler ve sarsarlar." Ömer de Resûlullah Efendimiz'e şöyle sordu:
— Ey Allah'ın Resulü! O lâhzada benim aklım başımda olur mu? Resûlullah:
—Olur yâ Ömer! dedi. Hazret-i Ömer de:
—Korkmam öyleyse! Ben onlara kâfi gelirim! dedi. Bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmuştur:
—Kâfire kabirde iki canavarı sataştırırlar. Bunların ikisi de kör ve sağırdır. İkisinin de elinde demir bir sırık vardır ki, başları develere su verilen kovalar ka¬dardır. O sırıkla onu döverler. Tâ kıyamet gününe kadar bu hâl sürer. Ne gözü var¬dır kî, görüp acısın, ne kulakları vardır ki, işitip şefkat göstermiş olsun.
Hazret-i Ayşe (Allah o kadından razı olsun) şöyle buyurdu:
—Kabrin öyle bir sıkması vardır ki, eğer ondan bir kişi kurt alabilseydi Said bin Muâz kurtulurdu.
Hazret-i Enes (Allah ondan razı olsun) şöyle dedi:
- Resûlullah'ın kızı Zeyneb, Allah'ın dâvetine uymuştu. Onu mezara koydular. Babası Resûlullah Efendimiz'in yüzü baştan başa sarardı. Yüzünün rengi eski halini alın¬ca, biz:
- Ey Allah'ın Resulü! dedik. Bu ne haldir ki, sana geldi? Oda:
— Kabrin sıkıştırma safhalarını ve azabını hatırladım. Bana, ona edilecek azabın az olacağı bildirilmişti. Ama kabir onu Öyle sıktı ki, bütün âlem işitti.
Resûlullah Efendimiz sonra şunları buyurdu:
—Kâfirlere kabir azabı şu biçimde olsa gerektir ki, doksan dokuz ejderha iledir. Hem ejderha bilir misiniz ki, doksan dokuz yılandır ve her birinin yedi tane başı vardır. Ölüyü kimi zaman ısırır, kimi zaman yalarlar. Kimi de tenine zehirleri¬ni akılırlar. O zehirle onu şişirirler. Bu hâl kıyâmet'e kadar böyle sürer, gider.
Yine Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyurdu:
—Kabîr, âhiretin ilk uğrağıdır. Eğer kabir kolay olursa, ondan sonraki du¬raklarda işi daha da kolay olur, eğer zor olursa sonrakiler daha da zorlaşır.
Ey ilâhî sırlara ermek isteyen! Sen bil ki, kabirden sonra gelen, sûrun üflenmesi¬dir. Ona Nefha-i Sûr denir.
Ondan sonra Kıyamet Günü'nün uzunluğu, sıcaklığı ve ter döktürmesi gelir.
Bundan sonra gelen, günahların soruşturulması korkusudur.
Ondan sonra da Amel Defteri'nin sağdan mı verilir, soldan mı verilir korkusu ge¬lir. Daha sonraki korku Mahşer halkının arasında rezil olmak, kınanmak korkusu vardır. Daha sonra terazi korkusu gelir. Kişi: iyilikler kefesi mi ağır gelecek? Kötülükler kefesi mî ağır gelecek? diye korkar. Bundan sonra hasımlara zulmetmesi sorulur. Onlara cevap vermek korkusu da vardır.
Ondan sonra Cehennem'deki zebaniler korkusu vardır.
Bundan sonra da: Boyunlara geçirilen zincirlerin, yılanların, akrep ve haşerelerin korkusu vardır. Bu azaplar da İki türlüdür. Biri Cismânî Azâb, ötekisi de Ruhanî Azâb'tır. Cismânî olan azabı İhya kitabımızın sonunda uzun uzadıya açıklamıştık. Ruhanî azâb da bu kitabın ilk Unvan kısmında açıklanmıştır. Ayrıca Ölümün hakikati, ne olduğu, ruhun hakikatinin ne olduğu da bu kitapta yer yer anlatıldı. Bu kitabımızı da şu vakıalarla bitirelim ki. büyükler, kabir ehli hakkında görüp onları anlatmışlardır.
 

basbas

New member
Katılım
7 Eyl 2006
Mesajlar
234
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
...........

...........

KABİR EHLİNİN HİKÂYELERİ
Ey sâlih kişi! Sen bil ki, bu âlemde olan kişilere ölmüşlerin halini bilmenin yolu yoktur. Yalnız Mükâşefe (yâni Allah'ın evliyasının keşfi) ile bilinir ve öğrenilir. Veya uyku âleminde yahut uyanıklık âleminde bu mükâşefe olur. Fakat duygularımızın o gayb âlemine hiç bir yolu yoktur. Ölmüşler, Öyle bir âleme erişmişlerdir ki, bu beş duygumu¬zun hepsi, onları anlamaktan uzaktır. Nitekim kulak, renkleri, şekilleri görmekten uzak¬tır. Ancak Âdemoğlundan gaybın gizli hallerini keşfedecek bir Özellik vardır ki, zahirî duyguların zahmetleri ve dünya meşgaleleri ile örtülü kalmıştır. Ademoğlu uykuya va¬rınca örtüsünde bulunduğu meşgaleden kurtulur. Hâli de ölmüşlerin haline yakınlaşır. O ölmüşlerin yaşayışları, halleri ona açılmaya başlar.
Yine bu özellikten ötürüdür ki, ölüler de bizden haberli olurlar. O zaman da bizim güzel amellerimizle sevinirler, günahlarımızdan ise kaygılanırlar. Nitekim bu da Pey¬gamber Efendimİz'in hadîs-i şerifinde bildirilmiştir. Onların haber almaları Levh-i Mahfuz aracılığı iledir. Başka bir vasıta ile değildir. Çünkü gerek bu dünyadakilerin, gerek öteki dünyadakilerin halleri Levh-i Mahfuz'da yazılmıştır. Âdemoğlunun Levh-i Mahfuzla ilgili olursa öteki âlemdekilerin halleri Levh-i Mahfuz'dan bilinir. Onların da Levh-i Mahfuz'la ilgisi olduğu için onlar da bu dünyadakilerin halini oradan bilirler.
Levh-i Mahfuz'un benzeri şu ayna gibidir ki, her şeyin şekli o aynada görünür. Âdem'in ruhu da bir ayna gibidir. Ölenlerin ruhu da ayna gibidir. Bîr ayna, karşısında bulunan bir aynanın içindekilerini nasıl tekrar gösterirse Levh-i Mahfuz'da yazılanlar da bizim ve ölmüşlerin ruh aynalarında öyle görülür. Ama sanma ki, Levh-i Mahfuz ağaçtan, ya da kumaştan veya başka bir şeyden yapılmıştır. O, baş gözü ile görülmez. Bunun imkânı yoktur. Orada yazılmış olan yazıyı okuyamayız. Onun benzeri olan bir şeyi görmek istersen bunu kendi varlığından iste. Çünkü bütün yaratılmışların bir örneği de sende vardır. Tâ ki, o vasıta ile bütün şeyleri bilmek belki sana yol olur. Lâkin sen kendi özünden gafilsin. Ya başka şeyleri nasıl bilebilirsin?
Levh-i Mahfuz'un örneği, hafız olan bir kişinin dimağıdır. Hafız kişi bütün Kur'ân'ı ezberler. Sanki Kur'ân beynine yazılmıştır. Kur'ân'ı sanki dimağında yazılı ola¬rak görür. Ama bir kişi dimağı zerre zerre ayırsa ve baş gözü ile onlara baksa, Kur'ân'ın bulunduğu yeri orada göremez. Böylece sen de Levh-i Mahfuz'da, eşyanın yazılışını bu cinsten bilmelisin. Levh-i Mahfuz'da yazılan şeylerin ucu-bucağı yoktur. Başımızın gö¬rünen gözüyse sonu olan şeyleri görür, başka bir şey görmez. Böylece sonsuz olan bir şe¬yi, sonu olan bir şeyde nakş-i mahsusla tasvir eylemenin yolu yoktur. Böylece Yüce Al¬lah'ın Levhası, Kalemi ve onu yazan el, hiç senin bir şeyine benzemez. O'nun kendisinin de sana benzerliği yoktur. Maksadımız, gayb âlemindekilerin bizim de onlardan haber almamızın İmkânsız olmadığını anlatmaktır. Nitekim rüyada da görürsün sen! Ölüleri güzel veya çirkin halle görmek, onların diri olduğuna veya —Allah esirgesin—azapta ol¬duğuna bir delildir. Onlar yok olmuş değillerdir. Nitekim Kur'ân-ı âzimuşşan onların diri olduktan m şu âyet-i kerimede bildirir:
"Onlar ki, Hak yolunda şehid olmuşlardır, siz onları ölülerden sanmayın. Aksine, onlar yaşıyorlar, diridirler. Rablerinin katında nzıkların ıslardır. Allahü Teâlâ'nın kendilerine fazlından verdiği şeylerde ferah bulucudurlar. Arkalarından henüz (şehit olup) kendilerinin derecelerine erişmeyenlerle beşaret bulucudarlar; onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar." (Âl-i İmrân Sûresi: 169-170).
 

basbas

New member
Katılım
7 Eyl 2006
Mesajlar
234
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
............

............

HZ. ÖMER'İN KABİR SUALİ
Hz. Ömer vefat ettiği zaman, bütün dinî muamelesi yapıldıktan sonra, her fani gibi onu da getirip kabre koydular. Vazifeli şahıs, tel¬kinini da yapıp cemaat dağıldıktan sonra, Hz. Ali Kerremellahü veçhe, bakalım Ömer, sual meleklerine ne cevap verecek diye merak ederek, kabrin bir kenarına, kimse görmeden çömelmiş neticeyi beklemekte idi. Biraz sonra beklenen melekler gelip dünyadan gelen herkese sordukları sorulan Ömer'e de sormaya başladılar.
Meleklerden biri:
—Rabbin kimdir? Nebin kim? diye sormaya başladı. Meleklerin bu sualleri karşısında hiddete gelen büyük halife, ken¬disi başladı:
— Siz kimsiniz, Buraya nereden ve niçin geldiniz- Sizin derdiniz ne de, beni gelir gelmez suale çekiyorsunuz? diye sormaya başlayınca me¬lekler, onun diğer insanlar gibi olmadığını anladılar ve sorularına cevap vermeye başladılar :
—«Biz yedi kat semadan, buraya sana soru sormak için geldik. Bizi bu vazifeyle Allah vazifelendirdi, biz münker ve nekir melekleriyiz ve herkese aynı sorulan sormak bizim vazifemizdir» dediler.
Melekleri sonuna kadar dinleyen Hazreti Ömer, sorularına devam etti:
—Siz yedi kat semadan geldiğiniz halde, Allah'ı unutmadınız m?ı diye sorunca, melekler, kendilerinin vazifelerinin Allah'a ibadet etmek olduğunu ve unutmadıklarını söylediler.
Melekler bu cevabı verince, Hazreti Ömer Buna da kızdı ve şunları söyledi:
—Siz o kadar uzak yerden geldiğiniz halde Allah'ı unutmadınız da, ben iki karış toprağın altına girmekle mi Allah'ı unutacağım. Bir daha ümmeti Muhammede, böyle çirkin surette gelmeyeceksiniz ve böyle ya¬kışıksız sualler sormayacaksınız. Bakın, şu anda sizi geri gönderiyorum, sakın bundan sonra söylediklerimi unutmayın.
Ömer-ül Faruk hazretlerinden bu nasihatleri dinleyen melekler, bir daha ümmeti Muhammed'e kötü surette gelmeyeceklerine ve onların memnun olması için ellerinden geleni yapacaklarına dair söz verip, daha fazla üstelemeden Allah'a ısmarladık, deyip çekip gittiler.
Meleklerle Hazreti Ömer arasındaki bu hadiseye şahit olan Allah'ın Arslanı, göz yağlarını tutamaz ve :
— Ya Ömer! Hakikaten sen Ömer-i Adilsin. Hayatın da, mematın da, ümmete rahmet senin, der ve ağlayarak kabri terkeder.
 

basbas

New member
Katılım
7 Eyl 2006
Mesajlar
234
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
................

................

KABİR AZABI VE SALAVAT-I ŞERİFE
Tabiinden Hasan-ı Basrî Hazretleri zamanında bir kadın, Hazret-i imamın huzuruna gelip :
— Ya imam! Benim genç bir kızım vardı. Birkaç ay evvel vefat etti. Fakat onun hasretine dayanamıyorum. Öldükten sonra rüyamda da görmedim. Bana bir dua öğretiniz de, hiç olmazsa onu rüyamda gö¬rüp teselli olayım, dedi.
Hasan-ı Basrî kadına lâzım gelen duaları ta'lim etti.
—İnşallah görürsün, diyerek gönderdi.
Kadın öğretilen duaların tamamını okudu. Cenab-ı Allah'a kızımı göstermesi için hayli yalvardıktan sonra, göz yaşlan ile yatıp uyudu. Uykusunda kızım gördü. Gördü ama gördüğüne de pişman oldu. Çünkü kıza öyle azap ediliyordu ki, onu görünce kadının ciğeri parça parça oldu. Kıza ateşten bîr elbise giydirmişler, şiddetli şekilde azap olun¬makta idi.
Kadın heyecanla uykusundan uyandı, sabah olduğunda da, Hazreti İmamın huzuruna tekrar çıkarak gördüğünü anlattı. Kızının bu azap¬tan kurtulması için ne yapması lâzım geldiğini, ne gibi hayır - hasenat ederse günahlarının affedileceğini sordu.
Hasan-ı Basrî Hazretleri, ona bazı tavsiyelerde bulundu ve geri gönderdi. Fakat bir müddet sonra Hasan-ı Basrî Hazretleri kendisi bu¬ruya gördü. Rüyasında genç ve son derece güzel bir kız, Cennet bahçe¬lerinden birinde altın bir tahtın üzerinde oturmakta ve etrafına güneş gibi parlaklık saçmakta idi.
Kız Hasan-ı Basrî Hazretlerine :
—Beni tanıdın mı? diye sordu.
Hazreti imam, tanımadığını ve hangi peygamberin kızı yahut zev¬cesi olduğunu sual etti. Kız şöyle dedi :
—Hani sana gelip de beni görmek için senden yardım isteyen ve rüyasında azap içerisinde görünce de, tekrar size durumu anlatıp gü¬nahımın affı için ne yapması lâzım geldiğini soran kadın var ya, işte ben onun kızıyım, dedi;
Hazreti imam :
—O kadın bana senin azap içinde olduğunu söylemişti. Ne oldu da kurtuldun o azaptan? diye sorduğunda, kız şöyle dedi :
—Ya imam! Allah'ın sevgili kullarından biri bizim bulunduğu¬muz kabristandan geçti ve oradan geçerken bir Fatiha üç ihlâsla bera¬ber üç kere de salavat getirip biz kabir ehlinin ruhuna hediye etti. işte ondan sonra "Bu kabristanda kabir azabı çekenlerden azabı kaldırın!" diye bir nida geldi ve benimle beraber 550 kişiden kabir azabı kaldı¬rılıp, Cennet nimetleri bize ihsan olundu, diye anlattı.
Hasan-ı Basrî Hazretleri, gördüğü bu güzel rüyayı o kadına anlatıp kızının azaptan kurtulduğunu müjdeledi ve ondan sonra bol bol Salavat-ı Şerife okumasını tavsiye etti.
 

basbas

New member
Katılım
7 Eyl 2006
Mesajlar
234
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
Bermuda şeytan üçgeni!!!!!!!!!!!!!!

Bermuda şeytan üçgeni!!!!!!!!!!!!!!

ÜÇGEN Mİ, DÖRTGEN Mİ?
Gene bir gün Bermuda Üçgeni'nden bahsediyorduk. Bir öğretmen arkadaşımız bir hatırasını anlattı:
Ders bitmiş zilin çalmasına az kalmıştı bir talebe par¬mak kaldırıp:
- Hocam, Bermuda Şeytan Üçgeni hakkında bilgi verir misiniz? Çok merak ediyorum, dedi. Ben de tahtaya kalkıp bir üçgen sekli çizdikten sonra dikkatle beni dinleyen talebe¬lere dedim ki:
-Herhangi bir münasebetle sîzin Amerika'ya gitme ih¬timaliniz kaçta kaçtır?
-Binde bir dîye cevap verdiler. Tekrar sordum:
-Diyelim Amerika'ya gittiniz. Bermuda'ya uğramanız ihtimali ne kadar?
-Binde bir dediler. Bunun üzerine dedim ki:
Bermuda'ya gitseniz bile, şeytan üçgeninden geçer¬ken bindiğiniz vasıtanın esrarengiz şekilde kaybolma ihtima¬li kaçta kaç olabilir?
-Binde belki de milyonda bir, diye cevap verdiler.
Bu sefer ben tahtaya kalkıp bir dikdörtgen çizdim ve merakla bana bakan öğrencilerime dedim ki:
-İşte bu 'kabir dikdörtgeni'. Buna binde binbir katiyetle gireceksiniz. Sizi milyarda bir ilgilendirmeyen şeytan üçgeni¬ne bu kadar merak duyuyorsunuz da, niye aksine tek bir ih¬timal olmayan bir katiyetle binde bir milyar sizi alâkadar eden bu 'kabir dikdörtgeni' hakkında merak duymuyorsu¬nuz? Ölümü öldürüp, kabir kapısını kapayamayacağımıza göre ona karşı hazırlıklı olmanız gerekmez mi?
 

Samet Gul

New member
Katılım
24 Ağu 2006
Mesajlar
68
Tepkime puanı
2
Puanları
0
HZ. ÖMER'İN KABİR SUALİ
Hz. Ömer vefat ettiği zaman, bütün dinî muamelesi yapıldıktan sonra, her fani gibi onu da getirip kabre koydular. Vazifeli şahıs, tel¬kinini da yapıp cemaat dağıldıktan sonra, Hz. Ali Kerremellahü veçhe, bakalım Ömer, sual meleklerine ne cevap verecek diye merak ederek, kabrin bir kenarına, kimse görmeden çömelmiş neticeyi beklemekte idi. Biraz sonra beklenen melekler gelip dünyadan gelen herkese sordukları sorulan Ömer'e de sormaya başladılar.
Meleklerden biri:
—Rabbin kimdir? Nebin kim? diye sormaya başladı. Meleklerin bu sualleri karşısında hiddete gelen büyük halife, ken¬disi başladı:
— Siz kimsiniz, Buraya nereden ve niçin geldiniz- Sizin derdiniz ne de, beni gelir gelmez suale çekiyorsunuz? diye sormaya başlayınca me¬lekler, onun diğer insanlar gibi olmadığını anladılar ve sorularına cevap vermeye başladılar :
—«Biz yedi kat semadan, buraya sana soru sormak için geldik. Bizi bu vazifeyle Allah vazifelendirdi, biz münker ve nekir melekleriyiz ve herkese aynı sorulan sormak bizim vazifemizdir» dediler.
Melekleri sonuna kadar dinleyen Hazreti Ömer, sorularına devam etti:
—Siz yedi kat semadan geldiğiniz halde, Allah'ı unutmadınız m?ı diye sorunca, melekler, kendilerinin vazifelerinin Allah'a ibadet etmek olduğunu ve unutmadıklarını söylediler.
Melekler bu cevabı verince, Hazreti Ömer Buna da kızdı ve şunları söyledi:
—Siz o kadar uzak yerden geldiğiniz halde Allah'ı unutmadınız da, ben iki karış toprağın altına girmekle mi Allah'ı unutacağım. Bir daha ümmeti Muhammede, böyle çirkin surette gelmeyeceksiniz ve böyle ya¬kışıksız sualler sormayacaksınız. Bakın, şu anda sizi geri gönderiyorum, sakın bundan sonra söylediklerimi unutmayın.
Ömer-ül Faruk hazretlerinden bu nasihatleri dinleyen melekler, bir daha ümmeti Muhammed'e kötü surette gelmeyeceklerine ve onların memnun olması için ellerinden geleni yapacaklarına dair söz verip, daha fazla üstelemeden Allah'a ısmarladık, deyip çekip gittiler.
Meleklerle Hazreti Ömer arasındaki bu hadiseye şahit olan Allah'ın Arslanı, göz yağlarını tutamaz ve :
— Ya Ömer! Hakikaten sen Ömer-i Adilsin. Hayatın da, mematın da, ümmete rahmet senin, der ve ağlayarak kabri terkeder.
Çok güzel ya
Alla razı olsun
 

basbas

New member
Katılım
7 Eyl 2006
Mesajlar
234
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
Allah hepimizden razı olsun..........
 
Üst Alt