sinang
New member
Davet devletten önce gelir. Devlet bir sonuçtur. Daveti kurgu ile bir sonuca yani devlete bina etmek asla doğru değildir. Böylece Allahın planının yerine kul planı oturtulmak istenmiş olur. İhlas zedelenir. İnsan bu defa nusreti Allahtan beklemekten çıkar, sonucu esbaba dayanarak kendisi tayin etmeye çalışır. Burada karşı çıktığımız husus, esbaba tevessül değil tashih-i niyettir. İhlasın yerini ve niyetin yerini kurgusal planlama almamalıdır. Murad-ı ilahi ile nefsani hevesler karıştırılmamalıdır. Asr-ı Saadette bile Peygamberimiz ve arkadaşları en parlak zaferlerini sayıca en az ve ama aynı zamanda Allaha en fazla güvendikleri ve itimat ettikleri sırada kazanmışlardır. Huneyn günü kesretlerine ve çokluklarına güvendikleri ve zaferi esbaba yani bu çokluğa havale ettiklerinden dolayı kaybetmişlerdir. Arap dünyasında davetin asra ve mısra yani şehre ve coğrafyaya uygulanılmasını ele alan ilmi disipline fıkhud davet diyoruz yani davet bilinci. Ve bu disiplinin temeli, hikmete dayanır. Hikmete dayalı olarak bu bilincin en önemli önceliklerinden birisi de, süllemul evleviyyat adıyla bilinen husustur, Gazalinin deyimiyle meratibi amel, yani amel sistematiği ve hiyerarşisidir. Bugün Siyasal İslam tabir edilen akım, siyaseti öncelikler merdiveninin başına yerleştirerek, temel ile çatıyı birbirine karıştırmıştır. Pakistan ve Hind Altkıtasında bu akımın en bariz, önemli ve mümeyyez temsilcisi Ebul Ala El Mevdudi ve onun kurduğu Cemaat-ı İslamidir. Ve bu hareketin son lideri Kadı Hüseyin Ahmed ise Refah döneminde bu partiyi ve kitlelere ulaşma yöntemini kendilerine ve hareketlerine model ve rehber edinmiş ve benimsemiştir.
Öbür taraftan, tercümeler yoluyla Mevdudinin kitap ve çalışmaları Müslüman Kardeşleri ve Seyyid Kutup gibi düşünürlerini etkilemiştir. Dolayısıyla anonim haline gelen bu düşünceler dindar Arap gençliğini de etkilemiştir. Ebul Hasan en Nedvi bu çerçevede kendi anlayışlarıyla Mevdudi anlayışı arasındaki farkı ezcümle şöyle izah ve hulasa etmektedir: Mevdudi ile aramızda temelde bir fark yoktur. Fark ve ihtilaf, üsluptadır. Fark; takdim, tehir ve tercihtedir. Mevdudinin davet anlayışında egemen yön, siyasettir. O İslamı, tamamen siyasi bir şekilde ve üslupta yorumlamaktadır. Bu tabii bir şeydir; kendisini bundan dolayı kınamıyoruz. Ancak öncelikle bütün nesiller, asırlar ve cemiyetler için geçerli ve kuşatıcı olan husus, başta İslamı anlatmamız ve öğretmemiz (tefhim) gereği ve lüzumudur. Bunun anlatılmasında dini usul, hakim ve cari olmalıdır. Öncelikle; Allaha iman, ahirete iman, Allahın rızası için çabalamak ve sünnete ittiba, temel yapı ve taşlardır. Esas, budur. İslami yönetimi yaymak veya İslami bir yönetim kurmak ikinci bir iştir. (El Müçtema Dergisi, sayı: 1338-16.2.1999.)
Nedvinin bu görüşünü tarihi gelişmeler ışığında yorumlayacak olursak şunları söyleyebiliriz: Müminler arasında siyasi bağlantı bitse bile dini bağlantı bitmez ve devam eder. Bunun tarihte birçok örneği vardır. Bunlardan ikisi Bosna ve Kırımla ilgili Osmanlı hilafet siyasetidir. Mesela Osmanlılar dünyevi otorite olarak Bosnadan ve Kırımdan çekildikleri halde ikili ve çok yönlü anlaşmalarla Osmanlı hilafetinin manevi otoritesini burada bırakmak için ısrarlı ve ısrarcı olmuşlardır. Bu da göstermektedir ki siyasi otorite her şey demek değildir. Bağlar onunla sınırlı kalmaz. Ebul Hasan en Nedvi devamla şunları söylemektedir: Benim İslamın siyasi yorumu adlı kitabım aslında bütün bunlara cevap teşkil ediyor. Aslen Arapça yazılmıştır (Kitap İngilizce ve Türkçeye de kazandırılmış ve bu hususta benim de küçük ve görünmez bir katkım olmuştur). Ben bu kitabımda İslamın yorumunun sadece siyasi olana irca ve hapsedilmesinin yanlışlığına dikkat çektim. İslam sadece siyasi terminoloji ve hedeflerle açıklanamaz. Çünkü o umum ve şamil bir dindir, bir alanla sınırlanamaz. Beşeriyetin ortak malıdır (orjinal ifadesiyle: Am lil-beşeriyye). Burada temel taş: Allahın rızasını tahsil etmek, kazanmaktır.
Kuranın ahkamıyla icra ve onunla amel etmek, Hazret-i Peygamberin (s.a.v.) tavsiyeleriyle amel etmenin sonucu zaten aynı hedefi tutturur ve amaca ulaştırır (ama öncelikleri ihlası terk etmeden ve kurguya kapılmadan ve kaptırmadan). Binaenaleyh iktidar ve siyasi kuvvet temini, birincil ve temel hedef olamaz. Belki birinci ve temel hedef; Allaha ve Resulüne ittiba ve inkiyaddır (ibtida ile değil ittiba ile mükellefiz).
Müçtema Dergisi bu yöntemin seçilmesi ve ihtiyar edilmesiyle birlikte yeryüzünde Allahın dininin temkinin gecikebileceğini hatırlatması üzerine (Mevdudi bu gerekçeye istinaden doğrudan siyasi metodunu benimsemiştir), merhum Ebul Hasan en Nedvi şu cevabı veriyor: Olsun, ne fark eder. Gerekirse olsun, gecikmenin ne mahzuru var! O taktirde gelişi, daha sağlam ve daha metin, derin, muhkem ve sabit olur. Allahın dinini temkin için hazırlık; mutlaka ve muhakkak Allaha ve emirlerine riayet ve inkiyadla mümkün olabilir. Ve bu öncelikleri iktiza eder.
El Müçtema Dergisinin muhabiri Hasan Ali Duba, bu metodun Müslüman Kardeşlerin metoduyla bağdaşıp bağdaşmadığını, bağdaşırsa ne kadar bağdaştığını soruyor. İşte Allame Nedvinin tarihi cevabı: Evet, yakındır. Bizim onlarla ilgili geçmiş bir beraberliğimiz ve müşterek tecrübemiz oldu. Ama yüzde yüz her konuda müttefik olduğumuzu söyleyemem. Bununla birlikte onları taktir ve tebcil ediyorum. Müslüman kardeşleri tanıdım ve benim Hasan el Bennanın Davet ve Davetçinin Hatıratı adlı kitabında önsözüm vardır. Lakin Hasan el Benna ile görüşmek nasip olmadı. Bununla birlikte şakirt ve dostlarıyla görüştüm. Bir müddette onlarla birlikte oldum. İhvana Konuşmak İstiyorum adlı kitabımı onlara ithaf, hasr ve tahsis ettim. Bu kitapta onlarla ilgili bazı çekince ve mülahazalarımı ortaya koydum. Hürmet, taktir, tasdik ve hayranlıkla birlikte bazı çekince ve mülahazalarım oldu. Kardeşin kardeşe, dostun dosta nasihati, tavsiyeleri ve eleştirileri babından... (El Müçtema, sayı: 1338.)
Ebul Hasan en Nedvi, Müslümanların Hindistanda haklarını istirdat yani geri alabilmeleri için direnmek yerine insani faziletleri öne çıkararak hizmet etmenin daha yararlı olacağını söyler ve bu yola Hint toplumunun kalbinin kazanılmasını öğütler. Urduca ve İslam aile hukuku alanında Hint hükümetinin bazı aleyhte kararlar alması ve uygulatmaya geçmesi üçerine, Ebul Hasan en Nedvi buna karşı çıkar ve durum başbakanlar düzeyine akseder. Hem İndra Gandi hem de Rajiv Gandi şeyhin ayağına gelerek onu ikna ve teskin etmeye çalışırlar. Ve geldiklerinde Ebul Hasan en Nedvinin insanlığa karşı derin sevgi ve saygısını görürler. Ve bundan etkilenirler ve planlar böylece geri ve akim kalır, uygulanamaz. Ebul Hasan en Nedvi, insanlığın ortak hayrı ve saadeti ve selameti uğruna Müslümanların şahsi ve grup rahat ve çıkarlarını terk etmelerini; başkalarına karşı samimi ve fedakarlık ruhuyla bezenmelerini ister. Yani şahsi ve grup çıkarlarını bencilliğini ve egosunu aşmalarını öğütler. Elbette bu kimlik aşınmasını istemek değildir. Bu yapıldığı taktirde Allahın başkalarının kalbine Müslümanların sevgi ve hürmetini yerleştireceğini ve başkalarıyla temaslarda en iyi yolun da bu olduğunu beyan eder. İslamın özendirdiği en güzel huylardan birisi de, başkalarının eza ve cefalarına katlanmaktır. Müslümanların daha geniş dairede insanlığa karşı hürmeti yeniden kazanmaları ve tesis etmeleri gereği üzerinde durur
Öbür taraftan, tercümeler yoluyla Mevdudinin kitap ve çalışmaları Müslüman Kardeşleri ve Seyyid Kutup gibi düşünürlerini etkilemiştir. Dolayısıyla anonim haline gelen bu düşünceler dindar Arap gençliğini de etkilemiştir. Ebul Hasan en Nedvi bu çerçevede kendi anlayışlarıyla Mevdudi anlayışı arasındaki farkı ezcümle şöyle izah ve hulasa etmektedir: Mevdudi ile aramızda temelde bir fark yoktur. Fark ve ihtilaf, üsluptadır. Fark; takdim, tehir ve tercihtedir. Mevdudinin davet anlayışında egemen yön, siyasettir. O İslamı, tamamen siyasi bir şekilde ve üslupta yorumlamaktadır. Bu tabii bir şeydir; kendisini bundan dolayı kınamıyoruz. Ancak öncelikle bütün nesiller, asırlar ve cemiyetler için geçerli ve kuşatıcı olan husus, başta İslamı anlatmamız ve öğretmemiz (tefhim) gereği ve lüzumudur. Bunun anlatılmasında dini usul, hakim ve cari olmalıdır. Öncelikle; Allaha iman, ahirete iman, Allahın rızası için çabalamak ve sünnete ittiba, temel yapı ve taşlardır. Esas, budur. İslami yönetimi yaymak veya İslami bir yönetim kurmak ikinci bir iştir. (El Müçtema Dergisi, sayı: 1338-16.2.1999.)
Nedvinin bu görüşünü tarihi gelişmeler ışığında yorumlayacak olursak şunları söyleyebiliriz: Müminler arasında siyasi bağlantı bitse bile dini bağlantı bitmez ve devam eder. Bunun tarihte birçok örneği vardır. Bunlardan ikisi Bosna ve Kırımla ilgili Osmanlı hilafet siyasetidir. Mesela Osmanlılar dünyevi otorite olarak Bosnadan ve Kırımdan çekildikleri halde ikili ve çok yönlü anlaşmalarla Osmanlı hilafetinin manevi otoritesini burada bırakmak için ısrarlı ve ısrarcı olmuşlardır. Bu da göstermektedir ki siyasi otorite her şey demek değildir. Bağlar onunla sınırlı kalmaz. Ebul Hasan en Nedvi devamla şunları söylemektedir: Benim İslamın siyasi yorumu adlı kitabım aslında bütün bunlara cevap teşkil ediyor. Aslen Arapça yazılmıştır (Kitap İngilizce ve Türkçeye de kazandırılmış ve bu hususta benim de küçük ve görünmez bir katkım olmuştur). Ben bu kitabımda İslamın yorumunun sadece siyasi olana irca ve hapsedilmesinin yanlışlığına dikkat çektim. İslam sadece siyasi terminoloji ve hedeflerle açıklanamaz. Çünkü o umum ve şamil bir dindir, bir alanla sınırlanamaz. Beşeriyetin ortak malıdır (orjinal ifadesiyle: Am lil-beşeriyye). Burada temel taş: Allahın rızasını tahsil etmek, kazanmaktır.
Kuranın ahkamıyla icra ve onunla amel etmek, Hazret-i Peygamberin (s.a.v.) tavsiyeleriyle amel etmenin sonucu zaten aynı hedefi tutturur ve amaca ulaştırır (ama öncelikleri ihlası terk etmeden ve kurguya kapılmadan ve kaptırmadan). Binaenaleyh iktidar ve siyasi kuvvet temini, birincil ve temel hedef olamaz. Belki birinci ve temel hedef; Allaha ve Resulüne ittiba ve inkiyaddır (ibtida ile değil ittiba ile mükellefiz).
Müçtema Dergisi bu yöntemin seçilmesi ve ihtiyar edilmesiyle birlikte yeryüzünde Allahın dininin temkinin gecikebileceğini hatırlatması üzerine (Mevdudi bu gerekçeye istinaden doğrudan siyasi metodunu benimsemiştir), merhum Ebul Hasan en Nedvi şu cevabı veriyor: Olsun, ne fark eder. Gerekirse olsun, gecikmenin ne mahzuru var! O taktirde gelişi, daha sağlam ve daha metin, derin, muhkem ve sabit olur. Allahın dinini temkin için hazırlık; mutlaka ve muhakkak Allaha ve emirlerine riayet ve inkiyadla mümkün olabilir. Ve bu öncelikleri iktiza eder.
El Müçtema Dergisinin muhabiri Hasan Ali Duba, bu metodun Müslüman Kardeşlerin metoduyla bağdaşıp bağdaşmadığını, bağdaşırsa ne kadar bağdaştığını soruyor. İşte Allame Nedvinin tarihi cevabı: Evet, yakındır. Bizim onlarla ilgili geçmiş bir beraberliğimiz ve müşterek tecrübemiz oldu. Ama yüzde yüz her konuda müttefik olduğumuzu söyleyemem. Bununla birlikte onları taktir ve tebcil ediyorum. Müslüman kardeşleri tanıdım ve benim Hasan el Bennanın Davet ve Davetçinin Hatıratı adlı kitabında önsözüm vardır. Lakin Hasan el Benna ile görüşmek nasip olmadı. Bununla birlikte şakirt ve dostlarıyla görüştüm. Bir müddette onlarla birlikte oldum. İhvana Konuşmak İstiyorum adlı kitabımı onlara ithaf, hasr ve tahsis ettim. Bu kitapta onlarla ilgili bazı çekince ve mülahazalarımı ortaya koydum. Hürmet, taktir, tasdik ve hayranlıkla birlikte bazı çekince ve mülahazalarım oldu. Kardeşin kardeşe, dostun dosta nasihati, tavsiyeleri ve eleştirileri babından... (El Müçtema, sayı: 1338.)
Ebul Hasan en Nedvi, Müslümanların Hindistanda haklarını istirdat yani geri alabilmeleri için direnmek yerine insani faziletleri öne çıkararak hizmet etmenin daha yararlı olacağını söyler ve bu yola Hint toplumunun kalbinin kazanılmasını öğütler. Urduca ve İslam aile hukuku alanında Hint hükümetinin bazı aleyhte kararlar alması ve uygulatmaya geçmesi üçerine, Ebul Hasan en Nedvi buna karşı çıkar ve durum başbakanlar düzeyine akseder. Hem İndra Gandi hem de Rajiv Gandi şeyhin ayağına gelerek onu ikna ve teskin etmeye çalışırlar. Ve geldiklerinde Ebul Hasan en Nedvinin insanlığa karşı derin sevgi ve saygısını görürler. Ve bundan etkilenirler ve planlar böylece geri ve akim kalır, uygulanamaz. Ebul Hasan en Nedvi, insanlığın ortak hayrı ve saadeti ve selameti uğruna Müslümanların şahsi ve grup rahat ve çıkarlarını terk etmelerini; başkalarına karşı samimi ve fedakarlık ruhuyla bezenmelerini ister. Yani şahsi ve grup çıkarlarını bencilliğini ve egosunu aşmalarını öğütler. Elbette bu kimlik aşınmasını istemek değildir. Bu yapıldığı taktirde Allahın başkalarının kalbine Müslümanların sevgi ve hürmetini yerleştireceğini ve başkalarıyla temaslarda en iyi yolun da bu olduğunu beyan eder. İslamın özendirdiği en güzel huylardan birisi de, başkalarının eza ve cefalarına katlanmaktır. Müslümanların daha geniş dairede insanlığa karşı hürmeti yeniden kazanmaları ve tesis etmeleri gereği üzerinde durur