Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Buhariden zemzem hakkında bir hadisi şerif

Uhud daðý

New member
Katılım
2 Tem 2007
Mesajlar
796
Tepkime puanı
39
Puanları
0
Yaş
40
1381-1.GIF

1381-2.GIF

1381-3.GIF

1381-4.GIF

1381-5.GIF

1381-6.GIF

1381-7.GIF

1381-8.GIF

1381-9.GIF
Hadis No:1381
İbn-i Abbâs radiya'llâhu anhumâ'dan şöyle rivâyet olunmuştur:
Kadınların uzun etekli libâs kullanmaları İsmâil'in anası (Hâcer) tarafından konulmuş bir âdettir. Hâcer, (kıskanç ortağı) Sâre'den izini gizlemek için uzun eteklik giymişti. İbrâhim Hâcer'le evlenip İsmâil doğduktan sonra emzirmekte olduğu bu oğliyle berâber (Sâre'nin taarruzundan korunmak için Şam'dan çıkıp Mekke'ye) geldi. Nihâyet Hâcer'le İsmâil'i Mescid-i Harâm'ın (bugün bulunduğu) yerin, ve Mescidin yüksek bir mahallindeki Zemzem kuyusunun yukarısında büyük bir ağacın yanına bıraktı. O târihte Mekke'den hiç bir kimse yoktu. Hattâ içecek su da yoktu. İşte İbrâhîm bu ana ve oğulu buraya bıraktı. Yanlarına içi hurma dolu (meşin) bir dağarcık, içi su dolu bir kırba bıraktı. Sonra İbrâhîm kendi (Şam'a) gitmek üzere döndü. İsmâîl'in anası Hâcer de peşi sıra onu ta'kîb etti de:
- Ey İbrâhîm, bizi bu vâdîde bırakıp da nereye gidiyorsun? Öyle bir vâdî ki, ne görüp görüşecek var, ne başka bir hayat eseri var. (Vahşet-âbâd yer) dedi. Hâcer bu sözlerini tekrâr ettiyse de İbrâhîm ona dönüp bakmadı. Nihâyet Hâcer ona:
- (Bizi burada bırakmağı) Allah mı sana emretti? diye sordu. İbrâhîm:
- Evet, Allah emretti! diye cevap verdi. Bunun üzerine Hâcer:
- Öyle ise (Allah bize yetişir), O bizi korur, bırakmaz! dedi. Sonra (Kâ'be'nin yerine) döndü. İbrâhîm de ayrılıp gitti. Tâ Mekke'nin üstündeki "Seniyye" mevkiinde görülmiyecek bir yerde bulununca, yüzünü Kâ'be'ye döndürdü. Sonra ellerini kaldırarak şu kelimelerle duâ etti de:
- Rabbım! Zürriyetimden bir kısmını (İsmâil ile onun soyunu) ekin bitmez bir vâdîde Sen'in, taarruzu harâm olan, Beyt'inin yanında iskân ettim. Nâstan bir kısım kimseleri, (namaz kılmak için) zürriyetimin bulunduğu bu yere doğru meylettirip heveslendir! Ve onları her nevi' meyvalardan merzûk et!. Gerektir ki, Sana şükredeler! dedi.
Artık İsmâil'in anası, oğlu İsmâil'i emziriyor ve (kendisi) kırbadaki sudan içiyordu. Nihâyet kırbadaki su bitince hem Hâcer, hem de çocuğu susadı. Hâcer çocuğun susuzluktan toprak üstünde sızlanarak yuvarlandığına bakmağa başladı. Fakat çocuğun bu elîm hâline bakmaktan fenâlaşarak onun yanından kalkıp biraz öteye gitti. Ve o mıntakada Kâ'be'ye en yakın dağ olarak Safâ tepesini buldu. Ve bunun üstüne çıktı. Sonra vâdîye karşı durup bir kimse görebilir miyim? diye bakmağa başladı. Fakat hiçbir kimse göremiyordu. Bu def'a Safâ tepesinden indi. Vâdîye varınca (ayağına dokunmamak için) entârisinin eteğini topladı. Sonra müşkül bir işle karşılaşan bir insan azmiyle koştu. Nihâyet vâdîyi geçti. Sonra Merve mevkiine geldi. Orada da biraz durdu. Ve bir kimse görebilir miyim? diye baktı. Fakat hiçbir kimse göremedi. Hâcer bu sûretle (Safâ ile Merve arasında) yedi def'a gitti, geldi. Nebî salla'llâhu aleyhi ve sellem: bunun için nâs (hacılar) Safâ ile Merve arasında sa'yederler, buyurmuştur. Son def'a Merve üzerine çıktığında bir ses işitti. Ve kendisi nefsine hitâb ederek: sus, iyice dinle! dedi. Sonra dikkatle dinledi. Bu sesi evvelki gibi bir daha işitti. Bunun üzerine Hâcer: ey ses sâhibi, sesini duyurdun!. Eğer sen bize yardım etmek kudretine mâlik isen, bize yardım et! dedi. Ve böyle der demez hemen Zemzem kuyusunun yerinde bir melek (Cibrîl) göründü. O Melek ayağının topuğiyle, yâhut kanadiyle yeri kazıyordu. Nihâyet su göründü. (Su başka tarafa akmasın diye) Hâcer hemen suyu büyedi, havuz gibi yaptı. Hâcer hem eliyle öyle yapıyordu. Bir taraftan da kırbasını doldurmağa devam ediyordu. Su ise avuç avuç alındıktan sonra yerinde kaynıyordu.
Nebî salla'llâhu aleyhi ve sellem: "Allah İsmâil'in anası Hâcer'e rahmet etsin! O, Zemzem'i kendi hâline bıraksaydı da suyu avuçlamasaydı, muhakkak Zemzem akar bir ırmak olurdu" buyurmuştur. (İbn-i Abbâs rivâyetine devamla) demiştir ki: Hâcer bu sudan içti. Çocuğuna (süt olup) emzirdi. Melek Hâcer'e dedi ki:
- Zayi' ve helâk oluruz diye sakın korkmayınız! İşte şurası Beytullâh (ın yeri) dir. O Beyt'i şu çocukla babası yapacaktır. Muhakkak ki, Allah, o işin ehlini zâyi' etmez. Beyt-i Harâm'ın mahalli tepe gibi olup yerden yüksekçe idi: uzun zaman seller sağını solunu kazıp götürmüştü.
Hâcer bu sûretle yaşarken günün birinde Cürhüm'den bir cemâat uğradı. Bunlar Kedâ yoliyle gelip Mekke'nin alt tarafına indiler. Cürhümîler oraya bir kuşun gelip gittiğini görmüşlerdi de:
- Hiç şüphesiz şu kuş bir suyun başında döner dolaşır. Halbuki biz de bu vâdîde su bulunmadığını biliyorduk! demişlerdi ve anlamak için çevik bir, yâhut iki kişi göndermişler. Onlar orada su bulunduğunu anlayınca dönüp gelmişler, su olduğunu haber vermişler. Bunun üzerine Cürhümîler Mekke mevkiine gelmişlerdir. İbn-i Abbâs (rivâyetine devamla) demiştir ki:
- Cürhümîler geldiğinde, İsmâil'in anası da su başında idi. Cürhümîler ona:
- Bizim de gelip şuraya senin civârına inmemize müsâade eder misiniz? dediler. Hâcer de:

- Evet, inebilirsiniz. (Bu sudan da kullanabilirsiniz). Şu kadar ki, bu suda mülkiyet iddia edemezsiniz. (Onun mülkiyet hakkı bana âittir) dedi.
- Onlar da Hâcer'i tasdîk ettiler. Ünsiyete muhtaç olduğu bir sırada Cürhümîlerin bu gelişi Hâcer'in arzusuna muvâfık oldu. Cürhümîler, Mekke civârına inip kondular. Sonra Cürhümîlerin asıl kalabalık kısmına da haber gönderdiler. Onlar da gelip kondular. (Ev, bark yaptılar). Nihâyet Mekke'nin bulunduğu yer medenî bir ma'mûre hâline gelmeğe başlamıştı. Hâcer'in oğlu İsmâil yiğitlik ve gençlik çağına girmişti. Cürhümîlerden arapça öğrenmişti. Artık İsmâil gençlik çağında Cürhümîler arasında en sevimli bir sîmâ olmuştu. Onun necâbeti, hüsn-ü ânı Cürhümîleri hayret içinde bırakmıştı. Bu cihetle İsmâil bülûğ devresine erişince Cürhümîler kendilerinden bir kızla evlendirdiler. Hayâtın bu mes'ûd safhası devâm ederken günün birinde İsmâil'in anası öldü. (Hâcer doksan yaşına girmişti. Hicr'e defnolundu.) İsmâil evlendikten sonra İbrâhîm (bırakıp gittiği oğlunu ve kadınını) arayarak görmeğe geldi. İsmâil (o sıra) evde yoktu. İsmâil'in karısına sordu. O da: rızkımızı tedârik etmek üzere çıktı, gitti diye cevap verdi. Sonra İbrâhîm: maîşetiniz, hâl-ü şânınız nasıldır? diye sordu. İsmâil'in haremi: şiddetli darlık içindeyiz. Gâyet fenâ bir haldeyiz! diye şikâyet etti. İbrâhîm: Kocan geldiğinde benden selâm söyle. Ve ona söyle: kapısının eşiğinin basamağını değiştirsin!. İsmâil geldiğinde babasının gelip gittiğini (evin içinde duyduğu güzel bir koku gibi bazı emârelerden) anlar gibi oldu da karısına:
- Evimize gelen oldu mu? diye sordu. O da:
- Evet, şöyle şöyle şekilde yaşlı bir kişi geldi. Bana seni sordu. Cevap verdim. Maîşetimizi sordu. Ben de şiddetli darlık içinde bulunduğumuzu söyledim! dedi. Bunun üzerine İsmâil:
- Sana bir şey vasıyyet ve bir söz tevdî etti mi? diye sordu. O da:
- Evet bana, sana selâm söylememi ve kapının basamağını değiştir! dememi tenbîh etti, dedi. Sonra İsmâil haremine:
- O gelen ihtiyar babamdır. Bana senden ayrılmamı emretmiştir. Artık sen âilenizin evine gidebilirsin! dedi. Ve ondan ayrılarak Cürhümîlerden başka bir kadınla evlendi.
İbrâhîm, Allâh'ın dilediği bir müddet uzaklaştı da sonra geldi. Yine evde İsmâil'i bulamadı, İsmâil'in karısının yanına girdi. Ona da İsmâil'i sordu. O da maîşetimizi tedârik etmeğe gitti, dedi. İbrâhîm: nasılsınız, maîşetiniz, hâl-ü şânınız iyi midir? diye sordu. İsmâil'in karısı: biz hayır, saâdet ve bolluk içindeyiz! diye Allâh'a hamd-ü senâ etti. İbrâhîm: ne yeyip, ne içiyorsunuz! diye sordu. Kadın: et yiyoruz, su içiyoruz, dedi. İbrâhîm Peygamber:
- Yâ Rab! Bunların etlerini ve sularını mübârek kıl, yümn-ü bereket ihsân eyle! diye duâ etti. Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem buyurmuştur ki: İbrâhîm zamânında Mekke civârında hubûbat müteâref değildi. Av etiyle teğaddî edilirdi. Eğer o târihlerde ve oralarda hubûbat ma'lûm olsaydı, İbrâhîm hubûbat hakkında duâ ederdi.. İbn-i Abbâs der ki: İbrâhîm'in bu duâsı berekâtiyledir ki, et ile su Mekke'den başka yerlerde (o sıcak muhitte) Mekke'deki kadar hiç bir kimsenin sıhhatine muvâfık düşmez. Yine İbn-i Abbâs (rivâyetine devamla) der ki: İbrâhîm Peygamber gelinine:
- Kocan geldiğinde ona selâm söyle! Ve ona kapısının eşiğini güzel tutsun! diye emreyle! demiştir. (Sonra İbrâhîm Şam'a dönmüştür.) İsmâil geldiğinde: evimize gelen oldu mu? diye sordu. Karısı: evet, güzel yüzlü bir ihtiyar geldi, diye İbrâhîm'i medh-ü senâ etti. Sonra kadın: seni sordu ben de rızkımızı tedârik etmeye gitti, dedim. Geçiminiz nasıldır? dedi. Ben de hayır ve saâdet içindeyiz! dedim. Sonra İsmâil: sana bir şey vasıyyet etti mi? diye sordu. O da: evet, o muhterem ihtiyar sana selâm söyledi. Ve kapının eşiğini iyi tutmanı emreyledi, dedi. Bunun üzerine İsmâil haremine:
- İşte o babamdır! Sen de evimizin (şerefli) eşiğisin! Babam bana seni hoş tutmamı, iyi geçinmemi emretmiştir, dedi. Sonra İbrâhîm yine bir müddet daha oğlundan ve âilesinden uzakta yaşadı. Ondan sonra Mekke'ye geldi. O sırada İsmâil Zemzem kuyusunun yakınında büyük bir ağacın altında okunu yontup düzeltmekte idi. İsmâil babasını görünce hemen kalkıp babasına karşı vardı. (Uzun zaman mütehassir olan) bir babanın oğluna, bir oğulun da babasına karşı mu'tâd olan sarılmalar ve el, yüz, göz öpmelerde bulundular. Sonra İbrâhîm oğluna:
- Ey İsmâil! Allâhu Teâlâ bana muazzam bir iş emretti! dedi. İsmâil de:
- Babacığım! Rabb'ın ne emrettiyse o emri yerine getir! dedi. İbrâhîm: fakat bu işte sen bana yardım edeceksin! dedi. İsmâil: babacığım, ben sana her veçhile yardım ederim! dedi. İbrâhîm:
- Allâhu Teâlâ burada bir beyt yapmamı emretti! diye etrâfından yüksekçe bir tepeye işâret eyledi. İbn-i Abbâs (rivâyetine devamla) der ki: İbrâhîm'le İsmâil işte orada Kâ'be'nin esâsını kurup duvarlarını yükselttiler. İsmâil taş getirirdi. İbrâhîm de binâ ederdi. Nihâyet Beyt'in binâsı ilerleyip duvarları yükseldiğinde İsmâil (bugün ziyâret edilen) ma'lûm taşı getirdi. İbrâhîm de onu ayağının altına (iskele olarak) koydu. Üzerinde inşaata devâm eyledi. İbrâhîm yapar, İsmâil de taş sunardı. İnşaat tamâm olduktan sonra baba, oğul:
1381-10.GIF

diye duâ etmişlerdir
 
Üst Alt