Uzak devirlerden, uzak diyarlardan birinde bir padişah yaşarmış. Gün gelmiş, bu padişah uçsuz bucaksız ülkesinin en sağduyulu, en bilgili, en zeki adamlarını sarayına çağırmış, onlara şöyle seslenmiş: Efendiler, sizden oğullarım için öyle bir kitap yazmanızı istiyorum ki, içinde dünyanın en kıymetli, öğrenilip de bilinmeye en layık bilgileri bir arada bulunsun; o kadar ki, onu okuyanın artık başka bir şeyler okumaya ihtiyacı kalmasın. Omuzlarında vazifelerinin ağırlığı terk eylemiş sarayı bilgeler. Günler geçmiş, mevsimler dönmüş, tam bir yılın ardından yeniden sarayın kapısında belirdiklerinde elleri kolları yazdıkları ansiklopedinin alabildiğine kalın on iki cildiyle doluymuş. Padişah daha uzaktan onları seçende, Aman beyler, demiş, ifrata kaçmamış mısınız? Gidin, bunu kısaltmadan gözüme gözükmeyin. O gün boyunlarını büküp ocaklarına dönen adamlarımız hummalı çalışmalarla geçen bir yılın ardından yeniden padişahın huzurunda bulmuşlar kendilerini. Bu defa yanlarında yine etine dolgun, ama en azından tek bir cilt varmış. Padişah almış eline, karıştırmış. Buyurmuş ki, Dimağınıza sağlık erenler, belli ki fevkalade bir eser. Lakin bu biraz daha kısalmalı... Bezgin ve kırgın, bir yılın ardından yine aynı yerde belirmek üzere ayrılmış bilgeler güruhu. Ertesi bahar geri döndüklerinde padişaha sundukları, üzerinde tek bir cümle yazılı küçücük bir kağıt parçasından başka bir şey değilmiş. Şaşkın bir telaşla değdirmiş gözlerini padişah dünyanın en değerli bilgisini ihtiva etmesi icap eden o cümleye. Şuymuş okuduğu: Bu da gelir, bu da geçer.
Evet ya, bu da gelir, bu da geçer... Her nesnenin bitimli, her kimsenin ölümlü, kısaca her şeyin geçici olduğu bilgisi burada, şurada ve orada dünyanın en değerli, en derin içgörüsü rolünde çıkıyor karşımıza.
Faniliğimizin farkında olmanın onu inkar etmek ya da unutmaya kıyasla bizi nasıl defalarca daha anlamlı, daha mutlu hayatlar sürmeye sevkedeceği kaç kere söylendi bugüne dek, daha kaç kere söylenecek? Zerre tereddüt yok: Ölümlülüğümüz kendimizi içinde buluverdiğimiz şu hayatın en değiştirilemez, en temel hakikatı. Bu hakikatı yok saymak, onu bilincimizin en bir ücra, kuş uçmaz kervan geçmez köşelerine hapsedip şartlar zorlayana değin orada bırakmak hayatın ne olduğu ve nasıl yaşanması gerektiği sorularına bilgece, bilgelikten geçtim, doğru bir cevap vermemizi imkansız kılacak muhakkak ki; bizi hayatın özüne körleştirecek.