H
hüma-gül
Guest
Güneş henüz ışığını sarkıtmamıştı. Pembe bir hasret sarmıştı ufku baştan başa. O cama dayadığı pırıltılı yüzünü geriye çekti. Yaşmağının ucuyla yanaklarına süzülen iki damla yaşı sildi. Elindeki kâğıt parçasını okşar gibi dudaklarına götürdü. Şefkat, sanki parmaklarından damlıyordu. Henüz kaldırmadığı seccadesine tekrar oturdu. Ve gözyaşlarının süslediği mahzun bir tebessümle, kim bilir kaç kere okuduğu mektubu tekrar okumaya başladı:
Canım anneciğim;
Bin hasretin alev aldığı seher vaktinde yine seni düşünüyorum. Biliyorsun birbirimize söz vermiştik. Her sabah namazı sonrası yüzümüzü cama dayayacak, ufkun pembe vuslatında bakışlarımız birbirine kenetlenecek ve hasret giderecektik. Böylece namazımı kıldığımı anlayacak ve için rahat edecekti.
İşte daha güneş doğmadı. Yine bir namazın sonunda Allah'a hamd ettim, niyaz ettim, rızasını istedim.
Sevgili anneciğim! Bugün anneler günü... Bir buket çiçekle senenin bir gününde seni hatırlamak bana acı veriyor. Annelere sadece bir günü tahsis etmek, insanların maddî ihtiraslar peşinde at koşturmaktan başını kaşıyacak vakti bulamamasının nişanesi olsa gerek. Terk edilmiş bir evin ortasında veya huzur evlerinin birinde... Vefasızlık hançeriyle delik-deşik olmuş yüreklere, birkaç dakika vuslat şurubu içirmek... Neticede 'sana olan vazifemi hakkıyla yerine getirdim anneciğim' diyebilmek... Halbuki senin kıymet ve kadrini dünyevî fanî saatlerle ölçmek mümkün değildir.
Sen ancak değerini, her anı ışıl ışıl bâki aynaların pırıltılı zamanında bulursun. Zira cennet ayaklarının altına serilmiş. Kıymetin öyle büyük ki, Rabbim seni Kelam-ı Kadim'inde zikretmiş. Değil seni yalnızlığa terk edip binlerce saat üzmek, bir lahza 'üf!' demeyi dahi kerih görmüş. Bu sebeple benim için ömrün bütün günleri annelere, sana ait...
Seni şefkat ile techiz eden ve beni merhametli ellerinle terbiye ettiren Rabbim'e hamd olsun. Bana senin gibi bir ana lütfettiği için... Çünkü ben cennet nümun ses ve soluğunla hayat buldum. Varlığımı, yaşadığım ve yaşanması gereken şeylerin kökünü, mebdeini ve gayesini senin sayende kavradım. Bana küçüklüğümü sen öğrettin. Allah'ın büyüklüğünü de...
Bütün fani zevk ve lezzetlere istihkarla bakışımın, dünya ve ona ait şeylere kucak açmayışımın ötesinde sen varsın. Eğer şeytanın hazırladığı haram çukurlara düşmüyor, nefsimin arzularına 'dur!' diyebiliyorsam, boynu tasmalı bir kul olduğumu anlayabiliyorsam ve Rabbimin huzurunda eğilebiliyorsam, bunun vesilesi sensin...
Sana medyunum anne! Beni ötelere müstak yetiştirdiğin için... Gönlünün gülüne 'Nur-u Muhammed' aşısını zerkettiğin için... Bakış ufkumu, dünyanın bulutlarından koparıp Allah'ın sonsuz iklimlerine çevirdiğin için...
Hatırlıyor musun bilmem. Daha ben mini mini iken, sabahları namaza ısrarla kaldırırdın. Gözlerimden uyku tatlı tatlı akardı da, 'Anneceğim, biraz daha uyuyayım.' derdim. Sen ellerimi göğsüne götürür, 'Bak, yüreğim acıyor.' derdin. Hemen kalkar, abdestimi acele acele alır, namazımı kılar, kucağına oturur, 'Geçti mi anneciğim?' derdim. Beni öper, koklar 'Ohh! Geçti yavrum.' der bağrına basardın. Biraz daha büyüyünce yüreğinin acımasının sebebini sormuştum da, 'Ben anneyim. Yavrumun Allah'ın rızasından mahrum kalacağını düşünmek yüreğime acı veriyor.' demiştin. Şimdi çevremdeki 'Uyusun da büyüsün. Doktor, mühendis olsun.' diyen anneleri ve evlâtlarını görüyorum da, yürek acını daha iyi anlıyorum...
Sen bugün, ellerinde çiçeklerle sokaktan geçen çocuklar göreceksin. Ben elimde bir çiçekle sana gelemeyeceğim ama, yazdığım bu mektubu gönül bahçemin teselli çiçekleriyle bir buket yapıp sana gönderiyorum. Yüreğin acımasın diye...
Karşı tepelerden doğan güneş gibi, şefkatli ellerini gayr-i ihtiyari göğsüne götürdü. Dudaklarından dökülen şu sözlerle, ufkun pembe vuslatında hasret giderdi. 'Artık yüreğim acımıyor, yavrum!' dedi.
Canım anneciğim;
Bin hasretin alev aldığı seher vaktinde yine seni düşünüyorum. Biliyorsun birbirimize söz vermiştik. Her sabah namazı sonrası yüzümüzü cama dayayacak, ufkun pembe vuslatında bakışlarımız birbirine kenetlenecek ve hasret giderecektik. Böylece namazımı kıldığımı anlayacak ve için rahat edecekti.
İşte daha güneş doğmadı. Yine bir namazın sonunda Allah'a hamd ettim, niyaz ettim, rızasını istedim.
Sevgili anneciğim! Bugün anneler günü... Bir buket çiçekle senenin bir gününde seni hatırlamak bana acı veriyor. Annelere sadece bir günü tahsis etmek, insanların maddî ihtiraslar peşinde at koşturmaktan başını kaşıyacak vakti bulamamasının nişanesi olsa gerek. Terk edilmiş bir evin ortasında veya huzur evlerinin birinde... Vefasızlık hançeriyle delik-deşik olmuş yüreklere, birkaç dakika vuslat şurubu içirmek... Neticede 'sana olan vazifemi hakkıyla yerine getirdim anneciğim' diyebilmek... Halbuki senin kıymet ve kadrini dünyevî fanî saatlerle ölçmek mümkün değildir.
Sen ancak değerini, her anı ışıl ışıl bâki aynaların pırıltılı zamanında bulursun. Zira cennet ayaklarının altına serilmiş. Kıymetin öyle büyük ki, Rabbim seni Kelam-ı Kadim'inde zikretmiş. Değil seni yalnızlığa terk edip binlerce saat üzmek, bir lahza 'üf!' demeyi dahi kerih görmüş. Bu sebeple benim için ömrün bütün günleri annelere, sana ait...
Seni şefkat ile techiz eden ve beni merhametli ellerinle terbiye ettiren Rabbim'e hamd olsun. Bana senin gibi bir ana lütfettiği için... Çünkü ben cennet nümun ses ve soluğunla hayat buldum. Varlığımı, yaşadığım ve yaşanması gereken şeylerin kökünü, mebdeini ve gayesini senin sayende kavradım. Bana küçüklüğümü sen öğrettin. Allah'ın büyüklüğünü de...
Bütün fani zevk ve lezzetlere istihkarla bakışımın, dünya ve ona ait şeylere kucak açmayışımın ötesinde sen varsın. Eğer şeytanın hazırladığı haram çukurlara düşmüyor, nefsimin arzularına 'dur!' diyebiliyorsam, boynu tasmalı bir kul olduğumu anlayabiliyorsam ve Rabbimin huzurunda eğilebiliyorsam, bunun vesilesi sensin...
Sana medyunum anne! Beni ötelere müstak yetiştirdiğin için... Gönlünün gülüne 'Nur-u Muhammed' aşısını zerkettiğin için... Bakış ufkumu, dünyanın bulutlarından koparıp Allah'ın sonsuz iklimlerine çevirdiğin için...
Hatırlıyor musun bilmem. Daha ben mini mini iken, sabahları namaza ısrarla kaldırırdın. Gözlerimden uyku tatlı tatlı akardı da, 'Anneceğim, biraz daha uyuyayım.' derdim. Sen ellerimi göğsüne götürür, 'Bak, yüreğim acıyor.' derdin. Hemen kalkar, abdestimi acele acele alır, namazımı kılar, kucağına oturur, 'Geçti mi anneciğim?' derdim. Beni öper, koklar 'Ohh! Geçti yavrum.' der bağrına basardın. Biraz daha büyüyünce yüreğinin acımasının sebebini sormuştum da, 'Ben anneyim. Yavrumun Allah'ın rızasından mahrum kalacağını düşünmek yüreğime acı veriyor.' demiştin. Şimdi çevremdeki 'Uyusun da büyüsün. Doktor, mühendis olsun.' diyen anneleri ve evlâtlarını görüyorum da, yürek acını daha iyi anlıyorum...
Sen bugün, ellerinde çiçeklerle sokaktan geçen çocuklar göreceksin. Ben elimde bir çiçekle sana gelemeyeceğim ama, yazdığım bu mektubu gönül bahçemin teselli çiçekleriyle bir buket yapıp sana gönderiyorum. Yüreğin acımasın diye...
Karşı tepelerden doğan güneş gibi, şefkatli ellerini gayr-i ihtiyari göğsüne götürdü. Dudaklarından dökülen şu sözlerle, ufkun pembe vuslatında hasret giderdi. 'Artık yüreğim acımıyor, yavrum!' dedi.