Allah'ın indirdikleri

kemi

New member
Hamd, yalnızca Allah’adır.Salât ve selam, kendisinden sonra Peygamber gelmeyecek olan Muhammed’e, âilesine ve ashâbına olsun.

İnsanlar Kitap ve Sünnetle hüküm vermekten ve onlarla muhakeme olmaktan yüz çevirip, sadece bunların yeterli gelmeyeceğine inandıkları ve bunların dışında görüşlere, kıyaslara baş vurdukları, bunları ve şeyhlerin görüşlerini güzel saydıkları zaman;
Bu kimselerin fıtratlarında bir değişme baş gösterir.
Kalplerinde zulüm oluşuverir ve anlayışlarında bir sakatlık ve akıllarında bir ahmaklık meydana gelir.
İşte bu tip insanları bu hasletler kuşatıverir ve ona galip gelir.
Hatta küçükleri bunlarla eğitmekte, yaşlıları ise buna sevk etmektedirler. Bunu kötü bir iş olarak da görmezler.
Bu öyle bir hâl alır ki;
- Artık doğrunun yerini bid'at,
- Aklın yerini cehalet,
- Rüşdün yerini heva,
- Hidâyetin yerini sapıklık,
- İyiliğin yerini kötülük,
- İlmin yerini cahillik,
- İhlasın yerini riya,
- Hakkın yerini bâtıl,
- Doğrunun yerini yalan,
- Nasihatin yerini vurdumduymazlık ve
- Adaletin yerini de zulüm alır.
Galip gelen bu faktörlerin ve bunu işleyenlerin bizzat kendilerine işaret edildiği anlaşılmaktadır. Nitekim bundan önce bu faktörler tersiyle bulunurlarken, bu faktörleri (cürümleri) işleyenlerin kendilerine işaret edildiği söz konusu olur.
Dolayısıyla galip gelen bu faktörlerin / cürümlerin kişiye yönelmiş, sancağını dikmiş olduğunu ve ordularının (binitlerine) binmiş olduklarını görürsen, anla ki artık bu esnada yerin altında yaşamak yerin üzerinde yaşamaktan, dağın tepelerinde kalmak alt taraflarında kalmaktan ve yabani hayvanların yanında bulunmak insanların yanında bulunmaktan daha hayırlıdır.

ALLAH’IN İNDİRDİKLERİ


Değerli kardeşlerim bu konunun sıhhatli bir şekilde anlaşılması için birinci olarak tesbitinin yapılması gereken husus Allah’ın neyi indirdiği hususudur.

Ve bu konuda da bilinmesi gereken gerçek ; Allah iki şey indirmiştir. Birinin adı kitap, ikincisinin adı da hikmet’tir.

ٍ.. وَأَنزَلَ اللّهُ عَلَيْكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُنْ تَعْلَمُ وَكَانَ فَضْلُ اللّهِ عَلَيْكَ عَظِيماً

“ … Allah sana kitabı ve Hikmeti indirdi.Ve bununla sana bilmediğin şeyleri öğretti. Allah’ın senin üzerindeki fazlu keremi çok büyüktür. “

NİSA : 113.AY.


كَمَا أَرْسَلْنَا فِيكُمْ رَسُولا مِّنكُمْ يَتْلُو عَلَيْكُمْ آيَاتِنَا وَيُزَكِّيكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُم مَّا لَمْ تَكُونُواْ تَعْلَمُونَ

“ Nitekim kendi içinizden size Ayet’lerimizi okuyan, sizi arındıran,size Kitabı, Hikmeti ve bilmediğiniz şeyleri öğreten bir resul gönderdik.


BAKARA : 151.AY.


.... وَلاَ تَتَّخِذُوَاْ آيَاتِ اللّهِ هُزُواً وَاذْكُرُواْ نِعْمَتَ اللّهِ عَلَيْكُمْ وَمَاأَنزَلَ عَلَيْكُمْ مِّنَ الْكِتَابِ وَالْحِكْمَةِ يَعِظُكُم بِهِ وَاتَّقُواْ اللّهَ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ

"........ Allah'ın ayetlerini eğlence edinmeyin. Allah'ın üzerinizdeki nimetini ve size öğüt vermek için indirdiği kitabı ve hikmeti hatır-layın. Allah'tan korkun ve bilin ki, Allah herşeyi hakkıyla bilendir “


BAKARA : 231.AY.


Zikredilen bu Ayeti kerimelerde açıkça ifade ediliyor ki ;

Allah’u Azze ve Celle,insanların öğüt almaları için onlara tabi olacakları iki şey indirmiştir. Bunlardan birinin adı, kitap diğerinin adı ise, hikmet tir


عن أبي هريرة رضى الله تعالى عنه قال قال رسول الله صلى الله عليه وسلم إني قد تركت فيكم شيئين لن تضلوا بعدهما كتاب الله وسنتي ولن يتفرقا حتى يردا علي الحوض

{ ……. Ebu Hureyre r.a dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : “ Size, sarıldığınız müddetçe asla sapıtmayacağınız iki şey bıraktım. Biri, Allah’ın Kitabı,diğeri ise benim sünnetim. Bunlar havz’ın başında yanıma gelinceye kadar birbirlerinden ayrılmayacaklardır. }


MÜSTEDREK : 1.C.193.S DARE KUTNİ : 3.C.4525.N


S . SAHİHA : 4.C.1761.N


Meselenin daha sıhhatli bir şekilde anlaşılması için bizim bu Ayet’i celilelerde zikredilen hikmet ibaresini ele alıp bunun üzerinde biraz durmaya çalışır isek,inşaallah hikmet'in ne gibi bir manayı ihtiva ettiğini anlamış ve kavramış oluruz.



HİKMET’İN SIFATLARI


Rabbimiz bir Ayet’i celilesinde şöyle buyurmaktadır :

كَم أَرْسَلْنَا فِيكُمْ رَسُولاً مِّنكُمْ يَتْلُو عَلَيْكُمْ آيَاتِنَا وَيُزَكِّيكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُم مَّا لَمْ تَكُونُواْ تَعْلَمُونَ

" Nitekim size, kendi içinizden Ayet’lerimizi okuyan, sizi arındıran, size kitap ve hikmeti öğreterek bilmediklerinizi talim ettiren bir peygamber gönderdik "


BAKARA : 151.AY.


ALİ İMRAN : 164.AY.


Bu ayeti kerimede kitapla beraber indirilen hikmetin, öğretilen ve talim ettirilen bir vasfı olduğu gayet açık bir şekilde anlatılmaktadır.

Yanı, Kur'an nasıl insanlara öğretilip ta'lim ettirilmiş ise,İndirilen Hikmet de aynen insanlara öğretilip ve talim ettirilmiştir.

Yine bir Ayet’i celile de şöyle buyrulmaktadır :

وَاذْكُرْنَ مَا يُتْلَى فِي بُيُوتِكُنَّ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ وَالْحِكْمَةِ إِنَّ اللَّهَ كَانَ لَطِيفاً خَبِيراً

" Sizin evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve bir de hikmeti hatırlayın. Şüphesiz ki Allah, latiftir, habir'dir "

AHZAB : 34.AY.


Bu Ayet'i kerimede de görüldüğü gibi. indirilen öğretilen ve ta'lim ettirilen hikmet'in vasıflarından birisi de, okunmasıdır.

Allah Resulü s.a.v in şu hadisi şerifleri de göz önünde bulundurulur ise, Hikmet'in, tabi olunması için Allah'tan resulüne vahyedilen şeriatın bir bölümü olduğu gayet açık bir şekilde anlaşılmış olacaktır.


....عن المقدام بن معد يكرب ، عن رسول اللّه صلى اللّه عليه وسلم أنه قا ل : ألا إنِّي أوتيت الكتاب ومثله معه


“…. Resulullah s.a.v buyurdular ki : Dikkat edin ! Bana Kur'an ve bir de misli verildi ….. “

EBU DAVUD : 5.C.4604.N


“…. Ve yine bir hadisi şeriflerinde Allah Resulü s.a.v şöyle buyur-maktadır : Size kendisine sarıldığınız takdirde dalalete düşme-yeceğiniz iki şey bıraktım. Bunlar, Allah ın kitabı ve benîm süne-timdir "

HAKİM : 1. 93.S


Ayet ve hadislerin açık ifadelerinden de anlaşıldığı gibi, insanların tabi olmaları için indirilen bu şeriat, resulün Allah'tan alarak insanlara öğrettiği, okuttuğu, talim ettirdiği ve sarılmalarını emrettiği kitap ve sünnet'ten ibarettir.











TACUDDİN EL- BAYBURDİ
 
Aguyu altın tasta sunalar, bal da onun suç ortağı!

İnsanlar Kitap ve Sünnetle hüküm vermekten ve onlarla muhakeme olmaktan yüz çevirip, sadece bunların yeterli gelmeyeceğine inandıkları ve bunların dışında görüşlere, kıyaslara baş vurdukları, bunları ve şeyhlerin görüşlerini güzel saydıkları zaman;
Bu kimselerin fıtratlarında bir değişme baş gösterir.


Bismillah. Daha ilk cümlenizde tezata düştünüz, çuvalladınız. Niye mi? Çünkü aşağıda alıntıladığım, sizlere örnek olarak sunduğum ayet seni yalanlıyor. Bak; Rabbi Zülcelal ne buyuruyor: “O halde yüzünü dine bir hanif olarak tut; o Allah fıtratına ki insanları onun üzerine yaratmıştır! Allah yaratışına bedel bulunmaz, doğru din odur ve lakin nasın ekserisi bilmezler.” (Rum : 30)
Demek ki Allah’ın (cc) yaratışına denk gelecek bir değişim söz konusu değil. Her insan kendi fıtratının gereğini yerine getiriyor.

Ehl-i tasavvuf; hiç bir zaman ve hiç bir koşulda Kur’an dışı, sünnete aykırı oluşumların içerisinde yer almadığı gibi, bu yolda kendisine rehberlik yapan mürşidini de Kur’an ve sünnet dışı bir anlayış ve fiilde görmemiştir, göremez de! Nasıl olsun ki; etrafında Kur’an merkezli fıkıh alimleri, molla halifeleri var! Bir an olsun yanından ayrılmazlar.


Kalplerinde zulüm oluşuverir ve anlayışlarında bir sakatlık ve akıllarında bir ahmaklık meydana gelir.



Ehl-i tasavvuf için tarikat, aklı olanlar için bir tercihtir. Akılsızlar zaten yol alamaz. Zaten bu yolda akılsıza da yer yok. Bu sözü söyledim diye seni veya tarikat içerisinde yer almamış diğer insanları da akılsız yerine koymuyorum. Sadece senin ile meşveret ediyorum şuan, o yüzden bu sözümün muhatabı sensin. Çünkü; seninde bir mürşidin var. Sen de akıl ve muhakeme ile bir yola girmişsin. Yazısını alıntıladığın Bayburdi hoca (ki; kendisini pek tanımıyorum) yazdığı kitaplar ve sohbetleri ile senin gönlünde yer etmiş. Seni, gönlüne hoş gelen yol ile irşad etmiş.

Fakat, bana itikadi yönden ters açı oluşturan bu kişiyi, senin bu örnek aldığın insanı istesem ben de eleştirebilirim. Ama bu hakaret etme hakkını bana vermez. Örnek mi? “İstiva konusu” Haşa! Allah’ı gökyüzünde bulunuyor demek ile subhaniyet vasfını yok etmek gibi mesela. Yüce Rabbi Zülcelal’e yer tayin etmek ki, küfr’dür! O (cc) zaman ve mekandan münezzehtir. Sübhandır! Nerde kaldı bir yer işgal etmesi ?

İşte bu tip insanları bu hasletler kuşatıverir ve ona galip gelir.
Hatta küçükleri bunlarla eğitmekte, yaşlıları ise buna sevk etmektedirler. Bunu kötü bir iş olarak da görmezler.
Bu öyle bir hâl alır ki;
- Artık doğrunun yerini bid'at,


Ehl-i tasavvuf; bidatleri kırmak için savaşır, mürşid-i kamil vasfındaki insanlar, bunları; etrafındaki insanlara anlatmak için gayret eder.

Aklın yerini cehalet,


En başta da belirttiğimiz gibi, ehl-i tasavvuf; akıl ile yol alır bu yolda. Aklı olmayan yol alamaz. Var olan aklını da ilim gayesi ile harcar. Önce Kur’an’ı anlamak için, daha sonra sünnetlerin Kur’an’a uygunluğunu görmek için hep aklını kullanır. Akıl ışıktır, Rabbi Zülcelal’den gelen nur’dur. Bunu böyle bildiği için de gelen nimeti ziyan etmez, kiralamaz.

Rüşdün yerini heva,


Ehl-i tasavvuf; hevasına uymaz, uyarsa mürşidi ile arasında varolan bağı koparmış olacağına inanırki, doğrudur. Kalben bağlılık ise, ispatlı bir bağlılıktır, bu ispat heva ile aynı yerde bulunmaz.

Hidâyetin yerini sapıklık,


Ehl-i tasavvuf; sapıklıktan beridir. Sadece fiili değil, aynı zamanda fikri sapıklıkları da her zaman gözetler ve onların imhasına uygun yol tercih ve metodları Kur’an ve sünnet ışığında yok etmeye çalışır. Hidayetin; Rabbi Zülcelal’in ikramı olduğunu bilir. Kişinin çalışarak hatta ağzı ile kuş tutarak da olsa hidayete eremeyeceği gerçeğini bilir. Hidayet Rabbi Zülcelal’in kudretindedir ve tasarruf hakkını da peygamberler (aleyhissalatüvesselam ecmain) dahil hiç kimseye vermemiştir. Zat-ı Zülcelal dilediğinin kalbine ilka eder.

İyiliğin yerini kötülük,


Ehl-i tasavvuf; diğer kardeşlerini iyilik yolunda geçmek için yarışır. Gerçek hakk olan yarışın Allah (cc) yolunda olduğu gerçeğini hiçbir zaman aklından çıkarmaz. Bilmeden birine bir kötülüğü dokunduğu takdirde, o kişinin zararını tazmin edip, gönlünü alıp, helalleşinceye kadar da uğraşır.

İlmin yerini cahillik,


Ehl-i tasavvuf;Bu konudan en başta bahsettik, bir daha tekrar olmasın ki okuyan diğer insanlar ofset sanmasın.


İhlasın yerini riya,


Ehl-i tasavvuf; bu yolun rükünlerinin en başında ihlas ve samimiyet olacağını bildiği için, en başta bu yola samimi bir tevbe (tevbe-i nasuh) ile girer. Samimiyetin olduğu yerde, ihlasın dustur edildiği bu yolda, riya heba olmak zorundadır. Eğer aksi bir durum var ise; kişi kendi akidelerini gözden geçirmelidir.

Hakkın yerini bâtıl,


Ehl-i tasavvuf; Hakk adına konuşur, yazar, çizer. Batıl, Kur’an’da zemmedilmiştir. Batıl, helak olmak zorundadır. Helak olacak bir şeyin peşinden koşmak da akideye tezat oluşturacağı için, ne kadar akli bir yoldur, düşünenler için yeterlidir.


Doğrunun yerini yalan,


Ehl-i tasavvuf; doğrular ile bu yolda yol alır. Rabbi Zülcelal’in “doğrular (sadıklar) ile beraber olun” emr’i gereği, bu emr’e binaen zaten bu yola girmiştir. Yalan, şeytan işidir. Şeytan da doğrulşar ile zaten beraber değildir.


Nasihatin yerini vurdumduymazlık..


Ehl-i tasavvuf; “Din; nasihattir” hadisi şerifini duyduğu için, etrafında yer alan insanlardan da her dem nasihat talep ettiği için bu iddianız, varolan gerçeğe aykırı değil; tam bir iftiradır! Eğer nasihatlardan bir ders almaz ise, işte o takdirde sizin bahsettiğiniz vurdumduymazlık meydana gelmiş olur. Bunun suçu da nasihat de değil, bilakis idraktedir.


Adaletin yerini de zulüm alır.


Ehl-i tasavvuf; Allah’ın Adl (cc) sıfatını duymuştur. Adalet ile hareket etmeyen insanların, helak olacağını Kur’an’da görmüştür. Her işinde adil olmaya çalışır. Adalet müslümanın eli ile yol bulmuş ve Allah’ın nusreti ile de tecelli etmiştir. Osmanlı padişahlarının hemen hemen tamamı (birkaç istisna hariç) ehl-i tasavvuftur ve bu imparatorluk 700 yıl gibi bir zaman “adaletli” olması hasebi ile halen samimi düşmanları tarafından da takdir edilmektedir. En basit örneği; o kadar fitne ve fücularına rağmen, gittikleri her ülkede kargaşa ve kavga çıkarmalarına rağmen İspanya kıyılarında canının derdine düşen Yahudileri ölüme terk etmemiş, zalimin karşısında yer alarak bu kişileri kendi toprağına sırf Allah’u Zülcelal’in “Adl” sıfatının anlam büyüklüğünü dünya aleme deklare ettirmiştir.

Yazık; sizler edemiyormusunuz!


Hikmet! O başlı başına bir ilimdir. Bunu az da olsa! Açıklamaya ne benim kudretim yeter, nede sizin okumaya gücünüz yeter. Ama, inşallah ara ara bu konuya gerek ayetler ışığında, gerekse de hadis-i şerifler ile açıklamalı olarak değiniriz.

Bugünlük bu kadar.


 
Teşekkür ederim Radikal...

Bir söz var, " Ele verir talkını, kendi yutar salkımı"

İşte aynen böyle bir manzaraya şahidiz burada...
 
***Cevap***

***Cevap***

ŞEMSEDDİN TEBRİZİ :Mevlânâ Şems-i Tebrizî'nin Kimya adında bir karısı vardı. Bir gün Şems hazretle­rine kızıp Meram bağları tarafına gitti. Mevlânâ haz­retleri medresenin kadınlarına işaretle : " Haydi gidin Kimya Hatunu buraya getirin; Mevlana, Şemseddin'in gönlü ona çok bağlıdır " buyurdu. Bunun üzerine kadın­lardan bir grup onu aramaya hazır-landıkları sırada Mevlânâ, Şems'in yanına girdi. Şems, şahane bir ça­dırda oturmuş, Kimya Hatunla konuşup oynaşıyor ve Kimya Hatun da giydiği elbiselerle orada oturuyordu. Mevlânâ bunu görünce hayrette kaldı. Onu aramağa hazırlanan dostların karıları da henüz gitmemişlerdi. Mevlânâ dışarı çıktı. Bu karı kocanın oynaşmalarına mâni olmamak için medresede aşağı yukarı dolaştı. Son­ra Şems " içeri gel " diye bağırdı. Mevlânâ içeri girdiği vakit, Şems'ten başkasını görmedi. Bunun sırrını sor­du ve : " Kimya nereye gitti " dedi. Mevlânâ Şems : " Yü­ce Tanrı beni o kadar sever ki istediğim şekilde yanıma gelir. Şu anda da Kimya şeklinde geldi " buyurdu, işte Bayezid'in hali de böyle idi. Tanrı ona daha sakalı bit­memiş bir genç şeklinde göründü.


MENAKİBU ARİFİN : 2 – 56.57.69.70.S - AHMED EFLAKİ - M.E.B ŞARK İSLAM KILASİKLERİ . İST.1989

SULTAN VELED :Sultan Veled'den nakledilmiştir ki : Bir gün ileri gelen sofiler babam Hudavendigâr'dan : " Abu Yezid : Ben Tanrı'mı daha sakalı bitmemiş bir genç şeklinde gördüm, buyuruyor. Bu nasıl olur ? " diye sordular. Babam : " Bun­da iki hüküm vardır : Ya Bayezit Tanrı'yı sakalı bitme­miş genç şeklinde görmüş, yahut ta Bayezid'in meylinden ötürü Tanrı onun gözüne bir genç çocuk suretinde gö­zükmüştür " dedi.

MENAKİBU ARİFİN : 2 – 56.57.S -AHMED EFLAKİ - M.E.B ŞARK İSLAM KILASİKLERİ . İST.1989


İMAM RABBANİ : Bu insanın da meşhur Mektubat isimli eserini okudu-ğunuz zaman, onun da aynı inanca sahip olduğunu ve Allah’ın bütün eşyaya hulul ettiğini zikrettiğini göreceksinizdir…. İşte bu kimsenin de çirkin sözlerinden bazıları :

….. Tarikat edeplerine dair işlere devamım sırasında,Yüce Allah’ın zahir ismine bir zuhur yeri olma şerefine erdim.Hem de tam manası ile her şeyden ayrı bir manada. O kadar ki ; bütün eşyada,tek tek bu tecelliyi gördüm.Özellikle kadınların kisvesinde.Hatta ayrı ayrı her uzuvlarında.Bu kadınlar zümresine o kadar ram oldum ki,anlatamam. Bu ram olam işinde çaresiz bir duruma düştüm ….


MEKTUBAT : 1.C.1. MEKTUB 38.39.S – MERVE YAYINLARI İST





Şems’i Tebrizi Nefahatu’l Üns’te Beyazid’i Bestami’nin Muhammed’den üstün olduğunu açıkça söylemektedir … “

NEFAHATU’L ÜNS : 640.S





Sultan veled buyurdu ki : “ bir gün babam medresede bilgiler saçıyordu. Bu arada dedi ki : halis mürid kendi şeyhinin herkesten üstün olduğuna inanan kimsedir.Mesela,“ Bir adam Beyazid’in müritlerinden birine : senin şeyhin mi büyük Ebu Hanife mi ? diye sordu. Mürid : “ benim şeyhim “ diye cevap verdi. Sonra : “ Ebu Bekir mi büyük,senin şeyhin mi ? diye tekrar sordu. O yine : “ benim şeyhim “ diye cevap verdi. Nihayet o birer birer sahabeyi saydı,fakat mürid yine şeyhinin hepsinden üstün olduğunu söyledi.Sonra : Muhammed mi üstün, senin şeyhin mi ? dedi. O yine : “ Benim şeyhim büyüktür dedi “ En sonunda : “ Allah mı büyük,senin şeyhin mi ? “ diye sordu. Mürid : “ Ben Allah’ı şeyhimle gördüm, şey-himden başka bir şey tanımam “ dedi.

MENAKİBU ARİFİN : 1.C.324.S




Eğer bunlarıda Burdan kaldırıp başka yere koyarsanız Size Hakkımı helal etmiyeceğim Ahirette yakanıza yapışacağım bunu bilin Gerçekleri gizleyenden daha sapık kim olabilir Bunların neresi Kitap ve sünnete uyuyor söylermisin bana Daha senin tasavvuf ehli dediğin savunduğun kişilerin buraya Mesnevide gecen hikayeleri yazmadım burda çoluk çoçuk bayanlar var ahlaklı kişiler var ahlakını bozmak istemem onların Şimdi sende akıl sahibi biri isen bu sözlerin kur an ve sünnet ile uzaktan yakından alakası olmadığını anlarsın Haşa Allah ı kadın süretinden gören Haşa Allah ile oynaşan bu şahısların ve Allah ı kadın süretinden gören bu zihniyetlerin Allah cc fersah fersah uzaktır Allah bunların söylediklerin Uzak ve yücedir Bunlar sadece bir iki örnek yok efemdim siz bu kişilerin belli sözlerini alıp buraya koyuyorsunuz ama onlar bir sürü hizmet vermişler islama falan filan kardeşim okuyorsun ve anlıyorsun Allah küfür ediyor açık açık Allah ile seviştiğini söylüyor bak bunlar senin savunduğun tasavvuf ehlinden bazıların zırvaladıkları bir kaç söz ?
 
Sen !

Yazdıklarınla bir şey yakaladığını sanıp, haza gelme. Senden önce de bu "alıntılarla" ahkam kesen çok adem savdı bu Forum.

İslamiyeti seçen, Müslüman olan ve mümin gibi yaşamak istiyorsan, İslamın edebi ile edeblen ki, yazdıklarından bir şeyler hasıl olsun.

Aç mesajlarına ve bak. İncele. Derin, derin...

Sadece ve sadece Müslümanım diyenleri, İslam için yola çıkanları, insanlara sevgi, iman, ihlas aşılamaya çalışanları karalamışsın hep.

O ne kadar iman ve amelin var ki, hiç korkmadan, hiç sıkılmadan, önüne kim çıkıyorsa tekfir ediyorsun.

Bulunduğun hizbin eline dayanak ettiği ve ne için, neden, nasıl, ne anlamda, ne makamda yazıldığından gafil, cımbızlanmış alıntılarla; sıradan; aklen ve ilmen çok şeyden noksan ve de tasavvufi ifade, terim ve tarzların ne olduğundan bi haber; her lafzı karineleri küfre tebellüğ ettirip İmamı Rabbaniyi, tarikat liderlerini karalayınca, sizin tarikatın başı göğe mi değecek, yoksa sana bir post mu tahsis edilecek!

Yazdığın yazıların hiç birisinde kendi ilminden ne bir eser, ne bir emare var. Kurulmuş, sıradan bir makine.

Bölük pörçük alıntılar ile ne Rabbani gibi bir alimi, ne de en aciz bir kulu bu şekilde tacize bu Forum da hakkın YOK.

Malesef burası evveliyatla İslam'ın edebini taşıyanlara hizmete aday ve o amaca matuf bir platformdur. Kimsenin karalama tahtası değil.

Bu konuda sizi daha öncede uyardık, uyardık, uyardık...

Bu ise son uyarıdır. Hassasiyetle takip edileceksiniz.

Bir kez daha İslami şahsiyetler hakkında bilir-bilmez; anlar-anlamaz; ileri-geri isnatlar taşıyan mesajlarla taciz, tekfir ve telkinde bulunursanız, Forum Kuralları hakkınızda hiç bir iyi niyet ittihaz etmeden uygulanacaktır
.
 
***Cevap oku ve düşün***

***Cevap oku ve düşün***

Hamd, yalnızca Allah'adır. O'na hamdeder. Ondan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amel­lerimizin kötülüklerinden O'na sığınırız. Allah kimi hidâyete erdirirse, onu saptıracak yoktur, kimi de saptırırsa, onu hidâyete erdirecek yoktur.

Allah Teâlâ'dan başka ilah olmadığına, O'nun bir olduğuna ve ortağının bulunmadığına şehâdet ederim.Ve Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-'in Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna şehâdet ederim.

Bundan sonra:"Muhakkak ki, sözlerin en doğrusu Allah'ın kelâmı, yolların en hayırlısı, Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-'in yoludur. İşlerin en kötüsü ise, sonradan uydurulandır.Sonradan uydurulup dine sokulan her amel bid'at, her bid'at sapıklık, her sapıklık da ateştedir" (Müslim; 867)

Din, insanları kendi irâdesiyle doğru yola çağıran ilâhî, yani Allah Teâlâ tarafından va'z ve teşri' edilmiş bir kanundur. Allah'tan başka din va'z etmeye veya dinin bazı hükümlerini değiştirmeye kimsenin yetkisi yoktur.

Din, insanın ahlâkını düzeltmeyi, vicdanını temizlemeyi, ferdin ve toplumun yararlı olmasını sağlamayı, nihâyet insanın dünya ve âhiret saâdetine kavuşmasını temin etmeyi hedefleyen, bütün maddî kuvvet ve kanunlardan ayrı manevî ve vicdanî bir kanundur.

Dinin, insanın her şeyini bilen, ihtiyacını temin kudretinde olan, dolayısıyla dünya ve âhirette insanı saâdete götürecek yolu gösteren, yalnız bir insanda değil, bütün insanlarda, kainatta mutlak bir tasarruf ve idâre kuvvetine sahip olan Al­lah Teâlâ tarafından va'z ve teşri' edilmiş olması gerekir.

Din, Allah Teâlâ'nın koyduğu ve peygam­berleri vasıtasıyla insanlara bildirdiği esas ve kanunlardır.Allah'tan başka hiçbir kimse, din koymaya yetkili değildir.Bunun için hiç kimse, Allah'ın emri olmayan hiçbir hükmü koyamaz ve hiçbir emir veremez.Allah Teâlâ, peygamberin kendi fikirlerini din diye tebliğ edemeyeceğini kesinlikle beyan etmektedir.

"O, (Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-) arzudan konuşmaz.Onun, (Peygamberin) söylediği vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir." (Necm Sûresi: 3-4)

Din, ilahî bir kanundur.Ancak dünyada birçok dinlerin mevcut olduğunu görüyoruz.Bunların hepsinin hak olduğunu kabul etmek imkansızdır.Zira bu dinler arasında birçok ihtilaflar vardır.Bu ihtilafların hepsi hak olamayacağına göre, birinin hak ve doğru, diğerlerinin bâtıl ve yanlış olması gerekir. O zaman ortaya bir sorun çıkmaktadır: O halde bunların hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğunu ve hangisine uymamız gerektiğini nasıl öğreneceğiz.

Örneğin hıristiyanlığın esası, tevhid akîdesi olduğu halde, bu akîde papazlar tarafından değiştirilerek teslis (üçleme) sekline sokulmuştur.Onlara göre kainâtın yaratıcısı üçtür.Ancak kendileri bile bu üçün kimler olduğunda ittifak edememişlerdir. Kimisine göre Allah, İsa ve Ruhul-Kudüs, kimisine göre Allah, İsa ve İsa'nın anası, Kimisi de yaratıcının yalnız İsa olduğunu, bir kısmı da İsa'nın Allah'ın oğlu olduğunu iddiâ etmişlerdir.

İşte görülmektedir ki böyle bir din gerçek din olmaktan çok uzaktır. Diğer dinler de buna benzer hurâfelerle doldurulup gerçek kimliklerini kaybetmişlerdir. Şu halde bize Allah Teâlâ tarafından gönderilen ve hiçbir değişiklik ve tahrife uğramayan bir din aradığımız zaman karşımızda yalnız İslâm dinini buluruz. Zira Allah Teâlâ tarafından gönderildiği ve Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem- tarafından bize tebliğ edildiği gibi durmak­tadır.

İslâm dini, her zaman, her yerde, her ferdin ve her toplumun bünyesine uygun ve dinin her türlü ihtiyaçlarına cevap verir.Şu halde Allah Teâlâ tarafından gönderilmeyen emir ve hükümlerin hiçbirinin İslâm dininde yeri yoktur. Sonradan uydurulup "Din" diye ortaya atılan işleri bizzat Allah Rasûlü-sallallahu aleyhi ve sellem- reddetmiş ve şöyle buyurmuştur:

"Her kim ki bu işimizde (dininimizde), onda olmayan bir şey ihdas ederse, o şey kendisine reddedilir" (Müslim)
Çünkü dinimizin eksik tarafı yoktur.

Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Bugün size dininizi tamamladım." (Mâide Sûresi: 3)
Âyet-i Celîlesi ile Cenâb-ı Hak dinin eksik kalmadığını beyân etmektedir. Eğer her uydurulanı din olarak kabul edecek olursak, o zaman din adına hiç birşey kalmaz.O takdirde herkes ayrı bir fikir ileri sürer, bunu din diye kabul ettirmeye çalışır ve her fikir ayrı taraftar bulur, böylelikle sayısız dinler meydana gelmiş olur. Tıpkı günümüzde mezhep ve tarikatların bol olduğu ve birbirleriyle takışmasınlar diye millete hak diye yutturdukları gibi.

Allah Teâlâ:
"Şüphesiz benim dosdoğru olarak yolum budur. Ona uyun ve ayrı yollara uymayın ki sizi onun yolundan ayırıp parçalamasınlar" (En'âm Sûresi:153)
Âyet-i Celilesi ile bizleri İslâm dininde toplanmaya, ayrı ayrı yollara sapmamaya dâvet etmektedir.

Din ve ibâdet işlerinde hiçbir yenilik kabul edilemez.Çünkü o zaman din değişir ve aslına aykırı düşmüş olur.

Mesela, farz olan namazlar beş iken, biz onlara iyi diye altıncı bir farz ilâve edebilir miyiz?

Ramazan orucu iyi diye bir aydan, bir buçuk aya çıkarabilir miyiz? Böyle birşey yaptığımız takdirde bunu asıl çığırından çıkarıp başka bir şekle sokmuş olmuyor muyuz? Ve bu yapılan dini değiştirmek değil midir?
Biz, bize nasıl emredilmişse öyle yapmak zorundayız.
Allah Rasûlü-sallallahu aleyhi ve sellem-şöyle buyurmaktadır:
"Dinde uydurulmuş işlerden sakının.Çünkü uydurulmuş her şey bid'attır. Her bid'at sapıklıktır. Her sapıklık da ateştedir." (Müslim; 867)

Allah Rasûlü-sallallahu aleyhi ve sellem- başka bir hadiste şöyle buyurmaktadır:
"Her kim ki bu işimizde (dininimizde), onda olmayan bir şey ihdas ederse, o şey kendisine reddedilir" (Müslim)

Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem- bid'atleri reddet­tiği gibi, onun vefâtından sonra arkadaşları da bu yolda titiz davranarak dinden olmayan işlerle mücadele etmişlerdir.

Mesela sahâbenin ileri gelenlerinden Abdullah b. Mes'ud-Allah ondan râzı olsun- bir mescitte akşam namazından sonra cemaatten birinin; şu kadar Subhanallah, şu kadar Elhamdulillah, şu kadar Allahu Ekberr getirirseniz, dediğini ve cemaatin da öyle yaptığını haber almış, bunun üzerine oraya gitmiş, öyle dediklerini işitmiş ve onlara kızarak şöyle demiştir:

"Ben İbni Mes'udum.Sizler bu hareketinizle ya haksız yere bir bid'at getirdiniz, ya da Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-'in ashâbına ilimce üstün geldiniz."
Din, yegâne mercii olan Allah Teâlâ tarafından nasıl bildirilmişse,o şekilde olması gerektir.Şu halde, dine yapılan ilâveler asla din olamaz ve dinin çerçevesini aştığı için insanı helâka götürür.

Allah Rasûlü-sallallahu aleyhi ve sellem- bir hadiste şöyle buyurmaktadır:
"İfrattan sakının.Çünkü önceki milletlerin helâk olmalarının sebebi, dinde ifratları idi." (Nesai)

Konunun bu aşamasında, müslü­manlığın ve İslâm toplumunun sînesinde öyle derin bir yara açan ve tedâvisi hiç de kolay olmayan modern putperestliğe ve tasavvufa biraz değinmek istiyorum. Çünkü bu yara asırlarca açık kalmış, gittikçe derinleşmiş, derinleştikçe de etrafa yayılmış ve nihâyet İslâmiyetin her tarafını sarmıştır.

Bu yara nedir biliyor musunuz?
Tefrika, müslümanları parçalamak, müslümanları gruplara bölmek, ayrı ayrı fikirler etrafında toplamak ve böylece İslâmiyetin muhteşem binasını ve İslâm câmiası içindeki milletlerin milli birlik ve beraberliklerini yıkıp ortadan kaldırmaktır.Derin yara işte budur. İslâmiyetin ilk çağında bütün müslümanlar, Allah Teâlâ'nın:
"Müminler ancak kardeştirler." (Hucurât Sûresi: 10)
Emri etrafında toplanmışlar,

Allah Teâlâ'nın:
"Dini doğrultun ve onda tefrika yapmayın" (Şurâ Sûresi:13)
Emrine sâdık kalmışlar ve Allah Teâlâ'nın:
"Allah'a ve Rasûlüne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin.Aksi halde başarısızlığa uğrarsınız ve kuvvetiniz yok olup gider.Sabredin, şüphesiz ki Allah sabredenlerle beraberdir" (Enfâl Sûresi: 46)

Emrine inanarak çalışmışlar ve bunun için üstün başarılar sağlamışlardır.
Müslümanların parça parça olduk­ları, her bir grubun İslâmiyet yerine, ayrı bir tarikat etrafında toplandığını, her birinin ayrı bir akîde ve fikir ortaya attığını, kendi etrafında çoğalmakla uğraştığını, Allah Rasûlü-sallallahu aleyhi ve sellem-'in kurduğu İslâm kardeşliği yerine tarikat kardeşliğinin tesis edildiğini ve bu sebeplerden dolayı İslâm birliğinin parçalandığını açıkça görmekteyiz. Câmiye giren yabancı birisinin müslüman olup olmadığını sormaya bile kimsenin yetkisi yok iken; bu kimseler, sevap kazanmak niyetiyle zikirlerine katılmak isteyen saf ve temiz vicdanlı müslümanı hangi hakla "Bizden misin? Değil misin?" diye sorguya çekmektedirler.

İnsanlar put, hayvan, güneş ve yıldızlar gibi maddelere taparlarken, Allah Rasûlü-sallallahu aleyhi ve sellem- bu inançları yıkmış ve bütün insanları tek bir ilâh olan Allah Teâlâ'ya ibâdet etmeye dâvet ve sevketmiştir. Ne yazık ki tarikatçılar bu esası da bozarak İslâm dinine PUTPERESTLİĞİ tekrar sokmuşlardır. Ama bu putperestlik, cansız putlara tapmak değil de insanları putlaştırıp onlara tapmak olmuştur.Bu modern putperestlik, tarikatlerdeki RÂBITA OLAYIDIR.
Şöyle ki; "Mürit, günlük virdinde (zikrinde) diz çökerek oturur, gözlerini yumar, akıl ve kalbini her şeyden tahliye eder, şeyhini gözü önüne ve hayaline getirip yalnız ve yalnız onu düşünür.O anda bütün ruhu, aklı, şuuru ve kalbiyle şeyhe bağlanır.O kadar ki hayalinde ondan başka birşey yoktur. Kimisi birkaç dakika, kimisi daha fazla, kimisi bir saat, kimisi de saatlerce böyle kalır."
Bu yapılan, putperestliğin tâ kendisi değil midir?
İslâm dininin neresinde böyle birşey vardır?
Sonra bundan maksat nedir?

Onlar, Allah Teâlâ'dan değil de şeyhlerinden korkmaktadırlar.
Bu yapılan amel, Allah Teâlâ'ya ortak koşmak değil midir?
Allah Teâlâ ile kul arasında vasıta ancak dindir.İnsan, Allah Teâlâ'ya kavuşmak ve O'nun rahmetini kazanmak için dine uyar ve emirlerini yerine getirir.İnsana dinini öğreten Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem- ise sadece öğret­mendir.
Bazı şeylerin tekellerine aldıkları şeylerden birisi de tevbedir. Onlara göre herkes mutlaka şeyhin yanında tevbe etmek zorundadır.Bunun için tarikata girerek adam önce tevbe ettirilir.Sanki şeyler, Allah Teâlâ'nın vekili imiş gibi. Özellikle zikir ve duâların tamamı, bu şeyhlerin emri altındadır. Tarikata giren bir kimse hangi zikri ve duâyı kaç defa okumak için şeyhten emir aldıktan sonra yalnız onu emrolunduğu kadar okur. Şeyhin izni olmadan okunan zikirler insana fayda vermezmiş.

Bunu insanlara anlatmak, İslâm âlimlerinin en başta gelen görevidir. Bunların toplanıp deflerle, dümbeleklerle, ilâhiler söyleyerek tepinmeleri, bağırmaları, çağırmaları havaya zıplamaları, yorulunca vekillerinin yeter demeleri, bunun üzerine hepsinin durup zikri bitirmeleri tam bir karnavaldır.Bu müritler boş yere yorulmaktan ve tepinmekten başka bir şeye yaramazlar. Zavallılar bu gürültünün, dinin bir emri ve dolayısıyla sevap olduğunu sanmaktadırlar.Bir de bu zikirlerin kadınlarla yapılanı var ki ona hiç girmek istemiyorum.Bir de iyice anlaşılsın diye, bunların çıkardığı Seyyidlik efsanesi yani Allah Rasûlü-sallallahu aleyhi ve sellem-'in neslinden gelme iddiâsı onların uydurma­larıdır.

Bu konuda Allah Teâlâ:
"Allah katında makbul olanınız en fazla muttaki olanınızdır" (Hucurat Sûresi: 13)

Allah Rasûlü-sallallahu aleyhi ve sellem-:
"Ey Muhammed kızı Fatıma! Ey Abdulmuttalip kızı Safiyye! Ey Abdulmuttalip oğulları! Ben sizin için Allah'tan hiçbir şeye mâlik değilim" (Müslim)
Allah Rasûlü-sallallahu aleyhi ve sellem- Vedâ hutbesinde:
"Allah Teâlâ sizin üzerinizden câhiliyet fenâlıklarını, baba ve atalarla öğünmeyi izâle etmiştir.Bütün insanlar, Adem'den ve Adem de topraktan yaratılmıştır" (Tirmizi)

Ancak şeyhler, bu esası da değiştirerek câhil halkı kandırıp Seyyid olduklarını her vesileyle söylerler. Bir de bu şeyhlere verilen ünvanlar vardır ki bu konuya değinmeden geçemiyeceğim.Bu ünvanlar: Gavs, Kutup, Kutbul-fert, Kutbu âlem
Bu gibi ünvanlar, Peygamberimize bile verilmemiştir.Ancak bu şeyler, bu ünvanlara kendilerini lâyık görmüşler, câhil insanlar da Allah Teâlâ'nın ulûhiyyet sıfatlarını bu şeyhlere vermişlerdir.

"Birgün adamın biri Rasû Ekrem Efendimize: En hayırlımız, en hayırlımızın oğlu! tarzında hitap etmiş. Al­lah Rasûlü-sallallahu aleyhi ve sellem-: "Ey insanlar Allah'tan korkun ve şeytana uymayın.Ben yalnız Abdullah oğlu Muhammed'im.Allah'ın kuluyum. Allah Teâlâ beni elçilikle şereflen­dirdi. Bana bundan fazlasıyla tazim göstermenizi istemez." (Ebu Davud)

Sözün özüne dönersek, İslâm dininde tasavvuf ve tarikatçılık diye bir kurum yoktur.Bugün tasavvuf ve tarikatçılık bir meslek haline gelmiştir. Mezhepler nasıl başlı başına bir din halini almışsa, tasavvuf da kendi başına bir dindir ve İslâmiyetle alakası sadece onun içinde gibi gözükmesidir.Kitap ve Sünnette tasavvufla ilgili bize hiçbir şey bildirilmemiştir.Şayet tasavvufİslâm'dan gelmiş olsaydı, Hindistan ve İran'dan değil de, Mekke ve Medine'den çıkardı. Bu konuda ne kadar yazı yazılsa azdır. Burada tasavvuf tuzağına yakalanan yani şirke düşen bütün ihsanlara sesleniyorum:

Gelin dininizi, Allah Teâlâ'nın kitabı Kur-an'ı Kerim'den ve Allah Rasûlü-sallallahu aleyhi ve sellem-'in sahih hadislerinden öğreniniz.
Peygamberimiz-sallallahu aleyhi ve sellem- Veda haccında irad ettiği meşhur hutbesinde şöyle buyurmuştur:
"Size öyle bir şey bırakıyorum ki, ona sımsıkı sarıldıkça asla dalâlete sapmazsınız.Bu da Allah'ın kitabıdır." (Buhari)

Yine başka bir hadiste şöyle buyurmuştur:
"Size iki şey bırakıyorum. Bu iki şeye sımsıkı bağlandığınız müddetçe asla doğru yoldan sapıtmazsınız.Bu iki şey, Allah'ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir". (Muvatta)

Allah Teâlâ da bu konuda şöyle buyurmaktadır:
"Ey îmân edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığında Allah'a ve Rasûlüne icâbet edin. Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz gerçekte O'na götürülüp toplanacaksınız" (Enfal Sûresi: 24)

Hamd Allah a Mahsustur Salat ve Selam Muhammed s a v ın üzerine olsun (Amin)
 

Eğer her uydurulanı din olarak kabul edecek olursak, o zaman din adına hiç birşey kalmaz.O takdirde herkes ayrı bir fikir ileri sürer, bunu din diye kabul ettirmeye çalışır ve her fikir ayrı taraftar bulur, böylelikle sayısız dinler meydana gelmiş olur. Tıpkı günümüzde mezhep ve tarikatların bol olduğu ve birbirleriyle takışmasınlar diye millete hak diye yutturdukları gibi.

Konunun bu aşamasında, müslü*manlığın ve İslâm toplumunun sînesinde öyle derin bir yara açan ve tedâvisi hiç de kolay olmayan modern putperestliğe ve tasavvufa biraz değinmek istiyorum. Çünkü bu yara asırlarca açık kalmış, gittikçe derinleşmiş, derinleştikçe de etrafa yayılmış ve nihâyet İslâmiyetin her tarafını sarmıştır.

Allah Rasûlü
-sallallahu aleyhi ve sellem-'in kurduğu İslâm kardeşliği yerine tarikat kardeşliğinin tesis edildiğini ve bu sebeplerden dolayı İslâm birliğinin parçalandığını açıkça görmekteyiz. Câmiye giren yabancı birisinin müslüman olup olmadığını sormaya bile kimsenin yetkisi yok iken; bu kimseler, sevap kazanmak niyetiyle zikirlerine katılmak isteyen saf ve temiz vicdanlı müslümanı hangi hakla "Bizden misin? Değil misin?" diye sorguya çekmektedirler.


İnsanlar put, hayvan, güneş ve yıldızlar gibi maddelere taparlarken, Allah Rasûlü-sallallahu aleyhi ve sellem- bu inançları yıkmış ve bütün insanları tek bir ilâh olan Allah Teâlâ'ya ibâdet etmeye dâvet ve sevketmiştir. Ne yazık ki tarikatçılar bu esası da bozarak İslâm dinine PUTPERESTLİĞİ tekrar sokmuşlardır. Ama bu putperestlik, cansız putlara tapmak değil de insanları putlaştırıp onlara tapmak olmuştur.Bu modern putperestlik, tarikatlerdeki RÂBITA OLAYIDIR.
Şöyle ki; "Mürit, günlük virdinde (zikrinde) diz çökerek oturur, gözlerini yumar, akıl ve kalbini her şeyden tahliye eder, şeyhini gözü önüne ve hayaline getirip yalnız ve yalnız onu düşünür.O anda bütün ruhu, aklı, şuuru ve kalbiyle şeyhe bağlanır.O kadar ki hayalinde ondan başka birşey yoktur. Kimisi birkaç dakika, kimisi daha fazla, kimisi bir saat, kimisi de saatlerce böyle kalır."
Bu yapılan, putperestliğin tâ kendisi değil midir?
İslâm dininin neresinde böyle birşey vardır?
Sonra bundan maksat nedir?

Onlar, Allah Teâlâ'dan değil de şeyhlerinden korkmaktadırlar.
Bu yapılan amel, Allah Teâlâ'ya ortak koşmak değil midir?

Bazı şeylerin tekellerine aldıkları şeylerden birisi de tevbedir. Onlara göre herkes mutlaka şeyhin yanında tevbe etmek zorundadır.Bunun için tarikata girerek adam önce tevbe ettirilir.Sanki şeyler, Allah Teâlâ'nın vekili imiş gibi. Özellikle zikir ve duâların tamamı, bu şeyhlerin emri altındadır. Tarikata giren bir kimse hangi zikri ve duâyı kaç defa okumak için şeyhten emir aldıktan sonra yalnız onu emrolunduğu kadar okur. Şeyhin izni olmadan okunan zikirler insana fayda vermezmiş.

Bunu insanlara anlatmak, İslâm âlimlerinin en başta gelen görevidir. Bunların toplanıp deflerle, dümbeleklerle, ilâhiler söyleyerek tepinmeleri, bağırmaları, çağırmaları havaya zıplamaları, yorulunca vekillerinin yeter demeleri, bunun üzerine hepsinin durup zikri bitirmeleri tam bir karnavaldır.Bu müritler boş yere yorulmaktan ve tepinmekten başka bir şeye yaramazlar. Zavallılar bu gürültünün, dinin bir emri ve dolayısıyla sevap olduğunu sanmaktadırlar.Bir de bu zikirlerin kadınlarla yapılanı var ki ona hiç girmek istemiyorum.Bir de iyice anlaşılsın diye, bunların çıkardığı Seyyidlik efsanesi yani Allah Rasûlü-sallallahu aleyhi ve sellem-'in neslinden gelme iddiâsı onların uydurma*larıdır.

Ancak şeyhler, bu esası da değiştirerek câhil halkı kandırıp Seyyid olduklarını her vesileyle söylerler. Bir de bu şeyhlere verilen ünvanlar vardır ki bu konuya değinmeden geçemiyeceğim.Bu ünvanlar: Gavs, Kutup, Kutbul-fert, Kutbu âlem
Bu gibi ünvanlar, Peygamberimize bile verilmemiştir.Ancak bu şeyler, bu ünvanlara kendilerini lâyık görmüşler, câhil insanlar da Allah Teâlâ'nın ulûhiyyet sıfatlarını bu şeyhlere vermişlerdir.

Sözün özüne dönersek, İslâm dininde tasavvuf ve tarikatçılık diye bir kurum yoktur.Bugün tasavvuf ve tarikatçılık bir meslek haline gelmiştir. Mezhepler nasıl başlı başına bir din halini almışsa, tasavvuf da kendi başına bir dindir ve İslâmiyetle alakası sadece onun içinde gibi gözükmesidir.Kitap ve Sünnette tasavvufla ilgili bize hiçbir şey bildirilmemiştir.Şayet tasavvufİslâm'dan gelmiş olsaydı, Hindistan ve İran'dan değil de, Mekke ve Medine'den çıkardı. Bu konuda ne kadar yazı yazılsa azdır. Burada tasavvuf tuzağına yakalanan yani şirke düşen bütün ihsanlara sesleniyorum:


Sayın kemi
Bu konu ile alakalı geçmişte de yazılmış ve müteala edilmiş olmasına rağmen dayatma yapmaya; gerek tarikat yollarını, gerek tarikat ehlini tekfir, tenkit, taciz, aşağılama, karalama, iftira metodunuzu defalarca uyarılmanıza rağmen devama; yapıcı olmak yerine yıkma faaliyetinizin ısrarına ve Forum Kurallarını hiçe saymanıza mukabil yazılarınıza son verilmiştir.
 
Her zaman yazıyoruz, yine yazacağız ve her zamanda yazmaya devam edeceğiz. Bu konuda verdiğimiz zerre kadar emek ile hatta o zerrenin miskali kadarı ile de iftihar edeceğiz inşaallah.

Diyoruz ki; fikirlerini yaz, okuyalım, karşı bulduğumuz bir fikrin olursa beraber ikna ederek birbirimizi ilim ile ispatlayalım. Hiç bir zaman tekfir gibi, hakaret gibi sözlere tevessül etmeyelim. Ama ? Sonrasında ilmen başa çıkamadığın konuda ahkam kesmek, aslı astarı olmayan yazılar ile karalama yapmak ve sonrasında zıvanadan çıkan muhatabına "sen de çok sert yazıyorsun canım, azıcık uslubunu yumuşat" türünden sözümona dostça tavır sergilemek ! Yok böyle arkadaşım,yok!

İbn sebe köpeğinin yolundan gittiğiniz sürece, o kahrolası yahudi tohumu gibi yanmadıkça, kavrulmadıkça anlamayacaksınız. A n l a y a m a y a c a k s ı n ı z !

Tevhidden bahseden bir mevlana, haşa ki sümme haşa hanımını bir yabancı erkek ile oynaştıracak ! Yuhh beyninize! Yuhh kıyasınıza ! Yuhh anlayışınıza!

Kendin bir alimin peşinden gideceksin, sözlerini mutlak kabul edeceksin, her ne kadar akide olarak bir çok noktada ehl-i sünnete ters açı yapsada adın "müslüman" olduğu için sana seslenmeyen insanlara "falanca alimin peşinden nasıl gidersin, (haşa) o kafirdir" diyebilme basiretsizliğini göstereceksin.

Ne demeli şimdi ?..
 
radikalisalam abim selam olsun sana

abi bu şahısın ve bu şahıs gıbılerının yazdıgı yazıları samimi bir kalple alnını secdeye koyan bir mümin yazmaktan haya eder,
 
Geri
Üst
AdBlock Detected

We get it, advertisements are annoying!

Sure, ad-blocking software does a great job at blocking ads, but it also blocks useful features of our website. For the best site experience please disable your AdBlocker.

I've Disabled AdBlock    No Thanks