Enver Ýstek
metin mete
Panzehir bilir misiniz siz?
İşte bu ülkeye lazım olan şey odur artık... Başka türlü kurtuluşumuz yoktur bizim. Alınan bunca zehire karşı başka çaresi olan, başka bir yol bilen varsa söylesin...!
Üstelik zehirlenme "ANİ BİR YILAN YA DA AKREP SOKMASI" şeklinde tezahür etmedi. Dozajı bazen "GIDIM GIDIM" ayarlandı. Bazen de "ŞOK" edici bir etkiyle "BOCA EDİLDİ" vatanın bağrına...
Bu işte uzmanlaşmış kişiler görevlerini şimdiye kadar büyük bir beceriyle yerine getirdiler. Bu zehirlenme hadisesi o kadar yeni de değil. Neredeyse iki asırlık bir geçmişi var. O sıralar zehrin etken maddeleri bu kadar etkili değildi ve verenleri bu günlerdeki kadar bilgi ve beceriye de sahip değildi...? Yöntemleri biraz zora, güç kullanmaya dayanıyordu. İnsanlar vatanlarını kaybetme endişesini bizzat gördükleri için "PANZEHİRİ" çabuk buldular ve kurtarıcılarının peşine çabuk düştüler.
Yeni bir dönem açıldığında, zehirden iyice etkilenen ve bağışıklık sistemleri bu zehire alışanları öncelikle temizlediler. Sağlıklı ve zehire direnç kazanmış yeni bünyeler yaratmak için var gücüyle çalışan liderlerine uydular. Titreyip, kendilerine geldiler. Her yaştan milyonlarca yeni ve sağlam genç yetiştirdiler. Türklük bilinci ilim ve irfanla şekillendi. Alt yapıyı sağlam tutmak için çok çalıştılar. Özgüvenleri inanılmaz işleri başarmalarını sağladı. Kendilerini zehirlemeye çalışanlar hayretler içindeydiler. Birer birer bu yeni bünyenin ülkesine geldiler. Liderlerine övgüler düzdüler. İşbirliği için yeniden kapılarda beklediler. Artık ellerinde, dillerinde, kafalarında "O ZEHRİ" getiremediler, getirmelerine müsaade edilmedi.
Ne var ki bu dönem istenildiği, tamamen iyileşmeyi sağlayacak kadar uzun sürmedi. Liderleri, Başbuğları hastalandı. Belki de yağılar gizliden, "öldürücü zehiri" ona yedirip içirdiler...? Bütün gayretler, beklemeler boşunaydı. Başbuğları öldü...! Daha topyekün 17,5 milyon kadar nüfusları olmuştu. Yeteri kadar ne çoğalabildiler ne de çoğalanları eğitebildiler. Sadece temeli ve yetişenleri sağlam tuttular...
Başbuğlarının ölümünün hemen ertesinde başladı ikinci "ZEHİRLENME DÖNEMİ"... Öncelikle "BEYİNLERE YABANCI İDEOLOJİK ZEHİR" verilmeye başlandı. Ardından "BATI HAYRANLIĞI HASTALIĞI" belirtileri görüldü. Kültürümüz yozlaşmaya, sanatımız "TAKLİTÇİLİĞE" özenir oldu. Alt yapı yatırımları, teknolojik atılımlar bir bir terkedildi.2. Dünya Savaşı işin tuzu biberiydi. ABD ile yapılan anlaşmalar ilk bu dönemde başladı ve "BAĞIMSIZLIĞINA DÜŞKÜNLÜK" kazanan bünye ilk kez zaafiyete uğratıldı...! Demokrasiye geçiş adı altında batının istekleri kabul görünce, henüz "SEÇME-SEÇİLME-DEMOKRATİK HAKLARI KULLANMA" kabiliyeti kazanamamış bünyede, "KOMPLİKASYONLAR" baş gösterdi...!
Arada kesintiye uğrasa, "ÖZE, BAŞBUĞ DÖNEMİNE DÖNÜŞ" istekleri gündeme gelse de hep art niyetli yerli işbirlikçilerle, dış güçlerin ortak engellemeleriyle karşılaşıldı. Milliyetçi Hareket'in Başbuğu Alparslan Türkeş'in bu anlamda 1960 hareketine katılması da yeterli olamadı, O da çile çeken milliyetçilerin akıbetini paylaştı.
Cumhuriyetin sağlam atılan temelleri sayesinde "DÜŞE-KALKA" son yıllara kadar geldik. Batının, emperyalist güçlerin içimize yerleştirdiği "ZEHİRLENMİŞ BEYİNLER, BÖLÜCÜLÜK ZEHRİNİN ETKİSİNE İYİCE GİRENLER" artık birlikte hareket eder hale geldiler. "ŞEYTAN ÜÇGENİ" tam bir güç ve ivme kazandı. Dış güçler, dincilik adı altında siyaset yapanlar, bölücüler kolkola oldu. Şu anda bünye uyuşmuş, "YUTULMAYA" hazır hale gelmiş durumda.
Bundan sonra fazla tercih imkanı kalmamıştır. Bağımsız olduğu iddia (!) edilen Türkiye Cumhuriyeti'nin Dışişleri Bakanı, Brüksel'de "SUÇÜSTÜ" vaziyetinde yakalanmıştır. Bir tarafta AB Dışişleri Komisyonu üyeleri , diğer yanda enişte Lagendjik'in koluna girmiş "KIRMIZI BÜLTENLE ARANAN PKK'LI" Gülabi Dere aynı salonu paylaşmışlardır. Aynı karede yer almışlardır...! Dinciler, bölücüler, dış güçler aynı yerde buluşmuşlardır...! Dışişleri Bakanı "Türkiye Cumhuriyeti'ni", dini özgürlüklerini kullanamadıkları uydurmasıyla AB Dış İlişkiler Komisyonu'na şikayet ederken, bölücü pkk'lı da "BÖLÜCÜLÜĞÜ MEŞRULAŞTIRMAK" için komisyon üyelerinin kolunda ona muhatap edilmiştir...! Bundan ötesi var mıdır...!?
Bundan ötesi artık teslimiyettir. Bölünmeyi kabullenmektir. Egemenliği yabancılara, dış güçlere devretmektir. Bağımsızlıktan vazgeçmektir. AB; ABD ne isterse onu yerine getirmektir. Bize biçilen rolü itiraz etmeden oynamaktır.
Bütün bunları yerine getirmek için savaş mı kaybettik biz? Görünen o ki bir savaşı kaybettik. Bize verilen zehirin etkisiyle "ZİHİNLERDE, ZİHNİYETTE" gerçekleşen bir savaşı kaybettik. Tek bir kurşun atmadan, adam gibi kendimizi savunmadan...
Peki kurtuluş? Yok mu bunun çaresi? Var... Elbette var...! Bunun "PANZEHİRİ" var... Daha önce kullandığımız ve sonuç aldığımız panzehiri tekrar denemek şartıyla. Ama bu sefer hem dozu, hem de etken maddeleri biraz daha değiştirilmiş, takviye edilmiş olmak şartıyla. Bazı olumsuzlukları, yan etkileri baştan kabullenmek şartıyla...?
Bu kadar uzayınca kurtuluşu okumak ta, yazmak ta zor... Kısmet olursa onu da bir başka yazıda.....
zeybek
İşte bu ülkeye lazım olan şey odur artık... Başka türlü kurtuluşumuz yoktur bizim. Alınan bunca zehire karşı başka çaresi olan, başka bir yol bilen varsa söylesin...!
Üstelik zehirlenme "ANİ BİR YILAN YA DA AKREP SOKMASI" şeklinde tezahür etmedi. Dozajı bazen "GIDIM GIDIM" ayarlandı. Bazen de "ŞOK" edici bir etkiyle "BOCA EDİLDİ" vatanın bağrına...
Bu işte uzmanlaşmış kişiler görevlerini şimdiye kadar büyük bir beceriyle yerine getirdiler. Bu zehirlenme hadisesi o kadar yeni de değil. Neredeyse iki asırlık bir geçmişi var. O sıralar zehrin etken maddeleri bu kadar etkili değildi ve verenleri bu günlerdeki kadar bilgi ve beceriye de sahip değildi...? Yöntemleri biraz zora, güç kullanmaya dayanıyordu. İnsanlar vatanlarını kaybetme endişesini bizzat gördükleri için "PANZEHİRİ" çabuk buldular ve kurtarıcılarının peşine çabuk düştüler.
Yeni bir dönem açıldığında, zehirden iyice etkilenen ve bağışıklık sistemleri bu zehire alışanları öncelikle temizlediler. Sağlıklı ve zehire direnç kazanmış yeni bünyeler yaratmak için var gücüyle çalışan liderlerine uydular. Titreyip, kendilerine geldiler. Her yaştan milyonlarca yeni ve sağlam genç yetiştirdiler. Türklük bilinci ilim ve irfanla şekillendi. Alt yapıyı sağlam tutmak için çok çalıştılar. Özgüvenleri inanılmaz işleri başarmalarını sağladı. Kendilerini zehirlemeye çalışanlar hayretler içindeydiler. Birer birer bu yeni bünyenin ülkesine geldiler. Liderlerine övgüler düzdüler. İşbirliği için yeniden kapılarda beklediler. Artık ellerinde, dillerinde, kafalarında "O ZEHRİ" getiremediler, getirmelerine müsaade edilmedi.
Ne var ki bu dönem istenildiği, tamamen iyileşmeyi sağlayacak kadar uzun sürmedi. Liderleri, Başbuğları hastalandı. Belki de yağılar gizliden, "öldürücü zehiri" ona yedirip içirdiler...? Bütün gayretler, beklemeler boşunaydı. Başbuğları öldü...! Daha topyekün 17,5 milyon kadar nüfusları olmuştu. Yeteri kadar ne çoğalabildiler ne de çoğalanları eğitebildiler. Sadece temeli ve yetişenleri sağlam tuttular...
Başbuğlarının ölümünün hemen ertesinde başladı ikinci "ZEHİRLENME DÖNEMİ"... Öncelikle "BEYİNLERE YABANCI İDEOLOJİK ZEHİR" verilmeye başlandı. Ardından "BATI HAYRANLIĞI HASTALIĞI" belirtileri görüldü. Kültürümüz yozlaşmaya, sanatımız "TAKLİTÇİLİĞE" özenir oldu. Alt yapı yatırımları, teknolojik atılımlar bir bir terkedildi.2. Dünya Savaşı işin tuzu biberiydi. ABD ile yapılan anlaşmalar ilk bu dönemde başladı ve "BAĞIMSIZLIĞINA DÜŞKÜNLÜK" kazanan bünye ilk kez zaafiyete uğratıldı...! Demokrasiye geçiş adı altında batının istekleri kabul görünce, henüz "SEÇME-SEÇİLME-DEMOKRATİK HAKLARI KULLANMA" kabiliyeti kazanamamış bünyede, "KOMPLİKASYONLAR" baş gösterdi...!
Arada kesintiye uğrasa, "ÖZE, BAŞBUĞ DÖNEMİNE DÖNÜŞ" istekleri gündeme gelse de hep art niyetli yerli işbirlikçilerle, dış güçlerin ortak engellemeleriyle karşılaşıldı. Milliyetçi Hareket'in Başbuğu Alparslan Türkeş'in bu anlamda 1960 hareketine katılması da yeterli olamadı, O da çile çeken milliyetçilerin akıbetini paylaştı.
Cumhuriyetin sağlam atılan temelleri sayesinde "DÜŞE-KALKA" son yıllara kadar geldik. Batının, emperyalist güçlerin içimize yerleştirdiği "ZEHİRLENMİŞ BEYİNLER, BÖLÜCÜLÜK ZEHRİNİN ETKİSİNE İYİCE GİRENLER" artık birlikte hareket eder hale geldiler. "ŞEYTAN ÜÇGENİ" tam bir güç ve ivme kazandı. Dış güçler, dincilik adı altında siyaset yapanlar, bölücüler kolkola oldu. Şu anda bünye uyuşmuş, "YUTULMAYA" hazır hale gelmiş durumda.
Bundan sonra fazla tercih imkanı kalmamıştır. Bağımsız olduğu iddia (!) edilen Türkiye Cumhuriyeti'nin Dışişleri Bakanı, Brüksel'de "SUÇÜSTÜ" vaziyetinde yakalanmıştır. Bir tarafta AB Dışişleri Komisyonu üyeleri , diğer yanda enişte Lagendjik'in koluna girmiş "KIRMIZI BÜLTENLE ARANAN PKK'LI" Gülabi Dere aynı salonu paylaşmışlardır. Aynı karede yer almışlardır...! Dinciler, bölücüler, dış güçler aynı yerde buluşmuşlardır...! Dışişleri Bakanı "Türkiye Cumhuriyeti'ni", dini özgürlüklerini kullanamadıkları uydurmasıyla AB Dış İlişkiler Komisyonu'na şikayet ederken, bölücü pkk'lı da "BÖLÜCÜLÜĞÜ MEŞRULAŞTIRMAK" için komisyon üyelerinin kolunda ona muhatap edilmiştir...! Bundan ötesi var mıdır...!?
Bundan ötesi artık teslimiyettir. Bölünmeyi kabullenmektir. Egemenliği yabancılara, dış güçlere devretmektir. Bağımsızlıktan vazgeçmektir. AB; ABD ne isterse onu yerine getirmektir. Bize biçilen rolü itiraz etmeden oynamaktır.
Bütün bunları yerine getirmek için savaş mı kaybettik biz? Görünen o ki bir savaşı kaybettik. Bize verilen zehirin etkisiyle "ZİHİNLERDE, ZİHNİYETTE" gerçekleşen bir savaşı kaybettik. Tek bir kurşun atmadan, adam gibi kendimizi savunmadan...
Peki kurtuluş? Yok mu bunun çaresi? Var... Elbette var...! Bunun "PANZEHİRİ" var... Daha önce kullandığımız ve sonuç aldığımız panzehiri tekrar denemek şartıyla. Ama bu sefer hem dozu, hem de etken maddeleri biraz daha değiştirilmiş, takviye edilmiş olmak şartıyla. Bazı olumsuzlukları, yan etkileri baştan kabullenmek şartıyla...?
Bu kadar uzayınca kurtuluşu okumak ta, yazmak ta zor... Kısmet olursa onu da bir başka yazıda.....
zeybek