
Yalnızlık İntikamını Kendisiyle Alır
Selamdan Sonra,
Bu kadar gri tonların içinde selametle yazı denizine açılabilmek için önce selam demek istedim; selamların en güzelini ifadeden aciz olarak...
Selamı alıp da yazıyı gönlüyle okuyanlara, yazılar sanki biraz daha hitap ederler. Hele de konu maddenin tartamayacağı kadar garipse ya da gizemliyse…
Uzunca bir zamandır beynimi kemiren garip ya da sıradan meselelerden birini düşündüm; yani sıkıntının ta kendisini. Alim insanlar derler ki kişi sıkıntıyla tasaffi eder, billurlaşır, saflaşır hayat serüveninde. Sıkıntının adı nedense pek zikredilmez bu esnada. Detaylara inildiğinde ise bunun adı hastalık olur ya da fakirlik der kimileri, bazen de afetler diye ekler bazı diğerleri. Yalnızlıksa bu sayılan sıkıntıların arasında sayılamayacak kadar lüks kalır. Oysaki bence bizi tehdit eden musibetin başında yalnızlık gelir ki, o yalnız kişinin dostu çoğu kez şeytandır. Evet bu yazıda bir sıkıntı olarak yalnızlığın kendisini yazmak istedim…
Bu garip durum insanın paylaşımdan yoksun oluşundan mıdır ya da kaderi midir kişinin bilemedim. Yalnızca basit ve hafifçe idrak ettim ki sıkıntı yeri gelince ferahlıktır. Zordur diye hissettim insanın yalnızca kendi içindeki karanlık koridorlarında dolaşması, durup durup içindeki kilitli kapıları çalması yahut tozlu pencerelerden içeriye bakmaya çalışıp da muvaffak olamaması. Eğer karşısında kilitlerin açılmasına yardımcı olacak, pencerelerin tozunu silmesini öğretecek, yeri geldiğinde fener olacak kimse bulamamışsa zordur kendisini aşması. Acıdır ki görmek istemesi ama görülememesi, dahası kendini görememesi ve kendine hapsolması. Garip olan şu ki o anda bile kendini kendi olmayan birinin kurtarması gerçeğini kabbullenişi.
Bahsettiğim bir boşluktur aslında. İşte insan bu boşluktan kaçmak ister ve bazen uykuya sığınır. Şehadet âleminde bulamadığı medeti gayb âleminde -ki daha oraya gitmeden- aramaya çalışır. Ama dünya onu uyandırır ve bu sefer hayatta belki de hiç alaka duymayacağı şeyleri kendine eğlence edinir. Adresin yanlış olduğunu anlayınca bu sefer kendisi gibi yalnız olanların yanına gider ama o da çare olmaz ve yazık ki yalnızlık intikamını gene kendisiyle alır.
Bu karamsar tablodan sonra yalnızlık bu kadar lanet edilesi bir şey midir ya da olmadığı da olur mu diye düşünür insan… Evet yalnızlık bazen de çok münbittir en güzel yazılar, şiirler, önemli resimler, keşifler hep onun bağrından çıkmıştır ama, bu yalnızlığını anlamdıranların ya da aslında yalnız olmayıp da yalnızlığın yolunu gözleyenlerin nasiplenecekleri bir hazinedir. Gerçekte yalnız olanlarsa bu kalabalığın içindeki sakinliği pek fark edemezler çünkü onlar kalabalıkta da yalnızdırlar.
İşte bizlerin bu garip yalnızları aramayarak, sormayarak onları nasıl uçuruma kadar ittiğimizi en son akrabalarımızı, arkadaşlarımızı, bize emeği geçen öğretmenlerimizi ne zaman aradığımızı; onları ne zaman kulağımızla değil de gönlümüzle dinlediğimizi sorarak bulabiliriz. Eğer bir parça insafın eli varsa onu da yüreğimize koyup ne kadar dertleriyle dertlendiğimizi en azından ne zaman kalpten onlar için dua ettiğimizi itiraf edebiliriz kendimize.
Bir ufak çağrı:
Yapılan bir yığın çağrılar gibi gelin sıla-yı rahimle gençleşip dostumuzun elinden tutalım, yaşlılarımızın nazlanmasına müsaade edelim, gelin öpülesi ellerin dualarını alalım, gelin yalnızları şeytana kaptırmayacak kadar kıskanç olalım. İllâki yalnız kalmak isteyenlere de usulca geceleri gösterelim ve onların secdede “En Büyük Dost”la buluşmalarına mani olmayalım ki yalnızlıklarında onlar da bize dua etsinler.
Melek Koçak