Vicdan Muhasebelerim - GÜNEDOĞAN - (Dizi Yazı)

korkutsa

New member
TELEFONUN AŞKI - 1.yazı

Tamamlanmamış işler, yapılacak yeni işler…. Ve gelen telefonlar.. yüksek çaba, enerji düşüklüğü ve stres..
İşlerin yoğun ve bitmez telaşı arasında , kalbimin haykırışlarını daha fazla duymamazlıktan gelemezdim..!

Ben yalnızca maddeden oluşan bir varlık değilim ki..
Gıdasını bekleyen kalbim, saf ve duru hale gelmeyi bekleyen bir ruhum var..
Evet evet..Beni sabırla bekleyen namazıma koşup ruh ve kalbimi ihmal
etmemeli, hayat yokuşunda nefessiz kalmamalıyım..
Şükür ki bu vakitte de ahiretime bir nebze de olsa hazırlığımı yapabildim namazımla..
Her namaz bitiminde anlıyorum ki; Yüce yaratıcımıza kalpten rabıtalarımızı kopartmamamız gerekli.. ve bunun içinse ilk yol; NAMAZ..

Nasıl ki birbirini çok seven 2 sevgili her an birlikte olup, her an görüşmek istiyorsa; hatta sevgilisine duyduğu özlemin sona ermesini ve onu her an yanında, kalbinde hissetmek istiyorsa;
İşte öyle de Hakiki Sevgili'ye kavuşma yolu için, O'nu kalbimizde hissetmek, yakınında olmak için günde 5 vakit randevu verilmiş bizlere.
İnsan ruhlar aleminde verdiği sözü unutmuş olarak geldi dünyaya..
Unuttuklarımızı hatırlamak ve yeniden unutuşun karanlık kuyusuna düşmemek için bizim pek çok ihtiyacımız var. Yaratıcımızın emirlerini yerine getirmemize..
Evet insan unutandır, fakat unuttuktan sonra pişman olabilen ve tövbe edebilen bir varlıktır aynı zamanda.

Namaz kılarken kalbimde yaşadığım ayrılık acısıyla aklıma bir örnek geldi..
Cep telefonunun santrale olan büyük aşkına kulak verelim.
Tüm telefonların ulaşmak istediği sevgili, elektrik santralleridir.
Evet, santraller onlar için vazgeçilmez ve aynı zamanda ulaşılması belli şartlara bağlı ma’şuktur.
Santral onların canıdır, kanıdır ..
Ömürleri boyunca santralden faydalanırlar ve hiç bitmesin isterler..
Garip telefon, santralin nasıl olduğunu nasıl işlediğini bilmez, hem yakından da görmemiştir o çok sevdiği ma’şukunu..
Fakat onun varlığını her şarj edilişinde yeniden hisseder tüm varlığıyla..

Telefonun elektriğe bağlanmasıyla, sevgilisine kavuşmuş mecnun gibidir adeta .
Suya hasretliğinden çatlamış bir toprağın, yağmura kavuşup sevinç kokusunu etrafa yayması gibi.
Telefon da böylesi bir canlılık gösterir. Ekranı parlar, içeriğindekileri tek tek sunar tüm netliğiyle..
Elektriğe bağlandığı an mutluluktan ekranında küçük şekilcikler hareket etmeye başlar, şarj oluyorum gıdamı alıyorum diye.
İşte o an cep telefonunun en güçlü anıdır..
Hem çekim gücü için yeterli elektriğe kavuşmuştur hem de daha güçlü çalışmaya başlamıştır..
Sevgilisine kavuşması , bağlantılarının gerçekleşmesi ile görevini yerine getirebilir haldedir..
Cep telefonu aşık olduğu elektrik ile iç içedir ve sevincini tüm benliğinde yaşamaktadır..

Peki telefon şarj edilmezse ne olur?..
Görevini yerine getiremez, üzülür, kırılır, kalbi acır ve gücü tükenir, tükenir, tükenir…
Zayıflamaya başlar, önce ekran parlaklığı azalır sonra da tuş takımının ışıkları kapanır artık.
Bir süre sonra da çekim zayıflar ve sonunda sevgilisine kavuşamamış olmanın verdiği ızdırap ile
kahrolur ve kapanır.
Artık cep telefonu bitmiştir, yapması gereken görevini yapamaz hale gelmiş..bir nevi büyük bir felç geçirmiştir insanlar gibi..
Telefon bu şekilde özensiz ve gıdasız kullanılmaya devam ederse pili daha çabuk ölür, ömrü biter. Uzun ömürlü derler ya, işte onun için geçerli olmaz bu ifade.
Onun güzel kullanımı için kullanım kılavuzu verilmiştir.
Nerede, nasıl işlem yapmamız gerektiğini gösteren bir kılavuz..
Bu kılavuzdaki yönergeleri okuyup uygulamazsak telefonumuzun ömrü kısa olur.
Ve bir diğer konu ; elektrik santralinin telefona ihtiyacı yoktur, telefon olmazsa da santralin bir kaybı yoktur.

Bu hayali örneğin ardından seccadeye dalmış gözlerimi bir süre daha orada tuttum, işleri bir süreliğine unuttum ve düşündüm ki;
Rabbimizin bize ihtiyacı yok..!
Namazlarımıza ise hiç ihtiyacı yok..!
Ama bizim..
Sizin, benim , herkesin..
Kalbimizi bir telefon gibi düşünüp O’na açmaya, rahmetine sevgisine bağlayıp şarj etmeye ihtiyacımız yok mu !?..

Eğer yok diyorsanız bu sonucu da seviyor olmalısınız!
-1400 yıldır insanlık bir asr-ı saadete yani; kardeşçe yaşamaya, düşmanlıkların ve savaşların son bulmasına, dünyanın geçici olduğu ve ötelere hazırlanmak gerektiği bilincine muhtaç ..
-Her haliyle şefkat ve sevgi sunan Efendimizi tanımaya muhtaç..
-Velhasıl insanlık kendisini Yaratan’a yakınlaşmaya ve sonsuzluk saadeti elde etmeye muhtaç..
Dünyamızın genelindeki zulümler.. Sokaklarda yatan sevgiden mahrum insanlar, aç ve açıkta kalan çocuklar ve onların acılı yürekleri..daha nice niceleri..

Ne dersiniz..
Hepimiz O’na muhtaç değil miyiz?..
Santralimize bağlanıp ışıklanmaya, kalbimizi şarj etmeye ve böylelikle yararlı bir insan olmaya..
Öyleyse günün belirlenmiş vakitlerinde prize koşmamız gerekiyor..
Elektrik prizimiz olan namaz ibadeti bizi her türlü kötülükten koruyacaktır.
Dosdoğru olmak yolunda, bizi Yaratanın faydamıza olacak emirlerini yerine getirerek enerji açığımızı doldurmamız gerekiyor.

Sonlu yaşamda SONSUZ sevinçler yaşamak için..

Işığımız parlasın, vicdanımız hareketlensin ve bluetooth’umuz açık kalsın.


Muhabbet ve hürmetlerimle...
 
ZAMAN MUHAKEMESİ

Hayat devam ediyor, ölüm hiç gelmeyecekmiş gibi..
Gelip de, bağlı olduğumuz mal, para, şöhret, güzellik ve nefis urganlarını kesmeyecekmiş gibi..
Sanki bu dünyadan ‘yalnız’ gitmeyecekmişizin kalabalıklığında, kalp ve ruhumuz..
Bunca gerçekliğin içinde, yürüdüğümüz ve bitecek olan ‘zaman koridoru’ için muhakeme yapıp düşünmeye vaktimiz yok mu?
Ben; benim için, sen; senin için.. gel biraz-gel bu yaz, düşünelim kardeşim..

Görüyorsun ki zaman nehri akıyor..
Kıymetini bilemediğimiz en büyük nimet olan boş vakit, niye olmasın hoş ve baki vakit?
Evet, zaman akıyor ama kimisi için hüzün dolu kimisi için sevinç,
Peki bizler hesap gününü düşünüp, ödül yada ceza alacağımız gün için neler yapıyor,
zamanımızı nasıl değerlendiriyoruz?
Kim için ne kadar harcıyoruz vaktimizi?
En kıymetli hazinemizi nasıl kullanıyoruz?
Poyrazda mı savruluyor bir avuç toprak gibi yoksa içinde bulunduğumuz günün mihenk taşlarını keşfedip, sonsuz yaşantımıza sonsuz armağan olarak mı gönderiyoruz?

Şimdi sorgulamak zamanı:
-Ne kadarını 3-5 kuruşluk dünya menfaati ve derd-i maişet(geçim derdi) için,
-Ne kadarını havanın peşinden koşanlar için,
-Ne kadarını hipnotizma kutuları için,
-Ne kadarını boş sohbetler için,
-Ne kadarını meşhurların gayr-i meşruları için,
-Ne kadarını kara hayal perdesinin hayaletleri için,
-Ne kadarını şer yuvalarının masalarında maskeli canavarlar için,
-Ne kadarını zaman katillerinin tezgahlarında oyalanarak, kendimizin ve sevdiklerimizin ebedi hayatını hüsran etmek için harcıyoruz?..

Ya da hakikat güneşine kalbimizi yöneltip ne kadarını aydınlatabiliyoruz?
Sorgulamaya devam edelim lütfen..
Ailemize ne kadarını verebiliyoruz kıymetli zamanımızın?
Bir hikayede anlatıldığı gibi; Oğlumuz ya da kızımız bize harçlıklarından saatlik ücretimizi biriktirip ‘Babacığım-anneciğim 1 saatinizi satın alabilir miyim, benimle oynar mısınız ?’’ diyeceği günü mü bekliyoruz?
Yoksa Rabbimizin hesap gününü mü beklemekteyiz?..
Öyleyse bu kelamı duymaya hazır olalım:
-“Kulum senin dünya işlerin için 23 saat müsaade ettim ve senden 1 saatini istedim. Sen bunu da mı bana veremedin?”
Böyle diyeceği gün hangi yüzle duracağız karşısında?

Küçük bir hesap yapalım:
20-30 yıllık bir saadet uğruna 23 saat, Sonsuz Saadet için ve zaten hazır verilmiş olan nimetler ve verilmekte olanların şükrü için sadece ve sadece 1 saat.. tekrar ediyorum 1 saat.
Bu nasıl bir adalet değil mi? Şaşılacak bir şey doğrusu..
Aslında hepimiz biliyoruz ki adalet değil her şeyiyle ‘’rahmet’’..

Gün bitimini düşünelim bir de..
Akşamları yatağımıza girerken huzurlu muyuz mesela?
“Bugün Allah için, seni Yaratan için ne yaptın?” sorusuna her şeyi ALLAH için yapmamız gerekirken, eli boş düşüncelerle mi dalıyoruz uykuya?
Öyle zamanlar oluyor ki, paslanmış, tozlanmış vicdanlarımız hiç sızlamıyor.
Dostumuz bizden yardım istediğinde, ruhunun çırpınışlarını görürken ona yardım etmediğimizde, vaktimizi onun için ayırmadığımızda, o bizden gönül diliyle yardım beklediğini haykırdığında biz bir şeylerin peşinde koşuşturduğumuzda ve ona yardım edemediğimizde bunun hesabını nasıl vereceğiz?
Ve o arkadaşımız için bu durum hayati bir öneme sahip ise..!

Ayrıca, hayatta tanıştığımız binlerce kişi o gün geldiğinde “Bana neden anlatmadın bunları?” diye sorduğunda dünyalar başımıza yıkılmayacak mı, yerin dibine geçmeyecek miyiz Rabbimizin karşısında?
“Ey kulum yaşadın ama anlatmadın, öğrendin ama öğretmedin, ben seni esirgedim ama sen merhamet edip yardım etmedin. Şimdiyse…...”

Kainatın yaratıcısı sebepleri de elinde tutandır. Gücü yetmez mi sebepler dairesine ki; O gün geldiğinde “Sen benim kulum değilsin ve olamazsın.” desin..
O vakit biz ne yaparız?..
Cehennem azabı bile bizim için nimet değil midir? O'nun kulu olamamaktansa; ateşlerde yanıp sonsuza kadar ama onun kulu olabilmek daha şerefli değil midir?

Rabbimiz buyuruyor: “Ben cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım” (Zariyat.56)
O halde; bu O’nsuz telaş treni, Hak istasyonuna ulaştırır mı bizleri?

Muhabbet ve hürmetlerimle... GÜNEDOĞAN
 
BÜYÜK BULUŞMA


Randevularımız, buluşmalarımız.
Hayatımız boyunca kimlerle, nerelerde, ne amaçla buluşuyoruz?
Belki ömrümüz boyunca binlerce kez randevulaşıp buluşuyoruz..
Her sabah işe gidiyoruz, çünkü randevumuz var çalışmak için,
Evimize geliyoruz, ailemizle olan randevumuz gereğince.
Okula, doktora, sevdiğimize, çocuğumuza, dostumuza, sınavımıza, davete, sohbete...
Hep bir yerlere yetişmeye çalışıyoruz.
Bazı randevular bizi heyecanlandırıyor, bazıları sıkıntı veriyor, bazılarıysa mutlu ediyor.
Mesela, en sevdiğimiz dostumuz bizi bekliyorsa, randevusuna geç kalmamak için ne kadar tatlı bir telaş içine giriyoruz..
Sabahlarıysa iş randevumuza yetişmek için azami gayret gösteriyoruz.
Ya sevgilimizse bizi bekleyen..işte o zaman buluşma anı gelmek bilmiyor heyecan içinde..
Sevgili dostlar, iş randevularımızda iş bağlantıları kuruyor, dostumuzla buluştuğumuzda muhabbetimizi pekiştiriyor, içimizi rahatlatıyor ve sevdiğimiz kişiyle bir araya geldiğimizdeyse kendisine gönlümüzü açıyor gönülden konuşuyoruz öyle değil mi..?
Bu güzel bağların kopmaması için sürekli bir deveran yapıyoruz..

Bir de şunu düşünelim..
Biri bizi davet ediyor yanına ama diğerlerinden farklı, bambaşka..
Sevgiyi Yaratan ve yanı başımıza sevdiklerimizi yerleştiren biri..
Sevgililerin Sevgilisi..
Evet, bizi davet eden sevgilerin ve sevgililerin sahibi..
Ne dersiniz, bu randevu ihmal edilir mi..?
Nefsimizin merdivenlerden kalbimize inip bir soralım..
Aynaya yüzümüze bakıp düşünelim..sorgulayalım..
Bizi ‘yoktan’ var edeni hatırımıza getirelim..

Şimdi en sevgilinin davetini hissetmeye çalışarak düşünelim..
Yaratmadaki sevgisini ve gücünü gözlemlediğimizde,
şöyle buyurduğunu yüreğimizle hissedip duyabiliriz.

Ey kulum! Biliyorsun ki seni ben yarattım.
Öyleyse; senin yararın için belirlediğim vakitlerde huzuruma gel, aç kalbini bana.
Sabahın alacakaranlığında her yer sessizken kalbinle baş başa kaldığın zaman bana gel.
Seni her zamanki gibi dinleyeyim, dertlerine derman sunayım, ruhunu genişleteyim, işlerini kolaylaştırayım, gününü bereketlendireyim.

Bu sabah kalbini ve ruhunu bana yönelmekle şarj ettin ancak öğle vaktinde yine bekliyorum.
Haydi, günün ortasında gel sıyrıl hayatın içinden 10 dakikalığına da olsa bana yönel beni hatırla. Hatırla ki; ruhen, kalben ve fikren güzelleş..

Seni benden uzaklaştırmaya çalışan tüm engelleri aşıp ikindi vakti huzuruma gelmeni istiyorum. Günün hızlı akmaya devam ettiği anda, tüm dünyanın senin üzerine geldiği anda gel bir hoşluk oluşturalım zamanın içinde.
Fayda vermeyecek olan kişi ve nesnelere karşı yaptığın kulluğu bırak lütfen, güzelim başını layık olduğu yere, secdeye koy.. koy ki ben senin kalbine doğayım, karanlıklarını aydınlatayım, karalıklarını aklayayım..

Sabah verdiğim gün nimeti bitiyor işte..
Görüyorsun ki her yer karanlığa gömülüyor, günün yorgunluğu yüzünden okunuyor.
Her şey kararırken, herkes yorgunken huzuruma var dünyan aydınlansın, enerjin eksilmesin.
Baki isimlerimle kalıcı bir hayata hazırlayayım seni.

Bak, gecenin derinliği başlamak üzere..
İnsanlar yatıp dinlenmek için hazırlık yapıyorlar.
Gün boyunca insanlara davetimi duyurdum..
Sen de duydun..
Ve rahmetimin yamacına geldin..Ruhunu dinlendirdin, kalbini besledin.

Ey kulum! Ben gizli bir hazineydim, bilinmek istedim..
Öyle ki hazinemi her yana yaydım.. ve belli vakitlerde daha da ziyadeleştirdim.
Rabbinin hazinesinden gönlüne rahmet elmasları aksın ister misin?.
Gecenin ortasında hayat durmuş gibi her yer sessiz, insanlık uykuda, karanlık her yeri sarmış, sen benim için sıcak yatağını terk edip gelsen ben senin için neler hazır etmem kulum?
Sen benim rızam için uykunu bölsen o kalbindeki saray dünya zelzeleleri ile hiç yıkılabilir mi?
Hem kulum bana bir adım yaklaşırsa ben ona koşarım diye söz verdim.
Gel ey kulum, gel. Randevumuz var seninle. Sen unutsan da unutmasan da beni, bil ki ey kulum ben hiç unutmam seni.
Büyük buluşmamız gelmeden önce, küçük buluşmalarımız olsun..
Olsun ki birbirimizi daha iyi tanıyalım, sevelim ve sevilelim..

Ve büyük buluşma günü gelip ruhunu bedenden aldığımda, imam O’nun rızası için meyyit niyetine diyecek. Namazın kılınacak. Bu sefer de dostların senin için buluşacaklar. Senin büyük buluşmanda hazır olacaklar. Sen bana yakınlığın oranında huzur içinde olacaksın.

Bu çağrılardan sonra, yine dönelim yaşantımıza.
Dünya hayatında küçük randevularımıza verdiğimiz ehemmiyeti düşünelim
Ve bizi var eden Rabbimizin randevularına ne kadar değer verdiğimizi muhasebe edelim!
Hiç ümitsizliğe kapılmayalım. Bilanço ne olursa olsun O bizi hala bekliyor..
Hiç de uzakta değil. Hemen evimizin bir odasında bulunan seccadeden Mir’ac’a çıkan bir yol var. İki vesait değil hemen birkaç adım ötemizde.
Ah, mavi renkli seccadem.Sırlarıma aşina dostum..Arş’ın sahibine götürür müsün beni..
Affın ve mağfiretin Sultan’ıyla buluşmamıza az kaldı.
Belki bir kaç dakika ötede. Yahut ötelerden önce, kalbimizde..

Muhabbet ve hürmetlerimle... GÜNEDOĞAN
 
DUÂNIN SESİ - 4.yazı

“Duânız olmasa ne ehemmiyetiniz var?”

Ah! Nasıl da keskin bir yöneliş çağrısı..

Yalnızca duâ ile yönelir kalpler, mutlak kudret sahibine.
Sözlü dua, kalbî dua, fiilî dua..
İstemek; dua..
İstememek de; dua..
Demek ki bize şekil veren bir istek kalıbıdır dua..
Neyi istiyorsak ona bürünüyoruz.

İnsan..
İnsan; acz ve fakr içerisinde.
Çok şeyler arzu eder fakat hiçbir şeye gücü yoktur.
Sonsuzluk ister lakin ecelini 1 dakika uzatmaya gücü yoktur.
Güç ister fakat izin gelmeyince su bardağını kaldırmaya gücü yoktur.
Tüm dünyayı ister ama dünyayı döndürmeye, kendisini ölümsüz yapmaya gücü yoktur.
Nimet ister ancak yediğini sindirmeye gücü yoktur.
Ancak O varsa; isteklerimiz ve isteklerimize karşılık bulan nimetler vardır.
Ve O’ndan istemek, isteğimizin kabulünde hem en etkili ve çabuk olanıdır, hem de Büyük bir Hazine’nin sevgisini kazanmak nimetlerin en yücesidir.

Bakalım çevremize..
Ağaçları görüyoruz. Nasıl da duâ ediyorlar hal diliyle, kendilerini yaratana.
Öyle bir duâ ki tüm ihtiyaçları ayaklarına kadar geliyor. O an anlıyoruz, Rabbimiz o kadar kerem sahibi ki…
Bakalım ağlayan bebeğe..
Rabbimiz o bebeğin acizlik duâsı hürmetine, şefkat kahramanı olan annelerin kollarına vermiş kendisini..
Ve tüm ihtiyacı olanlar zamanı gelince içeriği değiştirilerek veriliyor süt pınarlarından.

Sebepler O’nun hikmet elinde dönüyor..
Öyleyse isteyeceksek O’ndan istemeli değil miyiz?
Yüreğinin ellerini açıp, Sema’nın ve Yedi göğün sahibinden iste..
Kalbini aç bu güzelim dua oksijenine.
Yeter ki istemesini bilelim, edeb içerisinde boynumuz bükük bir şekilde..
Kendisi diyor ki; “Kulum sen iste. Yeter ki iste”.
Ezel ve Ebed Sultanı’nın huzurunda olduğunu unutmadan iste.

Duâ bir yakarıştır, duâ bir edep, duâ kulluğunu itiraftır, duâ ona ulaşmak, duâ acziyetin sesi.
Duâ sebeplerin sustuğu an, duâ ubudiyet, duâ sığınmaktır, duâ kainatın sırlarının çözülmesi, duâ sevinçlerin süsü, duâ sabrın jeneratörü, duâ hayatın anlamıdır.
Öyleyse duâmız var ise bir değeri var hayatımızın ve varlığımızın.

Asıl Sahibimiz olan Rabbimizden isteyebilmek ne güzel bir nimet.
Niceleri var isteyemiyorlar. İsteyebiliyorsak eğer, hala kalbimizde bir ışık var demek ki.
O halde gelin duâ edelim. Rabbimiz bu ışığı ya da kıvılcımı bir yangına çevirsin.
İnsanlık duâya muhtaç gelin duâ edelim, duâ edemeyenlerin edebileceği günlere.

Görüyor ve biliyoruz ki biz insanlar; zayıf, aciz ve fakiriz..
Dönelim mi Rabbimize?
O; duâları geri çevirmez, söz vermiştir bir kez ‘Ben kulumu kapımdan geri çevirmem’ diye.
Bizim için hayırlı olanları ölçer, biçer ve öyle takdim eder bize duamızın meyvesini.

Ey duâları da Yaratan ve rahmetiyle kabul eden Yüce Sultan!
Sen duâlarımızı duâ-i müstecab eyle. Bizleri duâsız, dualarımızı meyvesiz, meyvelerimizi ölümlü bırakma.
Sana duâ edemeyeceğimiz bir gün gösterme.Bizi dua insanı eyle..
Her şeyiyle tüm insanlığa dua eden kudsîlerin arasına dahil eyle bizleri de.

Duâsız kalmamak ve duâlarınızda yer almak ümidi ve temennisiyle…

Muhabbet ve hürmetlerimle... GÜNEDOĞAN
 
Geri
Üst
AdBlock Detected

We get it, advertisements are annoying!

Sure, ad-blocking software does a great job at blocking ads, but it also blocks useful features of our website. For the best site experience please disable your AdBlocker.

I've Disabled AdBlock    No Thanks