
Meğer, kafatasıma doldurup doldurup içtiğim düşüncelerimin vardığı kıyı ölüm imiş… Günlerdir lâl olan dilim dudaklarımın ardında gömülü; dışarıda mevsim bahara yeltenmiş, bende vakit hazan. Erken batmış güneş dünyamda. Sabrı basmaya uğraş vermiyorum yüreğime artık. Acelesi kalmadı çünkü zamanımın…
Herkes suskun. Susmaya durmuş elim, kolum, ayağım… Gözlerim kana boyanmış. Meğer kanıma susamış hayat. Bunca zaman peşi sıra koşturduğum hakikat restini çekti. Mide bulantısı kibrim, kaf dağındaki gururumu zir-ü zeber etti. Birbirine dolanırken ümitler, vaatler, çelme taktıkları yine ben oldum. Ve dünyanın göbeğinde, ellerimde faniliğimle kalakaldım. Şimdi dostlarım buna rağmen sorarlar: “Satırların neye varır? Hangi kıyıya uzanır yelkenlerimiz?”
Sormayın!!!
Anlama boğmak için sakin ruhlarınızı, çekiştirmeyin kelamlarımı. Ben ölüyorum diyorum!!!
Ciğerlerimin ayaz kokusu bastırıyor ölü nefesleri. Hayalim ise sevdamı tutukladı. Hiçbir zaman dünyama gelmeyecek çocukların gözlerine mil çekti. Gölge adamdan, bir lahza bile kalmadı hafızamda. En başa döndü kaset; kayıtlar suya gömüldü. Beklentilerim çarmıhta asılı kaldı. Sökemedim çivilerini çelimsiz parmaklarımla. Tiktakları tuttu zangoç; zaman geçmiyor artık. Bineceğim vasıtanın kapısı ise şimdi aralandı. Yani; bir ölü parmakları arasından tuşlara dökülenleri ardında bıraktı.
Bu bir vedadır…
Dünyama gelmemiş kızımın gözlerine ELVEDA!
Yıkıntı emanetin sahibine ELVEDA!
Elmacık kemiklerimde gömülü anamın gözyaşlarına ELVEDA!
Bir fotoğraf karesinde yamalı kalan yeğene, amcaya ELVEDA!
Kardeşimin yıpranan ses tellerine, dedemin umursamazlığına ELVEDA!
Bana akıl veren akıl sahiplerine ELVEDA!
Tabutumun üstünde gezinen hayata, bana rağmen dönen dünyaya ELVEDA!
Yaşayamadan ölen bana ELVEDA!
Ben ölüyorum; çünkü GİDİYORUM!
Ben ölüyorum; çünkü halâ YAŞIYORUM…!