Arkadaş:
Eski Türklerde askerler savaşırken arkadan gelecek herhangi bir saldırıyı kontrol edebilmek için sırtlarını bir ağaca, kaya veya taşa vererek ok atarlarmış.
Atalarımız genelde bozkır hayatı yaşadıkları için bu sırt dayanan nesne genelde bir taş veya kaya olurmuş yıllar sonra bu sırt dayanan taşın ismi ARKA-TAŞ’dan ARKADAŞ şeklinde dilimize yerleşmiş ve bugün bile güvenebileceğimiz bizi arkadan vurmayacak olan samimiyetine güvendiğimiz kişilere verdiğimiz isimdir.
Bitmeyen Osmanlı Sevgisi:
Balkanlar’dan Orta Doğu’ya kadar büyük bir coğrafyanın 1. Cihan Savaşından sonra elimizden çıkmasına rağmen, o topraklarda yaşayan halkın hala büyük bir hasretle "Osmanlı, Osmanlı" diye sayıkladığını ..
Budapeşte’den gelen bir yazarımıza bir Boşnak’ın, "Madem ki İstanbul’a gidiyorsun Allah aşkına o şehrin toprağını benim için öp Allah benim canımı İstanbul’u görmeden, almasın!" dediğini...
Trablusgarp’daki ihtiyar Cezayirlilerin , boyunlarına muska diye Osmanlı parası taktıklarını,biliyor musunuz?
*************************************
Kendinizi Türklere Emanet Edin:
16. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin gelişme yolu üzerinde direnmiş ve Türk orduları ile savaşa tutuşmuş olmasından dolayı Katolik Avrupa tarafından kendisine "Hristiyanlığın şövalyesi" ünvanı verilen Boğdan Beyi Büyük Stefan’ın ölüm döşeğin de, evlatlarına gayet ibretli bir şekilde:
"Belki de yakında himayeye muhtaç olacaksınız Asla Rus’a yanaşmayın. Haindir, sizi yok eder. Fakat kendinizi Türklere emanet edin. Adil ve merhametlidirler" diyerek nasihat ettiğini...
Zünnu-i Mısri’nin şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Bir gün elbiselerimi yıkamak için Nil nehrinin kenarına gitmiştim.Nehrin kenarında dururken ,birde baktımki,görülmemiş şekilde büyük bir akrep bana doğru geliyor.Çok korkmuştum.Beni onun şerrinden koruması için Cenab-ı Hak’ka sığındım.Akrep nehire geldiğinde,sudan büyük bir kurbağa çıkıp akrebe doğru geldi.Akrep kurbağanın sırtına binip suyun üzerinde yüzüp gittiler.Bu bana çok şaşırtıcı gelmişti.Ben de onların nehrin kenarında takip ettim.Nehrin karşı yakasına geçtiklerinde,akrepkurabağayı bırakıp dalları büyük,gölgesi çok olan bir ağacın yanına gitti.
Bir de baktım ki,ağacın altında Allah’a asi bir genç mışıl mışıl uyuyor.Kendi kendime: " La ha’vle vela kuvvete illa billah.Bu akrep nehrin ötesinden buraya kadar,bu genci sokmak için geldi " dedim ve içimden,akrep gence yaklaştığı zaman hemen akrebi öldürmeğe karar verdim.Akrebe yakın bir yerde durdum.Bir de baktım ki karşıdan büyük bir yılan,genci öldürmek için,gence doğru geliyor.Bu sırada akrep yılanın üzerine hücum etti ve başını sokmaya başladı.Akrep yılanın ölmesine kadar başını sokmaya devam etti.Yılan öldükten sonra akrep nehre döndü.Kurabağada onu orada bekliyordu.Akrep tekrar kurbağaya binip nehrin öte yanına geçti.Bende arkalarında bakakaldım.
Sonra gencin yanına geldim,o hala uyuyordu,akabinde baş ucunda kendi kendime şöyle dedim :
- Ey uyuyan genç ; Allah seni,sen farketmesen de karanlığın içindeki her türlü kötülükten korur.Sen uyusan bile Allah uyumaz.O kullarına çok merhametlidir.dedim.
Genç benim bu sözlerim üzerine uyandı ve başından geçen olayları kendisine anlattım.Genç hemen tevbe etti.Bütün yapmış olduğu kötü davranışlarında vazgeçip,iyilerden oldu ve ölünceye kadar hayatı böyle devam etti.Allah ona rahmet etsin.
Kötü olaylara sabretmek:
Ermişlerden birinin bir arkadaşı varmış ; devrin hükümdarı onu hapseder.Ermiş kişi,cezaevinde ki arkadaşının hal ve hatırını sormak için ziyaret eder ve :
- Hapishanede halin nasıldır ?.diye sorar.
Arkadaşı :
- Allah’a şükürler olsun,diye cevap verir.
Sonra,hapishaneye şişman bir mecusiyi getirirler; mesusi ile onu zincirle bir araya bağlarlar.Öyle bir hal alırki,adam,mecusi nereye giderse,onunla birlikte gitmek zorunda kalır.Mecusi helaya gittiğinde,o da gitmeye ve hacetini bitirinceye dek onun yanında durup,pis kokuları çekmeğe mecbur olur ve bunun gibi hayli eziyetler çeker.
O ermiş olan dışarıdaki arkadaşı bu olayı duyar ve arkadaşını ziyaret edip halini sorar,hapisteki arkadaşı yine şöyle cevap verir :
- Allah’a şükürler olsun.der.
Bunu üzerine arkadaşı :
- Ne zamana kadar böyle şükredeceksin,senin içinde bulunduğun beladan,daha büyüğü varmıdır ? der.
Bunun üzerine hapisteki ;
- Ey kardeşim ! ben aslında daha büyük felaketlere müstahakım.Allah’u Teala bu kadarla bana müsamaha etmiş ise,buna şükretmek vacip olmazmı ? Sen hiç işitmedinmi ki,bir büyük zatın üzerine bir tas kül dökülmüş de,o zat secdeye varıp,Allah’a şükretmiş.Kendisine,niçin şükrettiği sorulduğunda ise şöyle cevap vermiş ;
" Ben üzerime bir tas ateş dökülmesinden korkarım.Bir tas kül dökülmekle,daha büyüğünden bağışlandım,Allah’u Teala’ya şükretmiyeyimmi ? " demiş.
**********************************
Sultan Bâyezîd’i ağlatan sözler!:
Sultan İkinci Bâyezîd Han, Bâyezîd Câmii’ni yaptırınca, bir Cumâ günü câminin açılışı için geldi ve Baba Yûsuf Sivrihisârî’yi de dâvet etti. Baba Yûsuf Sivrihisârî, namazdan sonra kürsüye çıkıp vaaz etmeye başladı. Tesirli sözleriyle, Pâdişâh ve câmide bulunan cemâat ağlamaya başladı ve bu ağlama ile câmi inledi. Câminin açılışını seyretmek için gelip, dışarıda bekleyen üç Hıristiyan, Baba Yûsuf hazretlerinin tesirli sözlerinden ve cemâatin topluca ağlamasından çok etkilenmişlerdi. Bu üç Hıristiyan, müslüman olmaya karar verdiler. Hemen câmiye girip, Baba Yûsuf Sivrihisârî’nin huzûrunda müslüman oldular. Bu hâdiseyi gören Sultan İkinci Bâyezîd Han, yaptırdığı Bâyezîd Câmii’nin ilk açılışında böyle bir hâdisenin vukû bulmasından dolayı çok sevindi. Sonra bunlara pek çok para ve mal hediye etti. Ayrıca vezîrlerinin de vermelerini söyledi. Böylece müslüman olmakla şereflenen üç kişi, dünya ve âhiret saâdetine kavuştular
**********************************
Baba-oğul gibiydiler:
İkinci Bâyezîd Han, Baba Yûsuf Sivrihisârî’yi çok sever, sohbetinde bulunurdu. O da Sultanı çok severdi. Baba ve oğulluk sözleşmesi yapmışlardı. Bir sohbetlerinde pâdişâh ona; "Hacca gideceğin zaman mutlaka bana gel görüşelim" demişti. Bundan sonra Baba Yûsuf memleketine dönüp, orada bir müddet kaldı. Memleketinde iken rüyâsında Kâbe’de Hacer-i esved yanında manzûm bir kitap yazması işâret edildi. O zamana kadar hiç şiir yazmamıştı. Bu rüyâdan sonra şiir yazma kâbiliyeti hâsıl oldu. Sonra hacca gitmek üzere hazırlanıp, Pâdişâh İkinci Bâyezîd Hanı görmek üzere İstanbul’a gitti. Pâdişâh ona bir mikdâr altın verip; "Bunlar helâldir. Kendi elimle kazandım. Bu altınları Resûl-i ekrem sallAllahü aleyhi ve sellemin türbe-i mutahherasının kandillerine harcarsın. Mübârek türbesinin yanında, "Yâ ResûlAllah! Ümmetinin koruyucusu, günahkâr kul Bâyezîd sana selâm söyledi ve bu helâl altınları türbenin kandillerine yağ almak için gönderdi" dersin. Sonra; "Bu hediyenin kabûlü için yalvar, senin vâsıtanla kabûl olacağını ümid ediyorum." dedi. O da bu isteğini yerine getirmek üzere altınları alıp, vedâlaştı ve yola çıktı.
**********************************
Yavuz Sultan Selim:
Yavuz sultan selim han mercidabık seferi için hazırlık yapılmasını emir buyurmuş.ordu kısada sürede hazırlanmış ve yola çıkılmış.Uzunca bir yol katedildikten sonra ordu dinlemeye çekilmiş dinlenilecek yerde ise her yer elma ağaçları ile dolu imiş.Ordu burada bir müddet dinlendikten sonra tekrar yola koyulur.bir sonraki dinlenme yerine vardıklarında yavuz sultan selim han vezirini yanına çağırır ve şöyle der:Canım çok elma istedi erlere bir sor bakalım elma varsa versinler der.Vezir dışarı çıkar ve çadır çadır gezmeye başlar ama hiçbirinde elma yoktur.Vezir Yavuz un huzuruna gelir ve efendim bir tane bile elma bulamadım der.Yavuz bunun üzerine şöyle der:Eğer bir tane elma çıksaydı vAllahi bu seferden vazgeçerdim.Haram yiyen bir orduyla zafer kazanılmaz.
**********************************
En Güzel Kubbe:
Mevlana’nın dostlarından Muineddin Pervane bir gün Mevlana’ya gelerekSultanü’l-ulema diye anılan babası Sultan Veled’in mezarı üstüne eşsiz bir kubbe yapmak istediğini, buna izin verip vermeyeceğini sordu. Mevlana şöyle dedi:
-Gerçekten çok güzel, benzeri bulunmayan bir kubbe yapabilirsin. Bir eşi dünyanın başka bir yerinde bulunmayabilir.Ancak hiçbir kubbe ilahi şaheser gök kubbeden güzel ve üstün olamaz. O halde mezar yine Tanrı eseri kubbe altında kalsın.
**********************************
Kanuni ve Ferdinand:
1532 yılında Kanuni büyük bir ordu ile Almanya üzerine yürüdü. Aylarca Almanya’da gezdiği halde, ne Ferdinand ve ne de kardeşi Şarlken, Kanuni ile savaşmaya cesaret edemediler. Bunun üzerine Kanuni Şarlken’i savaş alanına çekebilmek için, aşağıdaki mektubu yazdı:
- "Bu kadar zamandır erlik davası yapıp durursun. Ne senden ne kardeşinden nam ve nişan yok. Sizlere saltanat ve erlik davası haramdır. Belki karından dahi utanmazsın. Belki kadında gayret var sizde yok. Er isen meydana gelesin, takdir ne ise yerine gele. Gel seninle saltanatı Beç (Viyana) sahrasında paylaşalım. Bu kere dahi meydana çıkmazsan avratlar gibi çıkrık alıp padişahlık tacını takmayasın."
**********************************
Ters Hareketler:
Hz.Süleyman bir gün başında tacı ile altın tahtında otururken, rüzgar ters yönden esmeye başladı ve başındaki tacı eğrildi. Hz.Süleyman:
-Ey rüzgar, dedi, neden ters esiyorsun?
Rüzgar da şöyle cevap verdi:
-Sen de ters hareketler yapıyorsun.
Bu sefer Hz. Süleyman başındaki taca:
-Sen neden eğrildin, diye sorunca, taç da şöyle cevap verdi:
-Sen de işlerinde eğrilmektesin...
**********************************
Görev Bilinci:
Osmanlı şeyhülislamlarından olan Molla Fenari şeyhülislam olmadan önce Bursa kadısı idi. Onun kadılığı sırasında bir adam pazardan bir at satın aldı. Fakat alışverişin hemen arkasından atın hasta olduğunu farketti. Geri vermesi gerekiyordu ama satın aldığı adam zorluk çıkartır. Atın hastalığını kabul etmez diye önce kadıya gidip resmi kanaldan işi sağlama bağlamak istedi. Mahkemeye gittiğinde kadı Molla Fenari’yi yerinde bulamadı. İşini ertesi güne bıraktı.
Fakat o gece at öldü. Adam ertesi gün olanları Molla Fenari’ye anlattı, mağdur olduğunu, ne yapması gerektiğini sordu. Molla Fenari:
-Senin zararını ben ödeyeceğim, dedi.
Adam hayretle Molla Fenari’ye baktı:
-Niçin siz ödeyeceksiniz, konuyla ilginiz ve suçunuz yok ki, dedi.
Molla Fenari:
-Evet öyle görünüyor ama aslında benim de suçum büyük. Eğer sen dün makamıma geldiğinde ben yerimde olsaydım, olaya müdahale eder, atı geri verdirir, paranı iade ettirirdim. Bu imkan şimdi yok olmuştur. Senin zararına benim makamımda bulunmamam sebep olduğu için zararı ben ödeyeceğim, dedi.
**********************************
Niçin savaşırız:
Yavuz Sultan Selim, Mısır Seferi’nden başarılı dönmüştü. Bütün halk toplanmış
onu şehre girerken alkışlamak için sabırsızlanıyordu. Ama Padişah, gece olmadan şehre girmek istemiyordu. Bunun sebebini herkes merak ettiği halde hiç kimse sormaya cesaret edemiyordu.
Sonunda büyük alimlerden olan İbni Kemal:
"Padişahım, bir maruzatım var," dedi.
Padişahın:
"Efendi, ne istediğin varsa hiç çekinmeden söyle," demesi üzerine İbni Kemal cevabı merak edilen soruyu şöyle sordu:
"Askerler merakta, bütün halk sokağa dökülmüş, sizi alkışlamayı beklerken siz hala şehre girmezsiniz. Bunun sebebi hikmeti nedir?"
Yavuz şu şahane cevabı verdi:
“Efendi, sen bizi hala tanıyamadın mı? Biz; şan, şöhret ve alkış toplamak için değil,
Allah rızasını kazanmak için savaşırız."
**********************************
Unutma:
Fatih, İstanbul’u fethetmişti. Şimdi atının üzerinde ordusuyla şehre giriyordu. Dervişlerden biri Fatih’in atının yularına yapışıp Padişaha şöyle dedi:
-Padişahım! İstanbul’u biz dervişlerin duaları sayesinde aldığını unutma.
Fatih, dervişin bu haline ve sözüne hafifçe gülümsedi ve:
-Doğru söylersin, dedi.
Eliyle kılıcını işaret ettikten sonra da şöyle dedi:
-Ama sen de şu kılıcın hakkını unutma.
**********************************
Alçak Sesle Söyle:
Fatih bir gün dilencinin birine bir altın vermişti. Dilenci, Padişahın verdiği altını az bularak şöyle bir soru sordu:
-Bu nasıl olur Padişahım? Ben senin kardeşin olduğum halde nasıl olur da bana bir altın verirsin?
Dilencinin ne demek istediğini tam anlamayan Fatih sordu:
-Sen benim nereden kardeşim oluyorsun?
Dilenci şu açıklamayı yaptı:
-İkimizde de Adem babamız ve Havva anamızdan dünyaya gelmedik mi? Böyle bir durumda kardeş sayılmıyor muyuz?
Fatih gülümsedi. Bu cevap hoşuna gitmişti çünkü. Dilencinin kulağına eğilerek şöyle dedi:
-Aman alçak sesle söyle. Bu söylediğini diğer kardeşlerimiz de işitip gelirlerse, senin payına bir altın bile düşmez.
**********************************
Hasta Olursun Diye Korktum:
Fatih Sultan Mehmed bir Anadolu seferi dönüşünde, Balıkesir’den geçiyordu. Hava oldukça sıcaktı. Bu sıcaktan herkes gibi Fatih Sultan Mehmed de nasibine düşeni almıştı. Öylesine yorgundu ki...
Kendisini bu halde gören bir köylü kadını bir tas içerisinde ona ayran ikram etti. Fatih, ayranın üstündeki saman çöplerini üfleye üfleye ayranı içti. Sonra da kendisini bir ana şefkatiyle seyreden ihtiyar köylü kadına:
-Allah razı olsun, dedi. Ama şu saman çöpleri ayranı bir nefeste içmeme engel oldu.
İhtiyar kadın Fatih’in bu sözlerine anne şefkatinin boyutlarını gözler önüne seren, şu cevabı verdi:
-Oğul, ben onları ayranın üzerine kasıtlı koydum.Sen uzak yoldan geliyorsun. Sonra terlemişsin de. Soğuk ayranı bir yudumda içersin de hasta olursun diye koydum. Hasta olmayasın diye böyle yaptım.
**********************************
Biz Kiminle Savaşacağız:
Osmanlı Devleti ile Avusturya arasında 1664 yılında Vasvar Antlaşması imzalanmıştı. Bu anlaşmanın uzun ömürlü olmayacağı belli idi. Ancak Avusturya elçisi bu anlaşmanın 40 yıl sürmesini istiyordu.
Fazıl Ahmed Paşa elçinin bu isteğine kızmış ve şöyle demişti:
-40 yıl sizinle barış halinde bulunursak, sonra biz kiminle savaşacağız?
**********************************
Düşman Yaklaşıyor:
Sultan Alparslan 27 bin askeriyle Bizans topraklarında ilerlerken, keşfe gönderdiği askerlerden biri huzuruna gelip telaşla:
-300 bin kişilik düşman ordusu bize doğru yaklaşıyor, der.
Alparslan hiç önemsemeyerek şöyle der:
-Biz de onlara yaklaşıyoruz.
**********************************
Sır Tutarım:
Yavuz Sultan Selim, birçok Osmanlı padişahı gibi sefere çıkacağı yerleri gizli tutarmış. Bir sefer hazırlığında, vezirlerinden biri ısrarla seferin yapılacağı ülkeyi sorunca, Yavuz ona:
-Sen sır saklamayı bilir misin? diye sormuş.
-Vezir:
-Evet hünkarım, bilirim dediğinde,
Yavuz cevabı yapıştırmış:
-Ben de bilirim.