Yaşadığımız şu hayatın teferruatlarını acaba hiç düşünürmüyüz? Bizim için hayli normal gibi gelen ve hemen hemen her gün karşılaştığımız ama hususiyetlerinde akılları durduran o muazzam rüzgar, su, hava ve diğerlerini...
Ya da sanki çok sıradanmış gibi duran kulağımız, tırnağımız, ciğerlerimiz gibi.
Ve acaba hiç düşündük mü, Rabb Teala Hazretleri kimseyi kimseye muhtaç etmese ne olurdu?..
Yani çocuk anasına, karı kocasına muhtaç olmasa ne olurdu acaba?
Düşünün Dünyamızın şu gününü ve fırıncının kimseye muhtaç olmadığını, çiftçinin kimseye muhtaç olmadığını, bir işçinin kimseye muhtaç olmadığını ya da kimsenin kimseye...
Evet, o zaman herkes hayatında lazım olan her şeyi kendisi üretecek/yapacak/kotaracak o zaman. Düşünün nasıl bir hayat ve nasıl bir Dünya düzeni lazım olurdu insanlığa... Böyle düşününce muhtaçlığın da bir ihtiyaç, bir gereklilik olduğu ne kadar bariz ve bir nimet olduğu çıkıyor ortaya.
Ve biz bu hayatı yaşarken tüm ihtiyaçlılar aslında birbirine hizmet etmekteyiz. Ve bir bedelle.
Mutaç olmayan, ihtiyacı olmayan tek kimse yok O'ndan başka.
Ve de herkes milyonlarca defa hiç ihtimalsiz O'na muhtaç. Parasız ve pulsuz. O'ndan gelen binlerce nimet bedelsiz. Tek bedel O'na inanmak...
Düşünün, vucudunuzda ki onlarca azayı... Ve milyonlarca hücreyi. Bir tekinde ki, bir arıza, hayatı zindan ediyor.
İnsanın yaşarken O'nu unutması ne garip, ne büyük gaflet ve ne büyük ihanet o halde... Bakın simdi bu yazıyı okurken de, sonra parmağınızla bir tuşa dokunurken de, sonra bakın nefes alıyorsunuz; o anda da... Hayatın her yerinde ve her anında O var, o'na ihtiyaç var. O zaman tüm yüreğimizle, aklımız ve fikrimizle, bedenimiz ve ruhumuzla ona her gün yüzlerce defa demeliyiz ki:
SüphanAllahi ve bi hamdihi süphanAllahil Azim ve bi hamdihi estağfirullah, estağfirullah, ,estağfirullah...
Ya da sanki çok sıradanmış gibi duran kulağımız, tırnağımız, ciğerlerimiz gibi.
Ve acaba hiç düşündük mü, Rabb Teala Hazretleri kimseyi kimseye muhtaç etmese ne olurdu?..
Yani çocuk anasına, karı kocasına muhtaç olmasa ne olurdu acaba?
Düşünün Dünyamızın şu gününü ve fırıncının kimseye muhtaç olmadığını, çiftçinin kimseye muhtaç olmadığını, bir işçinin kimseye muhtaç olmadığını ya da kimsenin kimseye...
Evet, o zaman herkes hayatında lazım olan her şeyi kendisi üretecek/yapacak/kotaracak o zaman. Düşünün nasıl bir hayat ve nasıl bir Dünya düzeni lazım olurdu insanlığa... Böyle düşününce muhtaçlığın da bir ihtiyaç, bir gereklilik olduğu ne kadar bariz ve bir nimet olduğu çıkıyor ortaya.
Ve biz bu hayatı yaşarken tüm ihtiyaçlılar aslında birbirine hizmet etmekteyiz. Ve bir bedelle.
Mutaç olmayan, ihtiyacı olmayan tek kimse yok O'ndan başka.
Ve de herkes milyonlarca defa hiç ihtimalsiz O'na muhtaç. Parasız ve pulsuz. O'ndan gelen binlerce nimet bedelsiz. Tek bedel O'na inanmak...
Düşünün, vucudunuzda ki onlarca azayı... Ve milyonlarca hücreyi. Bir tekinde ki, bir arıza, hayatı zindan ediyor.
İnsanın yaşarken O'nu unutması ne garip, ne büyük gaflet ve ne büyük ihanet o halde... Bakın simdi bu yazıyı okurken de, sonra parmağınızla bir tuşa dokunurken de, sonra bakın nefes alıyorsunuz; o anda da... Hayatın her yerinde ve her anında O var, o'na ihtiyaç var. O zaman tüm yüreğimizle, aklımız ve fikrimizle, bedenimiz ve ruhumuzla ona her gün yüzlerce defa demeliyiz ki:
SüphanAllahi ve bi hamdihi süphanAllahil Azim ve bi hamdihi estağfirullah, estağfirullah, ,estağfirullah...