Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Sorgulamadiğimiz Davranişlarimizin Eseriyiz

  • Konbuyu başlatan beyaz_ýþýk
  • Başlangıç tarihi
B

beyaz_ýþýk

Guest
Yaşamımız davranışlardan oluşur. Her gün, her saniye hatta her an farklı davranışlarda bulunuruz. Bir an, diğerinin aynısı olmaz. Çünkü bizzat hayat halindeyizdir. Böylelikle insanın hayatını, bir anlamda, davranışları oluşturur.
Aslında insanlar için bu kadar büyük önemi olan davranışlarımızı ise, maalesef alışkanlıklarımıza teslim etmiş durumdayız. Hepimizin de, olmaması gereken alışkanlıklarımız var. Çünkü geriye dönüp, merceğin ortasına hayatımızı koyduğumuzda (pek azımız müstesna) mutlaka içimizin sızladığı, vicdanımızı rahatsız eden, “tam olarak olmam gerektiği gibiyim” dememize engel olan şeyler görürüz. Biliyoruzdur ki, istediğimiz gibi değiliz. Bizden beklenen ve bizim insanlık değerimize yakışan durum, bizim durumuz değil. Peki öyleyse neden alıştığımız için uygulaya geldiğimiz davranışlardan kurtulmaya çalışmıyoruz? İstiyor muyuz? Evet, çoğumuz isteriz ama “bir gün mutlaka” der ve hep erteleriz biz. Ne kadar anlaşılmaz değil mi? Memnun değiliz fakat memnun olmaya da çalışmıyoruz.

Peki insanların, doğru olanlar onlarmışçasına, alışıp uyguladığı davranışlar nasıl kazanılmaktadır? Cevabı gayet açık: Eğer insanlar, yaptıklarının üzerinde düşünmüyorlarsa, davranışlarını sorgulamıyorlarsa, çevrede gördüklerini alıp uygulamalarında hiçbir sakınca yoktur! Bir davranışın oluşması için insan zihninin onun “yapılabilir” olduğuna inanması yeterlidir. Günümüzde ise, çok komik ve dengesiz, hattâ insan onuruyla asla bağdaşmayan nice şeyler var ki, toplumsal alanlarda gözler önüne seriliyor ya da bir şekilde kendilerini duyuruyor. Bunun bir aracı televizyon, bir başkası kent sokakları, bir başkası için de bir sürü örnek bulabilirsiniz. İmam Gazalî Hz.’nin söylediği gibi, mezardakilerin pişman oldukları şeyler için, biz dünyadakiler, birbirimizi kırıp geçiriyoruz. Tıpkı, Hz. Ömer(RA)’in cahiliye döneminde yaptıklarını sonra hatırladığında anlamsız ve komik bulması gibi, biz de bir gün, şimdiki davranışlarımız için pişman olmayacak mıyız? Ya da çocuklarımızın, “bizim dedelerimiz/ninelerimiz bunları nasıl yapabilmişler?” demeyeceklerinden emin olabiliyor muyuz?



Tarihte de, davranışlarda kullanılan tek kriter olarak çevrede görülen çoğunluğun alındığı bir çok örnek vardır. Merhum müfessir Elmalılı Hamdi Yazır, Hûd Sûresi’nin 91.ayetinde yer alan, Hz. Şuayb (AS)’a kavminin söylediği “Ey Şuayb, biz senin söylediklerinin çoğunu iyi anlamıyoruz...” sözünü tefsir ederken, şâhâne tespitlerde bulunmaktadır: “Hz. Şuayb’ın kavmi, herkesin hissiyatını kendi nefsleriyle ölçtüklerinden, bir insanın şahsî garaz ve dünyevî menfaatlerden sıyrılıp, “ben ancak ıslaha çalışıyorum” (Hud,88) demekte samimî olmasını kafalarına sığdıramıyorar, ihlâs ve tevekkülü anlamak için kendilerinde bir misal bulamıyorlardı.”



Gerçekten de şöyle bir bakarsanız toplum hayatına, insan benliğinin (nefsinin) etkisiyle, önce birkaç kişi aracılığıyla yapılabilir görülen bu kadar anlamsız ve onursuz davranışlar, sonra kolaylıkla “artık herkes yapıyor” durumuna gelebiliyor. Zaman zaman insanlar kurtuluşu bu cümlede buluyor: “Artık herkes yapıyor.” Ne acı! Olması gereken ya da kesin doğru olan şeyler, veya değiştirilemez insanî kurallar, insanlar tarafından mı belirlenirler?



İnsanlar üzerinde söz sahibi olabilecek tek yetkili, onların Yaratıcısı ve Ezelî-ebedî Sahibi olabilir. İnsanın yaşamını sonuç veren sayısız ayrı ve kompleks sistemi bir arada işleten O (CC) değil midir? Kendisinin haberi dahi olmayan nice sistemi, insan mı kurdu? İnsan için hayatî önemi olan ve insanların kendilerinin sağlayabildiği tek bir örnek var mı? Öyleyse, insan niçin hâlâ Yaratıcısı’nın isteklerini göze almıyor?



Öyle zamanlar ve öyle davranışlar oluyor ki, hiç düşünmeden daha önce etrafımızdakileri öyle yaşıyor olarak gördüğümüz (veya bulduğumuz) için, hiçbir kritere başvurmadan, asla sorgulama yapmadan, onları kabul ediyor ve uyguluyoruz. Bir coşkun akıntıya bırakmışız kendimizi, akım devam ederken, birbiri ardına gelen damlalarda olduğu gibi, gerçek olmayan, izâfî zevkler alıyoruz ve bu süreçte gayet rahat duruyoruz ama akıntının nereye gittiğini, sonumuzun ne olduğunu da düşünmüyoruz. Bize bunu haber veren işaretler karşısında ise, mevcut rahatımızı asla bozmak istemiyoruz. Farkında olmasak da halimiz, Kur’an’da muhteşem bir belagatla anlatılıyor: “Ama onlara, “Allah(CC)’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde bazıları: “Hayır, biz (yalnız) atalarımızdan gördüğümüz (inanç ve eylemler)e uyarız!” diye cevap verirler. Ya ataları akıllarını hiç kullanmamış ve hidayetten nasib almamış iseler?” (Bakara, 170)



Akıllarını kullanmayıp, körü körüne daha önce yapıla gelenlere kapılan insanlar için çok hoş bir benzetme ve yargı da, bu ayetin hemen ardından geliyor: “Böylece, hakikati inkâra şartlanmış olanların durumu, çobanın haykırışını işiten ama onu yalnız bir ses ve çağrı şeklinde algılayan sürünün durumuna benzer. Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler: zira akıllarını kullanmazlar.” (Bakara, 171)



Kur’an, insanlara akletmeyi, düşünmeyi emrediyor. Biz ise aynen çobanın haykırışını duyan ama tepki vermeyen sürüye benziyoruz. Oysa, istediğimiz, yıllar yılı hayal ettiğimiz gibi bir şekle bürünmemiz kendimize bağlı! Biz niyet etmezsek, biz davranışlarımızı değiştirmezsek, kim bizi yüceltecektir? Kendimize büyük hedefler ama sonu olamayacak kadar büyük hedefler belirleyelim, “Dur! Silkelen! Yaptıklarına dikkat et!” diyen dost sesler duyacağız içimizde. Kainatın ve içindekilerin bizimle dost olması, her şeyin ötesinde Şefkatli Yaratıcımız’ın dostluğu da davranışlarımıza bağlı değil mi? İnsanın, varlık amacına göre mükemmele doğru olan yolculuğu da, davranışlarını sorgulayıp doğruluğa yöneltmesiyle başlayacak. Sonsuz mutluluk ve sonsuz pişmanlık arasındaki değerli çizgilerden biri, belki de bu. O çizginin üstünde olanlardır, Cennet’te olanlar.
 
Üst Alt