Siyaset ve Aracı Kurumları Olan Fırkalar

azizdolu

New member
------Siyaset ve Aracı Kurumları Olan Fırkalar
------Siyaset ve Aracı Kurumları Olan Fırkalar
------Fırkalar (party) birer at; bu fırkalara gönül veren insanlar da, bu at-lara binen süvariler olarak görülmelidir. Buna rağmen, uygulamada göze çarpan aksaklıklar da yok değildir. Birtakım insanların, attan düşmüş süva-rinin atın peşinden koşması gibi fırka- peşinde koşmasını da istihza ile ka-rışık bir tebessümle karşılamak gerekir. İnsanımızın, orasını burasını ovuş-turarak koşması hoş olmasa gerek… En kötüsü de süvarisine binmeye çalı-şan atlar oluyor hâliyle… Süvarisine tekme atan; süvarisini ısıran; aksıran, tıksıran atlar da cabası…
------Fırkaları süslü birer ata benzetmemizden kasıt, elbette boşuna değil-dir. Neden derseniz, son yüzyıla damgasını vurmuş olan ve cumhuriyet ve demokrasi adları verilen yeni (modern) dünya düzeninde sistemin işlemesi için fırkaları birer araç gibi görmeliyiz. Hatta fırkaları birer kasnak; millet-vekillerini ise kasnağın üzerinde bulunan dişliler olarak da tanımlayabiliriz. Zira siyaset ve fırka dediniz mi, teşbih (benzetme) sanatının kapıları ardı-na kadar açılır.
------Tarihi süreçte disiplin ve hiyerarşiye göre şekillenmiş olan Türk top-lum yapısı, nedense demokrasi olarak adlandırılan düzene ayak uydur-makta güçlük çekmektedir. Demokrasi bir başıbozukluk, bir serkeşlik ola-rak algılanmakta; bir kısım zevat (kişiler) işi bindikleri dalı kesmeye, dev-letin altını oymaya kadar ileri götürmektedirler. Hâl böyle olunca, Osmanlı’nın son dönemlerinde “Hürriyet isteriz!” diye dağa çıkanlar ile Cumhuriyetin son yıllarında “Demokrasi isteriz!” diye dağa çıkanlar arasında pek de fazla bir farkın olmadığı ortadadır.
------Türkiye’de, fırkaların (party) kurumsallaşamadığı bir tarihi vakadır. Niye derseniz, rehber edindiğimiz Batı demokrasilerinde siyasi fırkalar (party) nerede ise devletle yaşıt iken, bizde bir iki istisna dışında köklü fır-ka (party) bile yoktur. Haliyle tabansız hareketlerin tepesinde oturanlar da tabansız olmakta ve en küçük bir müdahalede şapkasını, yazı takımını vs. alıp gitmektedir. Bu durumun bir sonucu olarak da, bırakın kolluk kuvvet-lerin müdahalesini; deniz aşırı ülkelerden gelecek müdahalelere bile açık olan bir demokratik yapı ortaya çıkmaktadır. Bunun temel sebebi ise “27 Mayıs Sendromu” olarak adlandırabileceğimiz, iliklere kadar işlemiş olan darbe korkusudur. Acizliğin belirtisi olmaktan öteye geçmeyen “denge” siyasetinin bir uzantısı olarak da, deniz aşırı ilişkiler devreye sokulmaktadır haliyle… Meselenin ibretlik yanı ise başlı başına bir yürek yangınıdır canca-ğızlar. Zira devlet adamlarımız, Amerikan Devletinin, tarihinde İngilizce ile kaleme alınmamış tek bir anlaşma metni olduğunu, bunun da Türkçe olduğunu bilmezler. Bu anlaşmaya imza koyanlardan biri Hasan Dayı adlı sıradan bir Osmanlı paşası iken; muhatabı Amerikan Başkanı George Washington’ dur. Dahası anlaşma ile Osmanlı Devleti, Amerika’yı vergiye bağ-lamıştır. Kısacası günümüzün cihan (dünya) devleti Amerika’nın, kuruldu-ğu günden bu yana boyun eğdiği tek bir devlet vardır: Osmanlı Türk Dev-leti! Ve Türkler, Amerika için, hiç geçmeyen ve geçmeyecek bir iç buruklu-ğudur cancağızlar.
------Siyasetçi-Fırka-Devlet üçgeninde, asl’olan devletin yeniden kurulması değil; yeniden yapılandırılmasıdır haliyle. Tıpkı Hanedanlık Türkiye’sinde yaşanan ve “Fetret Devri” olarak adlandırılan dönemde olduğu gibi… Bunu yaparken de siyasilerin Türkiye’yi, bir tehlike ile karşılaşınca kabuğuna çekilen kaplumbağa durumuna düşürmemesi gerekmektedir. Hem de “Hepimiz Ermeni’yiz!” söylemlerinin, yakın zamanda “Hepimiz PKK’yız!” teranelerine dönüşme tehlikesi ortada iken… Aslında siyasilerin yapması gereken, sırtlarını halka dayayarak; iktidar olmakla yetinmeyip muktedir olmayı hedeflemek olmalıdır. Zira bu gerçekleştiği takdirde, karşılaşılan sorunların çözümünde “milletin azim ve kararı”ndan da güç alınarak, uygun reçetele-rin yazılmasının; doğru tedavilerin uygulanmasının yolu açılacaktır. Seçim sistemimizdeki çelişkiler ne deniyle, milletvekili seçilebilmek için, kullanım kılavuzunda “Sayın genel başkanım bilir.” yazan bir yağdanlığa dönüşmek zorunda olan siyasiler olduğu sürece ise hastanın masadan kalkamayacağı, kalksa bile aksayacağı aşikârdır. Anayasada belirtilen niteliklere sahip her-kesin oy kullanabildiği bir demokratik düzende, -istenen nitelikleri taşımak kaydıyla- isteyen herkesin aday olamamasının bir açıklaması olabilir mi? Bu halkın zekâsı, sadece kenar mahalle muhtarını seçmeye mi kadirdir? Zaman ayırır, zihninizi bu soruyla meşgul ederseniz, ülkemizdeki demok-ratik uygulamanın, üç beş yaşındaki kız çocuklarının evcilik oyunu kadar bile gerçekçi olmadığını anlarsınız.
------Türkiye’de, siyaset ve siyasetin aracı kurumları olan fırkalarla ilgili yapılan değerlendirmelere baktığımızda, ekseriyetinin yanlı olduğunu gö-rürsünüz. Emre Kongar, Şerif Mardin gibi aydınların “solcu-sosyalist” bakışları ile; Necip Fazıl, Seyit Ahmet Arvasî, Orhan Türkdoğan gibi aydınların “sağcı-idealist” yaklaşımları, ülkemizde nerede ise iki zıt kutup medyana getirmiştir. Hatta adı geçen bu akımların, milletimizin di mağına ipotek koyduğu bile söylenebilir. Oysa hem “komüncü” cenah, hem de “istişareciler” siyaset mekanizması ile aracı kurumları olan fırkalardaki çarpıklıkların düzeltilmesine yönelik olarak, pek de bir çaba göstermemişlerdir. Sadece Necip Fazıl’ın kısa süreli bir çabası vardır. Çarpıklıklarla, haksızlıklarla kendi çapında bir mücadeleye girişerek, şahsına münhasır (kendine özgü) “Büyük Doğu” hareketini başlatmıştır. Sonrasında ise demokrasiden umu-dunu yitirerek, demokrasi karşıtı (antidemokrat) bir çiz giye kaymıştır. Aslında Necip Fazıl’ın gayesi “asr-ı saadet” dönemine uygun bir demokrasi kalıbı oluşturmaya yönelik olan, hayli iddialı bir girişimdir. Hatta Yusuf Has Hacip’in “Kutadgu Bilig”inden ve İbn-i Haldun’un “Mukaddime”sinden sonraki geçen süre de, konuyla ilgili olarak, özgün (orijinal) fikirler ortaya ko-yan ilk fikir adamı olarak kabul edilebilir. Vatanı, elbise; milleti, beden; dini, ruh ve devleti de akıl olarak sistemleş tiren bir düşünce kalıbını kuram-sallaştırmayı başarmıştır. Bununla birlikte, günümüz dünyasında bir “İdeologya Örgüsü”nün uygulanabilirliği ise tartışmaya açıktır.
------Bize göre, siyaset ve fırkaların gayesi, halk yönetimini gerçekleştirmek olmalıdır. Zira halkın yöneten değil de; yönetilen olduğu bir düzen, olsa olsa koyun gütmeye benzer. Haliyle hiç kimsenin, bu milleti “Çoban Sülüler”e mahkûm etmeye hakkı ve yetkisi yoktur. Ülkede siyaset meka-nizmasının, fırkaların, demokrasinin kurumsallaştırılması ve böylece milletin kısır çekişmelerden, başıbozukluktan en önemlisi de “Neme lazım!” cılıktan bir an önce kurtarılması gerekmektedir. Aksi takdirde, daha çook “melek” muhabbeti yaparız. Hazır Bizans’ın mirası da bize kalmışken…
Antalya–11.03.2008

Aziz Dolu Atabey
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Geri
Üst
AdBlock Detected

We get it, advertisements are annoying!

Sure, ad-blocking software does a great job at blocking ads, but it also blocks useful features of our website. For the best site experience please disable your AdBlocker.

I've Disabled AdBlock    No Thanks