Sanat Gaye İçindir
Sanat denince ister istemez güzellikler, güzel şeyler akla gelir. Çünkü bir insanın, dolayısı ile de bir milletin duygusal inceliğinin belirtisidir (tezahür). Bu bağlamda sanatçı bulunmaz Hint kumaşıdır. Zira kültürün taşıyıcıları, işleyicileri hatta koruyucularıdırlar. Haliyle sanatı, en iyi sanatçı anlar. Ama ne hikmetse son bir iki asırda birileri çıkmış yok “sanat sanat içindir”; yok “sanat toplum içindir” gibi zırvalıklarla, insanlığın engin dimağını bulandırmaya çalışmıştır. Peki, ama insanlara bir şey vermeyen bir sanat sanat olur mu? Sırf sanat kaygısı, görücüye çıkmış gelin namzedi gibi ıkınmak sıkınmak değil midir bir yerde? Yahut lüzumsuz bir laf ebeliği? Ya da sanatsal kaygıları bir tarafa atıp, halkın hizmetine sunulan bir sanat, zanaat olmaktan öteye geçebilir mi? Zira demircilik, hızarcılık… gibi meslekler de sonuçta halk (toplum) memnuniyetini esas alan uğraşlardır. Ama takdir edersiniz ki bu uğraşlar sanat değildir.
Sanat, kimilerince güzelliktir; kimilerine göre ise “hayat damarlarımızdan biri…” Haliyle de, hayati öneme haiz bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyleyse sanatı, ne sanata ne de topluma tevdi edemeyiz. Zira ancak sanatkârı tarafından anlaşılan bir eser, düş görmekle eşdeğerdir. Üstelik sadece ve sadece görenin anlayacağı ve onun yok olması ile de yok olup gidecek bir sis tabakasına dönecektir. Ya, paçasından cahillik akan bir toplum söz konusu ise… Üstelik söz konusu olan, her türlü bağnazlığın, softalığın, ahlaksızlığın, başıbozukluğun hüküm sürdüğü bir toplum ise, bu kez de sanat “değmeyin curcunaya” demek olacaktır.
İdeologya Örgüsü; İman ve İslam Atlası; Çile… diye giden birbirinden değerli eserlerin müellifi olan Üstat Necip Fazıl, sanatı, güzel ahlâka ulaşmak için bir vasıta (araç) olarak kabul etmişti. O’na göre de “sanat ahlâk içindir” düsturu önemliydi bir yerde. Son Peygamberin güzel ahlakına âşıktı ve bu güzelliğe ulaşmak; halkı ve sanatı bu güzellikte buluşturmak için çabalayıp durmuştu.
Sanatı, sanatçıyı ve sanatın ne için olması gerektiği hususunda çok şeyler söylenebilir. Bu konuda neredeyse her âlim, her sanatkâr bir şeyler söylemiştir. Bir âlim, bir sanatkâr olmamakla birlikte; bu yolda ilerlemeyi gaye edinmiş bir insan olarak haliyle bizim de bir tanımımız olacaktır. Bize göre de sanat 'gaye için' olmalıdır. Çünkü amaçsız, hedefsiz bir yol sağlıklı değildir. Zira bu yol, pusula olmadan, gemiyle okyanus (umman) yolculuğu yapmaya benzer. Üstelik ne yaptığını bilmeyen bir sanatkârın, bakar-kör bir toplumun ve kimilerinin 'içine etmeye' davrandığı bir sanatın akıl kârı olmadığı da malumunuzdur. Kısacası bir sanatkâr eserini bir gaye uğruna ortaya koyma kaygısında olmalıdır. Bir sanatsever de, yüreğinde taşıdığı bir kutlu gaye uğruna; o sanat eserinin sevdasını çekmelidir. Sanat eserine gelince, ne kadar güzel, ne kadar olağanüstü olursa olsun yine de bir kopyadan öteye geçemez. Yaradılanların, Yaradanı taklit ettiği kopyalar… Sözün özü “Sanat gaye içindir.” cancağızlar ve bu gaye ölümsüzlüğe açılan kapıları yoklamalı; surda gedik açma kaygısı gütmelidir. Bu ise, Gazi Mustafa Kemal’in de işaret buyurduğu gibi, hayat damarlarının koparılmaması, kopartılmaması ile mümkündür. Yani sanatkârların korunup, kollanması; eserlerine gerekli ilginin, alakanın gösterilmesi gerekmektedir. Yine de, takdir siz değerli sanatseverlerin… Serik–08.04.2008
Aziz Dolu Atabey
azizdolu.blogcu.com
Sanat denince ister istemez güzellikler, güzel şeyler akla gelir. Çünkü bir insanın, dolayısı ile de bir milletin duygusal inceliğinin belirtisidir (tezahür). Bu bağlamda sanatçı bulunmaz Hint kumaşıdır. Zira kültürün taşıyıcıları, işleyicileri hatta koruyucularıdırlar. Haliyle sanatı, en iyi sanatçı anlar. Ama ne hikmetse son bir iki asırda birileri çıkmış yok “sanat sanat içindir”; yok “sanat toplum içindir” gibi zırvalıklarla, insanlığın engin dimağını bulandırmaya çalışmıştır. Peki, ama insanlara bir şey vermeyen bir sanat sanat olur mu? Sırf sanat kaygısı, görücüye çıkmış gelin namzedi gibi ıkınmak sıkınmak değil midir bir yerde? Yahut lüzumsuz bir laf ebeliği? Ya da sanatsal kaygıları bir tarafa atıp, halkın hizmetine sunulan bir sanat, zanaat olmaktan öteye geçebilir mi? Zira demircilik, hızarcılık… gibi meslekler de sonuçta halk (toplum) memnuniyetini esas alan uğraşlardır. Ama takdir edersiniz ki bu uğraşlar sanat değildir.
Sanat, kimilerince güzelliktir; kimilerine göre ise “hayat damarlarımızdan biri…” Haliyle de, hayati öneme haiz bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyleyse sanatı, ne sanata ne de topluma tevdi edemeyiz. Zira ancak sanatkârı tarafından anlaşılan bir eser, düş görmekle eşdeğerdir. Üstelik sadece ve sadece görenin anlayacağı ve onun yok olması ile de yok olup gidecek bir sis tabakasına dönecektir. Ya, paçasından cahillik akan bir toplum söz konusu ise… Üstelik söz konusu olan, her türlü bağnazlığın, softalığın, ahlaksızlığın, başıbozukluğun hüküm sürdüğü bir toplum ise, bu kez de sanat “değmeyin curcunaya” demek olacaktır.
İdeologya Örgüsü; İman ve İslam Atlası; Çile… diye giden birbirinden değerli eserlerin müellifi olan Üstat Necip Fazıl, sanatı, güzel ahlâka ulaşmak için bir vasıta (araç) olarak kabul etmişti. O’na göre de “sanat ahlâk içindir” düsturu önemliydi bir yerde. Son Peygamberin güzel ahlakına âşıktı ve bu güzelliğe ulaşmak; halkı ve sanatı bu güzellikte buluşturmak için çabalayıp durmuştu.
Sanatı, sanatçıyı ve sanatın ne için olması gerektiği hususunda çok şeyler söylenebilir. Bu konuda neredeyse her âlim, her sanatkâr bir şeyler söylemiştir. Bir âlim, bir sanatkâr olmamakla birlikte; bu yolda ilerlemeyi gaye edinmiş bir insan olarak haliyle bizim de bir tanımımız olacaktır. Bize göre de sanat 'gaye için' olmalıdır. Çünkü amaçsız, hedefsiz bir yol sağlıklı değildir. Zira bu yol, pusula olmadan, gemiyle okyanus (umman) yolculuğu yapmaya benzer. Üstelik ne yaptığını bilmeyen bir sanatkârın, bakar-kör bir toplumun ve kimilerinin 'içine etmeye' davrandığı bir sanatın akıl kârı olmadığı da malumunuzdur. Kısacası bir sanatkâr eserini bir gaye uğruna ortaya koyma kaygısında olmalıdır. Bir sanatsever de, yüreğinde taşıdığı bir kutlu gaye uğruna; o sanat eserinin sevdasını çekmelidir. Sanat eserine gelince, ne kadar güzel, ne kadar olağanüstü olursa olsun yine de bir kopyadan öteye geçemez. Yaradılanların, Yaradanı taklit ettiği kopyalar… Sözün özü “Sanat gaye içindir.” cancağızlar ve bu gaye ölümsüzlüğe açılan kapıları yoklamalı; surda gedik açma kaygısı gütmelidir. Bu ise, Gazi Mustafa Kemal’in de işaret buyurduğu gibi, hayat damarlarının koparılmaması, kopartılmaması ile mümkündür. Yani sanatkârların korunup, kollanması; eserlerine gerekli ilginin, alakanın gösterilmesi gerekmektedir. Yine de, takdir siz değerli sanatseverlerin… Serik–08.04.2008
Aziz Dolu Atabey
azizdolu.blogcu.com