Saadeti ebediyyenin yarışını kimler kazanır Hakikat dergisinden

Kalpteniman

New member


Saâdet-i Ebediye’nin
Yarışını Kimler Kazandı?

“Gerçek tartı kıyamet günündedir.”
(A’raf: 8)
“Tartıları ağır gelen kimseler hoş bir hayat içinde olacaktır.”
(Kâria: 6-7)
“Tartıları hafif gelenler ise, onların anası (varacakları yer) Hâviye’dir. Hâviye’nin ne olduğunu sen bilir misin? O kızgın bir ateştir.”

(Kâria: 8-11)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Yâ Ebâ Zerr! Gemiyi yenile, çünkü deniz derindir. Tekmil azığını al, çünkü sefer uzaktır. Yükünü hafiflet, çünkü dağlar arasındaki yol sarp ve meşakkatlidir. Amelini halis kıl, çünkü iyiyi kötüden ayırt eden Allah basirdir, her şeyi, her yapılanı görür.”

Müferridler:
Dönüşü olmayan ahiret gününde hafif olmak, hiç şüphesiz ki bahtiyarlıkların en büyüğüdür.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“-Müferridler yarışı kazandılar!”
“-Müferridler kimlerdir yâ Resulellah?”
“-Onlar o kimselerdir ki, Allah-u Teâlâ’nın zikrine bütün benlikleri ile dalmışlardır, başka şeylerle uğraşmazlar.
Bu zikir onlardan yüklerini indirmiştir, kıyamete hafif olarak gelirler.”
(Hâkim)
Bu müferridler iki türlüdür:
Birincisi ahiret müferridi.
İkincisi dünya müferridi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin bu Hadis-i şerif’lerinde tarif buyurduğu müferridler ahiret müferridleridir.
Dünya müferridlerini de biz açacağız size.
Ahiret müferridleri bütün benlikleri ile âlemlerin Rabbine yönelmişler, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin nurlu yolu üzerindedirler. Dünya malının ağırlık olduğunu, hesaba mucip olduğunu bilirler. Onlarda hiç dünya malı bulunmaz. Dünyada iken yavaş yavaş dünya yüklerini sırtlarından attıkları için hesapları kolaylaşmıştır.
Bir Hadis-i kudsî’de şöyle buyuruluyor:
“Kulum beni zikrettiği zaman ben onunla beraberim.” (Buhari)
Allah-u Teâlâ’nın zikrine öylesine dalmışlardır ki, rikkatli bir kalp ile yalnız şunu isterler:
“Allah’ım! Rızânı ve hoşnutluğunu diliyoruz. Bize o rikkatli kalbi ver ve o kalp ile yürüt.”
Onlar Allah-u Teâlâ’dan hiçbir şey istemezler. Onlarda başka bir arzu yoktur ve yaşamaz.
Ebu Ümâme -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:
“Benim nazarımda insanların en çok imrenmeleri uygun olan kişi şu vasıfları taşıyan kimsedir:
(Yükü ve) hali hafif, namazdan nasibi fazla, insanlar içinde gizli kalan (pek tanınmayan) ve (toplumda) kendisine değer verilmeyip iltifat edilmeyen mümindir.
Onun rızkı (zaruri ihtiyaçlarına) yetecek kadardı, o buna sabretti. Ölümü de çabuk oldu. Az miras bıraktı. Kendisi için ağlayan kadın da az oldu.”
(İbn-i Mâce: 4117)
Allah-u Teâlâ murad ederse kulunu istediği gibi hallendirir, o halleri O koyar ve o kul o hallerle hemhâl olur.
Bu hale vâsıl olanlar çok az kişidir, âdeta tek kişi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin beyanlarının zâhiri mânâsı olduğu gibi, bâtınî mânâsı da vardır. Zâhirî mânâ çoğu zaman anlaşılıyorsa da, bâtınî mânâ anlaşılmıyor.
Herkes nasibi kadar alır. Zâhirden nasibi olan zâhirîni alır, bâtından nasibi olan bâtınını alır, ledünden nasibi olan ledünîsini alır.
Dünya müferridlerine gelince;
Onlar şeytanın izindedirler. Onlar birbirleriyle şöhret yarışına çıkmışlardır. Şöhret ise âfâttır.
Allah-u Teâlâ bu gibi kimselerin kıyamet gününde, oranın hâl ve ahvalini gördükleri, o büyük korkuları gözleri ile müşahede ettikleri zamanki durumlarını Âyet-i kerime’sinde haber vermektedir:
“O günahkârları, Rableri huzurunda başları öne eğilmiş olarak;
‘Ey Rabbimiz! Gördük ve işittik. Bizi dünyâya geri gönder de, salih bir amel işleyelim. Artık biz kesin olarak inandık!’ derken bir görsen!”
(Secde: 12)
Onlar fâni olan dünyayı bâki olan ahirete tercih etmişlerdi.
Dünyanın şâşâsına, gelip geçici zevklerine öyle kapılmışlar ki, hiç ölmeyeceklerini zannediyorlar.
Dünyanın süsüne lüksüne kimin daha çok sahip olduğu, kimin daha müreffeh yaşadığı hakkında böbürlenirler, kibirlilik yaparlar ve bununla da iftihar ederler. Her biri nam peşinde gezerler, bunlar gururludurlar.
Oysa bakarsın ikisi de bir câmidedirler. Fakat bu müferridlerin birisi Allah ehlidir, birisi de şeytan ehlidir.

Amellerin Tartılması:
Ahiret günü; kimin aldanıp kimin aldanmadığı ve aldatıldığı, kâr ve zararın belli olacağı gündür. O gün kimin kazanıp kimin kaybettiği, kandırılanın kim, aklını kullananın kim olduğu, kimin hakkının kime geçtiği, kimin hakkından mahrum olduğu anlaşılacaktır.
Yine o gün, ömür sermayesini yanlış işlere yatırarak iflâs edenlerle kârlı işlere yatırarak ebedî saâdet ve selâmetini kazananlar ortaya çıkacaktır.
İnsanlar mahşer yerinde amel defterlerinde belirtilen sevap ve günahları ölçtürmek için mizan başına gideceklerdir. Orada her şeyin kıymeti, her işin değeri, her sevabın ağırlığı ve her günahın derecesi ölçülür. Her şahıs kendi sevap ve günahının miktarına, mahiyetine vâkıf olur.
Mizan; amellerin tartılması, iyilerinin kötülerinin belirlenmesi için Allah-u Teâlâ’nın mahşer meydanında ortaya koyacağı terazidir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor:
“Biz kıyamet günü adalet terazileri kuracağız.” (Enbiya: 47)
“O gün insanlar, yaptıklarının kendilerine gösterilmesi için gruplar halinde (ilâhi divana) çıkarlar.” (Zilzâl: 6)
Herkes ameline göre bölük bölük olur. İman ehli ayrı gruplar, küfür ehli ayrı gruplar halinde sevkedilirler, muhasebeye tâbi tutulurlar.
Müminin terazi kefesinde öncelikle imanının ağırlığı olacak, bunun yanı sıra amel-i salihleri de ağırlık yapacaktır. Kâfirlerin hiçbir iyiliği kötülük kefesini kaldırmayacaktır. Çünkü küfür, kötülük kefesini ağır bastıracak kadar büyük bir kötülüktür.
Allah-u Teâlâ’nın adaleti tecelli edecek, herkes bu ilâhî adaletin icabı olarak ya mükâfat veya mücâzat görecektir.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Kim zerre kadar bir iyilik yapmışsa onun mükâfatını görür.
Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onun cezasını görür.”
(Zilzâl: 7-8)
Bir mümin bir iyilik yapmışsa onun mükâfatını görecektir. Kötülük yapmışsa ondan da haberdar edilecektir. İyilikleri kötülüklerinden çok ise ilâhi bir lütuf olarak o kötülükleri affa uğrayabilir veya onun cezasını dünyada iken görmüş bulunur.
Bir kâfir ise, iyilik yaparsa, o iyiliği iman dahilinde olmadığı için Allah katında makbul değildir. Ahirette kendisini azaptan kurtaramaz.

Mahkeme-i Kübrâ:
Allah-u Teâlâ Fatiha sûre-i şerif’inin 4. Âyet-i kerime’sinde Zât-ı akdes’ini:
“Din gününün sahibi” olarak vasıflandırmaktadır.
Öyle bir gün ki; inananla inanmayanı, itaatkârla isyankârı, şükredenle nankörü, zulmedenle zulme uğrayanı orada ayıracak, iyileri mükâfatlandırıp kötüleri cezalandıracak, dilediğini de bağışlayacaktır.
Ne emir buyurursa o olacaktır.
“Din günü” her yapılanın karşılığının verileceği son gün demektir. O gün, kendi mülkünde tasarrufta bulunan mülk sahibi gibi tasarrufta bulunacak, tasarrufuna ortak olacak hiç kimse bulunmayacaktır.
“Bu gün mülk kimindir? Tek ve kahhar olan Allah’ındır!” (Mümin: 16)
Soruyu soran da O, cevap veren de O...
Bir ortağı olmak şöyle dursun, her şey O’nun kahrına mahkûmdur.
“O gün gerçek hükümranlık Allah’ındır.” (Furkan: 26)
Dünyada geçici olarak emaneten mülk ve saltanat sahibi olanların hükümleri, ölümleri ile ellerinden alınır. İyi veya kötü, yaptıkları işlerin hesabı yanlarına kâr kalır. O gün O’ndan başka hiç kimse mülk sahibi değildir.
İlâhi mahkeme kurulduğunda yürekler çarpar, akıllar şaşkına döner. Herkes sadece kendisinin hesaba çekileceğini zanneder.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Ey insan ve cin toplulukları! Sizin de hesabınızı ele alacağız.” (Rahman: 31)
Bu ilâhi bir tehdittir. O’nun bir meşguliyeti olup, O bu meşguliyeti bitirdikten sonra hesaba başlayacak değildir. Hiçbir şey O’nu bu işten alıkoymayacaktır. İnsanlarla cinlerin hesabını görecek, geriye bir şey bırakmayıp hükmünü verecektir. O gün perdeler kaldırılacak, her şeyin içyüzü açığa çıkacaktır.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Yapılan bir iyilik hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirir tartıya koyarız.” (Enbiya: 47)
Her insan ne yapmışsa, her türlü sevap veya günahı mizanda tartılır. İyilikler mükâfatsız, kötülükler cezasız kalmaz.
Allah-u Teâlâ dilerse ufacık bir iyiliği dağlar kadar yaparak kulunu kurtarır.
Tartı neticesinde sevabı ağır gelenler cennete girmeye hak kazanırlar, günahı ağır gelenler ise cezalarını çekmek üzere cehenneme sevkedilirler.
Kişinin yükü Allah-u Teâlâ ile yakınlığı nisbetinde hafif veya ağır gelecektir. O yakınlığın verdiği ağırlıkla tartılacak ve sadece o ölçü ile hesaba çekilecektir. .H.Z. ALLAH CÜMLEMİZİ SEVABI AĞIR OLANLARDAN
OLMAMIZI NASİP ETSİN İNŞAALLAH...



 
Geri
Üst
AdBlock Detected

We get it, advertisements are annoying!

Sure, ad-blocking software does a great job at blocking ads, but it also blocks useful features of our website. For the best site experience please disable your AdBlocker.

I've Disabled AdBlock    No Thanks