Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Risale-i nurun çizdiği portre

muhammedemin

New member
Katılım
5 Eki 2009
Mesajlar
32
Tepkime puanı
16
Puanları
0
Yaş
47
RİSALE-İ NURUN ÇİZDİĞİ PORTRE
Cüneyt MAHAN
Her insanın hayatta bir hedefi ve ideali vardır. Bir müslümanın da hedefi, dine, imana ve kur’ana hizmettir hiç şüphesiz. Hususen Risale-i nura intisab edenlerin, nasıl ve ne şekilde kur’ana ve imana hizmet etmeleri gerektiğini Risale-i nurun kendisinden dinlemek ve kendimize bir hizmet portresi çizmek, her nur şakirdine faydalı olacağı ümidindeyim.

RİSALE-İ NUR
Kısacası Risale-i Nur, bütün iman ve Kur’an hakikatlerini, sarsılmaz delillerle ispat ederek çok kuvvetli bir imanı insanlara kazandıran ve tam sünnet-i seniyye üzere bir şuur ve yaşayışı temin eden manevî bir Kur’an tefsiridir. (Mesnevî-i Nuriye)
BEDÜZZAMAN HZ.LERİNİN KURAN HİZMETİNDEKİ FEDAKARLIĞI
"Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmi beş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur." (Tarihçe-i Hayat)
"Umum âlem-i İslâmı alâkadar eden bir hakikatın hatırı için değil yalnız dünya hayatını, belki lüzum olsa uhrevî hayatımı ve saadetimi dahi ehl-i imanın Risale-i Nur ile saadetleri için feda etmeyi nefsim de kabul ediyor." (Şualar)
"Uzun seneler ihtiyarım haricinde olarak hizmet-i imaniyemi maddî ve manevî kemalât ve terakkiyatıma ve azabdan ve Cehennem'den kurtulmama ve hattâ saadet-i ebediyeme vesile yapmaklığıma, yahut herhangi bir maksada âlet yapmaklığıma manevî gayet kuvvetli manialar beni men' ediyordu. Bu derunî hisler ve ilhamlar beni hayretler içinde bırakıyordu. Herkesin hoşlandığı manevî makamatı ve uhrevî saadetleri, a'mal-i sâliha ile kazanmak ve bu yola müteveccih olmak hem meşru hakkı olduğu, hem de hiç kimseye hiç bir zararı bulunmadığı halde ben ruhen ve kalben men' ediliyordum. Rıza-yı İlahîden başka fıtrî vazife-i ilmiyenin sevkiyle, yalnız ve yalnız imana hizmet hususu bana gösterildi. Çünki şimdi bu zamanda hiçbir şeye âlet ve tâbi' olmayan ve her gayenin fevkinde olan hakaik-i imaniyeyi fıtrî ubudiyetle, bilmeyenlere ve bilmek ihtiyacında olanlara tesirli bir surette bildirmek; bu keşmekeş dünyasında, imanı kurtaracak ve muannidlere kat'î kanaat verecek bir tarzda; yani hiç bir şeye âlet olmayacak bir tarzda, bir Kur'an dersi vermek lâzımdır ki; küfr-ü mutlakı ve mütemerrid ve inadçı dalaleti kırsın, herkese kat'î kanaat verebilsin. Bu kanaat da bu zamanda, bu şerait dâhilinde, dinin hiçbir şahsî, uhrevî ve dünyevî, maddî ve manevî bir şeye âlet edilmediğini bilmekle husule gelebilir. Yoksa komitecilik ve cem'iyetçilikten tevellüd eden dehşetli dinsizlik şahsiyet-i maneviyesine karşı çıkan bir şahıs en büyük manevî bir mertebede bulunsa, yine vesveseleri bütün bütün izale edemez. Çünki imana girmek isteyen muannidin nefsi ve enesi diyebilir ki: "O şahıs dehasıyla, hârika makamıyla bizi kandırdı." Böyle der ve içinde şübhesi kalır." (Emirdağ Lahikası 2, Konuşan Yalnız Hakikattir)
RİSALE-İ NURUN ŞAHS-I MANEVİSİNİN KAZANDIRDIKLARI
1- Samimi ihlas ve daimi sadakatle dâhil olan herbir insan bütün Risale-i Nur talebelerinin hasenatlarının, feyizlerinin ve nurlarının bir misline sahib olur.
2- Bütün Nur Talebeleri’nin başta Hazreti Üstadın yapmış olduğu dualara, özellikle kabre imanla gitme konusunda yaptıkları dualara nail olur.
3- Kendisi ahirete gitse de geride kalan Nur Talebeleri’nin işledikleri bütün güzel amellerden manen istifade eder. Hasenet defteri kapanmaz.
4- Şahs-ı maneviye olan intisabından dolayı yaptığı dini hizmetler hususi kalmayıp umumileşir. Tek başına iken yapacağı en büyük hizmetler bile zayıf kalacak iken, cemaatle beraber yaptığı en ufak bir hizmetin dahi İslam âlemine çok büyük faydaları dokunabilir.
RİSALE-İ NURUN HİZMET METODU
“Gazetelerde neşrettiğim umum makalatımdaki (makalelerimdeki) umum hakaikte (hakikatlerde) nihayet derecede musırım (ısrarlıyım). Şayet zaman-ı mazi canibinden (geçmiş zaman tarafından), asr-ı saadet mahkemesinden adaletname-i şeriatla davet olunsam; neşrettiğim hakaikı aynen ibraz edeceğim (göstereceğim). Olsa olsa o zamanın ilcaatının modasına göre bir libas giydireceğim.
Şayet müstakbel (gelecek) tarafından üçyüz sene sonraki tenkidat-ı ukalâ (akıllıların tenkidleri) mahkemesinden tarih celbnamesiyle (çağrısıyla) celb olunsam, yine bu hakikatları tevessü' ve inbisat (genişlemek) ile çatlayan bazı yerlerini yamalamakla beraber, taze olarak orada da göstereceğim. Demek, hakikat tahavvül etmez (değişmez); hakikat haktır.”

Şualar’daki bir takrizden alınan şu ifadeler de her asırdaki müceddidlerin bu tavra sahip olduğunu anlatır:
“Her asır başında hadîsçe geleceği tebşir edilen (müjdelenen) dinin yüksek hâdimleri (hizmetkârları, müceddidleri); emr-i dinde mübtedi' (yeni şeyler icad eden, bidatçi) değil, müttebi'dirler (şeriat ve sünnete tabidirler). Yani, kendilerinden ve yeniden bir şey ihdas etmezler, yeni ahkâm (hükümler, kurallar) getirmezler. Esasat ve ahkâm-ı diniyeye ve sünen-i Muhammediye’ye (asm) harfiyen ittiba' (uymak) yoluyla dini takvim ve tahkim (güçlendirme) ve dinin hakikat ve asliyetini izhar (gösterme) ve ona karıştırılmak istenilen ebâtılı (batıl şeyleri) ref' ve ibtal ve dine vaki' tecavüzleri redd ve imha ve evamir-i Rabbaniyeyi ikame ve ahkâm-ı İlahiyenin şerafet ve ulviyetini izhar ve ilân ederler.

Ancak tavr-ı esasîyi (temel esası) bozmadan ve ruh-u aslîyi (şeraitin asıl ruhunu) rencide etmeden yeni izah tarzlarıyla, zamanın fehmine (anlayışına) uygun yeni ikna' usûlleriyle ve yeni tevcihat (mana yönleri göstererek) ve tafsilât (açıklamalar) ile îfa-i vazife ederler.”

Risale-i Nur’un yeni tarzı nedir? Sualine cevab olmak üzere Risale-i Nur’dan iki yeri aşağıya alıyoruz:
“Evliya divanlarını ve ulemanın kitaplarını çok mütalâa eden bir kısım zatlar tarafından soruldu: "Risale-in-Nurun verdiği zevk ve şevk ve îman ve iz'an onlardan çok kuvvetli olmasının sebebi nedir?"

Elcevap: Eski mübarek zatların ekseri divanları ve ulemanın bir kısım risaleleri, îmanın ve mârifetin neticelerinden ve meyvelerinden ve feyizlerinden bahsederler.Onların zamanlarında, îmanın esasatına (temellerine) ve köklerine hücum yok idi ve erkân-ı îman sarsılmıyordu. Şimdi ise, köklerine ve erkânına şiddetli ve cemaatli bir surette taarruz var. O divanlar ve risalelerin çoğu, has mü'minlere ve ferdlere hitab ederler. Bu zamanın dehşetli taarruzunu def'edemiyorlar. Risale-i Nur ise, Kur'anın bir mânevî mu'cizesi olarak îmanın esasatını kurtarıyor. Ve…
1- Mevcud ve muhkem (sağlam) îmandan istifade cihetine değil, belki çok deliller ve parlak bürhanlar ile îmanın isbatına ve tahakkukuna ve muhafazasına ve şübehattan (şübhelerden) kurtarmasına hizmet ettiğinden, herkese bu zamanda ekmek gibi, ilâç gibi lüzumu var olduğunu dikkatle bakanlar hükmediyorlar.

O divanlar derler ki: "Veli ol, gör, makamata çık, bak; nurları, feyzleri al." Risale-i Nur ise der:"Her kim olursan ol, bak, gör; yalnız gözünü aç, hakikatı müşahede et, saadet-i ebediyenin anahtarı olan îmanını kurtar."

2- Hem Risalet-ün-Nur, en evvel tercümanının nefsini iknaa çalışır, sonra başkalara bakar. Elbette nefs-i emmaresini tam ikna eden ve vesvesesini tamamen izale eden bir ders, gayet kuvvetli ve hâlisdir ki, bu zamanda cemaat şekline girmiş dehşetli bir şahs-ımânevî-yi dalâlet karşısında tek başiyle galibane mukabele eder.

3- Hem Risalet-ün-Nur, sair ulemanın eserleri gibi yalnız aklın ayağı ve nazariyle ders vermiyor ve evliya misillü yalnız kalbin keşif ve zevkiyle hareket etmiyor; belki aklın ve kalbin ittihad ve imtizacı ve ruh ve sair letâifin teavünü ayağıyle hareket ederek evc-i a'lâya uçar, taarruz eden felsefenin değil ayağı, belki gözü yetişemediği yerlere çıkar, hakaik-ı îmaniyeyi kör gözüne de gösterir.” (Sikke-i Tasdik)

“Diyorlar ki: "Senin eski zamandaki müdafaatın (savunmaların) ve İslâmiyet hakkındaki mücahedatın (manevî mücadelen), şimdiki tarzda değil. Hem Avrupa'ya karşı İslâmiyet'i müdafaa eden mütefekkirîn (düşünürler) tarzında gitmiyorsun. Neden Eski Said vaziyetini değiştirdin? Neden manevî mücahidîn-i İslâmiye (manevî İslam mücahidleri olan düşünürler) tarzında hareket etmiyorsun?

Elcevab: Eski Said ile mütefekkirîn kısmı, felsefe-i beşeriyenin ve hikmet-i Avrupaiyenin düsturlarını kısmen kabul edip, onların silâhlarıyla onlarla mübareze ediyorlar (çarpışıyorlar); bir derece onları kabul ediyorlar. Bir kısım düsturlarını, fünun-u müsbete (isbat olunmuş fenler) suretinde lâ-yetezelzel (sarsılmaz) teslim ediyorlar (kabul ediyorlar). O suretle İslâmiyetin hakikî kıymetini gösteremiyorlar. Âdeta kökleri çok derin zannettikleri hikmetin dallarıyla İslâmiyeti aşılıyorlar, güya takviye ediyorlar.
Bu tarzda galebe az olduğundan ve İslâmiyetin kıymetini bir derece tenzil etmek (düşürmek) olduğundan, o mesleği terkettim. Hem bilfiil gösterdim ki: İslâmiyetin esasları o kadar derindir ki; felsefenin en derin esasları onlara yetişmez, belki sathî kalır. Otuzuncu Söz, Yirmidördüncü Mektub, Yirmidokuzuncu Söz bu hakikatı bürhanlarıyla isbat ederek göstermiştir. Eski meslekte, felsefeyi derin zannedip, ahkâm-ı İslâmiyeyi (İslamın hükümlerini) zahirî (yüzeysel) telakki edip felsefenin dallarıyla bağlamakla durutmak ve muhafaza edilmek zannediliyordu. Halbuki felsefenin düsturlarının ne haddi var ki, onlara yetişsin?” (Mektubat, 29. Mektub)
RİSALE-İ NUR TALEBELERİNİN ŞÜHEDA MAKAMINA ERİŞMELERİ
"Kalemle Nurlara hizmet ve sadakatla talebesi olmanın iki mühim neticesi vardır:
1- Âyât-ı Kur'aniyenin işaretiyle, imanla kabre girmektir.
2- Bütün şakirdlerin manevî kazançlarına, Nur dairesindeki şirket-i maneviye sırrıyla, umum onların hasenatlarına hissedar olmaktır.
Hem bu talebesizlik zamanında, melaikelerin hürmetine mazhar olan (Haşiye) talebe-i ulûm-u diniye sınıfına dâhil olup âlem-i berzahta -talii varsa, tam muvaffak olmuşsa- Hâfız Ali ve "Meyve"de bahsi geçen meşhur talebe gibi; şüheda hayatına mazhar olmaktır.
(Haşiye): Bazı ehl-i keşfin kat'î müşahedesiyle sabittir." (Emirdağ Lahikası 1)
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Cenab-ı Erhamürrâhimîn'e hadsiz şükür olsun ki; bu acib zamanda ve garib yerde, talebe-i ulûmun kıymetli şerefini ve ehemmiyetli hizmetlerini kazanmayı sizler vasıtasıyla bizlere de müyesser eyledi. Ehl-i keşf-el kuburun müşahedesiyle, müteaddid vakıatla, tahsil-i ulûm anında vefat eden bazı müştak ve ciddî bir talebe-i ulûm, şehidler gibi kendini hayatta ve kendi dersiyle meşgul görüyor. Hattâ meşhur bir ehl-i keşf-el kubur, vefat eden ve ilm-i Sarf ve Nahiv okuyan bir talebenin kabrinde, Münker Nekir'e nasıl cevab verecek diye murakabe etmiş ve müşahede edip işitmiş ki: Melek-i sual ondan sordu: "men rabbuke" "Senin rabbin kimdir?" dediği zaman o Nahiv dersiyle iştigal ederken vefat eden talebe, o meleğin cevabında demiş: "men mübtedadır, rabbuke onun haberidir." Nahiv ilmince cevab vermiş, kendini medresede zannetmiş. İşte bu vakıaya muvafık olarak ben merhum Hâfız Ali'yi aynen hayattaki gibi Risale-i Nur'la meşgul olarak en yüksek bir ilimde çalışan bir talebe-i ulûm vaziyetinde ve tam şehidler mertebesinde ve tarz-ı hayatlarında biliyorum ve o kanaat ile ona ve onun gibi Mehmed Zühdü'ye ve Hâfız Mehmed'e bazı dualarımda derim: Ya Rabbi! Bunları kıyamete kadar Risale-i Nur kisvesinde hakaik-i imaniye ve esrar-ı Kur'aniye ile kemal-i ferah ve sevinçle meşgul eyle. Âmîn! (Şualar)
"Şimdi bu vakitte, talebe-i ulûmun en hâlisleri Risale-i Nur talebeleri olduğundan..." (Kastamonu Lahikası)
RİSALE-İ NUR TALEBELİĞİNİN ŞARTLARI
“Talebeliğin hâssası ve şartı şudur ki: Sözler'i (Risaleleri) kendi malı ve te'lifi gibi hissedip sahib çıksın ve en mühim vazife-i hayatiyesini, onun neşir ve hizmeti bilsin.” (Mektubat, 26. Mektub)

“Risale-i Nur'a intisab eden zâtın en ehemmiyetli vazifesi, onu yazmak veya yazdırmaktır ve intişarına yardım etmektir. Onu yazan veya yazdıran, Risale-i Nur talebesi ünvanını alır. Ve o ünvan altında, her yirmidört saatte benim lisanımla belki yüz defa, bazan daha ziyade hayırlı dualarımda ve manevî kazançlarımda hissedar olmakla beraber; benim gibi dua eden kıymetdar binler kardeşlerin ve Risale-i Nur talebelerinin dualarına ve kazançlarına dahi hissedar olur.” (Kastamonu Lahikası)

Yine Hz. Üstadın beyanlarına istinaden, Nur Talebeleri’nin, Risale-i Nurlarla Kur’an’a ve milletin imanına hizmet eden, sünnet-i seniyye ve takva dairesinde yaşayan, İslam dışı bid’alara kalben tarafdar olmayan ve Risale-i Nur’da tarif edilen hakikatleri yaşayarak diğer Müslümanlara örnek olan, olması gereken bir cemaat olduğunu söyleyebiliriz.
RİSALE-İ NURU YAZMANIN FAYDALARI
Risaleleri yazmanın iki büyük temel faydası vardır. Birincisi Kur’an harfleriyle okuyup yazmayı öğrenmektir. İkincisi bu kuvvetli iman derslerini bizzat eliyle çoğaltmaktan gelen çok büyük sevapları kazanmaktır. Üstad Bediüzzaman hazretleri Lem’alar’da, İhlas Risalesi’nin sonundaki Yazı Mektubunda iki hadis-i şerife dayanarak kendi elleriyle Risale-i Nur’u yazanların yüz şehid sevabı kazanabileceğini bildirmektedir. Aynı mektubun haşiyesinde ise Risale-i Nur’u yazmanın beş çeşit ibadet manası taşıdığını şöyle anlatmaktadır:
1- En mühim bir cihat olan ehli dalalete karşı manen cihat etmek.
2- Bu Kur’an hakikatlerini neşretmek hizmetinde Üstadına yardım etmek.
3- Müslümanların imanına hizmet etmek.
4- Kalemle yazarak bizzat ilim tahsil etmek.
5- Bazen bir saati bir sene ibadet sayılan tefekkür ibadetini yapmak.

Ayrıca Emirdağ Lahikası isimli eserindeki bir mektubunda Risale-i Nur’u yazmanın faydalarını şöyle anlatır:
“Kalemle yazarak Nurlara hizmet ve sadakatle talebesi olmanın iki mühim neticesi vardır. Birincisi, Kur’an ayetlerinin de işaretiyle imanla kabre girmektir. İkincisi, bütün Nur Talebeleri’nin manevi kazançlarına ve sevaplarına ortak olmaktır.”

Yine aynı mektubda Üstad Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur’ları Kur’an harfleri ile yazmanın manevi çok kazançlarının yanında bu dünyada da beş tane faydası olduğunu şöyle anlatır:
1- Rızıkta bereket.
2- Kalpte rahat ve sürur.
3- Geçimde kolaylık.
4- İşlerinde muvaffak olmak.
5- Talebelik faziletini kazanmak ve bu sayede bütün Risale-i Nur talebelerinin manevî kazançlarına ve dualarına hissedar olmaktır.
Buraya kadar aldığımız faydaların ne kadar büyük sevep ve faziletler olduğu gayet açıktır.. (Bkz. Lem’alar, 21. Lem’a İhlas Risalesi ve Bütün Lâhikalar)
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Üstad Bediüzzaman’a talebe olmaya niyet eden herkesin bu büyük kazancı kaçırmamaya çalışması gerekir.
 
Üst Alt