"TEKVİN"
"Var etmek. Yaratmak. Meydana getirmek, îcad etmek."
"Cenab-ı Hakk'ın yoktan varetme sıfatı."
"KÜN" "Ol"
"EMR-İ KÜNFEYEKÜN"
"
'ın yaratmağı dilediği şeye "ol" diye emretmesi ve böylece onun varlık sahasına çıkması"
Eskiden bir kısım insanlar maddeden yapılan putlara taparlardı. Şimdi ise putların maddesine tapıyorlar.. Materyalizm, maddenin putlaştınlmasından başka bir şey mi?
O günün putperestleri kendilerinden emin bir halde, müminlerle alay ediyor, akıllarını uyutuyor, vicdanlarını perdeliyorlardı. Şimdi aynı görevi ateistler ve materyalistler yapıyor. İşte bunlardan bir grup, dillerine "kün" emrini dolamışlar; hâlâ diyorlar, bu yirminci asırda bile eşyanın var oluşunu "kün" emriyle açıklayanlar var.
Önce şu "hâlâ" kelimesi üzerinde biraz duralım. Bu asırda değişen ne? Güneş batıdan mı doğuyor? Karpuz ağaçta, elma bostanda mı bitiyor? İnsan hâlâ nutfeden yaratılmıyor mu? Ana rahmindeki bekleme süresi altı aya mı indi? Işığın sürati mi arttı? Sesin frekansı mı yükseldi? İnsan yine bütün bir kâinata muhtaç değil mi?
Fen ve teknik ne kadar ilerlerse ilerlesin, bu asrın insanı yumurtanın civciv olması için hâlâ yirmi gün beklemeye mahkûm değil mi?
Yardımcı hizmetlerde bazı gelişmeler olabilir. Gideceğimiz yere daha süratle varabiliriz. Kıtalar ötesiyle bir anda görüşebiliriz. Ama tabağımızda duran peynir için hâlâ ineğe muhtaç değil miyiz? Balımızı yine anlar yapmıyorlar mı?
Dün bizi, önceki gün Adem babamızı, ondan önce hayvanlar ve bitkiler âlemini ve onların bir safha önünde top yekûn kâinatı yaratan kudret hâlâ işbaşında.. Yine insan yaratıyor, yine çiçek yaratıyor, yine gece, yine gündüz yaratıyor. Yine öldürüyor ve diriltiyor. İnansın inanmasın hiçbir kul bu kudretin icraatına en ufak bir müdahalede bulunamıyor.
İnsan bu kâinatta yeni bir şey yapıyor değil. Değişik bir varlık koyamıyor ortaya.. O, kendi evini yükseltiyor ama, yavrusu yine
'ın kudretiyle boy atıyor. O, işyerinde tamiratlar yapadursun, hücrelerini yine
değiştiriyor, tazelendiriyor.
İnsan yine aynı aciz insan. Ve
yine bu acizin bütün ihtiyaçlarını gören tek Kadir, tek Hâkim, tek Halik...
Bugün "ol" emrini inkâra kalkışanlar, bir asır önce bu dünya yüzünde yoktular. Şimdi ise varlık sahasında boy gösteriyorlar. Bu var oluş ya kendi iradeleriyle oldu, bu takdirde, "ol" emrini almak yerine, kendi kendilerine "olayım" dediler. Yahut iradeleri dışında var edildiler. Yani "ol" emrine muhatap oldular. Bu emir onların anladığı mânâda heceli, sesli, mahreçli bir emir değildi... Zaten, bu emrin canlı cansız herşeye verilmesi böyle bir anlayışa mani...
Öyle ise bu emri nasıl anlayacağız.. Bence meselenin en önemli yanı, buraya kadar olan kısmı... Yani, şu mevcut eşya kendi iradeleriyle, kendi kudretleriyle mi yokluktan kurtulup varlık âlemine geldiler; yoksa bir emirle, bir kudretle mi? Hiç kimse birinci şıkka "evet" diyemeyeceğine göre, ikinci şık sabit oluyor.
Bu emrin mahiyetine gelince:
Tefsir-i Kebir sahibi Fahreddin-i Razi Hazretleri "ol" emri hakkındaki değişik te'villeri sıralar ve en kuvvetli te'vil olarak şunu kaydeder:
"Cenab-ı Hakk'ın "ol" demesinden maksat, eşyanın yaratılmasında ilâhi kudretin süratle nüfuz ettiğini göstermektir. Bir de bu, Hak Teâlânın eşyayı, düşünmeksizin ve denemeksizin yarattığını gösterir."
Risale-i Nur müellifi Üstad Bediüzzaman Hazretleri:
"Eşya fena ve zevale (fani olmaya ve yok olmaya) gitmiyor, daire-i kudretten daire-i ilme geçiyorlar" buyuruyor.. Gözümüzden kaybolan eşyanın yokluğa gitmeyip
'ın ilminde baki kaldığını bize ders veren bu güzel ifadeleri konumuz yönünden tahlil ettiğimizde şu hakikata varırız: Yaratılmadan önce herşey
'ın ilim dairesinde mevcut... Bu şeylerden hangisinin yaratılmasını irade buyurursa, onu ilim dairesinden kudret dairesine geçiriyor; yani var ediyor. İşte "ol" emri ilim dairesinde mevcut olan bu eşyaya veriliyor. Yani,
'ın onları yaratmayı irade etmesi ve onların da böylece varlık sahasına çıkışları sanki bir emirle oluyor.
O halde, "kün" emri bir temsildir. "İlim dairesinden kudret dairesine geç" manasını ifade eder..
"Kün" emriyle ilgili Ayet-i Kerimelerden iki misal:
"Göklerin ve yerin mübdiidir (onları önceden hiçbir örneği bulunmaksızın yaratandır). Bir şeyin olmasını isteyince ona sadece ol der, o da oluverir." (Bakara Suresi-117)
Burada "ol" emri, kudretin hemen faaliyete geçmesi manasına geliyor. Bu emrin tevilini İslâm alimlerimiz aynen böyle yapmışlar. Tıpkı, "herşeyin melekûtu O'nun elindedir" ayetindeki "el" tabirini, kudret olarak tefsir ettikleri gibi, bu "ol" emrini de yine kudret ve irade olarak tefsir etmişler. Ve bundan murat, "
'ın dilediği şeyin hiçbir engel olmaksızın hemen meydana gelmesidir," demişler.
Diğer bir Ayet-i Kerime:
"Doğrusu
indinde İsa'nın meseli, Adem meseli gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra "ol" dedi, o da oluverdi." (Al-i İmran Suresi-59)
Bu Ayet-i Kerimede geçen "ol" emrinin manasına bir derece yanaşmak için eşya hakkındaki şu sınıflandırmayı dikkate almak gerek. Bilindiği gibi eşya iki aleme ayrılıyor. Birisi "halk alemi", diğeri ise "emir alemi"... Beden halk aleminden, ruh ise emir aleminden... Halk alemi bu hikmet dünyasında safha safha meydana gelmekte, kademeli olarak yaratılmakta.. Emir alemi için ise bu tarz bir yaratılış söz konusu değil... O âlemde herşey bir anda vücut buluyor.. Ruh, değişik safhalardan geçip de sonunda o hali almış değil.. Doğrudan ruh olarak yaratılmış.. İnsan bedeninde vazife görmeğe başlaması da yine bir anda.
Önce topraktan yaratılan Adem babamıza daha sonra "ol" emrinin verilmesini Muhyiddin-i Arabî Hazretleri bu emir kanunuyla izah eder:
"Ol denince oluverir kavl-i şerifi, ruhun ûflenişine işarettir. Ve bunun, emir aleminden olduğuna işarettir. Önceden bedenin yaratılışı gibi bir madde ve müddete ihtiyaç kalmadığını ifade eder."
Bahsimize konu olan bu Ayet-i Kerime akla engin bir ufuk açıyor. Önce topraktan Hz. Adem (A.S.) yaratılıyor ve sonra ona "ol" emri veriliyor. Bu emirle Hz. Adem'in (A.S.) topraktan inşa edilen cesedi ruha, hayata kavuşuyor. Nitekim bu "ol" emrini büyük müfessir Elmalılı Hamdi Efendi, "canlı bir mahluk kesil" şeklinde tefsir etmekte. Zira, zaten var olan bir nesneye yeniden "ol" emri verilmesi onun yeni bir şekle girmesi demek olmalı, aksi halde bu emre bir mana vermek mümkün olmaz.
Buna göre "insan bir anda yaratılıyor", diyebiliriz. Ama, elbisesi dokuz ayda inşa ediliyor. Diğer varlıklar da öyle... Çekirdeklerdeki ilâhî şifrenin teşekkülü, yarı canlılık gibi özellikler de ruh gibi bir anda, daha doğrusu zamansız yaratılır, ama çekirdeğin ağaç olması yıllar sürer.
Şimdi bu ayetin penceresinden etrafımızdaki sonsuz faaliyetlere bir göz atalım ve "ol" emrini onlarda görelim, okuyalım.
Hidrojen ve oksijen bir "ol" emriyle su oluvermişlerdir... İki zıt kutup bir emirle birleşmiş ve bambaşka birşey olmuşlardır..
Yenilen gıda bir süre sonra insan tohumu olur, yine "ol" emriyle... Bu emir olmasa, yani ilâhî kudret yaratmasa gıdayı insan yapmak mümkün mü?
Ve rahimde nutfeye yeni bir emir gelir: alâka ol.. Bu emir ve benzerleri aralıksız tekrarlanır... İlâhî kudret ve İrade o tohumu halden hale evirip çevirir ve sonunda insan vücut bulur. Demek ki nutfeye "insan ol" denmemiş, sadece "alâka ol" denmiştir. Eğer "insan ol" emri verilseydi rahimde o an bebek teşekkül ederdi.. Dünya hikmet âlemi olduğu için, yaratılış sebepler tahtında ve kademeli olarak icra edilmekte.. Ve bu safha safha yaratılışla nice sanatlar sergilenmekte..
Bir anda insan yapmak
'a mahsus bir sanat.. Aynı şekilde nutfe yaratmak, onu halden hale çevirmek ve sonunda insan haline sokmak da birer ilâhî sanat... Bu hikmet dünyasında bu ilâhî sanatların teşhir edilmesi için ol emri, "son şeklini al" şeklinde değil de, "bir sonraki tavrına gir" tarzında verilmiş oluyor.
Emdiğimiz havaya gırtlakta, ağız boşluğunda ve dudakda ayrı emirler veriliyor ve böylece değişik harfler dökülüyor ağzımızdan.. Demek ki havaya emir var "ses ol" diye.. Hem de değişik şekillerde..
, ağız fabrikasında havadan ses yaratıyor, yine "ol emriyle"..
Güneşe her an nice emirler veriliyor... "Nur ol", "enerji ol"...
Göz fabrikasına giren ışık da benzer bir emir alıyor; "göz nuru ol"...
Güzel bir cümle işitiyoruz. O söz akılımızda bilgi oluyor, yine "kün" emriyle... Kalb o sözden hoşlandımı yeni bir emir geliyor; "feyz ol", "huşu ol", "sevgi ol", diye...
Kısacası kâinat "kün" emrinin tecellileriyle dolu... Toprağa "çiçek ol" deniliyor; buluta "yağmur"... Çekirdeğe "ağaç ol" emri geliyor, yumurtaya "civciv"...
Yediğimiz gıda bedenimizde nice emirler almakta.. Et ol, ilik ol, kan ol, kemik ol, sinir ol, saç ol, tırnak ol gibi...
Bir zamanlar maddeleri bir olan güneş sistemi de benzer emirler almıştı... Dünya ol, Merkür ol, Ay ol gibi...
"Kün" emrine akıl erdiremeyenlerin hayatları bu emrin cilveleriyle kaynaşmada...
Bu kadar tecellinin içinde, "ol" emrinden gafil olarak yaşayanlar, ömürlerinin sonunda "öl" emrini alırlar... Bu emirle birlikte akıl erdiremedikleri nice hakikatlari anlar hale gelirler; ama artık iş işten geçmiş olur...
(alıntı)
"Var etmek. Yaratmak. Meydana getirmek, îcad etmek."
"Cenab-ı Hakk'ın yoktan varetme sıfatı."
"KÜN" "Ol"
"EMR-İ KÜNFEYEKÜN"
"
Eskiden bir kısım insanlar maddeden yapılan putlara taparlardı. Şimdi ise putların maddesine tapıyorlar.. Materyalizm, maddenin putlaştınlmasından başka bir şey mi?
O günün putperestleri kendilerinden emin bir halde, müminlerle alay ediyor, akıllarını uyutuyor, vicdanlarını perdeliyorlardı. Şimdi aynı görevi ateistler ve materyalistler yapıyor. İşte bunlardan bir grup, dillerine "kün" emrini dolamışlar; hâlâ diyorlar, bu yirminci asırda bile eşyanın var oluşunu "kün" emriyle açıklayanlar var.
Önce şu "hâlâ" kelimesi üzerinde biraz duralım. Bu asırda değişen ne? Güneş batıdan mı doğuyor? Karpuz ağaçta, elma bostanda mı bitiyor? İnsan hâlâ nutfeden yaratılmıyor mu? Ana rahmindeki bekleme süresi altı aya mı indi? Işığın sürati mi arttı? Sesin frekansı mı yükseldi? İnsan yine bütün bir kâinata muhtaç değil mi?
Fen ve teknik ne kadar ilerlerse ilerlesin, bu asrın insanı yumurtanın civciv olması için hâlâ yirmi gün beklemeye mahkûm değil mi?
Yardımcı hizmetlerde bazı gelişmeler olabilir. Gideceğimiz yere daha süratle varabiliriz. Kıtalar ötesiyle bir anda görüşebiliriz. Ama tabağımızda duran peynir için hâlâ ineğe muhtaç değil miyiz? Balımızı yine anlar yapmıyorlar mı?
Dün bizi, önceki gün Adem babamızı, ondan önce hayvanlar ve bitkiler âlemini ve onların bir safha önünde top yekûn kâinatı yaratan kudret hâlâ işbaşında.. Yine insan yaratıyor, yine çiçek yaratıyor, yine gece, yine gündüz yaratıyor. Yine öldürüyor ve diriltiyor. İnansın inanmasın hiçbir kul bu kudretin icraatına en ufak bir müdahalede bulunamıyor.
İnsan bu kâinatta yeni bir şey yapıyor değil. Değişik bir varlık koyamıyor ortaya.. O, kendi evini yükseltiyor ama, yavrusu yine
İnsan yine aynı aciz insan. Ve
Bugün "ol" emrini inkâra kalkışanlar, bir asır önce bu dünya yüzünde yoktular. Şimdi ise varlık sahasında boy gösteriyorlar. Bu var oluş ya kendi iradeleriyle oldu, bu takdirde, "ol" emrini almak yerine, kendi kendilerine "olayım" dediler. Yahut iradeleri dışında var edildiler. Yani "ol" emrine muhatap oldular. Bu emir onların anladığı mânâda heceli, sesli, mahreçli bir emir değildi... Zaten, bu emrin canlı cansız herşeye verilmesi böyle bir anlayışa mani...
Öyle ise bu emri nasıl anlayacağız.. Bence meselenin en önemli yanı, buraya kadar olan kısmı... Yani, şu mevcut eşya kendi iradeleriyle, kendi kudretleriyle mi yokluktan kurtulup varlık âlemine geldiler; yoksa bir emirle, bir kudretle mi? Hiç kimse birinci şıkka "evet" diyemeyeceğine göre, ikinci şık sabit oluyor.
Bu emrin mahiyetine gelince:
Tefsir-i Kebir sahibi Fahreddin-i Razi Hazretleri "ol" emri hakkındaki değişik te'villeri sıralar ve en kuvvetli te'vil olarak şunu kaydeder:
"Cenab-ı Hakk'ın "ol" demesinden maksat, eşyanın yaratılmasında ilâhi kudretin süratle nüfuz ettiğini göstermektir. Bir de bu, Hak Teâlânın eşyayı, düşünmeksizin ve denemeksizin yarattığını gösterir."
Risale-i Nur müellifi Üstad Bediüzzaman Hazretleri:
"Eşya fena ve zevale (fani olmaya ve yok olmaya) gitmiyor, daire-i kudretten daire-i ilme geçiyorlar" buyuruyor.. Gözümüzden kaybolan eşyanın yokluğa gitmeyip
O halde, "kün" emri bir temsildir. "İlim dairesinden kudret dairesine geç" manasını ifade eder..
"Kün" emriyle ilgili Ayet-i Kerimelerden iki misal:
"Göklerin ve yerin mübdiidir (onları önceden hiçbir örneği bulunmaksızın yaratandır). Bir şeyin olmasını isteyince ona sadece ol der, o da oluverir." (Bakara Suresi-117)
Burada "ol" emri, kudretin hemen faaliyete geçmesi manasına geliyor. Bu emrin tevilini İslâm alimlerimiz aynen böyle yapmışlar. Tıpkı, "herşeyin melekûtu O'nun elindedir" ayetindeki "el" tabirini, kudret olarak tefsir ettikleri gibi, bu "ol" emrini de yine kudret ve irade olarak tefsir etmişler. Ve bundan murat, "
Diğer bir Ayet-i Kerime:
"Doğrusu
Bu Ayet-i Kerimede geçen "ol" emrinin manasına bir derece yanaşmak için eşya hakkındaki şu sınıflandırmayı dikkate almak gerek. Bilindiği gibi eşya iki aleme ayrılıyor. Birisi "halk alemi", diğeri ise "emir alemi"... Beden halk aleminden, ruh ise emir aleminden... Halk alemi bu hikmet dünyasında safha safha meydana gelmekte, kademeli olarak yaratılmakta.. Emir alemi için ise bu tarz bir yaratılış söz konusu değil... O âlemde herşey bir anda vücut buluyor.. Ruh, değişik safhalardan geçip de sonunda o hali almış değil.. Doğrudan ruh olarak yaratılmış.. İnsan bedeninde vazife görmeğe başlaması da yine bir anda.
Önce topraktan yaratılan Adem babamıza daha sonra "ol" emrinin verilmesini Muhyiddin-i Arabî Hazretleri bu emir kanunuyla izah eder:
"Ol denince oluverir kavl-i şerifi, ruhun ûflenişine işarettir. Ve bunun, emir aleminden olduğuna işarettir. Önceden bedenin yaratılışı gibi bir madde ve müddete ihtiyaç kalmadığını ifade eder."
Bahsimize konu olan bu Ayet-i Kerime akla engin bir ufuk açıyor. Önce topraktan Hz. Adem (A.S.) yaratılıyor ve sonra ona "ol" emri veriliyor. Bu emirle Hz. Adem'in (A.S.) topraktan inşa edilen cesedi ruha, hayata kavuşuyor. Nitekim bu "ol" emrini büyük müfessir Elmalılı Hamdi Efendi, "canlı bir mahluk kesil" şeklinde tefsir etmekte. Zira, zaten var olan bir nesneye yeniden "ol" emri verilmesi onun yeni bir şekle girmesi demek olmalı, aksi halde bu emre bir mana vermek mümkün olmaz.
Buna göre "insan bir anda yaratılıyor", diyebiliriz. Ama, elbisesi dokuz ayda inşa ediliyor. Diğer varlıklar da öyle... Çekirdeklerdeki ilâhî şifrenin teşekkülü, yarı canlılık gibi özellikler de ruh gibi bir anda, daha doğrusu zamansız yaratılır, ama çekirdeğin ağaç olması yıllar sürer.
Şimdi bu ayetin penceresinden etrafımızdaki sonsuz faaliyetlere bir göz atalım ve "ol" emrini onlarda görelim, okuyalım.
Hidrojen ve oksijen bir "ol" emriyle su oluvermişlerdir... İki zıt kutup bir emirle birleşmiş ve bambaşka birşey olmuşlardır..
Yenilen gıda bir süre sonra insan tohumu olur, yine "ol" emriyle... Bu emir olmasa, yani ilâhî kudret yaratmasa gıdayı insan yapmak mümkün mü?
Ve rahimde nutfeye yeni bir emir gelir: alâka ol.. Bu emir ve benzerleri aralıksız tekrarlanır... İlâhî kudret ve İrade o tohumu halden hale evirip çevirir ve sonunda insan vücut bulur. Demek ki nutfeye "insan ol" denmemiş, sadece "alâka ol" denmiştir. Eğer "insan ol" emri verilseydi rahimde o an bebek teşekkül ederdi.. Dünya hikmet âlemi olduğu için, yaratılış sebepler tahtında ve kademeli olarak icra edilmekte.. Ve bu safha safha yaratılışla nice sanatlar sergilenmekte..
Bir anda insan yapmak
Emdiğimiz havaya gırtlakta, ağız boşluğunda ve dudakda ayrı emirler veriliyor ve böylece değişik harfler dökülüyor ağzımızdan.. Demek ki havaya emir var "ses ol" diye.. Hem de değişik şekillerde..
Güneşe her an nice emirler veriliyor... "Nur ol", "enerji ol"...
Göz fabrikasına giren ışık da benzer bir emir alıyor; "göz nuru ol"...
Güzel bir cümle işitiyoruz. O söz akılımızda bilgi oluyor, yine "kün" emriyle... Kalb o sözden hoşlandımı yeni bir emir geliyor; "feyz ol", "huşu ol", "sevgi ol", diye...
Kısacası kâinat "kün" emrinin tecellileriyle dolu... Toprağa "çiçek ol" deniliyor; buluta "yağmur"... Çekirdeğe "ağaç ol" emri geliyor, yumurtaya "civciv"...
Yediğimiz gıda bedenimizde nice emirler almakta.. Et ol, ilik ol, kan ol, kemik ol, sinir ol, saç ol, tırnak ol gibi...
Bir zamanlar maddeleri bir olan güneş sistemi de benzer emirler almıştı... Dünya ol, Merkür ol, Ay ol gibi...
"Kün" emrine akıl erdiremeyenlerin hayatları bu emrin cilveleriyle kaynaşmada...
Bu kadar tecellinin içinde, "ol" emrinden gafil olarak yaşayanlar, ömürlerinin sonunda "öl" emrini alırlar... Bu emirle birlikte akıl erdiremedikleri nice hakikatlari anlar hale gelirler; ama artık iş işten geçmiş olur...
(alıntı)