Ölmedi ki ölünce hatırladık onu diyelim...

Ebu Zerr

New member
Nurulhak_Saatcioglu.jpg
Nurulhak Saatçioğlu'nu toprağa verdik;
Cami avlusuna girince susuyoruz aniden.. ölüm konuşacak çünkü. En gür sada, tüm diğerlerini olduğu gibi bastırıyor sesimizi. Her daim aramızda kol gezen, çığlıklarını duymamak için bazen kulaklarımızı tıkadığımız beyaz renkli karanlığın içinde buluyoruz kendimizi. Tüm heybetine rağmen görmezlikten gelmeye çalıştığımızın kuşatmasına izin veriyoruz bu defa. Mükemmel belagate sahip bu bedensiz hatibin dizlerinin dibine çökünce anlıyoruz unutulmaya yüz tutan ne kadar değer varsa. Yanına gidince oluyor hepsi, giderken olduğu gibi oluyor. Tüm tonların onunkinin yanında donuk ve tüm ışıkların sönük kaldığını fark ediyoruz bir daha. Ne kadar konuşursanız konuşun sustururum sizi diye meydan okuyor.. ve nereye saklanırsanız bulurum diyor. Dize geliyoruz bu muhteşem heybet karşısında. Cüsselerin en heybetlisi ona ait ve sözlerin en manalı olanı onun suskusunda mündemiç çünkü. Hatırlanışı ise anılışı ile tezat teşkil edecek kadar taaccübe şayan.
Ölümden bahsederken yüreği ile birlikte titriyor, cemaate seslenen hatibin (*) kulaklarımıza aşina gelen kadife sesi. ‘Her andır ölen kaybettiğimiz hücrelerimiz gibi’ hitabına, ‘hayat mıdır kuşatan bizi, ölüm müdür kol gezen aramızda’ mısraı ile mukabele ederken biz de titriyoruz. Ve bir daha anlıyoruz ki, ölümü yakın hissettikçe dirilip uzaklaştıkça öldüğümüzü. Tüm yolların çıkmaz oluşu onun varlığı sebebiyle. O halde kaçabilecekmiş gibi davranmak niye!
Hatip; ‘on beş günlük Umre’de on beş kelime etmedi. Biz anlattık o dinledi. Şimdi ise o anlatıyor biz dinliyoruz’ deyince canlanıyor ve kendine özgü lisanıyla anlatıyor mevta; saygılı olanı bağrına basan müşfik bir anadır ölüm. Onu yok saymadan yaşayanı sonsuz variyetine mirasçı eden bir baba. Üç günlük gölgelik uğruna unutanı unutandır. ‘Yaşasın başörtüsü direnişimiz’ sloganları atan gurubun en önüne geçerek ölümün nasıl olup da diri kıldığını anlatıyor bize sonra. Ona zindanları reva görenlere rağmen bu defa el üstünde tutuluyor. Düğünü olduğu için tabutunun üzerine salmışlar tülbentini.. yanında da Filistin puşisi.
Ölmedi ki ölünce hatırladık onu diyelim. Biz onu hiç unutmamıştık. İnşallah ölüm de unutmayacak.
(*) Mustafa İslamoğlu
 
Yarın NURULHAK'ın Kabri Başında Buluşmak Üzere

04 Ağustos 2007 - 12:10:35
nurulhak.jpg
Nurulhak aramızdan ayrılalı tam iki sene oldu... Gittiğinde bize söylediği son sözü olmuştu tabutunun üzerindeki puşisi... Filistin ve Kudüs sevdalısı Nurulhak giderken çok büyük bir ders verdi bize. İslam ümmetinin parçalanmışlığı ve suskunluğu karşısında kardeşleriyle nasıl bütünleştiğini, İstanbul ve Kudüs arasında ki mesafelerin nasıl ortadan kalktığını, birbirleri ile bir bütün olduklarını fısıldadı kulaklarımıza... İşkenceli sorgulamalara, cezaevi sorgulamalarına boyun eğmeyen Nurulhak kardeşimiz Kur'an'ın emri ve müslüman kadının kimliği olan başörtüsüne kesintisiz bir biçimde sahip çıktı ve eğilip bükülmedi. Onlar şahitliklerini yerine getirip bize güzel örneklikler bırakıp gülümseyerek gittiler.


Başörtüsü direnişçisi Z. Nurulhak Saatçıoğlu'nu vefatının 2. yılında kabri başında anıyoruz.

5 Ağustos Pazar günü, saat 11:00'de Eyüp'te bulunan kabri başında tüm dost ve kardeşleriyle buluşuyoruz.

Saat 10:30'da Eyüp teleferik durağında toplanılarak Eyüp mezarlığındaki kabrine gidilecektir.


Nurulhak Saatçıoğlu ve İnanç Mücadelesi


90 ‘lı yılların sonuna kadar Türkiye ’nin her yanında artarak devam eden başörtüsü zulümleri en son 1999 yılında Malatya İnönü Üniversitesinde de uygulanmaya başladığında Nurulhak da ailesi ile birlikte halkın başörtüsüne özgürlük direnişine hem destek veriyor hem de bir basın temsilcisi olarak eylemleri takip ediyordu. Nisan'da başlayıp Mayıs'a kadar devam eden Cuma protestolarına katılmış, Annesi ve kız kardeşleriyle birlikte haklarında gıyabi tutuklama kararı çıkartılmıştı.

18 Mayıs'ta iki kız kardeşiyle birlikte son sınıf öğrencisi oldukları Malatya İmam Hatip Lisesinde derstelerken okula gelen terörle mücadele ekiplerince kelepçelenerek 3 kız kardeş sorgulanmaya götürüldüler.

Ertesi gün 19 Mayıs'ta ( birileri gençlik bayramı yaparken ) inançlarını özgürce yaşamaya adamış 3 kız kardeş polislerin arasında emniyet-hastane-ahkeme arası dolandırılarak 'vatan haini' muamelesi görüyolardı. Çıkarıldıkları mahkemede anneleri Hüda KAYA ve kız kardeşi İntisar için gıyabi tutukluluk kararı Vicahiye çevrilerek Malatya E- tipi Cezaevine gönderilmiş, Nurulhak ise diğer kız kardeşi Nurcihan ile serbest bırakılmışlardı. 19 Mayıs tatilinin hemen bitiminde Cumhuriyet savcısı Ahmet Kelebek , Nurulhak ve Nurcihan‘ın salıverilmelerine itiraz edip tekrar tutuklama kararı çıkardı ve yine okullarında dersteyken sivil ekiplerce tutuklanıp iki gün aradan sonra annesi ve İntisar'ın bulunduğu cezaevine gönderildiler.

Başörtüsü davalarının hepsi Asliye Mahkemesinde görülmesine rağmen Nurulhak ve ailesinin de içinde bulunduğu yetmişbeş kişi Devlet Güvenlik Mahkemesinde 146. maddeden dava açılarak haklarında İDAM isteniyordu.

347187946_bfb9ebfd11.jpg


İnancına, Kimliğine Sahip Çıkana..
'Başörtüsüne Özgürlük' Diyene İDAM Talebi …


1999 Kasım’ında aylarca idam istemi yargılanan Nurulhak ve ailesi karar mahkemesinde Ailece tahliye olmuşlar ve Yargıtay'a giden kararname sonrası, idam ile yargılanıp aylarca cezaevinde kalmaları az görülmüş, verilen cezanın arttırılması yönünde karar Yargıtay tarafından bozulmuştu.

Nurulhak, en son artırılarak verilen ceza 2003’te Yargıtay'da onaylanmasının ardından kalan mahkumiyet sürelerini tamamlatmak için 2003 Ekim’inde Eyüp’teki evlerine gelen polisler tarafından Nurcihan’la birlikte alınarak Bakırköy Kadın ve Çocuk Evine götürüldüler. İstanbul'da hükümlü kadın cezaevi bulunmadığından başka illere sevk edilmişlerdi. Nurulhak soğuk bir Ramazan günü oruçlu ve kelepçeli olarak Askerler arasında Konya Akşehir Cezaevine gönderilmişti. Kardeşi İntisar Bandırma cezaevine gönderilmiş, Nurcihan az süresi kaldığından kalan günlerini Bakırköy de tamamlamış ve tahliye olmuştu..

3 kız kardeş mücadele hayatlarında ilk olarak birbirlerinden ayrı düşmüşlerdi. Nurulhak aylarca tek başına Akşehir cezaevine kaldıktan sonra sevk talebi kabul edilerek Bandırma'ya İntisar'ın yanına gönderildi. 24 Nisan 2004'te buradan tahliye edildi. Arkasında Kardeşi İntisar'ı bırakmanın hüznü ama galip ve mahzun gülümsemesi ile aramıza dönmüştü.

Bandırma cezaevinde bulundukları sırada tanıştıkları, kendilerine ve ailesine ev sahipliği yapan ve destek olan güzel insanlarla irtibatları devam ediyordu. Nurulhak yıllar sonra annesi ve kızkardeşleriyle bir arada, o güzel insanların davetleri üzerine 2005 Ağustos'unda birkaç günlüğüne ziyaretlerine gitmişlerdi..

6 Ağustos Cumartesi günü 17:00 sularında yoldan çıkan bir aracın devrilerek çarpması sonucu Nurulhak Rabbine iltica etti. 7 Ağustos Pazar günü Fatih Camiinde, ikindi namazını mütakip değerli hocamız Mustafa İSLAMOĞLU ’nun kıldırdığı cenaze namazına binlerce dost ve kardeşi katılmıştı...

Onun için söylenen sözler hala bitmedi… Onun söyleyecekleri de....
Mücadelemizle yolundayız NURULHAK

Kudüs Yolu
 
http://www.kudusyolu.com/Resim/sehid/nurulhak.jpg

Beyaz yağan yağmurlar gibi
Gülümseyen bir özgürlük düştü çehrene
Tekbirle yıkansın diye yumruklar
Ölüm dirildi bedeninde
Ve beyaz kelebekler uçtu bakışlardan
Beyaz yağdı yağmurlar
Hatırlatma görevini omuzlayıp
Gittin…
Kavganda kırılan ruhunu
Ölüm kadar büyütüp, serdin önümüze
Tutsak örtülerimiz bekleyedursun
Sen… Beyaz örtünde özgür ve el üstünde
Tutulacağın yerlere:
Nur’ul-Hakk olup, parlamaya gittin!

[F.Zehra Kalkan]

ÖZGÜRLÜĞÜN KIZI

Demek gidiyorsun...
Git hadi! Özgürlüğü başörtüsüne nakış nakış işleyen kız...
Git! Daha önce de gitmiştin, kelepçeli ellerinle
Bizi, hani bedel ödemekten kaçanları onursuzluğumuzla baş başa bırakarak…
Git! Özgürsün artık!
Vermediğimiz mücadelenin ardından ağladığımız gibi,
sana sahip çıkamadığımız için de ağlarız biz...
Ağlamak yazılı kaderimize, bu topraklara belki de...
Sen onurumuzsun, sessiz kız!
Unutma bizi!
Eğer buluşursak cennette, öyle çok söyleyeceklerimiz var ki sana...
Işıttın yolumuzu Hakkın nuru...
GİT!..

[Abdullah Bayrak]


Büyük Yazı


Şehidçe Yaşamaya Adanmış Bir Yürek: Nurulhak SAATÇIOĞLU


Heyecanlıydık o gün hepimiz... Hummalı bir koşturmaca içerisinde dövizlerimizi hazırlamış; basın açıklamamızı yazmış; çiçeklerimizi, balonlarımızı kucaklamış; tanıdık tanımadık herkesi Yenikapı feribot iskelesine çağırmıştık o gün. O gün güneş bir başka parlıyordu sanki üzerimizde. Gözler bir başka gülüyordu... Bir kardeşimiz dönüyordu o gün aramıza. Onu hiç tanımamış olsak da; onunla oturup bir bardak çay içmemiş, iki çift laf etmemiş olsak da; gencecik yaşında taşıdığı kocaman yüreğini, kesip sakladığımız gazete kupürlerinden bile fark edebildiğimiz NURULHAK kardeşimizi karşılamaya gitmiştik o gün... Annesi ve kardeşlerinin mutluluğunu paylaşmaya, onun mücadelesine şahitlik etmeye, muştusuna ortak olmaya gitmiştik. Oysa üzgündü bir tarafımız. Zulmün böylesine şahit olmak, kırıyordu zayıf umutlarımızı. Gülmek gerekti yine de. Onu gülerek karşılamak gerekti. Ve o geldi...


Gözlerini arayıp bulduk kalabalığın içinden. Kuşlar kadar özgür değildi belki yine; bedeni artık değilse de, tutsaktı yine örtüsü... Oysa o, bizlerden daha sakindi, gülümsüyordu... Uzun ve yorucu bir seferden döner gibi değil, zafer kazanarak cepheden döner gibi bulduk onu. Öyle ya; o Rabb’e verdiği sözden, tutsaklık pahasına olsun dönmeyecek kadar özgür ruhluyken, biz... Biz onu cezaevinden karşılarken, kendi tutsaklığımızı hatırlamış, kendi halimize acımıştık... O, inancının bedelini ödemenin haklı gururu içinde vakur ve mütebessimken, bize başımızı biraz daha yere eğmek düşmüştü...

Ve aramıza katıldı... Öyle bir katılış ki; her faaliyette, sabah akşam demeden mutlaka bir görev almaya ve kendisinden istenenin en iyisini, tüm çabasını göstererek yapmaya başladı. Belli ki; cezaevi günleri boyunca, mücadelesini çıkınca da sürdürmenin hayalini kurmuştu. Yerinden kalkıp, inancına hakaret edenlere bir sloganlık sesini duyurmaya üşenenler bir yana, o; belli ki daha gür sesle zalimlerin karşısına dikilmeye azmetmişti tutukluluk günlerinden kurtulmayı beklerken. Önce, düşünce suçluları için düzenlenen bir kampanyanın çalışmalarında; sonra da her türlü program, basın açıklaması, miting, gösteri, stand çalışması, dayanışma gecesi, vs. kısacası tüm eylemlerde, ön saflarda görmeye başladık onu. Onun katılmadığı bir etkinliğe rastlamaz olduk...

Fazla konuşmazdı NURULHAK... “Kendisiyle on beş günlüğüne umreye gittik. Ağzından on beş kelime duymadım.” demişti cenazesinde Mustafa İslamoğlu. Suskundu, içe kapanıktı, konuşmayı pek sevmezdi... Ama o, bu suskunluğuyla çok şey anlatıyordu aslında. Onun yaşadıkları, yaşıtlarının sadece kabuslarına girerken; o, sessiz çığlıklarını yurdun en ücra köşelerine duyurmayı başarmıştı... Dünyevi lezzetlerden mahrum olmamak adına, Rahman’ın emirlerini çiğneyenlere başkaldırıydı o. Sessiz bir başkaldırı…

NURULHAK kardeşimiz 1980 yılında dünyaya gelmişti. Babası Iraklıydı. Küçük yaşta babasından ayrılmış olan annesi Hüda Kaya ve kardeşleriyle birlikte Malatya’ya taşınmışlardı. Henüz lise öğrencisiyken, 28 Şubat sürecinin başlamasıyla hayatı birdenbire değişmişti. Zulmün ve despotizmin mimarları (ki hesap gününde onlarla görüşeceğiz) derin güçlerle işbirliğine geçmiş ve zulümlerini icra etmeye uğraşıyorlardı. Başörtüsünün, Allah’ın emri olduğu gerçeği yok edilmek isteniyordu. Yasakçı zihniyet, kollarını yurdun dört bir yanına uzatmış, Malatya’da da baş göstermişti. Fakat Müslüman Malatya halkı, bacılarının örtülerine el uzatanlara karşı sessiz kalamazdı. 7 Mayıs 1999 tarihinde, büyük bir kalabalık toplanmış ve valiliğe yürümüştü. Vali ile görüşülmüş, çeşitli sözler alınarak kalabalık dağılmıştı. Fakat yasak icat etmekle doymayan, yasaklara karşı çıkanları cezalandırmakla ancak tatmin olan zulmün önderleri; bu hareketi kabullenememiş ve günah keçileri tespit etmişti: Hüda Kaya ve kızları…

İşte NURULHAK kardeşimiz, annesi ve kız kardeşleri Nurcihan ve İntisar ile birlikte, benzer davalara emsal teşkil etme ve zulme karşı çıkanları yıldırma amaçlı, akıl almaz ve adaletin yanından bile geçmeyen bir uygulamaya maruz bırakılmıştı: Gazeteci olarak katıldığı bir eylemden dolayı, önce bu zulüm düzenini “silah zoruyla” değiştirmeye kalkışmaktan (!) idamla yargılanmış; sonrasında da 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşü kanununa muhalefetten 2 yıl 6 ay ceza almış ve bu sebepten, liseyi dahi bitirememişti. Gencecik yaşında cezaevleriyle tanışmış, şehir şehir gezdirilmişti. Başörtüsünü, inancını, Allah’ın emrini savunduğu için... Tıpkı Hz. Zeynep’in Kûfe, Şam ve Kerbela’da mahpus olarak gezdirilmesi gibi... Onun kaderi de tıpkı Hz. Zeynep’inkine benziyordu… Büyüktü o da Zeynep gibi... Ve büyüklüğü; inancını, örtüsünü savunmasının, zulme karşı durmasının, düşüncelerinin yanı sıra, takdir-i ilahiye her zaman rıza göstermesinden kaynaklanıyordu. Yaşadığı tüm sıkıntılara rağmen, ne kötü bir söz çıkmıştı ağzından, ne en ufak bir isyan ya da endişe belirtisi göstermişti… Tam bir teslimiyet ve tevekküle sahipti... İşte buydu onu farklı kılan... Hepimizinkinden kocaman yüreğiydi...

Meşhur bir hadiste buyurulur ki:

“Allah-u Teâlâ, bir kulu sevdiği zaman Cibril'i çağırır ve: ‘Ben falanca kulumu seviyorum, onu sen de sev!’ buyurur. Cibril de o kulu sever. Sonra gök ehline seslenerek: ‘Haberiniz olsun, Allah falanca kulu seviyor, onu siz de sevin!’ der. Onu gök ehli de sever. Sonra onun sevgisi, yerdekilerin gönüllerine yerleşir.” (Sahih-i Müslim)

Belki kardeşimiz için de böyle demişti Rabb’imiz. Yoksa nasıl açıklarız Türkiye’nin her köşesinden ve hatta yurt dışından, tanıyan-tanımayan herkesin onun için gözyaşı dökmesini... Yüzlerce taziye dilekleri... Telefonlar… Ve herkese nasip olmayacak kalabalıkta cenazesi…

NURULHAK kardeşimiz ayrıca çok fedakar bir yapıya sahipti. Cezaevinden çıktıktan sonra, ailece, Bandırma Cezaevinde aynı hücreyi paylaştığı, cezaevinde doğmuş olan küçük bir kız çocuğu için başvuru yapmışlar ve onu yanlarına alarak bakımını üstlenmişlerdi. Bu dört yaşlarındaki sevimli ufaklığı hiç yanından ayırmaz, adeta annesi gibi onun her tülü ihtiyacıyla ilgilenirdi. Dernek faaliyetlerinden, insan hakları mücadelesinden de kopmak istemeyen NURULHAK kardeşimiz, nereye gitse usanmadan onu da yanında götürüyor, anne şefkatiyle ona sahip çıkıyordu. Başkasının çocuğuydu o küçük kız, ama Rahman onun kucağına vermişti işte. Bu görevini de hakkıyla tamamladı. Hiç şikayetçi olmadan...

Ve bir gün... 6 Ağustos 2005 günü, yine bir başörtüsü komisyonu toplantısı için bir aradaydık. Onu aramış, nerede olduğunu, toplantıya katılıp katılamayacağını sormuştuk. Oysa o, cezaevinde kalırken edindiği dostlarının ziyaretine gitmişti Bandırma’ya. Telefonu o değil, başkası açmıştı bu kez. Onun Rabb’e kavuştuğunu duyurdular bize. Yüreğimize bir bomba düştü... Gece çöktü üzerimize… Bir araba, rüzgarın etkisiyle savrulmuş, ona çarpmış ve sanki yok olup gitmişti demek... Kardeşimiz yere uzanmış, ruhunu teslim etmişti hemen oracıkta. Yağmur tüm şiddetiyle yağıyordu... Sanki gök delinmişti… Belki gözlerimizden akan yaşlar görünmesin diyeydi... Belki de gök gerçekten ağlıyordu ardından… “Gök ve yer bile ağlamadı onların ardından.”(44/29) diyor ya Kur’an, helak olan Firavun kavminin ardından… Kardeşimizin ardından bizim gibi gök de hüngür hüngür ağlıyordu işte...

Cenazesinde, sıkışan yüreklerimizi bir araya getirip, Metin Yüksel’in şehit düştüğü, nice şehitleri uğurladığımız Fatih Camii’nde toplandık... Yine ön safta, yine sorumluluklarımızı bize hatırlatmak için görev başındaydı. Son göreviydi bu kez yerine getirdiği... Bu kez, cezaevinden onu karşılamaya gider gibi şen değildik hiçbirimiz, ve gök o günkü gibi gülümsemiyor, ağlıyordu için için. Oysa o yine vakur, yine en sevdiği başörtüsü üzerinde, yine sessiz bir çığlık olmuş, yine bize bir mesaj veriyordu her zamanki suskunluğuyla... Ölümü hatırlatırken, yaşantısına şahit kılıyordu bizleri. Ve bu kez, demir parmaklıkların ardına yolcu eder gibi değil, özgürlüğe uğurladık onu. Hak ettiği özgürlüğü kana kana içsin, İlahi adalete korkmadan sığınsın, hepimizin adına zalimleri O’na şikayet etsin diye... Tekbirlerle, dualarla, ıslak bakışlarımız ve yüreğimize oturan kanla beraber uğurladık onu... O Rabb’e yürümüş, yaşantısını belgelemişti. Mücadele ve sıkıntı dolu, ama O’nun rızasıyla iç içe, kısacık bir hayat geçirmiş, bu kısa ömründe bize çok ama çok şey öğretmişti... Bizler ise bu kez daha gür sesle, kendimize onun kadar yürekli olma sözü vererek ayrıldık cenazesinden...

Cenazesi defnedilirken, kabrinden dışarı sızan nuru gösteriyor birkaç kişi birbirine... Birkaç gün sonra bir tanıdık, annesine; Nurulhak kardeşimizi rüyasında gördüğünü, kendisine Filistin ile ilgili bir CD verdiğini, sohbet düzenlemesini istediğini ve onun: ”Bana ulaşman için adresimi vereyim: Subhaneke Allahumme sokağında oturuyorum.” dediğini ve sokağın ismini iki defa tekrar ettiğini anlatıyor. Bir başka gün, gazetecilere kardeşimizin günlüğünü veren annesine Malatya’dan.taziyeye gelen bir dostu söylüyor “Abla! Rüyamda Nurulhak’ı gördüm. Elinde kahverengi bir defter tutuyordu. Dedi ki: “Benim notlarımı öyle herkesle paylaşmasınlar.” Tüm bunlar Rahman’ın, geride kalanların kalbine ferahlık vermesi belki... Ve belki de onu şehitlerden kıldığının bir müjdesi bize...

İyi ki tanıdık NURULHAK’ı... İyi ki onun o kısacık ama hepimize örnek olacak olan yaşantısının küçücük bir bölümüne de olsa şahit olduk. Kendi inancımızı, kendi mücadelemizi, kendi eğrilerimizi ve doğrularımızı tartma fırsatı bulduk onun sayesinde... Allah için nelerimizi feda edebileceğimizi, inancımızı korkmadan nasıl savunabileceğimizi, eziyetlere katlanmayı, tevekkülü ve suskunlun nasıl avaz avaz nasihat verebildiğini öğrendik ondan... Adanmış bir yürek, şehit gibi yaşanmış bir ömür gördük biz onda, bir rüya gibi gelip geçen... Rabb’im, onun gibi hayatımızı Kendisine adamamızı, şehit gibi yaşamayı bizlere de nasip etsin... Amin.

Aslında onun arkasından söylenebileceklerin en iyisini annesi söyledi: “Hz. Meryem timsali bir kızdı. İnşallah ona komşu olmuştur.” (Amin.)

F.Zehra KALKAN & Abdullah BAYRAK
 
Geri
Üst
AdBlock Detected

We get it, advertisements are annoying!

Sure, ad-blocking software does a great job at blocking ads, but it also blocks useful features of our website. For the best site experience please disable your AdBlocker.

I've Disabled AdBlock    No Thanks