İnsanlar hayatlarında türlü güçlüklerle imtihan edilirler. Bu imtihan, maddiyat ya da maneviyatla ilgili olabilir. Para, hastalık, evlat acısı, ahlak, güç, yoksulluk, ölüm gibi çeşitli şekillerde imtihan ediliyoruz. Fakat sınavımız her ne olursa olsun, eğer yetim ya da öksüz insanların yerindeysek sınavlar bizim için daha zor bir hal alacaktır. Çünkü “yetim” ve “öksüz” kavramları, aslında “korunmaya muhtaç insan” kavramı adı altında birleşmektedir.
İnsanın kendisini iliklerine kadar yalnız ve köksüz hissetmesi, hayatta karşılaşacağı en meşakkatli yollardan biri… Çocuk yaşta, hiçbir şeyin farkında olmadan ve henüz dünyayı anlamaya çalışırken karşılaştığı bu zorluklar, yorar insanı.
Yetimlik, öksüzlük, terk edilmişlik gibi kavramlar insanların yaşadıklarını açıklamaya yetecek kavramlar değildir; kısır ve sığ kalırlar. Nasrettin Hoca’nın, damdan düşenin halini doktorun değil damdan düşenin anlayacağını söylemesi gibi, yaşanmışlıkları ancak yaşayanlar anlar.
Her insanın çocukluktan başlayan bir hikayesi vardır. Yetim diye adlandırılan özel çocukların da ayrı bir hikayesi vardır tabii ki. Ama bu kavramları dile getirerek bazı şeyleri sıcak tutmamak gerekir. Çocukları bu şekilde deşifre etmemek; onların mahremiyetlerine özen gösterip bu şekilde davranmak daha uygun olacaktır. Toplum bu konuda duyarlı olmalıdır. Yardımın da ikramın da gizlisi, daha erdemli bir davranış olacaktır. Aksi halde rencide olan ve türlü komplekslerle büyüyen, güvensiz çocuklar yetişecektir.
Bu çocukların yaşamları zorluklar içinde geçer. Çocukların kimi bu zorlukları aşar, kimi ise aşamaz. Çocuklukta, gençlikte ve yetişkinlik döneminde, geçmişte yaşanan problemlerin izi silinmez bu insanlar için. Yedisinde karşılaştığı şeyle yetmişinde bile karşılaşması mümkündür bu insanların bizim toplumumuzda. Çünkü dışlanmışlık ve insanların ön yargıları, onların bu tür sorunlarla karşılaşmalarına sebebiyet verir. Bilmezler ki ne yaşanıyor, ne hissediliyor…
Bu çocukların ruhlarına, duygularına dokunmak lazım. Fiziksel uyaranlarla değil, manevi duygularla yaklaşmak lazım. Kendini ve vicdanını tatmin için değil, varlığa duyulan hayranlıktan dolayı, insani duygularla yaklaşıp, onları dinleyip, anlayıp, onların duygularına dokunmak lazım. Yoksa onlar için bir çiklet ya da çikolatadan farkınız kalmaz.
Yaşamın en zor anlarında yalnız olmak nasıldır; hiç düşündünüz mü? Babanızın olmaması; size bir kalem, silgi gibi basit bir şeyin bile alınmaması... Henüz küçük çocuk olduğunuz halde, hastalandığınızda, ateşlendiğinizde başınızda kimsenin olmaması… Sünnet olduğunuzda yapayalnız olmanız... Genç kızlığa adım attığınızda yol göstereninizin olmaması... Askerde iken arayanınızın soranınızın olmaması... Evlenme arefesinde kızı kimin isteyeceği sorunu… Veli toplantısına sizin için gidecek kimsenin olmaması... Anılarınızdan ve hatıralarınızdan bahsederken yuva ve yurttaki anılarınızdan başka anlatacak bir şeyinizin olmaması... Ve gelecek kaygısı ile çocuk yaşta yüzleşmeniz... “Ne yaparım? Nerde kalırım? Ne yer, ne içerim?” diye endişelenmeniz… Yaşananlar bunlarla da kalmaz; ekonomik boyutu da vardır meselenin. Annelerinin kendilerine hem annelik hem babalık yaptığı veya akraba yanında yetişen ya da yurtta kalan bu özel çocukların daha farklı sorunları da vardır muhakkak. Bunları da ancak yaşayan bilir…
Bu çocuklar özeldir. Bir imtihandır, ibrettir bu çocuklar diğer insanlar için. Sırat köprünüz daralır ya da genişler bu yolda. Bu çocuklara karşı tavır ve davranışlarınızda samimiyeti ve güzel ahlakı gözetin lütfen. Bu çocukların gözlerine bakın, ruhlarına dokunun. Anlamaya, dinlemeye çalışın onları bütün samimiyetinizle. Onlara zaman ayırın biraz olsa da. Alabiliyorsanız hayatınıza alın onları. Fakat sahiplenmeniz geçici olacaksa lütfen umut verip hayal kırıklığına uğratmayın onları…
Bu çocukları siz azıcık olsun önemserseniz onlar sizleri kendi parçaları gibi görürler, kendi canları sayarlar sizi; buna inanın. İş sadece ruhlara ulaşabilmekte... Duygusal olarak yoksun olanları fiziksel şeylerle doldurmayın; sadece bir maddeden ibaret olursunuz.
Unutmayın ki; peygamberlerin çoğu yetim ve öksüzdü. Ve hatırlayın ki; ilgili hadislere göre, bir yetimin başını sıvazlamak bile cennette peygamberle iki parmak mesafesi kadar yakın olmanıza vesile olabilir. Bu, peygamberin bu çocukları ne kadar önemsediğine ve onlara ne kadar değer verdiğine işaret eder. Lütfen sizler de bir şeyler yapın; en azından kendiniz için… Bu çocuklara dokunun. Göreceksiniz ki o zaman hayat daha bir anlam kazanacak. Yaşanılası ve emek verilesi bir hayat… Buna değer... Lütfen dokunun!
İnsanın kendisini iliklerine kadar yalnız ve köksüz hissetmesi, hayatta karşılaşacağı en meşakkatli yollardan biri… Çocuk yaşta, hiçbir şeyin farkında olmadan ve henüz dünyayı anlamaya çalışırken karşılaştığı bu zorluklar, yorar insanı.
Yetimlik, öksüzlük, terk edilmişlik gibi kavramlar insanların yaşadıklarını açıklamaya yetecek kavramlar değildir; kısır ve sığ kalırlar. Nasrettin Hoca’nın, damdan düşenin halini doktorun değil damdan düşenin anlayacağını söylemesi gibi, yaşanmışlıkları ancak yaşayanlar anlar.
Her insanın çocukluktan başlayan bir hikayesi vardır. Yetim diye adlandırılan özel çocukların da ayrı bir hikayesi vardır tabii ki. Ama bu kavramları dile getirerek bazı şeyleri sıcak tutmamak gerekir. Çocukları bu şekilde deşifre etmemek; onların mahremiyetlerine özen gösterip bu şekilde davranmak daha uygun olacaktır. Toplum bu konuda duyarlı olmalıdır. Yardımın da ikramın da gizlisi, daha erdemli bir davranış olacaktır. Aksi halde rencide olan ve türlü komplekslerle büyüyen, güvensiz çocuklar yetişecektir.
Bu çocukların yaşamları zorluklar içinde geçer. Çocukların kimi bu zorlukları aşar, kimi ise aşamaz. Çocuklukta, gençlikte ve yetişkinlik döneminde, geçmişte yaşanan problemlerin izi silinmez bu insanlar için. Yedisinde karşılaştığı şeyle yetmişinde bile karşılaşması mümkündür bu insanların bizim toplumumuzda. Çünkü dışlanmışlık ve insanların ön yargıları, onların bu tür sorunlarla karşılaşmalarına sebebiyet verir. Bilmezler ki ne yaşanıyor, ne hissediliyor…
Bu çocukların ruhlarına, duygularına dokunmak lazım. Fiziksel uyaranlarla değil, manevi duygularla yaklaşmak lazım. Kendini ve vicdanını tatmin için değil, varlığa duyulan hayranlıktan dolayı, insani duygularla yaklaşıp, onları dinleyip, anlayıp, onların duygularına dokunmak lazım. Yoksa onlar için bir çiklet ya da çikolatadan farkınız kalmaz.
Yaşamın en zor anlarında yalnız olmak nasıldır; hiç düşündünüz mü? Babanızın olmaması; size bir kalem, silgi gibi basit bir şeyin bile alınmaması... Henüz küçük çocuk olduğunuz halde, hastalandığınızda, ateşlendiğinizde başınızda kimsenin olmaması… Sünnet olduğunuzda yapayalnız olmanız... Genç kızlığa adım attığınızda yol göstereninizin olmaması... Askerde iken arayanınızın soranınızın olmaması... Evlenme arefesinde kızı kimin isteyeceği sorunu… Veli toplantısına sizin için gidecek kimsenin olmaması... Anılarınızdan ve hatıralarınızdan bahsederken yuva ve yurttaki anılarınızdan başka anlatacak bir şeyinizin olmaması... Ve gelecek kaygısı ile çocuk yaşta yüzleşmeniz... “Ne yaparım? Nerde kalırım? Ne yer, ne içerim?” diye endişelenmeniz… Yaşananlar bunlarla da kalmaz; ekonomik boyutu da vardır meselenin. Annelerinin kendilerine hem annelik hem babalık yaptığı veya akraba yanında yetişen ya da yurtta kalan bu özel çocukların daha farklı sorunları da vardır muhakkak. Bunları da ancak yaşayan bilir…
Bu çocuklar özeldir. Bir imtihandır, ibrettir bu çocuklar diğer insanlar için. Sırat köprünüz daralır ya da genişler bu yolda. Bu çocuklara karşı tavır ve davranışlarınızda samimiyeti ve güzel ahlakı gözetin lütfen. Bu çocukların gözlerine bakın, ruhlarına dokunun. Anlamaya, dinlemeye çalışın onları bütün samimiyetinizle. Onlara zaman ayırın biraz olsa da. Alabiliyorsanız hayatınıza alın onları. Fakat sahiplenmeniz geçici olacaksa lütfen umut verip hayal kırıklığına uğratmayın onları…
Bu çocukları siz azıcık olsun önemserseniz onlar sizleri kendi parçaları gibi görürler, kendi canları sayarlar sizi; buna inanın. İş sadece ruhlara ulaşabilmekte... Duygusal olarak yoksun olanları fiziksel şeylerle doldurmayın; sadece bir maddeden ibaret olursunuz.
Unutmayın ki; peygamberlerin çoğu yetim ve öksüzdü. Ve hatırlayın ki; ilgili hadislere göre, bir yetimin başını sıvazlamak bile cennette peygamberle iki parmak mesafesi kadar yakın olmanıza vesile olabilir. Bu, peygamberin bu çocukları ne kadar önemsediğine ve onlara ne kadar değer verdiğine işaret eder. Lütfen sizler de bir şeyler yapın; en azından kendiniz için… Bu çocuklara dokunun. Göreceksiniz ki o zaman hayat daha bir anlam kazanacak. Yaşanılası ve emek verilesi bir hayat… Buna değer... Lütfen dokunun!