Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

öğrenilmiş çaresizlik

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
56
Konum
Tr
ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK

Sosyal fobiyi körükleyen bir duygu 'Öğrenilmiş çaresizlik' duygusudur. Daha önce yaşadığı kötü tecrübeleri zihnine yazan kişi benzer durumlarda da aynı şeyi yaşayacağına inanarak tedirgin olur ve sorunun üstesinden gelmek için hiç çaba göstermez. Bu durum tekrar tekrar başarısız olma sonucu vazgeçme duygusu ve eylemidir. Bilimsel bir araştırmada bu konuyla ilgili çok güzel bir örnek vardır: Bir köpekbalığı ve başka bir balık aynı akvaryuma konulmuş, ancak araya bir cam bölme yerleştirilerek birbirinden ayrılmış. Köpekbalığı acıkınca karşısındaki balığa saldırmak istemiş fakat arada cam bir bölme olduğu için cama çarpmış. Tekrar tekrar diğer taraftaki balığı yiyebilmek amacıyla saldırıp dursa da her seferinde aradaki cam engele takılmış. Karşındaki balığı yemek için 28 saat boyunca uğraşan köpekbalığı sonunda denemekten vazgeçmiş. Bir süre sonra aradaki cam bölme kaldırılmış, diğer balık yanına gelmiş ama köpekbalığı onu yememiş ve bir süre sonra açlıktan ölmüş. Aradaki engel kalkmış olsa bile köpekbalığının yeniden deneme gücünü kaybedip başarısızlığı kabul etmesini, yani başarısızlığa şartlanmasını “öğrenilmiş çaresizlik” olarak adlandırabiliriz. Hepimiz zaman zaman karşımıza çıkan engellerle mücadele etmeyip geri çekiliriz. Geri çekilmek bazen daha temkinli olarak yeniden harekete geçmeyi sağlarken bazen de yeniden denememeye sebep olur. Bazı insanlar bu durumu kimselere hissettirmez, bazıları ortalıkta büyük bir kargaşa yaratır, kimileri ise böyle engellerle karşılaşmamak adına hayatın içinde aktif olarak bulunmaktan kaçınır hale gelir.

Yine konuya daha bilimsel sonuçlar içeren bir örnek de şöyledir: 1965’in başlarında, Martin E. P. Seligman meslektaşları ile birlikte, öğrenme ile korku arasındaki ilişkiyi incelemek üzere, köpekler üzerinde Pavlov’un (klasik koşullanma) şartlı refleks deneyini yaparken tesadüfen beklenmedik bir fenomen keşfetti. Kendinizi veya bir köpeği gözlemlediğinizde göreceğiniz gibi, size bir yiyecek gösterildiğinde tükürük salgılama eğilimindeydiniz. Pavlov, yiyeceğin gösterilmesiyle zil (veya bir sesin) çalınması işleminin defalarca tekrarlanarak eşlenmesi sonucunda köpeklerin salya akıttıklarını keşfetti. Bundan sonrası zili çalıp köpeğin salya akıtmasını izlemekten ibaretti.

Seligman deneyinde, herhangi bir deneye tabi tutulmamış 24 tane köpek aldı ve onları üç gruba ayırdı. Birinci gruptaki köpeklere “kaçış grubu” adını verdi, beyaz bir kabinin içerisine yerleştirilmiş bir hamağa sarmalanmış bir halde yatarlarken, arka ayaklarından 500 voltluk zararsız bir elektrik şoku uyguladı. Bu gruptaki köpekler kabinde kafalarının bir yanındaki paneldeki bir düğmeye basarak şoku kesme imkânına sahiptiler. Eğer 30 saniye içinde düğmeye basılamazsa şok kendiliğinden kesiliyordu. Bu köpekler düğmeye basmayı hızla öğrendiler ve gittikçe daha az sürede düğmeye basmayı başardılar.

İkinci gruba “boyunduruk grubu” adını verdi ve bunlar “kaçış grubu ile aynı şartlar altında şoka maruz bırakılıyorlardı. Ancak bu köpekler düğmeye bassalar bile şok kesilmiyordu. Bu köpeklere uygulanan şok süresi kaçış grubundaki bir köpeğe uygulanan kadardı. Böylece kaçış ve boyunduruk grubu aynı sürelerde şoka maruz kalıyorlardı. Ancak boyunduruk grubu panele bassa bile şok kesilmediği için 30 denemeden sonra paneldeki düğmeye basmaktan vazgeçiyordu.

Üçüncü gruptaki köpekler ise kontrol grubuydu ve herhangi bir şoka maruz kalmıyorlardı.

24 saat sonra tüm köpekleri kısa bir çitle iki bölmeye ayrılmış kapalı bir alana götürdüler. Köpeklere 10 kez şok veriliyor ve köpeklerin bu 10 denemenin birinde duvarın üstünden karşı tarafa atlayarak şoktan kurtulacakları umuluyordu. Kaçış grubu ve kontrol grubu kurtulmada hemen hemen aynı başarıyı gösterirken, “boyunduruk grubu” diğer gruplardan önemli ölçüde farklılık gösterdi. Bu gruptaki 8 köpeğin 6 sı 10 denemeden sonra bile duvarın üzerinden atlayıp şoktan kurtulamadı. Bir hafta sonra ise bu 8 köpeğin 5 i hala 10 denemenin herhangi birinde karşıya atlamayı beceremiyordu. Bu gruptaki köpeklerin %75’i neredeyse karşıya hiç atlayamıyor, %62,5’i ise yedi gün geçmesine rağmen hala başarısızlıklarını sürdürüyorlardı.

Deneyin sonuçları tuhaf biçimde ikinci gruptaki köpeklerin çaresiz olmayı öğrendiklerine işaret ediyordu.

Konunun toplumsal tarafından bakıldığında ise kavram iki boyutlu bir anlam kazanmaktadır. Şöyle ki; “Öğretilmiş Çaresizlik” de kişi herhangi bir deneme yanılma yaşamak zorunda değildir. Toplum tarafından bireye direk çaresizlik yüklenir. “Öğretilmiş Çaresizlik” de bireye neleri yapmaması gerektiği o kadar güçlü bir şekilde öğretilir ki kişi o alanda yeni bir denemede bulunmayı aklına getirmez. Deneyip yanılmadan doğrudan kaybetmeyi kabullenir. “Öğrenilmiş Çaresizlik” de ise; bireyler deneme yanılma sonunda çaresizliği öğrenir. “Öğrenilmiş Çaresizlik” de kişi bir şeyleri defalarca dener, yanılır, başaramıyorsa da, bir daha yanılmamak için, bir daha denememeyi öğrenir. Artık bu onun öğrenilmiş çaresizliği yani tecrübesidir.

Konuyu iki yönden de irdelediğimizde uzantılarını ve etkilerini yaşamımızın her alanında görmek mümkündür. Ölçeği büyüterek yada küçülterek öğrenilmiş yada öğretilmiş çaresizliğin boyutlarını görebiliriz.



Toplumumuzda yaygın olarak iç ve dış mihraklar edebiyatı sürekli yapıla gelmekte ve her gün karşılaştığımız sıradan diyaloglar olarak karşımıza çıkmaktadır. Toplum olarak başımıza gelen musibetlerin faturası sürekli olarak bu boş durmayan, faaliyette olan bu iç ve dış mihraklara kesilir. Bu irdelemenin haklı tarafları olabilir. Yani iç ve dış mihraklar gerçekten de bölgede güçlü bir otoriter devlet ve toplum örgüsü istemediklerinden ve olası kendi çıkarlarını tehdit edecek durumların engellenmesi açısından boş durmayacaklar, ellerinden gelen meşru ve gayri meşru metotları tatbik ediyor olabilirler. Ancak birey ve bireyin oluşturduğu bu toplumun kendisi hiçbir çaba sarf etmeyerek, çeşitli nedenlerle kendisini üretim yapamayacak kadar beceriksiz görmekte ve stabil kalmakta, sahip olduğu bu kompleksle de “adamlar yapıyor abi, elin gavuru yapıyor, biz yapamayız” çaresizliğine razı olmaktadır. Karşılaştığı bu durum karşısında kendisini üretim toplumuna dönüştürmeye çalışmak yerine, hiçbir çaba sarf etmeyerek olayı iç ve dış mihrakların hain planlarına bağlamak kolaycılığına kaçmaktadır.



Bunun altında yatan sebeplere bakıldığında öğretilmiş ve öğrenilmiş çaresizliğin de payı olduğu görülecektir. Ölçeği büyüttüğümüzde dünya üzerinde ülke sınırlarıyla çevrili olmak, sorunları çözmenin karşısında müthiş bir baskı unsuru olarak durmakta ve başlı başına sınırlarla çevrili olmak, kendi dışındakilerin işine fazla karışmama düşüncesini öğütlemekte ve öğretmektedir. Bunun yanında toplumun karşısına egemenlerce “bize has unsurlar” engeli çıkarılmakta, toplumun iyiliği inşa etme ve adaleti yayma duygusunun önüne set çekilmekte, buna rağmen herhangi bir atak şiddetle cezalandırılarak çaresizlik, kronikleşerek babadan oğula devredilmektedir. Bu bilgiler ışığında yaşadığımız ülkenin son yüzyılında cereyan eden olaylar ve son zamanlarda toplumumuzun artık bir kimlik haline getirdiği stabillik, haksızlık karşısında tepkisizlik, bırakın yanı başında cereyan eden zulüm ve sömürüye itirazı, kendisine yapılanı dahi sineye çekmesinin öğretildiğini yada atalarının geçmişte yaptığı atakların cezalandırılmasına binaen öğrenilmiş bir çaresizlikle karşı karşıya kalındığını daha net anlayabiliriz.



Yukarıda toplumun bahsedilen karaktere ve kimliğe bürünmesinde kendi dışındaki sorunlar kadar, kendi içindeki etmenler de etkilidir. Söz konusu baskı oluşturan otoritenin de etkisi olmakla beraber, yaşadığımız toplumu birey birey ele alırsak; sağlıklı bir psikolojik ve kişisel gelişime sahip olmadığımız görülecektir. Sebep ne olursa olsun; toplumumuz genel olarak kendini gerçekleştirmek noktasında herhangi bir çabanın içersinde görünmemektedir. Sağlıklı bir gelişimin oluşmamasının nedeni, kendi dışındaki, içerde ve dışarıda sömürgeci mantığa sahip güçlerin, ülkelerinde sahip oldukları yeraltı kaynaklarını sömürmesi, kültürel ve ahlaki değerlerine tecavüz etmesi, sosyo-ekonomik ve ahlaki sorunlara maruz bırakılarak mağdur edilmesi olabilir. Sebep bu olsa dahi sarf edilebilecek çabalar muhakkak vardır. Ancak bizlerin oluşturduğu toplum, başkaldırı kültürünü bir türlü edinememekte ve sürü psikolojisiyle güdülmeyi kendisinden sonraki kuşağa aktarmaktadır. Bu durum, kendisine öğretilmiş yada kendisi öğrenmiş olduğu içindir ki; sürekli olarak karşısındaki otoriteye göre şekil değiştiren, onun izin verdiği yada kendisi için tehlikesiz addettiği kadar, değerlerini yaşayabilen yada muhafaza edebilen bir sonuca, bir kimliğe götürmektedir.



Dr. Dursun Ayan araştırmasında yabancılaşmanın, toplumsal çaresizliği peşinden getirdiğini tarihi derinliklere inerek açıklıyor. Ayan dinlerin çaresizliğe yaklaşımı ile başlayan çalışmasının ilk kısmında Allah’ın çaresiz kulu sevmediğini örneklerle anlatıyor: “Kul, Allah’a şirk koşacak kadar çaresiz olmamalı, kendi problemini çözecek kadar da ceht sahibi olmalı. Temel şirklerden biri Duha süresinde olduğu gibi kulun Allah’ın kendisine yardım edeceğinden umudu kesmesidir. Bu nedenle imanı sağlam olanlarda depresyon olmaz. Hz. Musa’nın kavmi ile ilgili problemleri ve Hz. Yusuf’un kuyudan (umutsuzluktan) kurtuluşunun üzerine basa basa anlatılması ilginçtir. Bu anlamda bütün erdemlerinin yanında Hz. Yusuf en güzel umut örneğidir. Ayı zamanda dürüst bir bürokrat örneğidir. Çünkü firavunun hazinelerinden sorumlu. İnşirah Suresi’nde güçlüklerle beraber kolaylıkların da var olduğu anlatılıyor. Kuran’—ı Kerim’de Ali İmran, Yusuf, Hıcr Süreleri Allah’ın çaresiz kulu sevmediğini gösteriyor. Tahrif edilmiş olmasına rağmen İncil’de Efesliler, Tevrat’ta Tekvin bölümlerinde de benzer örnekler mevcut.”



Gelenek ve göreneklerimizde de toplumsal çaresizlik örneklerine sıkça rastlandığını belirten Dr. Ayan,”Mesela türkülerimiz ve atasözlerimizde çaresizliğin her türlü örneğini görmek mümkün. Hatta hikâye ve destanlarımız da bile çaresizlik var.” Kentleşme süreci ile kente en son gelenin yabancılaşmayı çarpıcı bir şekilde yaşadığını, gurbet türkülerinin, Alamancı Türküleri’nin, 1960’lı yıllardan sonra ortaya çıkan arabesk müziğin çaresizlik mesajları ile dolu olduğuna araştırmasında yer veren Dursun Ayan, 1980’lı yıllardan sonra bu yabancılaşmanın, basının kötünün ilamını üstlenmesi ile birlikte çaresizliğe dönüştüğünü iddia ediyor. Bu sürecin sonuçlarını ise üç ana başlıkla özetliyor: Para, cinsellik, yönetme içgüdüsü..



Örneğin Orhan Gencebay’ın “Batsın Bu dünya” şarkısı da benzer bir sonucu ortaya çıkarmaktadır. Yaşadıklarını beğenmeyen ama şartlarını değiştirmek için de herhangi bir çaba göstermeyen kişiler, Gencebay’ın şarkısını duyduklarında, onlar da “batsın bu dünya “ diyerek rahatlamakta ve eş zamanlı olarak da pasifleşmektedirler. Yukarıdaki kavramı da öğrenen kişiler farkında olmadan “ben çaresizliği öğrenmişim, bu yüzden bir şey yapamıyorum” şeklinde rahatlayacaklardır, hem de farkında olmadan.



Bu durumu değiştirmek için çaba sarf etseler bile, çaresizlik içeriğinde kalınabileceği istenen sonuca ulaşmaları zorlaşacaktır ve hatta daha ileri giderek “çaresiz” kalabilecekleri yeni bir sonucu da elde etmiş olacaklardır.



Yukarıda alıntılanan örneklerden kavram hakkında fikir sahibi olunabilmektedir. Meselenin bizi ilgilendiren kısmı ise, Müslümanların birey olarak kendi hayatlarında ve içinde bulundukları yapıdaki ilişkileri ile bu yapının geleneksel düşünen toplumla olan ilişkiler yumağıdır. Bu noktada Müslümanların yapmak istediklerini uygulamaya geçirirken, örneklilik teşkil ederken ve tebliğ görevlerini ifa ederken karşılarında toplumun sahip olduğu ve uzun süreç sonunda elde ettiği öğrenilmiş çaresizliği, egemen güçlerce topluma kazandırılan öğretilmiş bir çaresizlik ve kendisinin kazandığı öğrenilmiş çaresizlik durmaktadır.



Burada öğretilmiş çaresizlik, herhangi bir deneme ve tecrübe içermediğinden korku siyaseti üzerinden baskı yoluyla yapılan sindirmedir ve içeriğinin büyük kısmı muhatapları korkutmaktan ibarettir. Bu aşmanın yolu ise onlardan değil Allahtan korkmaktan geçer. Rabbim bizlere cesaret ihsan etsin.



Öğrenilmişlik çaresizlikte ise deneme ve tecrübelerden sonra kazanılmış bir yılgınlık ve çaresizlik söz konusudur. Bu durumda Peygamberi metod bizlere birçok örnekler sunmaktadır. Yukarıda da bahsedilen Hz. Yusuf’un kuyudan çıkmak istemesindeki sabrı ve inadı, Hz. Nuh’un kavmi içerisinde kendisine inanan çok az insana rağmen sabretmesi, yılgınlık ve çaresizliği metodunun ana eksenine oturtmaması, Peygamberimizin, Cehaletin adını taşıyan Ebu Cehle defalarca tebliğ yapması güzel örneklerdendir.



Bu günün Müslüman dünyasına baktığımızda birey ve cemaat olarak çaresizliğin ve yılgınlığın önemli bir alışkanlık halini aldığı söylenebilir. Rabbimizin bizleri iman nimetinden ayırmamasını temenni ediyor ve bizleri iman nimetinden ayrı düşürecek her türlü sebebi ve özellikle içsel hastalıkları gidermesini diliyoruz.



Selam ve dua ile…



Hasan ENES
 
Üst Alt