Dücane Cündioğlu kitaplarını takip ettiğim bi yazar.. Genelde eleştiri üzerindedir yazıları.. Ve geçen gün bir yazarın onunla yaptığı röportajını okudum ondan bir bölüm aktarmak istedim.. Fakat yazının tamamını aktarmak daha uygun olacak..
Düşünce eserleriyle önemli etkiler uyandıran yazar Dücane Cündioğlu İslami hareketi nasıl değerlendiriyor? Yurtdışındaki müzeleri niçin geziyor? Megaloman mı, duygusal mı? Sinemayla ilgilenmesinin sebebi ne? Ertuğrul Özkök’le neler konuştu? Cemil Meriç’ten derlediği üç kitabı niye yayınlamıyor? Elif Şafak’ı neden sert eleştirdi? Dindarların resim sanatıyla ilgilenmesi gerçekten gerekli mi?..
İslamcılığın bugün geldiği evre hakkında ne düşünüyorsunuz?
İslamcılığı tek başına ele almak hatalı olur. Sosyalist ve milliyetçileri de göz önünde tutmak lazım. Çünkü ortak yönleri çok fazla: Türkiye’de sosyalizm, halkın değerleriyle zıtlaşanların ideolojisiydi. İslamcıların mesela camiyle, Cuma namazıyla, diyanet işleriyle problemleri vardı. Milliyetçiler, millî değerler konusunda bilgisiz, duyarsız ve bilinçsizdi.
İslamcılık marjinalleşiyor mu?
Bir bakıma evet. Din ile ilişkisini politik ya da ticari bir alana taşımayan; düşünce, sanat, kültür meselelerine dinî kimliğini koruyarak bakan insanlar azınlıkta kaldı. İktidarı ele geçiren ya da para kazanan kimselerin ise İslamcı kimlikleri yıprandı.
İslami hareket nasıl bir dönüşüm geçirdi?
İslamcı hareket 1980’lerin sonuna kadar siyasi partiyi, demokrasiyi tartışıyordu. ‘Bu iş partiyle olur mu?’ deniliyordu. Devrimci bir halk hareketi olarak var olma eğilimindeydi. Necmettin Erbakan’ı kenarda tutarsak, İslamcılığın siyasi önderi yoktu. Real politikle ilgisizdi. Sivil ve muhalif bir karaktere sahipti. Politik bir hesabın yoksa, her konuda dürüst ve tutarlı olabilirsin…
İslamcılar, tavizsizliklerini, sağlamlıklarını yitirdiler mi?
Gençler radikal olur, çünkü muhafaza etmeleri gereken bir geçmişleri yoktur, fakat kazanabilecekleri uzun bir gelecek vardır. Orta yaşlılar liberal olur, çünkü korumaları gereken bir geçmiş ile inşasını tamamlamaları gereken bir geleceğin arasındadırlar. Yaşlılar ise muhafazakar olurlar, çünkü yalnızca geçmişleri vardır. İslamcılık şu anda bir orta yaş ideolojisi konumunda ve dolayısıyla liberal bir yapıya büründü.
Hakikatten söz ediyorsunuz. Modern bireyin hakikatle bağ kurması ne derece mümkündür?
Hepimizin, hakikati fark etmemiz imkan dahilindedir. Hakikat, bizi kuşatan, bize kendini hissettiren bir yapıdadır. Hakikatin farkına varma çabası haricinde, hayata değer kazandıran hiçbir şey yoktur.
Elif Şafak ve Aşk adlı romanı hakkında neden çok sert eleştirilerde bulundunuz?
Kendini aldatan kimse suçluluk duymaz. Kendini aldatamayan kişinin, vicdanı işliyor demektir. Elif Şafak hakkında çok sert yazdım, bir ağabey gibi de yazabilirdim. Fakat onun, Aşk romanındaki yetersizliği, çarpıklığı önemsemediğini fark ettim. Ticari başarı, yazarlık yeteneğinin delili olarak ona yetiyor.
Elif Şafak’la konuştunuz mu?
Hayır.
Ölümün Dört Rengi adlı yeni kitabınızda ‘Ölmeden evvel ölünüz’ hadisine vurgu yapıyorsunuz…
İktidar, para, makam, mevki gibi şeylerin hepsi saçmasapan, beyhude şeylerdir. Yöneticilik ancak fedakarlık duygusuyla katlanılabilecek bir iştir. Aslolan ölümdür. Hayat, ölümdedir. Ölmeden önce tecrübe edilmesi gereken dört ölüm vardır: 1- Şehvetin ölümü, 2- İştahın ölümü, 3- Kıyafetin ölümü, 4- Ferdiyetin ölümü.
Ölüm olmadan hayat olmaz mı?
Ölüme yönelmek, canlılığımızı garanti altın alır. Bu anlamda ölüm büyük bir lütuftur. Zengine fakirliği hatırlatmak gerekir, çünkü fakirlik bizim asıl halimizdir. Yaşayanın da asıl hali ölümlü olmaktır. Ölümü unutmak, insanın kendini unutması demektir.
Evlilik yaşının 30’u geçmesine, cinselliğin ertelenmesine niçin karşı çıkıyorsunuz?
Din, doğayla çatışmaz, barışıktır. Cinselliğin ertelenmesi, 30 yaşında evlilik doğal değil. Dindarlar, bu ertelemeyi tartışma konusu etmeli. Vicdana aykırı bir durum bu. Kapitalist toplumun kariyer uğruna cinselliği ertelemesi ya da bir o kadar manevi maliyeti yüksek olan serbest cinsellik hakkında düşünülmeli, konuşulmalı.
Manevi maliyet derken?..
Yuva kurmak için 30 yaşına dek beklemiş insanların sosyal ilişkilerinde sevginin, heyecanın, güvenin payı azalıyor. Benzer şekilde kreşlerde büyüyen küçük çocukların durumunu da tartışmalıyız.
Bir düşünce adamısınız, peki duygusal mısınız?
Bir nebze. İnsanların etkilendiği yazılarımın çoğunu yazarken gözlerim dolmuştur. Duygusaldan ziyade coşkulu biriyim.
Neden ‘Türkiye’nin tek filozofu benim’ dediniz?
Kimsenin filozofluğu umursamadığına dikkat çekmek için. İtiraz eden de olmadı. Mesela ‘Türkiye’nin tek şairi benim’ deseydim ortalık karışırdı.
Yazılarınızda ‘Ey talip’ diye kime hitap ediyorsunuz?
Kendime ve benim gibilere.