Muhammed(s.a.v)muhabbettir,muhabbet Ise Müeebbed

Mücahid

New member


Aşk ehli taşı gediğine koymuş: Muhabbetten Muhammed oldu hasıl Muhabbetsiz Muhammed'den ne hasıl? Çölde açan bir güldü o. Rengi solmaz, kokusu tükenmez bir gül. Sevginin bedelini ödeyen Yakûb gibi, uzaktaki Yusuf'u koklayan bir yürekle gözlerini takas edenler alabilirdi o gülün kokusunu. Aşkı ve acıyı ondan öğrendik. Yaşamanın ve ölmenin, ölmeden önce ölüp öldükten sonra yaşamanın sırrını o öğretti bize. Göklerin sofrasını o açtı önümüze. Onun sayesinde tenezzül buyurdu Allah yüreklerimize. Evet, aşkı ondan öğrendik: Sevdi ama sevdaya "kara" çalmadı. Sevdanın yüzünü karartmadan sevmeyi beceremeyenlere, "ak sevda"yı öğretti. Aşka istikamet açısı verdi. Sadece o açıyı takip edenler aşkın sırrına erdi. Başkalarının öğrettiği aşk sahibini tutuklayan bir tutkuya dönüşüyordu. Onun aşk öğretisi ise sahibini özgür kıldı. O aşk çizgisini izleyenler sevdikçe özgürleştiler, özgürleştikçe sevdiler ve sonunda hayatı bir demet muhabbete dönüştürdüler; muhabbete, yani insanın harcadıkça çoğalan tek sermayesine... İman etmedikçe cennete giremezsiniz" diyordu; fakat daha müthiş, insanı iliklerine kadar sarsan bir şey daha söylüyordu: "birbirinizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş sayılmazsınız!" Bu, imanı yetiştiren toprağın sevgi olduğunu ifade etmekti. Muhabbetin yürekte istikrar bulmuş hali olan iman, ancak sevgi toprağında boy verebilirdi. Dahası "Mü'min, seven ve sevilen dost olan ve dostluk kurulandır, sevmeyen ve sevilmeyende, dost olmayan ve dostluk kurulmayanda hayır yoktur!" diyordu. Sadece demekle kalmıyor, bu sözün nasıl hayata dönüştürüleceğinin en güzel örneklerini de veriyordu. Onun sevgisi, canlıları aşıp cansızları dahi kuşatıyordu. Uhud için diyordu ki; "Uhud, o bir dağ; ama o bizi sever, biz de onu severiz!" Dağla sevişen, dağı seven ve dağ tarafından sevildiğini farkeden bir yürek nasıl bir yürektir? Bu insanı yürekten sarsan muhabbet dersinin, bizim özlemeyen, sızlamayan, yanmayan, inlemeyen, sevmeyen, duyarsız, taşlaşmış ve hatta taştan daha da katılaşmış yüreklerimizde yaptığı yankı nedir? Modern birey anlayabilir mi bu tavrı? İçinde yürek yerine taş taşıyan modern insanda nasıl bir karşılık bulur bu davranış? Şairin "Şarkı görmez, garbı bilmez, görgüden yok vayesi/Bir utanmaz yüz yaşarmaz göz bütün sermayesi" dediği bedeviden bozma, köylülüğe müptela, varlıkla sınanınca lümpen kaprislerine, yoklukla sınanınca aşağılık komplekslerine kapılanlar, nasıl anlar ve anlatır, nasıl yaşar ve yaşatırlar bu muhabbeti/Muhammed'i? Muhabbeti Muhammed'den öğrenenler ölmemenin sırrını da öğrenmiş oldular. İşte onlardan biri, bu sırrı şu dizelerle açığa vurdu: Âşık öldü diye salâ verirler Ölen hayvan imiş âşıklar ölmez Âşıkların ölmeyeceğinin ondan güzel kanıtı olur mu? Muhabbetin merkezi olan gönülden yola çıkarak anlayın bunu: Birine "alçak" derseniz hakaret etmiş olursunuz, "alçak gönüllü" derseniz iltifat. Çünkü gönül öyle yüce bir makam ki, kendisine ilişen alçaklığı bile elinden tutup katına yüceltir, "alçak gönüllülük" bir yücelik olup çıkar. Acıyı da "Ben hüzünlerin peygamberiyim!" itirafında bulunan o Ufuk İnsan'dan öğrendik: Saçları sevdiklerinin ölümüyle değil, Allah'la ilişkisini örselememek uğruna gösterdiği çabayla ağaran Yüce Önder, Kutlu Rehber'den. Çağların günahını yıkamak için gece yarıları saldığı gözyaşları, yattığı şilteyi ıslatıp Aişe'yi uyandıracak kadar sel olup çağlayan Ayaklı Kur'an'dan. Bu soylu acı değil miydi, Hıra'da kendi ruhunu yeniden doğuracak bir sancıya ebelik eden? Buna insanın oluş sancısı da diyebilirsiniz. Baksanıza o okyanus misali kutlu sancıdan payına bir damlacık düşenler, yaşadıkları çağın, 'nükleer güç merkezlerinin' dahi yanında yaya kaldığı etkinlikte birer 'gül ve güç merkezi' oluyorlar! Çağın Ebu Cehillerinin onu anlamasını, onu sevmesini kimse beklemesin. Değil mi ki o, atası İbrahim gibi insanlığa şeytanı, şeytanları taşlamayı öğretti. Şeytan ve dostları da o gülü ve onun gül yüzlü dostlarını taşlayacaklardır. Ben modern Ebu Cehillerin yaptığından daha çok, ona ümmet olduğunu söyleyenlerin yaptıklarının onu üzdüğünü düşünüyorum. Onun mirasına sahip çıkması gerekenler, sadece sakalına ve hırkasına sahip çıkıp onun öğretisini çağın dışına atmakla onu daha fazla üzüyor olsalar gerek. Allah'ın bize gönderdiği Hz. Muhammed (sonsuz sayıda selam, hürmet ve muhabbet ona olsun) bir tek Muhammed idi. Fakat, geleneğimiz en az üç Muhammed ortaya çıkardı: 1. Göklere çıkartılan insanüstü Muhammed 2. Ara kablosu, postacı muamelesine maruz bırakılarak aşağılanan Muhammed 3. Kur'an'ın tanıttığı muhteşem bir ahlaka sahip olan örnek insan Muhammed. Bir de muhaddislerin ömrü boyunca hep konuşan ve hiç iş yapmayan Muhammed'i, sûfilerin ömrü boyunca içiyle uğraşıp dış dünyaya sırt dönen Muhammed'i ve fakihlerin işi-gücü Kur'an'ı kodifike edip ondan formel hükümler devşirmek olan Muhammed'i var. İsterseniz, bu birbirinden ayrı "üç Muhammed"in özelliklerine gelecek hafta değinelim. Ama bu satırları bitirmeden, o insan güzeline bir maruzatım var: Seni çok özledik, bizi bu çağa karşı dik tutan senin kokundur: Yel essin Ya Rasullallah... Kokun gelsin!
M.İSLAMOĞLU
 
Seni çok özledik, bizi bu çağa karşı dik tutan senin kokundur: Yel essin Ya Rasullallah... Kokun gelsin!


ALLAH(CC)RAZI OLSUN.
 
Rabbim razı olsun mücahid abi..Allah'ım manşer gününde bizleri Peygamberimiz(s.a.v)'in şefaatına nail eylesin...
 
amin ..amin ... rabbim kez kere razı olsun... bu yazıyı her okuduğumda tarifi mümkün olmayan hisler yaşarım öyleki hicabım sevincim kederim hep bir anda belirginleşir kaleme alınacak söz bulamıyorum desem sanırım kafidir ...Bu insanı yürekten sarsan muhabbet dersinin, bizim özlemeyen, sızlamayan, yanmayan, inlemeyen, sevmeyen, duyarsız, taşlaşmış ve hatta taştan daha da katılaşmış yüreklerimizde yaptığı yankı nedir?..zira bu sorunun cevabını bulmuş değilim...selam ve dua ile..
 
Ezel sabahından mahşer gününe kadar Muhammed’in gönül çekici
varlığına salavât olsun.
Hz. Peygamber’in gül yüzüne zaman zaman salavât getirmek, ölünceye
kadar bana farz-ı ayn olsun.
Milyon salât, milyon selam sana olsun ey Allah’ın vahyinin emiri!
Allah’ım! Efendimiz Muhammed’e, onun âl ve Ashabına ağaçların
yaprakları, denizlerin dalgaları ve yağmurların damlaları sayısınca
salât, selam ve bereketler ihsan eyle! Allah’tan başka hiçbir İlah
bulunmadığına ve Hz. Muhammed’in Allah’ın resulu olduğuna şehadet
ederim.
 
ALLAH razı olsun

Hz. MUHAMMED (S.A.V.)

Abdülmuttalib’in sevgili oğlu Abdullah,
Vehb’in kızı Âmine’yi, zevce verdi Allah.
Âmine’den doğmuştur o mübarek Fadlullah,
Muhammed’im, Rahmet Peygamberim, nurum benim.

Âmine, Kureyş’in şerefli ailesinden,
Abdullah ki; yirmi iki kuşak İbrahim’den,
O Abdullah öldü, Muhammed’i göremeden,
Muhammed’im, Tevbe Peygamberim, nurum benim.

Âmine doğurdu dünya güller güzelini,
Dedesi koymuştu O’na, “Muhammed” ismini.
Müjdeledi Kureyş’e O’nun övüleceğini.
Muhammed’im, Harb Peygamberim, öz nurum benim.

Fil Va’kası’ndan elli gün sonra doğdu O nur,
O’nun güzel ismi arş-ı âlâda okunur,
O gece gök yüzünde bir yıldız doğmuştur.
Hak Muhammed’im, Abdullah’ım, öz nurum benim.

Âlim olan yıldıza bakıp diyor: “O geldi.”
Kisra’nın sarayında on dört sütun devrildi.
İran ateşgedeleri birden sönüverdi.
Hak Muhammed’im, can Abid’im, öz nurum benim.

Sava Gölü kurudu, Sema’yı da su bastı,
İran Şahı’nın yüreğini bir korku sardı,
O gece melekler diyarında şenlik vardı,
Hak Muhammed’im, can Adil’im, öz nurum benim.

Süt annesi tutmak adettendi Araplarda,
O, önce Suveybe, sonra Halime kadında,
O’nun aşkına bereket Halime damında,
Hak Muhammed’im, can Ahmed’im, öz nurum benim.

Bakıcı Ümmü Eymen, Habeşistanlı idi,
Altı yaşında o nur, Medine’ye gitmişti,
Annesiyle gitti, gördü, Abdullah kabrini,
Hak Muhammed’im, can Ahsen’im, öz nurum benim.

Medine’den Mekke’ye gelirken o kafile,
Hastalandı Âmine, Ebvâ denilen yerde,
Aynı yerde de kavuştu Hakk’ın rahmetine.
Hak Muhammed’im, O can Ali’m, öz nurum benim.

Âmine defnedildi, Ebvâ denilen yerde,
Döndü Ümmü Eymen ile O yetim, Mekke’ye.
Kaldı Abdülmuttalib’in himayesinde.
Hak Muhammed’im, can Âlim’im, öz nurum benim.

Dedesi O’na özel bir sevgi ile bakar,
O, Muhammed üzerinde sezmişti bir vakar.
Bu yüzdendir, torununa çok özel bir ilgi var.
Hak Muhammed’im, can Âllâme’m, öz nurum benim.

İki sene sonra Abdülmauttalib’de öldü.
Ebû Talib, kendi himayesine götürdü.
Muhammed siması, Mekke civarında bir güldü.
Hak Muhammed’im, can Âmil’im, öz nurum benim.

Amca Ebû Talib, fakir ama yüreklidir,
O, Muhammed’i evladından üstün sevmiştir.
Nereye gitse, yanından eksik etmemiştir.
Hak Muhammed’im, can Aziz’im, öz nurum benim.

Yetimlik, Muhammed’e bırakır derin izler,
Amcası Ebû Talib bu yüzden şefaatle sever.
Kur’an; Dûha Sûresi bunu işaret eder.
Hak Muhammed’im, can Cebbar’ım, öz nurum benim.

Muhammed, on ikisinde amcasıyla Şam’da,
Rahip Buheyra kafileye rastlar Busra’da,
Ayak üstü onlarla sohbet eder hudutta.
Hak Muhammed’im, can Cevâd’ım, öz nurum benim.

Hıristiyan Buheyra inanmazdı teslise,
Buheyra inanmıştı Tevhid akidesine.
Peygamber alametini görür Muhammed’de.
Hak Muhammed’im, can Ecved’im, öz nurum benim.

Ebû Talib’e bir uyarı ile anlattı,
Amaç; Yahudilerin şerrinden korumaktı.
Ebû Talib, hemen O’nu Mekke’ye yolladı.
Hak Muhammed’im, can Ekrem’im, öz nurum benim.

Hz. Muhammed, kavminin en güzel ahlaklısı,
İnsan lekeleyen hallerden uzak olanı.
İşte bu yüzdendir “El-Emin” sayılması.
Hak Muhammed’im, can Emin’im, öz nurum benim.

Allah; Hazret-i Muhammed’i övmüş yaratmış,
O’nun zâtında bütün sıfatları toplamış.
O, cahiliyye adetlerinden uzak kalmış.
Hak Muhammed’im, Fadlullah’ım, öz nurum benim.

Gençlik yıllarında yaptı koyun çobanlığı,
Olmamış, olmazdı O’nun dünya sevdalığı,
Takdire şayan, çobanlarla arkadaşlığı.
Hak Muhammed’im, can Faruk’um, öz nurum benim.

Badiye’de süt kardeşliğiyle çobanlık yaptı,
Kerarit denilen yerde koyunlar otlattı.
Saib İbn-i Ebi Saib’le ortaklık yaptı.
Hak Muhammed’im, can Fettâh’ım, öz nurum benim.

O güzel Muhammed gelmişti yirmi yaşına,
Katıldı Nahle’deki Ficâr savaşına.
Bu savaş, Kureyş ile Kays’ın arasında.
Hak Muhammed’im, can Gâlib’im, öz nurum benim.

Harb, Mekke ile Taif arasında olmuştu.
Her iki taraf içinde bu savaş, korkunçtu.
Pek çok ölümden sonra, sulh ile son bulmuştu.
Hak Muhammed’im, can Gâni’m, öz nurum benim.

Abdullah İbn-i Cûd’a’nın evinde toplandı,
İnsanlık adına “Hilful Fudûl” onaylandı.
Mazluma yardım karar altına alınmıştı.
Hak Muhammed’im, can Habib’im, öz nurum benim.

Huveylid’in kızı Hatice, ticaret yapar,
Bir iş için erkekleri işçi olarak toplar.
Duymuştur O’nu bu işe uygun Muhammed var.
Hak Muhammed’im, can Hâdi’m, öz nurum benim.

Hizmetçi Meysere’yle Muhammed yola çıktı,
Muhammed bu ticarette çok büyük kâr yaptı,
Meysere’de O’nun ticaretini anlattı.
Hak Muhammed’im, can Hafız’ım, öz nurum benim.

Meysere anlattıkça, Hatice çok sevindi,
Bizzat kendisi O’na evlilik teklif etti.
Hatice kırkındayken, Muhammed’le evlendi.
Hak Muhammed’im, can Halil’im, öz nurum benim.

Hz. Muhammed otuz beşine girdiğinde,
Bir sel baskını meydana geldi Mekke’de,
Kâbe’nin duvarları yıkılıverdi selde.
Hak Muhammed’im, can Halim’im, öz nurum benim.

Kureyş, Kâbe’yi yeniden yapmaya başladı,
Hacerü’l-Esved’e gelince de duraklandı.
Taşın yerine konması ihtilâfa kaldı.
Hak Muhammed’im, can Hamid’im, öz nurum benim.

Yaşlı Ebû Umeyye bin Mugire, pir söyler:
“Bu kapıdan ilk giren hakem olacaktır” der.
İşte o kapıdan Muhammedü’l-Emin girer.
Hak Muhammed’im, can Hammâd’ım, öz nurum benim.

Hz. Muhammed’e olayın özü anlatıldı,
O’da sırtındaki ridasını yere yaydı.
Her kabileden biri tutup taşı kaldırdı.
Hak Muhammed’im, can Hânif’im, öz nurum benim.

Kabilenin kaldırdığı taşı da, O, koymuş,
Taşı yerine koymak da O’na nasip olmuş.
Bu müşkilat gibi görünen olay son bulmuş.
Hak Muhammed’im, can Kamer’im, öz nurum benim.
 
"Mü'min, seven ve sevilen dost olan ve dostluk kurulandır, sevmeyen ve sevilmeyende, dost olmayan ve dostluk kurulmayanda hayır yoktur!"



Allah razı olsun abi...paylaşım yine çok güzeldi..
bin maşAllah sübhanallah barekallah......​
 
"Ensar'a mensup birisi Resulullah'ın huzuruna geldi. Adam mahzundu. Resulullah buyurdu ki:

"-Seni üzgün görüyorum, neden?"

Adam dedi ki:

"-Ya Resulallah, beni bir şey düşündürüyor . "

"-Nedir? "

"Biz her gün akşam sabah sizin huzurunuza geliyoruz. Yüzünüze bakıyor meclisinizde bulunuyoruz. Yarın siz resuller birlikte olacaksınız. Yücelere varacaksınız. Ama biz, size nasıl vasıl olabiliriz ki?"

Resulullah (s.a.s.) hiç cevap vermedi. Cibril-i Emin Cenâb-ı Hakk'dan Nisâ Suresi'nin 69. ayetini getirdi:

"Kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse işte onlar, Allah'ın nimet verdiği, resuller, sıddîklar, şehitler ve salihlerle beraberdir. Onlar ne güzel arkadaştır. "

Kur'an'ın müminlere bu müjdesi, ne engin bir mutluluktur. Dünyada biri birini Allah için sevmiş, biribirine destek verip yardım ederek kardeşlik kurmuş müminler, ahirette, kerim olan Allah'ın huzurunda şerefti bir arkadaşlık içindedirler. Mümin, bu saadeti, Allah'a ve Resulüne itaatle elde etmiştir. Mümin, Allah ve Resulüne itaat edenlerle arkadaşlık kurarak ve onlarla birlikte İslâm toplumunu oluşturarak bu mertebeye ulaşmıştır.
 
Muhammed Muhabbettir Muhabbet Müebbettir

Muhammed Muhabbettir Muhabbet Müebbettir


Aşk ehli taşı gediğine koymuş:

Muhabbetten Muhammed oldu hasıl
Muhabbetsiz Muhammed'den ne hasıl?


Çölde açan bir güldü o. Rengi solmaz, kokusu tükenmez bir gül. Sevginin bedelini ödeyen Yakub gibi, uzaktaki Yusuf'u koklayan bir yürekle gözlerini takas edenler alabilirdi o gülün kokusunu.
Aşkı ve acıyı ondan öğrendik. Yaşamanın ve ölmenin, ölmeden önce ölüp öldükten sonra yaşamanın sırrını o öğretti bize. Göklerin sofrasını o açtı önümüze. Onun sayesinde tenezzül buyurdu Allah yüreklerimize.
Evet, aşkı ondan öğrendik: Sevdi ama sevdaya "kara" çalmadı. Sevdanın yüzünü karartmadan sevmeyi beceremeyenlere, "ak sevda"yı öğretti. Aşka istikamet açısı verdi. Sadece o açıyı takip edenler aşkın sırrına erdi.
Başkalarının öğrettiği aşk sahibini tutuklayan bir tutkuya dönüşüyordu. Onun aşk öğretisi ise sahibini özgür kıldı. O aşk çizgisini izleyenler sevdikçe özgürleştiler, özgürleştikçe sevdiler ve sonunda hayatı bir demet muhabbete dönüştürdüler; muhabbete, yani insanın harcadıkça çoğalan tek sermayesine...
İman etmedikçe cennete giremezsiniz" diyordu; fakat daha müthiş, insanı iliklerine kadar sarsan bir şey daha söylüyordu: "birbirinizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş sayılmazsınız!" Bu, imanı yetiştiren toprağın sevgi olduğunu ifade etmekti. Muhabbetin yürekte istikrar bulmuş hali olan iman, ancak sevgi toprağında boy verebilirdi.
Dahası "Mü'min, seven ve sevilen dost olan ve dostluk kurulandır, sevmeyen ve sevilmeyende, dost olmayan ve dostluk kurulmayanda hayır yoktur!" diyordu. Sadece demekle kalmıyor, bu sözün nasıl hayata dönüştürüleceğinin en güzel örneklerini de veriyordu.
Onun sevgisi, canlıları aşıp cansızları dahi kuşatıyordu. Uhud için diyordu ki; "Uhud, o bir dağ; ama o bizi sever, biz de onu severiz!"
Dağı seven ve dağ tarafından sevildiğini farkeden bir yürek nasıl bir yürektir? Bu insanı yürekten sarsan muhabbet dersinin, bizim özlemeyen, sızlamayan, yanmayan, inlemeyen, sevmeyen, duyarsız, taşlaşmış ve hatta taştan daha da katılaşmış yüreklerimizde yaptığı yankı nedir?
Modern birey anlayabilir mi bu tavrı? İçinde yürek yerine taş taşıyan modern insanda nasıl bir karşılık bulur bu davranış? Şairin "Şarkı görmez, garbı bilmez, görgüden yok vayesi/Bir utanmaz yüz yaşarmaz göz bütün sermayesi" dediği bedeviden bozma, köylülüğe müptela, varlıkla sınanınca lümpen kaprislerine, yoklukla sınanınca aşağılık komplekslerine kapılanlar, nasıl anlar ve anlatır, nasıl yaşar ve yaşatırlar bu muhabbeti/Muhammed'i?
Muhabbeti Muhammed'den öğrenenler ölmemenin sırrını da öğrenmiş oldular. İşte onlardan biri, bu sırrı şu dizelerle açığa vurdu:
Âşık öldü diye salâ verirler
Ölen hayvan imiş âşıklar ölmez
Âşıkların ölmeyeceğinin ondan güzel kanıtı olur mu? Muhabbetin merkezi olan gönülden yola çıkarak anlayın bunu: Birine "alçak" derseniz hakaret etmiş olursunuz, "alçak gönüllü" derseniz iltifat. Çünkü gönül öyle yüce bir makam ki, kendisine ilişen alçaklığı bile elinden tutup katına yüceltir, "alçak gönüllülük" bir yücelik olup çıkar.
Acıyı da "Ben hüzünlerin peygamberiyim!" itirafında bulunan o Ufuk İnsan'dan öğrendik: Saçları sevdiklerinin ölümüyle değil, Allah'la ilişkisini örselememek uğruna gösterdiği çabayla ağaran Yüce Önder, Kutlu Rehber'den. Çağların günahını yıkamak için gece yarıları saldığı gözyaşları, yattığı şilteyi ıslatıp Aişe'yi uyandıracak kadar sel olup çağlayan Ayaklı Kur'an'dan.
Bu soylu acı değil miydi, Hıra'da kendi ruhunu yeniden doğuracak bir sancıya ebelik eden? Buna insanın oluş sancısı da diyebilirsiniz. Baksanıza o okyanus misali kutlu sancıdan payına bir damlacık düşenler, yaşadıkları çağın, 'nükleer güç merkezlerinin' dahi yanında yaya kaldığı etkinlikte birer 'gül ve güç merkezi' oluyorlar!
Çağın Ebu Cehillerinin onu anlamasını, onu sevmesini kimse beklemesin. Değil mi ki o, atası İbrahim gibi insanlığa şeytanı, şeytanları taşlamayı öğretti. Şeytan ve dostları da o gülü ve onun gül yüzlü dostlarını taşlayacaklardır.
Ben modern Ebu Cehillerin yaptığından daha çok, ona ümmet olduğunu söyleyenlerin yaptıklarının onu üzdüğünü düşünüyorum. Onun mirasına sahip çıkması gerekenler, sadece sakalına ve hırkasına sahip çıkıp onun öğretisini çağın dışına atmakla onu daha fazla üzüyor olsalar gerek.
Bu satırları bitirmeden, o insan güzeline bir maruzatım var:
Seni çok özledik, bizi bu çağa karşı dik tutan senin kokundur:
Yel essin Ya Rasullallah...
Kokun gelsin!


 
Muhammed muhabbettir,muhabbet müebbettir

Muhammed muhabbettir,muhabbet müebbettir

MUHAMMED MUHABBETTİR,MUHABBET MÜEBBETTİR

Aşk ehli taşı gediğine koymuş: Muhabbetten Muhammed oldu hasıl Muhabbetsiz Muhammed'den ne hasıl? Aşk ehli taşı gediğine koymuş: Muhabbetten Muhammed oldu hasıl Muhabbetsiz Muhammed'den ne hasıl? Çölde açan bir güldü o. Rengi solmaz, kokusu tükenmez bir gül. Sevginin bedelini ödeyen Yakûb gibi, uzaktaki Yusuf'u koklayan bir yürekle gözlerini takas edenler alabilirdi o gülün kokusunu. Aşkı ve acıyı ondan öğrendik. Yaşamanın ve ölmenin, Çölde açan bir güldü o. Rengi solmaz, kokusu tükenmez bir gül. Sevginin bedelini ödeyen Yakup gibi, uzaktaki Yusuf'u koklayan bir yürekle gözlerini takas edenler alabilirdi o gülün kokusunu. Aşkı ve acıyı ondan öğrendik. Yaşamanın ve ölmenin, ölmeden önce ölüp öldükten sonra yaşamanın sırrını o öğretti bize. Göklerin sofrasını o açtı önümüze. Onun sayesinde tenezzül buyurdu Allah yüreklerimize. Evet, aşkı ondan öğrendik: Sevdi ama sevdaya "kara" çalmadı. Sevdanın yüzünü karartmadan sevmeyi beceremeyenlere, "ak sevda"yı öğretti. Aşka istikamet açısı verdi. Sadece o açıyı takip edenler aşkın sırrına erdi.


Başkalarının öğrettiği aşk sahibini tutuklayan bir tutkuya dönüşüyordu. Onun aşk öğretisi ise sahibini özgür kıldı. O aşk çizgisini izleyenler sevdikçe özgürleştiler, özgürleştikçe sevdiler ve sonunda hayatı bir demet muhabbete dönüştürdüler; muhabbete, yani insanın harcadıkça çoğalan tek sermayesine... İman etmedikçe cennete giremezsiniz" diyordu; fakat daha müthiş, insanı iliklerine kadar sarsan bir şey daha söylüyordu: "birbirinizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş sayılmazsınız!" Bu, imanı yetiştiren toprağın sevgi olduğunu ifade etmekti. Muhabbetin yürekte istikrar bulmuş hali olan iman, ancak sevgi toprağında boy verebilirdi. Dahası "Mü'min, seven ve sevilen dost olan ve dostluk kurulandır, sevmeyen ve sevilmeyende, dost olmayan ve dostluk kurulmayanda hayır yoktur!" diyordu. Sadece demekle kalmıyor, bu sözün nasıl hayata dönüştürüleceğinin en güzel örneklerini de veriyordu. Onun sevgisi, canlıları aşıp cansızları dahi kuşatıyordu. Uhud için diyordu ki; "Uhud, o bir dağ; ama o bizi sever, biz de onu severiz!" Dağla sevişen, dağı seven ve dağ tarafından sevildiğini fark eden bir yürek nasıl bir yürektir?



Bu insanı yürekten sarsan muhabbet dersinin, bizim özlemeyen, sızlamayan, yanmayan, inlemeyen, sevmeyen, duyarsız, taşlaşmış ve hatta taştan daha da katılaşmış yüreklerimizde yaptığı yankı nedir? Modern birey anlayabilir mi bu tavrı? İçinde yürek yerine taş taşıyan modern insanda nasıl bir karşılık bulur bu davranış? Şairin "Şarkı görmez, garbı bilmez, görgüden yok vayesi/Bir utanmaz yüz yaşarmaz göz bütün sermayesi" dediği bedeviden bozma, köylülüğe müptela, varlıkla sınanınca lümpen kaprislerine, yoklukla sınanınca aşağılık komplekslerine kapılanlar, nasıl anlar ve anlatır, nasıl yaşar ve yaşatırlar bu muhabbeti/Muhammed'i?



Muhabbeti Muhammed'den öğrenenler ölmemenin sırrını da öğrenmiş oldular. İşte onlardan biri, bu sırrı şu dizelerle açığa vurdu: Âşık öldü diye salâ verirler Ölen hayvan imiş âşıklar ölmez Âşıkların ölmeyeceğinin ondan güzel kanıtı olur mu? Muhabbetin merkezi olan gönülden yola çıkarak anlayın bunu: Birine "alçak" derseniz hakaret etmiş olursunuz, "alçak gönüllü" derseniz iltifat. Çünkü gönül öyle yüce bir makam ki, kendisine ilişen alçaklığı bile elinden tutup katına yüceltir, "alçak gönüllülük" bir yücelik olup çıkar. Acıyı da "Ben hüzünlerin peygamberiyim!" itirafında bulunan o Ufuk İnsan'dan öğrendik: Saçları sevdiklerinin ölümüyle değil, Allah'la ilişkisini örselememek uğruna gösterdiği çabayla ağaran Yüce Önder, Kutlu Rehber'den. Çağların günahını yıkamak için gece yarıları saldığı gözyaşları, yattığı şilteyi ıslatıp Aişe'yi uyandıracak kadar sel olup çağlayan Ayaklı Kuran’dan. Bu soylu acı değil miydi, Hıra'da kendi ruhunu yeniden doğuracak bir sancıya ebelik eden?

Buna insanın oluş sancısı da diyebilirsiniz. Baksanıza o okyanus misali kutlu sancıdan payına bir damlacık düşenler, yaşadıkları çağın, 'nükleer güç merkezlerinin' dahi yanında yaya kaldığı etkinlikte birer 'gül ve güç merkezi' oluyorlar! Çağın Ebu Cehillerinin onu anlamasını, onu sevmesini kimse beklemesin. Değil mi ki o, atası İbrahim gibi insanlığa şeytanı, şeytanları taşlamayı öğretti. Şeytan ve dostları da o gülü ve onun gül yüzlü dostlarını taşlayacaklardır. Ben modern Ebu Cehillerin yaptığından daha çok, ona ümmet olduğunu söyleyenlerin yaptıklarının onu üzdüğünü düşünüyorum. Onun mirasına sahip çıkması gerekenler, sadece sakalına ve hırkasına sahip çıkıp onun öğretisini çağın dışına atmakla onu daha fazla üzüyor olsalar gerek. Allah'ın bize gönderdiği Hz. Muhammed (sonsuz sayıda selam, hürmet ve muhabbet ona olsun) bir tek Muhammed idi. Bu satırları bitirmeden, o insan güzeline bir maruzatım var: Seni çok özledik, bizi bu çağa karşı dik tutan senin kokundur: Yel essin Ya Rasullallah... Kokun gelsin!




 
Geri
Üst
AdBlock Detected

We get it, advertisements are annoying!

Sure, ad-blocking software does a great job at blocking ads, but it also blocks useful features of our website. For the best site experience please disable your AdBlocker.

I've Disabled AdBlock    No Thanks