Münafık Kimdir?

chamdali

New member
Münâfık Kimdir?
Kur’an’da “mü’minler, müslümanlar, mücâhidler, sâdıklar, sâlihler…” vb. tabiri caizse “yağlı ballı” nitelemeleri üzerimizi almaya pek bayılırız da…
“Yahudiler, Hristıyanlar, münâfıklar, akılsızlar, fikirsizler, kafasızlar, sefihler (beyinsizler), sağırlar, körler, dilsizler, kitap yüklü eşekler, dilini sarkıtan köpekler, Hamanlar, Karunlar, Hahamlar, Ruhbanlar” vb. sıfat ve nitelemeleri duyunca arkamıza bakınırız…
Kesin bizden bahsetmiyordur!
Bunları Kurtlar Vadisi’nde “Çakır” rolü üzerine yapışıp kalan dizi oyuncusu gibi (ki kurtulmak için “Adanalı” dizisinde nasıl da çırpınıyor) yapanın üzerine yapışıp kalan “donmuş kimlikler” olarak algılarız.
Halbuki bunlar “yaşayan kimlikler”dir.
Bunu anlamak için Kur’an’da bunlardan nerede bahsediliyorsa “yaptıklarına” bakacağız. Eğer onları biz de yapıyorsak, arkamıza boşuna bakınmayalım o biziz, biz!
Bu kimliklerden en önemlisi de “münafık”
Peki kimdir münafık?
Neyin nesi kimin fesidir?
Kime münafık diyor Kur’an?
***
Baktığımızda, münafık tabirinin ayrıca bir dini kategori olmadığını, “Müslümanın hali” olduğunu örüyoruz. Bunun için Kur’an’da “Müslüman” adı “münafık”ı da kapsıyor.
Yani münafıklar Müslümanların içinde…
Şöyle ki: Müslüman iki anlamda kullanılıyor: 1- İçten teslim olan 2- Dıştan teslim olan.
İçten (ğayb ile/ğayben) teslimiyet gösterdikleri için Hz. İbrahim’e ve onun izinden gidenlere Müslüman diyor Kur’an.
Fakat içten teslimiyet göstermedikleri, sadece dıştan İslam’a girmiş göründükleri için bedevilere de “Siz iman etmediniz (içten teslim olmadınız) bari dıştan teslim olduk (Müslüman olduk) deyin” diyor. (Hucurât; 14). Türkiye AB’ye girerse Batılıların “Siz Avrupalı olmadınız, bari AB’yi girdik deyin” demesi gibi…
Demek ki Müslüman kavramının içine hem Mü’minlik (içten teslimiyet) hem de münafıklık (dıştan teslimiyet) giriyor.
Yani Müslüman iki yüzü olan bir kavram. Bir yüzüyle Hz. İbrahim’in içtenliğini, diğer yüzüyle münafıkların dıştanlığını ifade ediyor.
Dıştan teslim olanların kim olduğuna baktığımızda, Medine’de İslam’ın yükselmesi ve güçlenmesi karşısında, Sovyet işgalinden sonra bir gecede komünist olan ülkeler gibi, bir gecede İslam’a giren kimi kabileler olduğunu görüyoruz. Zaten bunların hepsi (bir tek Kureyş hariç) peygamberimizin vefatından sonra irtidat etmişti.
Medine’nin dışında oturan ve güç karşısında dıştan teslimiyet gösterenler olduğu gibi Medine’nin içinde de aynı şeyi yapanlar vardı. Onlar da dıştan teslim olmuş, peygamberin halkasına girmiş, yanına kadar sokulmuş ve hatta savaşlara da katılmışlardı. Bunlara da dıştan teslim olanlar (Müslümanlar) deniyordu. Fakat gerçekte içten teslim olanlar (Mü’minler) değildiler. Dıştan teslim olduk (Müslüman olduk) demeleri bunun için daha uygundu.
Peki, bu iç içe geçmiş durumu nasıl tefrik edeceğiz? Yani ayırıcı ölçü nedir?
Öyle ya, bıçak gibi ikisini birbirinden ayırmamızı sağlayacak farkı fark ettiren (el-fâruk/-el furkan)) bir ölçü olmalı, değil mi?
***
Kur’an’a baktığımızda 41 yerde “münafıklar” tabirinin kullanıldığını görüyoruz.
Bunları dikkatle incelediğimizde farkı fark ettiren ölçünün açıkça verildiğini görüyoruz; infak ve cihat…
Ne demek bunlar?
Kur’an’ın mihver kavramı tevhid/samed ile bağını kurarak söylersek (ki her şey bununla irtibatlıdır); sosyal ve ekonomik birlik ve bütünlükten ayrılarak “kenz” yapmamak yani mal ve servet yığmamak, kendine ayrı küçük tepeler oluşturarak bütün içinde çıkıntılar (tekel) oluşturmamak, bunları dağıtmak, bütüne katmak, paylaşmak (infak) ve bütünün mutluluğu, iyiliği, adaleti için çalışmak, ona zarar veren şeylere karşı gerekirse savaşmak, canını ve malını ortaya koymak (cihat)…
Demek ki “infak” ile “nifak” sözcüklerinin aynı kökten geliyor olmalarından da anlaşılacağı gibi, münâfıqûn (münafıklar) ile munfiqûn (infak edenler) arasında çok yakın ve fakat aynı zamanda ters orantı var. Yani bir kişide infak arttıkça nifak azalıyor, nifak artıkça da infak azalıyor demektir. Ateşin odunu yeyip bitirmesi gibi, nifak infakı, infak da nifakı yeyip bitiriyor.
Kelime kökünden de anlaşılacağı gibi münafık, Arap tavşanı (jarboa) gibi “iki yuvası” bulunan “ikiyüzlü” bir adamdır. Birinde tehlike gördüğü an diğerine geçer.
Bunun o günkü Medine ortamındaki anlamı; münafık o kimsedir ki rant görünce ön sıralara (protokole) yanaşır, iş infak ve cihada yani maldan ve candan vermeye gelince ortalıktan kaybolur.
Bu nedenle tavşan gibi ürkek ve korkak olurlar. Tehlikeyi gördüklerinde arslan gibi kükreyerek tehlikenin üzerine yürüyemezler, kuyruklarını kıvırıp tavşan gibi sıvışmaya bakarlar.
Siz hiç belgesellerde tavşanların savaştığını gördünüz mü? Endişe dolu gözler… Korkak ve titrek bakışlar…Küçük bir ses duyunca ani bir hareketle çalıların arasından sıvışıp kaçmalar…
Kur’an’da münafık kelimesinin hepsi de Medine ayetlerinde geçiyor. Nüzul sırasına göre infak ile beraber, onunla ters orantılı olarak nifakın da kullanılmaya başlandığını görüyoruz.
Bunun ne anlama geldiğini az önce açıklamaya çalıştım.
Bunun böyle olduğunu münafık kelimesinin ilk kullanılmaya başlandığı yerden itibaren nüzul sürecini izlediğimizde de apaçık görüyoruz…
***
İlk olarak münafık Ankebut suresinde geçiyor. Bu sure Mekke’nin son, Medine’nin de ilk suresidir. Hatta birazı Mekkî, birazı Medenî diyenler bile vardır. Demek ki Medine’ye gelince (devlete, mala, servete kavuşunca) nifak da başlıyor.
İlginçtir, münafık kelimesinin ilk geçtiği yer olan Ankebut suresi “İnsanlar iman ettik demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar” diye başlıyor. Yedekteki “ikinci yuvalar” da Ankebut (örümcek) yuvasına benzetiliyor. Lütfen düşünerek, üzerinde dura dura (tertil ile) okuyunuz:
“Bazı insanlar ‘Allah’a iman ettik’ der dururlar. Fakat Allah yolunda en küçük bir sıkıntıya gelemez, bir eziyete uğradıklarında insanlardan gelen eziyetleri Allah’ın azabı gibi tutarlar. Böylesi tiplerin Rabbinden yardım gelince hemen “Kesinlikle biz sizinle beraberdik” diyeceklerinden hiç kuşkun olmasın. İyi de, Allah’ın insanların içlerinden ne geçirdiğini en ince ayrıntısına kadar bildiğinden haberleri yok mu bunların? Allah iman edenlerin de münafıkların da kimler olduğunu gösterecek; bundan hiç şüpheniz olmasın…” (Ankebut: 29/10-11).
Evet, Allah münafıkların kimler olduğunu gösteriyor (farkı farkettiriyor, ayırıcı ölçüyü veriyor). Hem de öyle bir gösteriyor ki, birkaç yıl sonraki “Muhammed” suresinde (Bedir savaşı öncesi) deşifre edildiklerini görüyoruz. Ana tema yine aynı cihat ve infak:
“İman iddiasında bulunanlar ‘Savaşa izin veren bir sure neden gelmiyor?’ diyorlar. Ancak muhkem bir ayet indirilip savaştan bahsedilince ‘kalplerinde hastalık olanların’ tıpkı ölüm baygınlığında olan kimsenin bakışı gibi sana bakakaldıklarını görürsün. O da onlara pek yakındır. Oysa itaat etmek ve sözlerinin eri olmaktı yapmaları gereken. Kesin karar gelince Allah’a verdikleri sözün arkasında dursalardı elbette kendileri için daha hayırlı olurdu. Siz Allah’ın emrinden uzaklaşıp tekrar yağma, talan ve birbirinizi boğazlamakla geçen o eski günlere mi dönmek istiyorsunuz?...” (Muhammed: 22/20-22)
Yani: “Savaş için neden ayet gelmiyor” deyip duruyordunuz. Şimdi açık ve kesin olarak savaşa izin veren ayet gelince yerinizde çakılıp kaldınız. “Ama, fakat…” diyerek mazeretler ileri sürüyorsunuz. “Onlar bizim yakınlarımız, kendi ırkımız, aynı Arap akrabalarımız” diye bahaneler uyduruyorsunuz. Ama o eski günleri unutuyorsunuz. O günlerde ne akraba, ne ırk, ne soydaş dinlemiyordunuz. Yağma, talan, birbirinizi boğazlama ile geçiyordu ömrünüz. O zaman hiç de savaştan kaçmak için bahane aramıyordunuz. Şimdi bu bahaneler de neyin nesi oluyor? Kaldı ki Allah size yağmalayın, talan edin, en yakınlarınızı bile kesip doğrayın demiyor. Tam tersi bunların bir daha olmaması için, bütünün iyiliği, mutluluğu, hak ve adaleti için savaşmak gerektiğinde çıkın ve mertçe savaşın diyor. Bununla onu nasıl aynı kefeye koyuyorsunuz? Bütünü paramparça eden o eski berbat günleri nasıl da unutuyorsunuz? (Razî, Kurtubî, İbn Kesir, Zemahşerî, Beydavî)…
“Onlar AIIah’ın indirdiklerinden hoşlanmayanlara ‘Bazı konularda sizinle örtüşüyoruz’ diyorlar. Allah ise onların gizli gizli ne konuştuklarını çok iyi biliyor…” (Muhammed: 22/26)
Yani: Münafıklar, müşriklere el altından şöyle diyorlar: Allah’a, ahirete, kıyamete inanmak gibi konularda sizinle ayrılıyorsak da bu Muhammed’in bütünü bölen, akrabaları birbirine kırdıran, ülkede kargaşa çıkaran, gençlerin aklını çelen ve ihtilâlci fikirleri olan birisi olduğu konusunda sizinle örtüşüyoruz. Çünkü bizi kendi ırkımızla, kendi akrabalarımızla savaşa çağırıyor. Hatta “terörist” eğilimleri olduğu bile söylenebilir. Hiç peygamber böyle yapar mı? Bir peygamber eline kılıç alıp savaşır mı? Allah’a ve ahirete inanmaya, hayırlı işler yapmaya, iyiliğe, güzelliğe çağırıyor; tamam bunları anladık. Ama bu savaşmak, cihat filan da ne oluyor?
Muhammed suresinin sonu da çok ilginç. Medine’de “Haydi savaşa!” sesleri duyulunca “protokolde” ön sıralara geçenlerin, peygamberin yanına kadar sokulanların, etrafında pervane olanların birden bire yan çizdiklerini ve “mırın kırın” etmeye başladıklarını görüyoruz. Bunlar ayette geçtiği gibi kalpleri hastalıklı “Müslüman münafıklardan” başkası değildi. İşte Muhammed suresi bunları anlatıyor… Surenin, baştan sona “cihat” temasını işledikten sonra “infak” çağrıları ile sonra ermesi de çok manidar:
“Sizler Allah yolunda harcamaya çağrılıyorsunuz, fakat aranızdan kimileri cimrilik yapıyor. Oysa kim cimrilik yaparsa kendine cimrilik yapmış olur. Allah zengindir, yoksul sizsiniz. Eğer yan çizerseniz yerinize sizin gibi olmayan başka bir topluluk getirir…” (Muhammed: 22/38)…
Keza Kur’an’da “münafıklar” (Münâfiqûn) diye ayrıca bir sure bile var. Buradaki ana tema da yine çok ilginç infak…
Surede münafıkların “Allah’ın peygamberinin yanındakilere bir şey vermeyin ki dağılıp gitsinler” dediği söylenir. Oysa göklerin ve yerin hazinelerinin Allah’ın olduğu, şan ve şeref sahibi olduklarını iddia ederek Medine’ye dönünce ayak takımını Medine’den sürüp atacaklarını söyleyerek böbürlenenler olduğu, oysa şan ve şerefin (izzet) Allah’ın, peygamberin ve “mü’minlerin” olduğu ve fakat “münafık” takımının bu bilinçten yoksun olduğu anlatılır (63/7-8). Müminlerin şan ve şeref sahibi olmak istiyorlarsa bu münafıklardan ayrılarak yapmaları gerekenin ne olduğu özetlenerek onbir ayetlik “Münâfikûn” suresi şöyle biter:
“Ey iman iddiasında bulununlar! Ne mallarınız, ne de evlâtlarınız sizleri Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Her kim öyle yaparsa kaybeder. Ecel kapıyı çalınca ‘Rabbim beni kısa bir süre için ertelesen de herkese yardım etsem, iyilik, güzellik, doğruluk için çalışanlardan olsam’ demek istemiyorsanız bugünden tezi yok verdiğimiz rızıklardan karşılıksız harcayın. Ecel kapıyı çalınca Allah hiç kimseyi ertelemez. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır…” (Münâfikûn; 63/9-11)…
Yine Hicretin 9. yılındaki Tebük seferi boyunca ve sonrasında nazil olan ve müşriklere ültimatom (beraet) verilmesi ile başlayan “Tövbe” suresi, Mescit-Dırar sahibi rahip Ebu Amir’in, Medine’yi işgale çağırdığı dönemin dünya gücü Bizans’a karşı meydan okuma anlamına gelen (50 dereceye varan sıcaklıktaki) otuz bin kişilik “çöl yürüyüşünü” konu edinir.
Türlü mazeretler ileri sürerek bu seferden geri duran “münafıklar” en ağır şekilde burada eleştirilir. 129 ayetlik surenin neredeyse tamamında münafıklığın ve korkaklığın âdeta genetiği çözülür. Sözü namus bilme (sıdk/sadakat) adına cesaret, yiğitlik, bahadırlık, erdem ve dürüstlük temaları işlenir. Özellikle son bölümde münafıkların telkinine kapılarak seferden geri duran bir kaç sahabenin vicdan azabı çekişleri anlatılır.
Sure boyunca cihat ve infak kaçkını münafıklığın ne menem bir şey olduğunu, Müslüman kılıfına nasıl da bürünebileceğini, hatta sahabelerden kimilerini bile nasıl etkileyebileceğini ve nihayet mu’min olmanın ne demeye geldiğini sarsıla sarsıla okursunuz. Müslüman kılığına bürünmüş bir münafık olmakla, gerçek bir mü’min olmak arasında gider gelir, defalarca “Galiba ben mü’min değilim, aman Allahım!” dersiniz…
devam edecek
 
devamı:
Daha fazla uzatmayayım…
Bu verdiğim örneklerden başka Tahrim, Haşr, Fetih, Nisa ve Ahzap surelerinde münafıklar isim verilerek anlatılır. Buraları özellikle nüzül sırasına göre okuyun. Nasıl da deşifre edildiklerini göreceksiniz. Daha isim verilmeyen bir çok yer var ama bunlar Kur’an’ın kime münafık dediğini anlamamız için gayet net bölümlerdir.
Bunların hepsinde de ayrıcı özelliğin “infak ve cihat” olduğunu, Müslüman kılığına bürünmüş münafık ile gerçek mü’minin arasıdaki asıl farkın bu olduğunu görürsünüz.
Tabiri caizse işin “nirengi” noktası ya da “bam teli” bu…
Çünkü münafıklar üşenerek de olsa namaz da kılarlar. Allah’a ve ahiret gününe inandıklarını söylerler. Dini ritülleri (nüsukları) aksatmıyor görünürler. Gayet iyi konuşurlar; inşallahı, maşallahı dillerinden eksik etmezler. Kılıf kıyafet de kallavidir. Her halleriyle Müslümanların arasındadırlar. Hatta Müslümanlar deyince ilkten akla onlar gelir. Din iman nutukları atmada onlara yetişemezsiniz.
Fakat iki şeyde onları göremezsiniz: cihat özellikle de infak…
Ölçü bu!
Yani can ve maldan verme söz konusu olunca onları ortalıkta göremezsiniz. Oysa Kur’an canlarıyla ve mallarıyla cihat edenleri anarken bırakın Müslümanı “sâdıkûn” tabirini kullanır. Yani sadıklar; sözünün eri olanlar, sözün namusu ile yaşayanlar, Allah deyip de can ve mal söz konusu olunca yan çizmeyenler, sadakatlerini canları ve malları pahasına ispat edenler…
Kur’an’da münafığın kim olduğuna dair yüzlerce ayeti okuduğumda zihnimde canlanan, belki biraz ağır gelecek ama söyleyeceğim şu oldu: Münafık zekat veren, mü’min ise infak edendir!
Yani “Müslüman münafıklar” kırkta birle yetinir, “Müslüman mü’minler” ise ihtiyaç fazlasını asla elinde tutmazlar…
Müslüman münafıklar (dıştan teslim olmuşlar) yılda bir kez, ıkına sıkıla, o da kırkta birini verir. Müslüman mü’minler (içten teslim olmuşlar) ise, yılda bir kırkta bir demez, bollukta ve darlıkta, iyi günde kötü günde infak eder, paylaşır, bölüşürler…
Tıpkı Medine’ye gelir gelmez ilk yapılan “kardeşlik devriminde” olduğu gibi:
Bölüştük ne varsa ekmeği aşı
Harç yaptık şehre sevgiyi barışı
Bağrımızdan çıktı Bilal’in haykırışı
Hayyalesselâh, Hayyalelfelâh dedik
Hançereler bile anladı da
Bir insan anlamadı bizi
Başta Peygamberimiz olmak üzere Ebubekir, Ömer, Ali ve Ebuzer’e bakın böyle olduğunu görürsünüz. Bir gecede Müslüman olmuş bedevi kabilelerine, tulekaya ve münafıklara bakın yılda bir kırkta bir diyerek kılı kırk yaran pazarlıklar yaptıklarını, Peygamberimiz ölür ölmez de “Bu da yok” diyerek isyan ettiklerini görürsünüz.
Yani münafık sosyal ve ekonomik olarak bir ve bütün oluşa (tevhid) yanaşmaz. Kendini diğer insanlardan ayrı görür. Örneğin sevginin ve barışın şehre harç yapıldığı o büyük “kardeşlik devriminde” aynı inekten süt emen on aileden birisi olmayı asla kabullenemez. Birliğin, bütünlüğün, kaynaşmanın içine girerse kaybolacağını, sıradanlaşacağını düşünür ve bütünlükten sürekli olarak ayrı durmak ister. Bunun için bütünden ayrı yerlerde; saraylarda, köşklerde, burçlarda=burjuvada (aynı kökten!) yaşamak ister. Öyle ki Allah’ın verdiği rızkı/mülkü ‘yanımdaki ile eşit hale gelirim’ diye paylaşmak istemez (Nahl; 71). Bu nedenle infak kaçkınıdır. Bu tipler her yerde, her zaman böyledir. Kur’an da onlara sorar: Allah’ın nimetini inkar mı ediyor bunlar? (Nahl; 71).
***
Hani o meşhur bir hadis var ya, ona bir de bu açıdan bakalım.
Münafığın alameti üçtür: 1- Sözünde durmaz 2- Vaadini yerine getirmez 3- Emanete ihanet eder.” (Muslim:18).
Yani 1- ‘Allah ne derse yapacağım’ diye söz verdiği halde “İnfak edin, biriktirmeyin, yığmayın (kenz haramdır)” emrine uymaz. Alttan alır, yapsa da yapmasa da olabilecek sıradan bir öğüt sayar. 2- Mülkü/rızkı çok olduğu halde, her gün para saydığı, dönüp dönüp tekrar saydığı halde, ‘bunları mezara mı götüreceğim tabi ki fakirin fukaranın hakkı var’ diye vaatte bulunduğu halde iş vermeye gelince rahatlıkla “yok” çeker. 3- Allah’ın kendisine verdiği rızkın/mülkün emanet olduğunu unutur. Karun gibi ‘üstün deham sayesinde kazandım’ der. Böylece hem emanete ihanet eder hem de yanındakiyle eşit hale geleceği (bütünün parçası olacağı) korkusuyla infaktan kaçarak nimeti inkar eder.
Yine peygamberimiz buyurmuş: “Münafığın alâmeti Ensar’a buğzetmesi, mü’minin alâmeti ise Ensar’ı sevmesidir.” (Muslim; 110)
Yani münafık kendisi infak kaçkını olduğu gibi, infakı/yardım edeni, paylaşanı, bölüşeni, bütünü gözeteni, bunun için seferber olanı (Ensarı) sevmez. Ona kin besler. ‘yardım etmeyin ki dağılıp gitsinler’ der. Bütünlük dağılsın ister. Hep ayrı durayım, özel olayım, bütüne tepeden bakayım ister. Oysa mu’min bütünü gözeten, ona karışan, bundan dolayı da seferber olan, infaka/yardıma koşan ve seferber olup koşanı da (Ensarı) sevendir…
Görülüyor ki münafığın iflah olmaz hastalığı mal mülk hırsıdır. Sevgi ve merhamet yoksunudur. Mal ve mülk hırsı gözünü bürümüştür. Gerçekte Allah’a ve ahiret gününe inanmaz, tûl-u emel (geleceği garantiye almak için hırsla yığma) sahibidir. Yalan konuşması, vaadinde durmaması, emanete ihanet etmesi, yardım edeni sevmemesi bundandır…
Ritüelleri (nüsuk) üşense bile yerine getirir. İçten teslim olduğundan değil; dıştan getirisi olacağından. Ama mal mülk söz konusu olunca dinle imanla alakası kalmaz. Saçının telini göstereni veya namazı bir vakit kılmayanı din dışında görebilir ama saray yavrusu evinde yünlü seccadeler üzerinde namaz kılar, tesbih çeker, 24 saat LCD ekran televizyonundan Kabe’den canlı yayın izler. Yağlı ballı sohbet toplantılarında “fahr-i kainât, server-i mevcudât Efendimiz sallallahu aleyhi vesselemin” açlıktan karnına nasıl taş bağladığını anlatan hocaları ağlamaklı ağlamaklı dinler. Ama o hocalar “kenz (yığma/biriktirme) haramdır!’ (Tövbe; 34-35) diyemezler. Öylelerinden bunları hiç duyamazsınız. Onlara göre Kur’an’da böyle bir ayet yoktur. Hatta varsa bile “nesh” olmuştur (silinmiş/yürürlükten kalkmıştır)…
***
Evet, İslam’a girdiği halde eşyaya, mala ve mülke bakışını değiştirmeyene, cihattan kaçana, infaka yanaşmayana “münafık” dememiz gerekiyor. Bu ayırıcı ölçüyü bize Kur’an veriyor.
Münafığı başka yerde aramayın; o Müslümanların içinde...
Bunlar Mekke’de yoktular. Çünkü Mekke muhalefet, eziyet, işkence, fedakarlık ve bedel yıllarıydı. Ama Medine’ye gelince mantar gibi bittiler. Çünkü Medine iktidar, devlet, servet, beytü’l-mal günleri, ikbal yıllarıydı.
Bugün de aynısı. Medine’de, Kuba’da, Tebük’de aramayın onu. Münafık aramızda, yaşıyor.
Onun kim olduğunun kıstası da, tanımı da, farkı fark ettiren (el-fâruk) ayırıcı ölçüsü de gayet net: Cihat ve infak kaçkını Müslümana münafık denir!
R.İhsan ELİAÇIK
 
Cok harika bir anlatim;MÜNAFIK....

Acaba icimizdeki gercegi anlatmanin bir tercümesimi diye düsünüyorum?Bakin Vahye dahi yönelirken nefs olgusunu atlayamayanlar ancak söylenen yaziyi elestirmek noktasindan bakiyor ama birde ic dünyasina yönelse acaba ne kardar MÜNAFIKiz.Bir kez öz elestiri yapabilsek?Ne kadar samimidir ne kadar MÜNAFIKTIR?Acaba diyorum ne kadar Müttakidir ne kadar MÜNAFIKTIR?Ne kadar Muhlistir ne kadar MÜNAFIKTIR?Ne kadar Mücahittir ne kadar MÜNAFIKTIR?Cok daha örnekleye bilirizde kendimize degmedigi sürece?Hayatinda kendi benligi ile yezlesemeyen ancak elestiri oklarini kullanmada mahirdir!!!Neden?Cünki her kendini öz elestiriye cekse karsisindaki baglaclar kul yapimidir eger Vahy olsaydi inan kendini dinlemede hicte öyle hosnut ayrilmayabilirdi iste o nedenle Allah icimizdeki MÜNAFIKligin ne kadarini aciga vurursa o kadar kendimize gelebiliyoruz.Allahtan dilegim bol bol bu ayibimizi aciga vurmasi yoksa hep serap tepelerinde heder olacagiz.Allah korusun Tüm Iman ehlini,Iyiler Naimdedir....
 
Cumaya gitmemek
Sual: Japonya, Kore, Amerika gibi ülkelerde, Cuma namazı kılmanın şartları yoksa, Cuma namazına gitmek yine şart mıdır? İmam fasık ise yine gitmek gerekir mi?
CEVAP
Mazeretsiz üç Cumaya gitmemek münafıklık alametidir. Bir ülkede Cuma kılmanın şartları yoksa, yine de Cuma günü, cemaate gitmek lazımdır. Salih imamın bulunduğu camiye Cuma kılmak için sebepsiz gitmemek münafıklık alametidir. Bir çeşit bölücülük olur.

Eskiden Cumaları vali kıldırırdı. Vali fasık da olsa, birlik ve beraberliğin bozulmaması için Cumaya gitmek gerekirdi. Çünkü Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(İmam salih veya facir olsa da, büyük günah işlese de arkasında namaz kılın.) [Ebu Davud] (İslam âlimlerinin büyüklerinden Ebussuud Efendi bu hadis-i şerifin Cuma kıldıran valiler için olduğunu bildirmektedir.)

(Büyük günah işleyen imamın arkasında namaz kılın)
hadis-i şerifi, fitne çıkmaması için ve emir olan zata itaat içindir. Yoksa büyük günah işleyen yani içki içen, zina eden, kumar oynayan fasık imamın arkasında namaz kılmak Hanefi'de tahrimen mekruh, Maliki’de hiç sahih değildir. (Halebi)

Fasık olan imamların arkasında namaz kılmamalı, başka camide kılmalı. (Redd-ül-muhtar, Tahtavi, Hindiyye)

Fasık kimse, âlim olsa da, imam yapılması tahrimen mekruh olur. Çünkü, İslamiyet'e uymakta gevşek davranır. Böyle kimseye fasıklığından dolayı kıymet vermemek vacibdir. İmam yapmak ise, ona saygı göstermek olur. İmam olmasına mani olunamazsa, her namazı başka camide kılmalıdır. (Merak-ıl-felah)

İbni Abidin hazretleri buyuruyor ki:
Fasık imam arkasında namaz kılınmaz. Cuma namazında fasık imama da uyulur. Ancak bir şehirde birkaç camide Cuma namazı kılınıyorsa, Cuma namazını da, fasık imam arkasında kılmak mekruh olur. Feth-ul-kadir'de de böyle yazılıdır. (Redd-ül-muhtar)

Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Vera sahibi [salih] imam ile kılınan iki rekat namaz, fasık ile kılınan bin rekattan daha faziletlidir.) [Ebu Nuaym]

Üç Cumayı terk etmek
Sual:
Üç cumayı kılmayan münafık olur mu? Görev gereği gidilmezse günah olur mu?
CEVAP
Hanefi’deCuma namazının farz olabilmesi için iki şart vardır:
1- Vücub şartları, 2- Eda şartları.

Eda şartlarından biri yoksa, namaz sahih olmaz. Vücub şartları yoksa, sahih olur. [Bunların neler olduğu, Cuma namazının farzları maddesinde yazılıdır.]

Vücub şartlarından biri veya birkaçı bulunan erkek, isterse Cuma namazı kılabilir. Yani namazı sahih olur. Kılmazsa günaha girmez.

Özürsüz Cuma kılmayanın, Cuma kılınmadan önce, öğle namazını kılması haramdır. Sonra kılması ise farzdır. Özür ile Cuma kılmayanların, öğle namazını cemaat ile kılmaları mekruhtur.

Cuma namazının eda şartlarından bir veya birkaçı noksan olsa da camiye gitmeli. Yani cemaate gitmek lazımdır. Zaruretsiz salih imamın cumasına gitmeyen münafık sayılır. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:

(Mazeretsiz üç Cumayı terk eden münafıklardan yazılır.)
[Taberani, Dare Kutni]

(Zaruretsiz arka arkaya üç Cumayı terk edenin kalbini Allahü teâlâ mühürler.)
[Ebu Davud, Tirmizi, İbni Mace, Nesai, Hâkim]

Kalbi mühürlenmek, iyilik yapmaz hâle gelmektir. Hayır hasenat ve ibadet yapmak ona zor gelir.

Münafıklardan yazılır demek ise, kâfir olur anlamında değildir. Münafık ameli işlemiş olur. Mesela münafık yalan söyler. Yalan münafıklık alametidir. Ama yalan söyleyen münafık, yani kâfir olmaz. Münafık ameli işleyenlerin sonunda küfre düşme ihtimali çoktur. Bunun için bütün haramlardan sakınmaya gayret etmeli, bir mazereti yoksa Cumalara gitmelidir. Bir mazeretle Cumaya gidemeyen muhakkak öğle namazını kılmalıdır.

Sual: Üç cumayı kılmayanın tevbesi kabul olmaz ve kâfir olurmuş. Bu doğru mu?
CEVAP
Hiç namaz kılmayan kimse de kâfir olmaz ve tevbesi de kabul olabilir. Bir hadis-i şerifte, (Bir kimse, mani yok iken, üç Cuma namazı kılmazsa, Allahü teâlâ, kalbini mühürler) buyuruldu. Yani, iyilik yapmaz olur, gafil olur. Tevbe eder Cumalara giderse, üstündeki gaflet kalkar. Bu hadis-i şerif, İslamiyet’le idare edilen yerler içindir.

Sual:
Peş peşe üç Cuma namazını kaçıran bir erkeğin nikahı düşermiş, doğru mu?
CEVAP
Öyle bir şey yok. Farz olduğuna inanıp, bin kere kaçırsa veya hiç gitmese boş olmaz.

Sual: Memur, işçi ve öğrenci, cuma namazı için izin alamazsa ne yapması gerekir?
CEVAP
O günkü öğle namazını kılmak şart olur. Başka bir şey yapması gerekmez.

Sual:
Gayrimüslim ülkesi olduğu için, Avrupa’da cuma namazına gitmeyenler oluyor. Uygun mudur?
CEVAP
Uygun değildir. Cuma namazına gitmelidir. Gayrimüslim ülkesi de olsa, Müslümanların bir araya gelip de kıldıkları cuma namazının sahih olduğu İbni Abidin’de yazılıdır. Zuhr-i ahir namazını da mutlaka kılmalıdır.

Sual: Gayrimüslim ülkelerde, Müslüman olmayan devlet başkanının veya ona bağlı olan kurumların tayin ettiği imamın kıldırdığı Cuma, bayram ve vakit namazları sahih olur mu?
CEVAP
Evet, sahih olur. (Redd-ül-muhtar)
Nerede olursa olsun, zuhr-i ahir namazını da mutlaka kılmalıdır.
 
Münafıklık

Münafıklık

Sual: Münafık kime nedir? Münafıklığın alametleri nelerdir? Münafıklık alameti bulunan münafık mıdır?
CEVAP
Müslüman olmadığı halde, müslümanları aldatmak için müslüman görünen kimselere münafık denir. Münafıklığın bazı alametleri vardır. Bu alametlerin biri bir kimsede bulunsa, o kimseye münafık denmez, onda münafıklık alametleri var denir. Mesela yalan söylemek münafıklık alametidir. Bir kimse, yalan söylese münafık olmaz. Münafıkların işlediği bir işi işlemiş olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Münafığın üç alameti vardır: Yalan söyler, sözünde durmaz ve emanete hıyanet eder.) [Buhari]

Birine mal, söz veya sır emanet edilse, o kimse de bu söz veya sırrı başkalarına söylese, yahut emanet edilen mala zarar verse, çalsa, yani hıyanet etse, bu işler münafıklık olur. (Berika)

Münafıkın alametlerini bildiren hadis-i şeriflerden birkaçı şöyle:
(Müminin hastalığı günahlarına kefaret olur. İyileşince bundan ibret alır. Münafık ise, bağlanıp sonra salıverilen deveye benzer. Deve, niçin bağlandığını ve niçin salındığını bilmediği gibi, münafık da, hasta olup iyileşince, bundan ibret almaz.) [Ebu Davud]

(Münafıklar Kur'anı öğrenirler, ilim ehliyle mücadele ederler.)
[Taberani]

(Münafıklar ikindi namazını akşama doğru kılarlar.) [Hakim]

(Münafıklarla bizim aramızdaki eman namazdır.)
[Hakim]

(Namaz aşikâre oldu, kabul ettiler [öyle göründüler] Zekat gizli oldu vermediler.) [Bezzar]

(Yatsı ve sabah namazına münafık devam edemez.) [Hakim]

(Bizimle münafıkları ayıran alamet, yatsı ile sabah namazını cemaatle kılmaktır. Münafıklar, yatsı ve sabah namazına devam edemez.)
[Beyheki]

Yatsı ile sabah namazını cemaatle kılmamak münafıklık alametidir. Nasıl ki, yalan söylemek münafıklık alameti ise, cemaate gelmemek de münafıklık alametidir. Bu demek, cemaate gelmeyen münafık demek değildir. Kendisinde münafıklık alametinden bir alamet var demektir.

Verdiği sözde durmamak da münafıklık alametidir. Sözünde durmayana münafık denmez. Fakat münafıklık alametinden birini işlemiş olur. Bu konudaki hadis-i şeriflerin mealleri de şöyle:
(Yatsı ile sabah namazını cemaatle kılmak, münafıklara çok ağır gelir. Eğer bundaki ecri bilselerdi, sürünerek de olsa, cemaate gelirlerdi. Namaza gelmeyenlerin evlerini yakmak istedim.) [Buhari]

(Kadın ve çocuklar olmasaydı, cemaate gelmeyen erkeklerin evinin yakılmasını emrederdim.)
[İ. Ahmed, İbni Mace]

(Yemin ederim ki,
[sabah namazı için, mazereti dışında] cemaate iştirak etmeyenlerin evlerini yakılmasını emredeyim diye hatırımdan geçti.) [Müslim]

Fıkıh kitaplarında cemaate gitmemeyi mubah kılan mazeretler vardır. Böyle bir mazereti olmadan cemaate gitmemek caiz değildir. Bunlar evleri yakılmaya müstahak olan ve kendilerinde münafıklık alameti bulunan kimselerdir. Böyle kimselerden olmamaya dikkat etmeliyiz!

İbni Hacerhazretleri buyurdu ki:
Nifak,yani münafıklık, zahirin batına uymaması demektir. Sözü, özüne uymaz. İtikad edilecek şeylerde münafıklık yapmak küfürdür. İşlerinde ve sözlerinde münafıklık yapmak, haram olur. İtikadda, imanda münafıklık, diğer küfürlerden daha fenadır. İfa etmek, yerine getirmek niyetiyle söz vermek caizdir, hatta sevaptır. Böyle vaadi ifa etmek vacip değildir, müstehaptır. İfa etmemek tenzihen mekruh olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bir kimse, yapmak niyeti ile verdiği sözü tutamazsa günah olmaz.) [Tirmizi]

Hanefi ve Şafii’de, ahdi bozmak da, özürsüz mekruh, özürlü caizdir. Fakat bozacağını önceden haber vermek vaciptir. Hanbeli’de vaade vefa vaciptir. Yerine getirmemek haram olur. Yapması dört mezhepte de sahih olan bir şeyi yapmak takva olur. (İslam Ahlakı)

Bir müslüman, yabancı bir diyarda, dinsizlerin arasında kalıp, namazlarını gizli kılsa, zaruretlerden dolayı mümkün mertebe Müslümanlığını gizlese, bu kimseye münafık denmez. Buna müdara denir. Müdara,dini zarardan kurtarmak için dünya menfaatinden vermek, insanlarla iyi geçinmektir. Hadis-i şeriflerde (Allahü teâlâ, farzları yapmamı emrettiği gibi, müdara etmemi de emretti) ve (Müdara sadakadır) buyuruldu. [Deylemi]

Müdaranın zıddı, müdahenedir, dünyalık ele geçirmek için dinden taviz vermektir, haramdır. Hadis-i şerifte (Gücü yettiği halde günah işleyene müdahene edip, nehy-i münkeri terk eden, kabrinden maymun ve domuz şeklinde kalkar) buyuruldu. (Şir’a)

Cemaat ve münafıklık
Sual:
Söz taşıyanın, gıybet edenin, Cehennemlik, cemaate gelmeyenin münafık olduğu, evlenmeyenin bu ümmetten olmadığı gibi hadislerin açıklaması nasıldır?
CEVAP
Hadis-i şerifleri açıklamaları ile yazmak gerekir. (Söz taşıyan Cennete girmez) demek, günahının cezasını çekmeden, yahut affa, şefaate kavuşmadan giremez demektir. (Gıybet eden Cehennemlik) demek, sevapları günahlarından az olursa, gıybet Cehenneme götürür demektir. Gıybet edenin sevapları, gıybet edilenin defterine yazılır. (Evlenmeyen benden değildir) demek, benim sünnetime uymamış olur demektir.

Yine hadis-i şerifte, müminin her günahı yapabileceği, üç şeyi yapamayacağı, bunlardan birinin de yalan olduğu bildirilmiştir. Hadis-i şeriften zahire göre, yalan söyleyenin mümin olmadığı anlaşılır. Kâmil mümin değil demektir. Ayrıca yalanın münafıklık alameti olduğu bildirilmiştir. Yalan söyleyen münafık değildir, fakat münafıklık alametinden birini işlemiş olur.

[Münafık kelimesinin iki manası vardır. Birinci manası kâfir demektir. İkinci manası, dışı içine uymayan, iki yüzlü demektir. Bu manadaki münafık kâfir değildir.]

Cemaate gelmemek de münafıklık alametidir. Cemaat sünnetine önem verdiği halde gelmezse, münafık olmaz. Sünnete önem vermezse, zaten müslüman olmaz.

Hadis-i şeriflerdeki (Şu günahı işleyen Cennete giremez, Cehennemliktir, mümin değildir, münafıktır) demek (O günahtan tevbe edilmemişse, af veya şefaate uğramamışsa, günahının cezasını çekmeden Cennete giremez. demektir. Çünkü günah ile, imansızlık ayrı şeylerdir. Günah ne kadar büyük olursa olsun, o günahı işleyen kâfir olmaz. Fakat hangi günah olursa olsun, günaha devam edenin kalbi kararır, küfre doğru yol alır. Onun için günahlar çok tehlikelidir.

Sual: Allah’a inanıyor, namaz kılıyorum. Fakat çok günah işliyorum. Ben münafık mıyım?
CEVAP
Allahü teâlâya inanan mümindir. Kimse zorlamadan namaz kıldığınıza göre, münafık olmanız mümkün değildir.

Yalan söylemek, emanete hıyanet etmek ve verdiği sözde durmamak münafıklık alametidir. Fakat bu günahları işleyene münafık denmez.

Münafık, inanmadığı halde, herhangi bir dünya menfaati için inanmış gibi görünen kimsedir. Eshab-ı kiramı seven de münafık olamaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’nin sevgisi [radıyallahü anhüm] bir münafığın kalbinde toplanmaz.) [Taberani]

(Ensarı ancak mümin sever. Ancak onlara münafık buğzeder.)
[Buhari]

Sözün kısası, Allahü teâlâya ve Onun Resulü Muhammed aleyhisselama inanan kimse mümindir. Çok günah işlese de münafık değildir.
 
Geri
Üst
AdBlock Detected

We get it, advertisements are annoying!

Sure, ad-blocking software does a great job at blocking ads, but it also blocks useful features of our website. For the best site experience please disable your AdBlocker.

I've Disabled AdBlock    No Thanks