Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Muaz bin cebel

ahmet yasin

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
191
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Peygamberimiz Aleyhisselam, Muaz b. Cebel’i Yemen’e uğurlarken:
“Sana bir dava getirildiği zaman ne yapacaksın, neye göre hüküm vereceksin?” diye sordu.
Muaz b. Cebel:
“Allah’ın Kitabına göre hüküm veririm!” dedi. Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Allah’ın Kitabında dayanacağın bir hüküm bulunmazsa, bulamazsan, neye göre hüküm vereceksin?” diye sordu.
Muaz b. Cebel:
“Resülullah Aleyhisselamın Sünnetine göre hüküm veririm!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Resülullah’ın Sünnetinde de dayanacak bir hüküm bulamazsan, neye göre hüküm verirsin?” diye sordu.
Muaz b. Cebel:
Kendi reyime göre ictihad ederim!” dedi.
Bunun üzerine, Resülullah Aleyhisselam:
“Hamd olsun Allah’a ki, Resülullah (Aleyhisselam)ın elçisini, Resülullah’ın razı olacağı şeye muvaffak kıldı!” buyurdu
demem o ki Kur'anı anlamak için aklımızı kullandığımız zaman hemen suçlanıyoruz ama Allah Rasulünün sahabesi Kur'anda ve sünnette bulamadığı şeylerde aklına başvuruyor.çünkü vahiy akla hitap ediyor.zaten aklı olmayanın dinide olmaz!
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
Peygamberimiz Aleyhisselam, Muaz b. Cebel’i Yemen’e uğurlarken:
“Sana bir dava getirildiği zaman ne yapacaksın, neye göre hüküm vereceksin?” diye sordu.
Muaz b. Cebel:
“Allah’ın Kitabına göre hüküm veririm!” dedi. Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Allah’ın Kitabında dayanacağın bir hüküm bulunmazsa, bulamazsan, neye göre hüküm vereceksin?” diye sordu.
Muaz b. Cebel:
“Resülullah Aleyhisselamın Sünnetine göre hüküm veririm!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Resülullah’ın Sünnetinde de dayanacak bir hüküm bulamazsan, neye göre hüküm verirsin?” diye sordu.
Muaz b. Cebel:
Kendi reyime göre ictihad ederim!” dedi.
Bunun üzerine, Resülullah Aleyhisselam:
“Hamd olsun Allah’a ki, Resülullah (Aleyhisselam)ın elçisini, Resülullah’ın razı olacağı şeye muvaffak kıldı!” buyurdu
demem o ki Kur'anı anlamak için aklımızı kullandığımız zaman hemen suçlanıyoruz ama Allah Rasulünün sahabesi Kur'anda ve sünnette bulamadığı şeylerde aklına başvuruyor.çünkü vahiy akla hitap ediyor.zaten aklı olmayanın dinide olmaz!

birincisi o zata sıradan biri değil efendimizn gökteki yıldız diye tabir ettiği yılıdz topluluğundan birirdir, bu sebeple kendisi mücdehittir, vel hasıl sizin hatanın kuranda bakın ayrıntılı bir eşkilde bulamadınız mı ? sünnete bakın? hala bulamadınız mücdehtilerin ictihadına bakın bulamadınız mı? ozaman mantığınıza uyun ama şu kadar söylim öyle bir soru yok ki sizin mantığınıza kadar cevaplanmamış olsun... islamı bulana kadra aklını kullan,islamiyet teslimiyettir...
 

ahmet yasin

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
191
Tepkime puanı
0
Puanları
0
O güzel insanı örnek yapan Allah Rasulünü kendisine tek örnek almasıydı.ve sizin müctehid tanımlarınıza uyan biride değildi.üstelik dört hak mezhbin hiç birisinede bağlı değildi.Ha sahi bu dört hak mezhep iddiasını kim yada kimler söylemiş?bu konuda bilginiz varmı?
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
O güzel insanı örnek yapan Allah Rasulünü kendisine tek örnek almasıydı.ve sizin müctehid tanımlarınıza uyan biride değildi.üstelik dört hak mezhbin hiç birisinede bağlı değildi.Ha sahi bu dört hak mezhep iddiasını kim yada kimler söylemiş?bu konuda bilginiz varmı?
birincisi mücdehti tanımlamasına uymadığına kim karar verdi? evet o mücdehitti, ve bir mücdehidin baika bir mücdehit uyması yanlış ve yasaktır bu sebeple mezhep sözlükte gidilecek yol anlşamında kullanılır ve her mücehid kendi icdihadının yolundan gider ve başka mücdehitin icdihadına uymaz. bu sebeple her sahabe aynı zamanda bir yolun öncüsüdür, ve hangisinin yolundna gidebilirseniz hakikate ulaşırsınız. ve sayısız yol yani mezhep vardır lakin bunlardan yalnız dördü bize hakkıyla ulaşmıştır buda barındırdıkları icdihatların sünnet ve kuran ışığında olması ve mücdehitlerinin bu ilimleri layığıyla tamamlaması ile oluşmuştur. şöyleki ilmini almışlar ve mücdehti imam sıfatını bünyelerinde korumuşlarıdr. ve ayet va hadis ışığında icdihatlarını almışlardır . ve bütün ehli sünnet e uyan ulemalar hem fikir olmuşlardır ki bu zatların söyledikleri sünnet ve hadislerden alınmış icdihatlardır . dorğuyu bulan iki doğrutespit yapamayan bir sevep alıcağıda bildirilmiştir. o mücdehit imamların gayesi emri bil maruf nehyi anil münker... bize yakışanda o icdihatlardan birini kabul edip uymaktır...yahur sizde bir mücdehit olun başka bir mücdehite uymayın sizde icdihadınız üzerine amel edin ve insanlara atarın hiç sorun dğeil ama ilk önce bu kouda ilminizi bir tamamlayın...
 

ahmet yasin

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
191
Tepkime puanı
0
Puanları
0
kur'anın evrensel mesajını anlamak için müçtehid olmaya gerek yok!Bilal sizin kastettiğiniz anlamda ne alimdi nede müctehiddi ama İslamın evrensel mesajını en iyi anlayanlardandı.Kur'andan hüküm çıkarmak isteyen ki bulunduğumuz çağlara göre ihtiyaçlar vb değişeceğinden bu alanda uzmanlaşır,içtihad eder,içtihad kapısı insan bu dünya üstünde var olduğu sürece açık akalacaktır.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
kur'anın evrensel mesajını anlamak için müçtehid olmaya gerek yok!Bilal sizin kastettiğiniz anlamda ne alimdi nede müctehiddi ama İslamın evrensel mesajını en iyi anlayanlardandı.Kur'andan hüküm çıkarmak isteyen ki bulunduğumuz çağlara göre ihtiyaçlar vb değişeceğinden bu alanda uzmanlaşır,içtihad eder,içtihad kapısı insan bu dünya üstünde var olduğu sürece açık akalacaktır.

bilaldan kastın bilal-i habeşi R.a. ise vallahide mücdehitti, bilahide mücdehitti. ve o efendimiz vefatından sonra ezanı okuyamaz hale gedli üzüntüsünden diyarı terk etti bir gün tekrar geri döndü gençler onu tanıyamadı , hz. ömere haber ettiler, bir yabancı geldi dediler, h.z ömerde kim diye yanında gittiğinde hz. bilali gördü ve EFENDİM BİLAL sen mi geldin dedi ve kucakladı sarıldı doya doya... evet bilali habeşi alimdi, mücdehitti, sahebeydi yıldızdı, ona uyan kurtuluışa erer. kimse kendini onunla kıyaslamasın... ALDANIR..
 

ahmet yasin

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
191
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Bilal'ı Bilal yapan takvasıydı.O iman ettiği için veliydi üstelik ama tasavvufun velilerinden değildi!
 

THE_HAFIZ

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
14 Ağu 2006
Mesajlar
319
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Bilal'ı Bilal yapan takvasıydı.O iman ettiği için veliydi üstelik ama tasavvufun velilerinden değildi!


Anladım ki, şu bizimkiler, daha EY İMAN EDENLER, İMAN EDİN ayetinin işaret ettiğince iman etmeden, alimliğe ve evliyalığa oynuyorlar, bu mümkün değil işte, kişi 24 saatini ibadetle geçirse, eğer tevhid mantığını kavrayamamış, şirk nedir bilememişse nafiledir..
Bakın, Kur'an CAHİLLERİN KABEYİ TAVAF EDERKEN EL ÇIRPIP ISLIK ÇALDIKLARINI haber vererek, onların bile ibadetlere ne kadar önem verdiklerini ama TEVHİDE teslim olmadıkları için bu ibadetlerin boşa çıktığını söyler.. Bunda anlayacak beyinler için gerçekten ibretler vardır.. Anlayanlara selam olsun..
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
Anladım ki, şu bizimkiler, daha EY İMAN EDENLER, İMAN EDİN ayetinin işaret ettiğince iman etmeden, alimliğe ve evliyalığa oynuyorlar, bu mümkün değil işte, kişi 24 saatini ibadetle geçirse, eğer tevhid mantığını kavrayamamış, şirk nedir bilememişse nafiledir..
Bakın, Kur'an CAHİLLERİN KABEYİ TAVAF EDERKEN EL ÇIRPIP ISLIK ÇALDIKLARINI haber vererek, onların bile ibadetlere ne kadar önem verdiklerini ama TEVHİDE teslim olmadıkları için bu ibadetlerin boşa çıktığını söyler.. Bunda anlayacak beyinler için gerçekten ibretler vardır.. Anlayanlara selam olsun..

maşallah bakıyorum ictihadda bulunuyosun bu ayetin bize olduğunu çıkarıyorsun bu denle kişi ulema hakikati göremedi o kadar ilimlerine rağmen ama siz bu ilminizle içtihada bile gidiyorsunuz maşallah tabarekallah
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
Muaz bin Cebel hazretleri




“Mazlumun ahını almaktan kork

Muaz bin Cebel hazretleri, Eshâb-ı kirâmın büyükleirnden, helâl ve haram ilmini en iyi bilenlerdendi. İkinci Akabe bîatında, kendi canlarını ve mallarını korudukları gibi Peygamberimize yardım ederek İlâmiyete hizmet edeceklerine söz verip, müslüman olan yetmiş Medineli’den birisi de Muaz bin Cebel’dir.

Onsekiz yaşında iken müslüman oldu. Peygamberimiz ve Eshâb-ı kirâm Mekke’den Medine’ye hicret ettiklerinde bütün malları ve mülkleri Mekke’de kalmıştı. Peygamberimizin emirleriyle Medine’de bulunan müslümanlar, Mekke’den hicret eden müslümanlarla kardeşlik kurarak evlerini, mallarını ve eşyalarını paylaştılar. Muaz bin Cebel de, Abdullah bin Mes’ud ve Ca’fer-i Tayyar ile kardeşlik kurmuştu.

Peygamber efendimiz müslüman beldelerine vali ve zekât tahsil memurları gönderdiği sıralarda, bir gün sabah namazından sonra Eshâb-ı kirama dönerek:

“İçinizden hanginiz Yemen’e gider?” buyurdu. Hz. Ebû Bekir: “Ben giderim yâ Resûlallah” dedi. Peygamberimiz bir müddet sonra, “Hanginiz Yemen’e gider?” buyurdu. Bu sefer Hz. Ömer “Ben giderim Yâ Resûlallah” dedi. Peygamberimiz biraz sonra tekrar: “İçinizden Yemen’e kim gider?” buyurdu. Muaz bin Cebel ayağa kalkıp, “Yâ Resûlallah! Ben giderim” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz “Ey Muaz! Bu vazife senindir.” buyurdu.

Bütün malını, cihâd için Allah yolunda harcayan Muaz bin Cebel, Yemen’de valilik yapmak, halka İslâmiyeti anlatmak, Kur’ân-ı kerîmi öğretmek ve Yemen ülkesinde tolanan zekât mallarını vazifelilerden teslim almak ve onların arasındaki ihtilafları çözüp hükme bağlamak üzere Yemen’e gitmek için hazırlandı. Yola çıkmadan önce Peygamberimiz O’na şöyle buyurdu:

“Sen ehl-i kitaptan (yahudilerden ve hıristiyanlardan) olan bir kavimle karşılaşacaksın. Onların yanına varınca önce, onları Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammedin “aleyhisselam” Allahın Resûlü olduğunu tasdike (inanmaya) davet et. Eğer bunu kabul ederlerse onlara, Alah’ın beş vakit namaz farz kıldığını haber ver. Bunu da yaptıkları takdirde, Allah’ın zenginlerin fakirlere zekât vermesini emrettiğini bildir. Bunu da kabul ederlerse zekât alırken sakın mallarının (sadece) en iyilerini seçme! Mazlumun ahını almaktan kork. Çünkü Allah mazlumun duâsını (ahını) hemen kabul eder.”



“Belki beni bir daha göremezsin

Muaz bin Cebel hazretleri, Yemen’e gitmek üzere yola çıkınca Peygamberimiz yanında bir miktar yürüdü ve vedâlaşırken “Yâ Muaz, sen belki bu seneden sonra beni bir daha göremezsin. Belki dönüşünde burada benim mescidime ve kabrime ziyarete gelirsin” buyurdu.

Bunu işiten Muaz bin Cebel hüzünle gözyaşı dökmeye başlayınca, Peygamberimiz, “Ağlama, Yâ Muaz!.. Bana yakın olanlar, (tam bağlı olanlar) nerede olursa olsunlar, Allah’a hakkıyla kulluk edenledir.” buyurdu ve sonra da şöyle sordu: “Sana bir dâvâ getirilip insanlara rasında hüküm verirken ne ile hüküm vereceksin?” Hz. Muaz bin Cebel: “Allah’ın kitabı (Kur’ân-ı kerîm) ile hüküm veririm” dedi. “Ya O’nda açıkça bulamazsan?” buyurunca, “Peygamberin sünneti ile hüküm ederim” dedi. “Ya onda da açıkça bulamazsan” buyurunca, “İçtihad ederek, anladığımla hükmederim” dedi.

Peygamberimiz Muaz bin Cebel’in bu cevabından dolayı çok memnun kolarak mübârek elini O’nun göğsüne koyup: “Elhamdülillah! Allahü teâlâ, Resûlünün elçisini, Resûlullah’ın rızasına uygun eyledi.” Buyurdu. Sonra Hz. Muaz bin Cebel’e şöyle duâ etti: “Cenâb-ı Hak seni her taraftan gelecek musibetlerden muhafaza buyursun, insanların ve cinlerin şerrini senden uzaklaştırsın” ve “Senin sebebinle Allahü teâlânın bir kişiyi hidayete erdirmesi senin için dünyadan hayırlıdır.” buyurdu.

Hz. Muaz bin Cebel, Yemen’de uzun müddet kaldı. Kendisine verilen vazifeyi yerine getirdi. Peygamberimizin vefatını da orada iken haber aldı. Daha sonra Yemen’deki hizmetini tamamlayıp, Medine’ye dönen Muaz bin Cebel , Hz. Ebû Bekir’in halifeliği sırasında Medine’de kaldığı müddetçe Hz. Ebû Bekir onu seçtiği müşavere (danışma) heyetine aldı. Bu sırada Suriye taraflarına da giderek hem oralarda yapılan savaşlara katıldı, hem de insanlara din bilgilerini ve Kur’ân-ı kerîmi öğretti.

Hz. Ömer’in halifeliği sırasında Kilâboğulları beldesine zekât memuru olarak, sonra da Suriye taraflarında din bilgilerini ve Kur’ân-ı kerîmi öğretmekle vazifelendirildi. Filistin bölgesinde bu vazifesinde iken burada çıkan tâûn (vebâ) hastalığı salgınına yakalanarak otuzsekiz (38) yaşında iken vefât etti.


“Çok cömerti, az ve hikmetli konuşurdu

Hz. Muaz bin Cebel’in fazîleti, üstünlüğü çoktur. Onu Resûlullah Efendimiz bir çok hadîs-i şerîflerinde methetmiş, övmüştür:

“Muaz bin Cebel , ümmetimin âlimlerindendir ve çok yüksektir.”

“İnsanlar arasında, Allahü teâlânın helâl ve haram ettiklerini en iyi bilen Muâz bin Cebel’dir.”

“Kur’ân-ı kerîmi şu dört kimseden alınız (öğreniniz): Muaz bin Cebel , Ubey bin Kâ’b, Abdullah bin Mes’ud ve Sâlim Mevlâ Huzeyfe.”

“Muaz kıyamette ümmetimin âlimlerinin bir adım önlerinde mahşer yerine gelecektir.”

Eshâb-ı kirâmdan Enes bin Mâlik diyor ki: “Kur’ân-ı kerîmi şu dört kimse toplamıştır: Ubey bin Kâ’b, Muaz bin Cebel , Zeyd bin Sâbit ve Ebû Zeyd. Bunların dördü de Ensardandır.

Hz. Ömer’e: “Bize kimi halife bırakıyorsun?” denildiğinde buyurdu ki: “Şâyet Muaz bin Cebel sağ olsaydı, onu halife bırakırdım ve Rabbime kavuştuğumda, Rabbim bana: “Muhammed aleyhisselâmın ümmetine kimi halife bıraktın?” deyince: “Senin kulun ve Resûlün olan Muhammed aleyhisselâmın “Muaz, kıyamet günü, âlimlerin önünde, tek başına bir cemaattır” buyurduğu kimseyi bıraktım, derdim.”

Abdullah bin Mes’ud buyurdu ki: “Muaz bin Cebel, Allah’a ve Resûlüne itaat eden, doğru yolda bulunan bir cemaat gibiydi. Biz O’nu İbrahim aleyhisselâma benzetirdik. Çünkü O, insanlara hayrı, iyiliği öğretir. Allah’a ve Resulüne de itâat ederdi.”

Eîzullah bin Abdullah şöyle anlatıyor: “Bir gün Humus’ta mescide girmiştim. Baktım ki, orada, Resûlullah’ın 30 kadar Sahâbisi vardı. Hadîs-i şerîfleri mütâlea ediyorlardı. Aralarında genç ve yakışıklı olan birisi vardı ve çok az konuşuyordu. Fakat diğerlerinin, bir hadîs-i şerîf üzerinde şüphe ve tereddütleri olduğu zaman, hemen ona sorarlardı. O da, bunlara cevap verirdi. Onun cevabı üzerinde hepis kanaat getirir ve onda ittifak ederlerdi. Hiç birisi Oan itirazda bulunmazdı. Ben de çok merak ettim ve (Sen kimsin, ey Allah’ın kulu?) diye suâl ettim. Bana buyurdu ki:(Ben Muâz bin Cebel’im!)

Muâz bin Cebel, çok ilim sahibi olup, Eshâb-ı kirâmın sevdiği ve müşkil meselelerini sordukları kıymetli bir zât idi. Çok cömert olup, az konuşur ve hikmetli söylerdi.


“Dili korumak en makbul amel
Eshab-ı kiramın büyüklerinden Muâz bin Cebel’i, Muhammed bin Ka’b şöyle anlatır: Ben Muâz bin Cebel’i gördüm. Genç ve etine dolgun aykışıklı bir kimseydi. Kerem sahibi olup, çok cömertti. Bir kimse, ondan bir şey isteyip de, yok dediği olmazdı. Elinden geldiği kadar temin edip, ona verirdi.

O, malının tamanını fakirlere sadaka olarak dağıtır, kendisi borçlu olarak yaşardı. Hatta bir kerresinde böyle yaptığını Resûlullah efendimiz haber almıştı. Muâz bin Cebel’in alacaklılarını çağırıp, ona kolaylık göstermelerini ve borçlarının bir kısmını kendisine hediye etmelerini söyledi, hemen hepsi yahûdi olan alacaklıları, bu müsamahayı göstermediler.

Sonra, Resûlullah efendimiz, Muâz bin Cebel’i huzuruna çağırıp, durumu ona bildirdi. Bunun üzerine Muâz bin Cebel , gidip elindeki bütün gayrimenkullerini sattı. Paralarını alıp, Resûlullah’ın huzuruna geldi. Alacaklılar da, oradaydı. Borçlarının hepsini ödedi. Ondan sonra elinde hiçbir malı ve mülkü kalmadı.

Muâz bin Cebel , Peygamebrimizden pek çok hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Hz. Muâz şöyle anlatıyor:

Bir gün Resûl-i Ekrem bir hayvana binmişti. Ben de arkasında bulunuyordum. Bana “Ey Muâz” diye seslendiler. Ben de: “Emredin, Yâ Resûlallah!” dedim. Üç kere ismimi söyledikten sonra: “Cenâb-ı Hakkın kulları üzerinde olan hakkı nedir biliyor musunuz?” buyurdu. “Allah ve Resûlü daha iyi bilir” dedim.

Bunun üzerine: “Cenâb-ı Hakkın kulları üzerindeki hakkı, onların kendisine ibadet etmeleri ve başka hiçbir varlığı ona şirk (ortak) koşmamalarıdır.” buyurup tekrar sorarak:

“Kullar bu vazifelerini yerine getirirlerse, Allah’dan bekledikleri hakları (Allahü teâlânın onlara vadettiği) nedir, bilir misin?” buyurdular. Ben yine “Allah ve Resûlü daha iyi bilir” deyince: “Bu takdirde kulların Allahü zerindeki hakkı (Onlara vadettiği) nimet, O’nun kullarına azap etmemesidir...”

Hz. Muâz, Resûl-i Ekrem’e, “Hangi amel daha makbuldür?” diye sordu. Resûl-i Ekrem mübarek dilini ağızndan çıkarıp elini dilinin üzerine koyarak dilini göstermiş ve “Bunu koruman en makbul bir ameldir” buyurmuştur.

Muâz bin Cebel’in bildirdiği bir hadîs-i şerîf şudur:“Allah’ım! Kötü insanları (facirleri) bana ikrâm ettirme ki, kalbim onlara meyletmesin.”


““Doğru konuş, sözünde dur

Resulullah Efendimiz, Muâz bin Cebel’e bir nasihatında buyurdu ki: “Ey Muâz! Sana Allah’dan korkmayı, O’na sığınmayı, doğru konuşmayı, verdiğin sözde durmayı, herkese selâm vermeyi, güzel amel ve işlerde bulunmayı, öksüze merhamet etmeyi, tatlı sözlü olmayı, Kur’ân-ı kerîmi okuyup anlamayı, ahireti sevmeyi, ahiret hesabının korkusunu taşımayı ve herkese şefkat kanatlarını germeği tavsiye eder; hikmet sahiplerine kötü söz söylemekten, doğruyu yalanlamaktan, günahkâra itâatten, âdil hükümdara isyandan ve yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan seni nehyederim, (sakındırırım.) Her yerde Allahü teâlâyı zikretmeyi ve her günahın peşinden tövbe etmeyi tavsiye ederim. Gizli günah işlediğin zaman gizli, âşikâre günah işlediğin zaman âşikâre tövbe edersin.”

Hz. Muâz, Peygamberimizden tekrar nasihât istediğinde: “Allah’ı görür gibi ibâdet et ve kendini ölmüş gibi bil! İstersen bütün bunları içine lan daha mühimini bildireyim: Dilini tut?” buyurdu.

Ebû İdris el-Havlânî, Hz. Muâz bin Cebel’e: “Seni allah için seviyorum” dediğinde, Muâz bin Cebel: “Sana müjdeler olsun! Ben Resûl-i Ekrem’in şöyle buyurduğunu işittim: “Kıyamet günü arşın etrafında, bir takım insanlar için kürsüler kurulacaktır. Bunların yüzleri ayın ondördü gibi parlayacaktır. İnsanlar feryad ederekn onlar korkmazlar. Korku ve kederleri olmayan kimseler, Allah’ın gerçek dostlarıdır” buyurdu. Peygamberimize bunların kim olduğu sorulunca: “Onlar Allah için birbirlerini seven kimselerdir.” Buyurdu.

Peygamberimiz Hz. Muâz’a: “Yâ Muâz! Ben seni severim. Bunun için her namazdan sonra şu duâyı terk etme! Buyurdu ve duâyı okudu: “Allahümme e’ınnî alâ zikrike ve şükrike ve husni ibadetike.” Yâni, “Allahım! Ancak seni anmak, sana şükretmek ve güzelce ibadet etmek için bana yardım et.”

“Ey Allah’ım! Seni sevmeyi ve seni seveni sevmeyi ve senin sevgine beni yaklaştıracak şeyi sevmeyi bana nasib et ve senin sevgini (sıcak ve harâketli günde) soğuk suyu sevmekten bana daha sevimli kıl!”


““Kardeşinizi gıybet etmeyiniz
Muâz bin Cebel hazretleri şöyle anlatır: Bir gün Resûlullah’ın huzurunda bir adamın çok aciz bir kimse olduğunu söylediler. Resûlullah Efendimiz: “Kardeşinizi gıybet etmeyiniz” buyurdu. Onlar: “O, dediğimiz gibidir” dediler. Bunun üzerine Resûlullah: “Öyle olmasa o zaman iftira etmiş olursunuz” buyurdular. Rivayet ettiği diğer hadis-i şeriflerden bazıları da şunlar:

“Allahü teâlâ kıyamet günü mü’minlere: “Bana kavuşmayı sever miydiniz?” diye sorar. Onlar da: “Severiz, Yâ Rabbi!” derler.

Allahü teâlâ: “Niçin seversiniz?” diye sorar. Onlar da: “Af ve mağfiretini ummak için!” derler. Cenâb-ı Hak da: “Ben de size af ve mağfireti, kendime borç edindim buyurur.”

“Her insanın dört gözü vardır. Bunların ikisi başındadır. Bunlarla dünya işlerini görür. Diğer ikisi de kalbindedir. Bunlarla da ahiret işlerini görür.”

“Bir kimse, deve üstünde düşmanlar dövüşürse, Cennet ona vacip olur. Bir kimse, içinden doğru olarak şehit olmayı ister, sonra ölürse veya öldürülürse, onun için şehit sevâbı vardır. Bir kimse, Allah yolunda yaralanırsa veya bir zahmet görürse, kıyâmet günü zafir ernkli ve misk kokulu olarak gelir.”

“Üç şey var ki, onlar dünyada bir yabancı gibidir: Zâlimin elinde Kur’ân-ı kerîm, kötü insanlar arasında iyi bir kimse, bir evde durup okunmayan Mushaf.”

“İnsan, kıyâmet günü şu dört şeyden sorulmadıkça, hiçbir yere adım atamaz:

1- Ömrünü nerede tükettiği,

2- Gençliğini nerede harcadığı,

3- İlmi ile ne gibi amel işlediği,

4- Malını nereden kazanıp nereye harcadığı.”

“Muhtekir, (karaborsacılık yapan) ne fenâ bir kuldur! Allahü teâlâ fiyatları ucuzlatırsa adamın keyfi kaçar, yükseltirse o zaman ferahlar.”

“Bid’at sahibine hürmet etmek için yürüyen kimse, İslâm’ı yıkmağa yardım etmiştir.”

“Her kim kırk gün ümmetimin nafakası üzerinde karaborsacılık eder de, sonra da bu kazancını sadaka olarak dağıtırsa, onun bu sadakası kabul edilmez.”
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
İlim talep edeni bulur!

Abdullah bin Seleme hazretleri şöyle anlatıyor:

Muâz bin Cebel tâûn hastalığına yakalanmıştı. Rahatsızlığı çok arttığı bir sırada, talebelerinden Amr bin Meymun el-Evdî ziyarete geldi. Durumunun çok ağır olduğunu görünce, ağlamaya başladı. Hz. Muâz, Ona: “Niçin ağlıyorsunuz?” diye sordu. O da: “Ey Muâz! Allah’a yemin ederim ki, sen benim hocamsın. Bana dünyalık yardımında bulunuyorsun diye ağlamıyorum. Ben, senden dînimi öğreniyor ve ilim alıyordum. Senin ölümünden sonra dînimi ve ilmi bana öğretecek kimsenin bulunmamasından korkuyorum ve onun için ağlıyorum.”

Bunun üzerine Muâz bin Cebel buyurdu ki: “Hayır, bundan korkma! İmân ve ilim, kıyamet gününe kadar yerindedir, arayan bulur ve Allahü teâlâ bunları isteyen kimseye öğretecek birini gösterir. Allahın kitabı Kur’ân-ı kerîm ve Peygamberimizin sünneti, kıyâmet gününe kadar korunacaktır. Nitekim Allahü teâla ilmi ve imânı İbrahim aleyhisselâma ihsan etmiştir. Halbuki o zaman, imânı ve ilmi bilen ve öğreten hiç kimse de yoktu. İbrahim aleyhisselâm istediği için Cenâb-ı Hak, O’na ihsân etti. Âlimin yanılmasından korkunuz! Doğru olanı, hakîkatı kim bildirirse kabul ediniz! Doğru, hak olmayanı da söyleyen kim olursa olsun, Onu reddediniz!”

Muâz bin Cebel buyurdu ki: “Âlimlere Cennette de ihtiyaç vardır. Çünkü Cennet ehline ne isterseniz isteyin denildiğinde, onlar ne isteyeceklerini eve nasıl isteyeceklerini bilemeyecekleri için âlimlere soracaklar.”

Bir gün, birisi Hz. Muâz bin Cebel’in huzuruna gelip selâm vermişti. Biraz sonra vedâlaşıp ayrılacağı sırada, Ona buyurdu ki: “Ey falan! Dünyadaki nasibin ne ise ve nerede olursa gelip seni bulacaktır. Sen ise, dünyadaki nasibinden daha çok âhiret nasibine muhtaçsın. Âhiret nasibini, dünya nasibine tercih et! Hatta öyle olmalısın ki, çok ihtişamlı bir âhiret servetine sahip olasın! Dünya nimetleri geçicidir. Âhiret için elde ettiklerin ise, nerede olursa seninledir.”

Yine buyurdu ki: “İyi bir müslüman olarak ölüme hazır ol! Mazlumların bedduâsından çok sakın ve hiç kimseye zulüm etme!”

“Cennet ehlinin tek bir hasreti (pişmanlığı) vardır. O da, Allahü teâlâ’yı zikretmeksizin geçirdikleri vakitlerdir.”

“Üç şey, Allahü teâlânın gazâbına sebep olur, bunlar: Hikmetsiz gülmek, uykusu gelmediği halde sabaha kadar ibâdetsiz vakit geçirmek ve karın acıkmadığı halde fazla yemek yemek.”



Hz. Muâz bin Cebel’in vasiyeti

Muâz bin Cebel hazretlerinin vasiyeti: “Size benim vasiyetim olsun! İlmi, ancak Allah rızası için öğrenin! Zira Allah rızası için öğrenilen ilim, takvâyı (Allahtan korkmayı) hâsıl eder. Bu niyetle ilim aramak ibâdettir. Bu ilmi müzakere etmek tesbihtir, ilimden konuşmak, Allah yolunda cihaddır.

Bilmeyene ilim öğretmek sadakadır. Bir mecliste bulunanlara ilimden bahsetmek, Allahü teâlâ’ya yakınlıktır. Zira ilim, helâl ile haramın terazisi, Cennet ehlinin minâresi, gurbette insanın arkadaşıdır. Bir insan, bir yerde yalnız kaldığı zaman, ilim ona sıkıntıyı gideren bir arkadaş olur. Sıkıntı ve genişlik zamanlarında ilim sahibine delildir.

İlim, düşmanlara karşı çok iyi bir silâhtır. İlim, büyükelerin yanında dindir. Dostlarının yanında insanın süsüdür. Cenâb-ı Hak bir kavmi, ilim ile yükseltir. İnsanı ilimle başkalarına rehber, öncü yapar ve ona itaat ederler. Melekler dahi ilim sahiplerinin dostluklarını arzular ve kanatlarını onların üzerine gererler.

Canlı ve cansız her ne varsa, hatta denizlerdeik balıklar ve diğer hayvanlar, havada uçan kuşlar, karadaki bütün hayvanlar, âlimlere istiğfar ederler. Çünkü ilim, insanın kalb gözünü açar. Gözleri karanlıktan aydınlığa kavuşturan bir nurdur. İlim ile amel eden insan, seçilmiş kimselerin makamlarına yükselir.

İlim sahipleri, dünya ve âhirette yüksek derecelere erişir. İlimde tefekkür, nafile oruç tutmak gibidir. İlmin öğretilmesi nâfile namaz kılmaktan sevaptır. İlim ile, helâl ve haram olan şeyelr ayırdedilebilir. İlim, amellerin imâmıdır. Amel, ilme tâbîdir. İlimsiz amel olmaz. İlim, Cennet yoluna ışıktır. Cehennemlik olanlar, ilimden mahrum kalanlardır. Dünya ve âhiret saadetinin kaynağı ve bütün ibâdetlerin efdali, en üstünü ilimdir.”

Hz. Muâz bin Cebel oğluna da şöyle vasiyet etmişti:

“Ey oğlum! Bir namazını kıldığın vakit, o namazın senin kıldığın son namazın olacağını düşün! Bir daha böyle bir namaz vaktine yetişeceğini ümit etme!”

“Ey oğlum! Mü’min olan bir kimsenin iki hayırlı iş ar asında ölmesi lâzımdır. Yani bir hayırlı işi yaptığı zaman, ikinci hayırlı işi yapmak niyetinde ve kararında olmalıdır.”

“Şeytanın oyununa gelme! Şeytan, pazarda, yalan, hile, hıyanet ve yemin ettirerek müslümanları günaha sokmaya çalışır. Önce gidip, geç çıkanlara daha çok asılır.”



“Hangi duâ ve ne zaman kabul olunur?”

Ebû Bahiri şöyle anlatıyor: Bir gün Humus şehrinde camiye gitmiştim. Muaz bin Cebel da, orada bulunuyordu. Yanında bir grup kimseler vardı. Onlara buyurdu ki: “Bir kimse, Allahü teâlânın huzuruna kâmil, olgun bir imânla gitmek istiyorsa, beş vakit namaz için çağırılan yere gelip namazını kılsın. Çünkü beş vakit namazı camide cemaatle kılmak, hidayet yollarından olup, hemde Peygamberimizin mühim sünnetidir. Hiç kimse, benim evimde namaz yerim vardır ve ben evimde namazımı kılıyorum, demesin! Böyle yaparsanız, Resûlullah’ın sünnetini terk etmiş olursunuz. Bu da dalâlettir.”

Hz. Muâz bin Cebel’e: “Hangi duâ ve ne zaman kabul olunur?” diye sorlunca, buyurdu ki: “İnsanlar gaflette oldukları zaman, sen Allahü teâlâya dön ve ondan ne dilersen o zaman iste! İşte o zaman duâlar makbûldürler.”

Meymûn-i Evdî anlatıyor: Muâz bin Cebel bir gün ayağa kalktı ve buyurdu ki: “Ey Evd kabîlesi! Ben Resûlullah’ın elçisiyim. Sizlere bir şeyler öğretmek istiyorum. Hepiniz biliniz ki, dönüşünüz Allahü teâlayadır. Dönüşten sonra da, ya Cennet veya Cehennem vardır. Cennet ve Cehennemin ikisi de ebedîdirler. İkisinde de ölüm ve yok olmak yoktur.”

Yezîd bin Câbir diyor ki: Ben Muâz bin Cebel’den şöyle işittim. Buyurdu ki: “Ne kadar çok ilim öğrenirseniz öğrenin, bunlarla amel etmedikçe öğrendiğiniz ilimden sevap alamazsınız.”

“Allahın buğzettiği kimseler, mescidlerde dilenenlerdir. Yani onlar, Allah’ın evlerinde, yüce ve münezzeh olan Allahtan değil de, başaklarından isterler. Bir de istediklerini vermeyenlerin günahlarına girmiş olurlar.”

“Bir din kardeşini sevdiğin zaman onunla münâkaşa etme! Ona fena harekette bulunma ve onun hakkında, başkasına; (Bu nasıl adamdır?) diye sorma! Olur ki, onun bir düşmanı ile karşılaşıısın da, onda olmayan bir şeyi sana bildirir. Böylece seninle onun arasını açmış olur.”

Birisi Muâz bin Cebel’e : “Bana öğüt ver!” deyince, “Merhametli ol ki, ben de senin Cennet’e girmene kefil olayım” buyurdu.

İmâm-ı Tâvus bin Keysân, geceleri ibâdet ve zikir ile geçirir, tefekkür ederdi. Sabaha kadar kıbleye karış otururdu. Ve “Cehennemi hatırlamak, korkanların uykusunu unutturmuştur” buyururdu. Bir defasında Muaz bin Cebel’i de , ağlarken gördü ve “Niçin ağladığını?” sordu. Buyurdu ki: “İnsanlar iki gruptur. Biri Cennetlik, diğeri Cehennemlik. Acaba ben hangisinden olacağım? diye ağlıyorum.”



“Ey Muâz! Bu akşam nasıl sabahladın?”

Muâz bin Cebel hazretleri şöyle anlatıyor: Birgün Resûlullah’ın huzuruna varmıştım. Bana: “Ey Muâz! Sen, bu akşam nasıl sabahladın?” buyurdu. Ben de: “Yâ Resûlallah! Allahü teâlâ’ya imân etmiş olarak sabahladım” dedim. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz: “Ey Muâz! Senin her sözünün doğruluğuna bir delilin vardır. Bu sözünün doğruluğunun delili nedir?” buyurdular. Ben de şöyle cevap verdim

“Yâ Resûlallah! Ben, geceden, gündüze çıktığım zaman, bir daha akşamı beklemem. Akşam olduğu zaman da, sabaha kadar yaşayacağımı hiç ümit etmem. Bir adım attığım zaman, ikinci adımı atacağımı sanmam. Her insanın bir eceli olduğunu bilirim. Ecelinin saati geldiği zaman, o anda ecelinin ona yetişeceğini bilirim. Bütün insanlar mahşerde haşr olunurlar. Kimisi Peygamberi ile beraberdir. Kimisi de taptıkları ile beraber olacaktır. Ben ise, kendimi sanki Cehennemdeki insanların azâplarını ve Cennetteki insanların nimetlerini her an görüyorum gibi düşünürüm.” Bunun üzerine Resûlullah efendimiz buyurdu ki: “Ey Muâz! Sen çok iyi yapmışsın. Böyle düşünmeye devam et ve bundan hiç ayrılma!”

Muâz bin Cebel : “Sırat köprüsünü geçinceye kadar mü’minin huzuru olmaz” buyurdu.

Muâz bin Cebel , ölümü esnasında: “Allahım, şimdiye kadar senden korkuyordum. Fakat şimdi bana ümit besliyorum. Allahım, ben sular akıtıp, ağaçlar sulamak ve bahçeler yetiştirmek için yaşamak istiyorum. Susuzluktan ciğerleri yananları sulamak, darda kalanlara genişlik göstermek, âlimlerin sohbetine devam edip, kendimi onların zikir halkalarına sıkıştırmak için yaşamak istiyorum” dedi.

Ölüm sancıları şiddetlenip baygınlıklar geçirip, ayıldıkça: “Allah’ım! Beni ne kadar sıkıştırırsan sıkıştır, bilirsin ki, kalbim sana bağlıdır, seni sever” buyurdu.

“Allahü teâlâ bir kulunu hastalığa müptelâ kıldığı zaman, sol yandaki meleğe şöyle buyurur: “Kalemi ondan kaldır!” sağ yandaki meleğe ise, şöyle buyurur: “Bu kuluma sağlığında işlediği amelden daha iyisini yaz! Çünkü o, teminatım altındadır.”

Abdullah bin Selem’ye şöyle nasihat etti: “Allahü teâlânın emrettiği beş vakit namazı kıl, ye, iç ve uyu!” Helâl kazan, günahkar olma! Müslüman olarak öl! Mazlumun ahından ve bedduâsından sakın!”



Hz. Muâz bin Cebel’e bir taziye mektubu

Peygamber Efendimiz, çocuğunun ölümü üzerine Hz. Muâz bin Cebel’e bir taziye mektubu göndermişti. Bu taziye mektubu şöyledir:

“Allahü teâlâ sana selâmet versin! Ona hamd ederim. Herkese iyilik ve zarar, yalnız O’ndan gelir. O dilemedikçe, kimse kimseye iyilik ve kötülük yapamaz. Allahü teâlâ, sana çok sevâb versin. Sabr etmeni nasîb eylesin! O’nun ni’metlerine şükür etmenizi ihsân eylesin!

Muhakkak bilmeliyiz ki, kendi varlığımız, mallarımız, servetimiz, kadınlarımız ve çocuklarımız, Allahü teâlânın sayısız ni’mitlerinden, tatlı ve faideli ihsanlarındandır. Bu ni’metleri, bizde sonsuz kalmak için değil, emanet olarak kullanmak, sonra geri almak için vermiştir. Bunlardan, belli bir zamanda faideleniriz. Vakti gelince, hepsini geri alacaktır.

Allahü tealâ, ni’metlerini bize vererek sevindirdiği zaman, şükür etmemizi, vakit gelip geri alarak üzüldüğümüz zaman da, sabr etmemizi emir eyledi. Senin bu oğlun, Allahü teâlânın tatlı, faydalı nimetlerinden idi. Geri almak için sana emanet bırakmış idi. Seni, oğlun ile faydalandırdı. Herkesi imrendirecek şekilde sevindirdi, neşelendirdi. Şimdi geri alırken de, sana çok sevap, iyilik verecek, acıyarak, doğru yolda ilerlemeni, yükselmeni ihsan edecektir. Bu merhamete, ihsana kavuşabilmek için sabır etmeli, O’nun yaptığını hoş görmelisin! Kızar, bağırır, çağırırsan, seaba, merhamete kavuşamazsın ve sonunda pişman olursun. İyi bil ki, ağlamak, sızlamak, derdi belayı geri çevirmez. Üzüntüyü dağıtmaz! Kaderde olanlar başa gelecektir. Sabır etmek, olmuş bitmiş şeye kızmamak lâzımdır.”

Peygamber Efendimiz ölünün durumu ile ilgili bir hadis-i şerifte şöyle buyurdu:

“Ölünün mezardaki hali, imdat diye bağıran, denize düşmüş kimseye benzer. Boğulmak üzere olan kimse, kendisini kurtaracak birini beklediği gibi, ölü de, babasından, anasından, kardeşinden, arkadaşından gelecek bir duâyı gözler. Ona bir duâ gelince, dünyaya ve dünyada olanların hepsine kavuşmaktan daha çok sevinir. Allahü teâlâ, yaşıyanların duâları sebebi ile, ölülere dağlar gibi çok rahmet verir. Dirilerin, ölülere hediyesi, onlar için duâ ve istiğfar etmektir.”
 

ahmet yasin

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
191
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Bakın siz bizi hala anlayamıyorsunuz!Ben Muaz Bin Cebel hadisini verirken Peygamberin ve Sahabenin örnek alınası tavırlarını ve yaklaşımlarını göstermek istemiştim ama,siz hala bildiğinizi okuyorsunuz!Muaz Bin Cebel'de Rasulullah'ın terbiyesinden,eğitiminden geçmiş bir sahabe. bu gün sizin evliya dediğiniz zatlar takvada,ilimde ona erişemezler!Çünkü O'nu sizden farklı kılan Kur'an ve sünnete yaklaşım,anlayış şekliydi!
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
demem o ki Kur'anı anlamak için aklımızı kullandığımız zaman hemen suçlanıyoruz ama Allah Rasulünün sahabesi Kur'anda ve sünnette bulamadığı şeylerde aklına başvuruyor.çünkü vahiy akla hitap ediyor.zaten aklı olmayanın dinide olmaz!
benim kastım bu yazıda kendinizi sahabeyle kıyaslayıp bakın efendimiz ona izin vermiş siz bize kızıyosunuz dediğiniz içindir bakıyorum aranızdaki farkı gördünüz şimdi sorun kalmadı...
 

ahmet yasin

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
191
Tepkime puanı
0
Puanları
0
benim kastım bu yazıda kendinizi sahabeyle kıyaslayıp bakın efendimiz ona izin vermiş siz bize kızıyosunuz dediğiniz içindir bakıyorum aranızdaki farkı gördünüz şimdi sorun kalmadı...

Bakın!kıyaslama değil örnek alma söz konusu!
Kıyaslarsanız biz onlar gibi olamayız!deyip örnekliğini yitirmesine neden olup,kendinize tasavvuf erbabını örnek alırsız.
Halbuki Allah Rasulü Ashabım yıldızlar gibidir ( yol gösterici,rehber ) diyerek,Onları örnek almamızı istiyor,kıyaslamamızı değil.Üstelik Onları rehber,örnek almak öğrencinin öğretmenine olan bağlantısı gibi!müridin mürşide olan bağlantısı gibi değil!!
 

Aysegul

New member
Katılım
15 May 2006
Mesajlar
891
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
38
Muaz bin cebel hakkında hangi kitaplardan bilgi alıyorsunuz ahmet bey yazarlarını verin bizde okuyalım...Hatırladığım kadarıyla bu tarz bilgiler fıkıh kitaplarında yer alıyor...Kur'anda yazmaz değilmi:eek:
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
Bakın!kıyaslama değil örnek alma söz konusu!
Kıyaslarsanız biz onlar gibi olamayız!deyip örnekliğini yitirmesine neden olup,kendinize tasavvuf erbabını örnek alırsız.
Halbuki Allah Rasulü Ashabım yıldızlar gibidir ( yol gösterici,rehber ) diyerek,Onları örnek almamızı istiyor,kıyaslamamızı değil.Üstelik Onları rehber,örnek almak öğrencinin öğretmenine olan bağlantısı gibi!müridin mürşide olan bağlantısı gibi değil!!
bakın örnek almayı işinize geldiği gibi algılamayın, evet örnek alın onların aldığı ilmi , alın evet örnek alın nefis teskiyesi yapın, evet örnek alın onlar gibi veli olun, mücdehit olun sonra ictihad edin. çocuk öğretmeni örnek alıyor o ders anltıyor bende anlatim diye tahta kalkıyor galiba hocasının kafasına göre konuştuğunu zanneden öğrenci kalkıp hocasının almadığı bir ilime rağmen kalkıp öğretmenin ders anlatmasını rnek alıyor sadece , ilk evvel sen öğretmenin geçtiği safalardan geç , ehliyetini al, sonra öğretmenliğe başla.. ya ozaman kalksın öğrenciler ders anlatsın nasılsa öğretmenin önünde olan kitap öğrencilerin önündede var... bence siz örnek almak nasıl oluyor onuda öğrenseniz iyi olucak...darılmayın bana...
 

Aysegul

New member
Katılım
15 May 2006
Mesajlar
891
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
38
bakın örnek almayı işinize geldiği gibi algılamayın, evet örnek alın onların aldığı ilmi , alın evet örnek alın nefis teskiyesi yapın, evet örnek alın onlar gibi veli olun, mücdehit olun sonra ictihad edin. çocuk öğretmeni örnek alıyor o ders anltıyor bende anlatim diye tahta kalkıyor galiba hocasının kafasına göre konuştuğunu zanneden öğrenci kalkıp hocasının almadığı bir ilime rağmen kalkıp öğretmenin ders anlatmasını rnek alıyor sadece , ilk evvel sen öğretmenin geçtiği safalardan geç , ehliyetini al, sonra öğretmenliğe başla.. ya ozaman kalksın öğrenciler ders anlatsın nasılsa öğretmenin önünde olan kitap öğrencilerin önündede var... bence siz örnek almak nasıl oluyor onuda öğrenseniz iyi olucak...darılmayın bana...

Ya darılıncak bişey yokki ...Verdiğin örnekler gerçekten harika...Seni övmek iltifat etmek için asla söylemiyorum...Senin bu cevabını başkasını yazsa aynı duygularla yazarım...Gerçekte teşekkür bu mesajın için...Umarım herkes idrak eder:rolleyes:
 

THE_HAFIZ

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
14 Ağu 2006
Mesajlar
319
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Ya darılıncak bişey yokki ...Verdiğin örnekler gerçekten harika...Seni övmek iltifat etmek için asla söylemiyorum...Senin bu cevabını başkasını yazsa aynı duygularla yazarım...Gerçekte teşekkür bu mesajın için...Umarım herkes idrak eder:rolleyes:



Asla hanfendi, Allah'ın huzurundayız ve tek şahidimiz O'dur, O'nun şahitliğinde ben iddia ediyorum ki şu yazıyı ben yazsaydım aynı duyguları taşımazdınız, siz de O'nun şahitliğinde, yazardım diyebiliyorsanız, buyrun, forum da ciddi bir guruplaşma mevcut ki, bir bebek bile anlar bunu, inkara hiç gerek yoktur
 

Aysegul

New member
Katılım
15 May 2006
Mesajlar
891
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
38
Asla hanfendi, Allah'ın huzurundayız ve tek şahidimiz O'dur, O'nun şahitliğinde ben iddia ediyorum ki şu yazıyı ben yazsaydım aynı duyguları taşımazdınız, siz de O'nun şahitliğinde, yazardım diyebiliyorsanız, buyrun, forum da ciddi bir guruplaşma mevcut ki, bir bebek bile anlar bunu, inkara hiç gerek yoktur


Sen böyle bir yazı yazcaksın ve ben katılmiycam öylemi:eek: ...Sen öyle tarz bir düşünce yapısına sahip olmadığın için konuşmaya gerek yok:cool:
 
Üst Alt