Mezar Notları

chamdali

New member
MEZAR NOTLARI

Bölüm 3

Yakıcı güneş ve rüzgarsız bir gün.
İç anadolu yörelerinde bir köy mezarlığındayım.
Samimiyetle sordum kendime;
"Neden buradayım?",
"Niçin ölülerin arasındayım?"
Yalnızlığı sevdiğim bir gerçek, bahar gibi yeşeren yalnızlığı...
Fakat sadece bu değil beni mezarlıklara çeken, sadece yalnızlık isteği değil... Babamın gömüldüğü günü hatırlıyorum.. Beni öpen, beni koklayan ve"Oğluum" diyerek beni kucaklayan babamın gömüldüğü günü.
Toprak kazılmıştı. Toprağın bağrında bir babaya, bir oğulun babalı dünyasına yer açılmıştı. Bir çukur, bir baba, bir oğul ve baba ile oğul arasına atılan kürek kürek kara toprak.
Kürek tutan ellere bakıyordum. Babamı kara toprak ile örten yüzlere bakıyordum. Donuk yüzler, ağlamasını bilmeyen gözler ve ne yaptıklarından habersiz eller. "Babam" diyeceğim, sarılıp elini öpeceğim, nazlı nazlı isteklerde bulunacağım babam, babacığım gömülüyordu. "Neden ve niçin" sorularıma, Fahri hocamız benim anlayabileceğim bir şekilde cevap vermişti; " Allah'ın
emri, her yaşayan ölecek ve kıyamet günü diriltilerek hesap verecek... "
İşte o günden sonra, babamı örten kara toprak bana yabancı ve benden uzak olmadı. Toprağın üstüne basıp, toprağın altında gezindiğim günler, ölümü yakinen düşündüğüm günlerdi.
Ve mezarlıklar!.
Bana yaşama fırsatını, pişmanlıkları, gafleti, İlahi hesabı hatırlatan mezarlıklar.
Mezarlıklara gelmekteki asıl maksadım bu olsa gerek. Onları görmek, onları duymak ve onlalardan ibret almak...
İnsan kendisini sık sık hesaba çekmeli. Topluma indiğimiz ve topluma Rabbani doğruları götürdüğümüz bazı zamanlarda kendimizi unutabiliyoruz.
Bakışlarımı kendime, içime yönelttim. Gözyaşı ve kalbe ait buruk sözlerle tevbe, dua, hamd ve şükrettim.
- N'aber Hüseyin ağa!
Sesin geldiği yöne döndüm. Garip bir adam, bir kabrin başında durmuş ve kabre doğru sesleniyordu...
- N'aber? Sana yaşarken "N'aber" diye sorduğum da göbeğini tutarak; "İyiyiz İyiyiz" derdin. Şimdi de iyimisin haa, şimdi de iyi misin Hüseyin ağa?.
Demedim mi sana, dediim...
Anlatmadım mı sana, anlattııım...
Ne oldu malın, haa ne oldu malın?
Allah yolunda kullanmadığın, Allah'a vermediğin mallarını oğlun şeylere veriyor, şeylere... Yine İstanbul'da kıymetli oğlun. Sen Istanbul'a gidince camileri gezerdin ya, oğlun pavyonları geziyor...
Yooo kızma, kızma Hüseyin ağa! Onu ben değil, sen yetiştirdin.
Demedim mi sana, haa demedim mii! Oğlana Allah'ın hükmünü öğret, ben öğreteyim demedim mii?
Dediim... Ya sen, sen ne yaptın?
Söyle söyle utanma... Beni muhtara şikayet ettin. Şimdi de et Hüseyin ağa, şimdi de et. Bak muhtar da orada yatıyor!...
- Hey muhtar, Hüseyin ağanın şikayeti var..
Hayretle izlediğim bu garip adam ilerleyerek başka bir kabrin başında durdu.
-Duydun mu muhtar! Hüseyin ağanın şikayeti var. Duymuşsundur, sen duymuşsundur. Senin köyde duymadığın haber olur mu?
Hele şimdi, şimdi daha iyi duymuşsundur. Hadi muhtar hadi, yine beni şikayet et. Bir altı sene daha yatayım. Yine uydur ne uyduracaksan!..
Şikayet etsene muhtar, şikayet etsene... Niye cevap vermiyorsun, öldün mü be adam! Öldün mü?
Haa, sahi sen ölmüştün değil mi? Vah vah vaah.. Eeee şimdi kim şikayet edecek? Du sana söyleyim, ben..."
Şimdi ben şikayet edecem!... Kime mi? Seni oraya upuzun yatırana muhtar!
Nasıl rahat mısın orda?
Devlet güvencesi orda da va mı?
Söyle vaa mı yardımcın, yardım çağrıyon mu?
Çağır, çağır muhtar, çağıır... Daha çok çağıracaan!... Eeee, artık anladın değil mi muhtar? Artık anladın... Allah'tan başka dost olmadığını, Allah'tan başka yardımcı olmadığını artık anladın, anladın ammaa iş işten geçti...
Değişik mezarları gezen bu garip adam, bazen elini öfkeli bir şekilde kaldırıyor, bazen ılık ve sevecen bir sesle hitabetini sürdürüyordu.
-Eee, kendisine imam denilen zat na'beer'?
Şimdi de mevlid okuyup, yolunu buluyon mu?
İndirmediğin hatimlere müşteri çıkıyo mu? Yine arkanda, sana cahilce hürmet eden cemaat va mı? Onlara yine aynı müfredatı okuyon mu?
Haa sahi, anlatmadığın, gizlediğin hükümler n'oldu? O hükümleri yine gizleyebiliyon mu? Söyle; söyle gizliyon mu?
Gizleyemeyon, hiç gizleyemeyon... Allah'ın hükmü kullardan gizlenir, gizlenir de, Allah'tan giızlenir mi?
Gizlenmeez.. Gizlenmez elbet,
Şimdi anladın, anladın ya geçmiş ola!
Yüz altmış üçten kurtuldun, kurtuldun ammaa, AIlah'ın hükmünden nasıl kurtulacaksın?
Biraz evvel muhtarla konuştum; halinden hiç memnun değil. Hüseyin ağa da öyle... Yine onlara iltimas geçecek, onlara cennet vadedecek misin?
Allah'a inanıp, tağuta kulluk yapan o zavallılara cennet va'dedecek misin?
Öldükleri zaman onlara kelime-i şehadetin manasını sorsalar, hangisi bilecek?
Tabi bilmezler, sen anlatmadın ki!...
Anlattın mı? Anlatmadın...
Anlatmadığın yetmiyomuş gibi benim anlattıklarımı da tevil ettin, geçiştirdin.. Onlardan çoğu da senin dediğine inandı. Şimdi de seninle beraberler.
- Şükret kabirlerinden kalkamıyorlar. Yoksa gelip kemiklerini kıracaklar..
-Öyle değil mi muhtar, öyle değil mi Hüseyin ağa!...
Öyle, öyle ya iş işten geçtii. Vay sizin halinize...
Bir hayli şaşırmıştım. Mezarlar arasında gezen bu adam kimdi? Ölüleri tanıdığına göre bu köyden olmalıydı. Söylediklerini ve mezardakileri düşünüyordum.
Hüseyin ağayı,
Muhtarı,
Namaz kıldıran zatı...
Bunlar bizlere yabancı olan tipler değildi. Bu gibi insanlarla aynı toplumda bulunuyor ve aynı toplumda yaşıyorduk.Bu gibi insanların rahat ve cahilane yaşantılarını düşündüm...
Oysa burada yatan onlardı.
Burada yatacak olan onlardı...
Bu sesin onlara yaşıyorken ulaşması, bir kez, bir kez daha, bir kez daha ulaştırılması gerekiyordu..
Sesin kesildiğini fark ettiğimde etrafıma baktım.
Ölülere seslenen garip adam yoktu.
Oysa konuşmak isterdim kendisiyle; ölülere böyle konuşan bu adam, dirilerle kimbilir nasıl konuşurdu? Mezardan aceleyle ayrılarak köye doğru yürüdüm. Görmedim, göremedim o garip adamı... Bazı
köylülere sorduğumda tanımadıklarını, belki de "Deli hoca" olabileceğini söylediler.
Deli(!) hoca!...

Muammer Özkan, Mezar Notları
 
Alıntı yaptığınız mizansen gerçekten düşündürücü ve ibret alınması gereken bir konu. Ne kadar ibret alıyoruz yada almaya fırsat buluyoruz. Belki okuyup da geçen insanlar da olacaktır. Belki durup dakikalarca veya saatlerce (burası biraz zor) tefekküre girecek insanlarda olacaktır. Ama her ne olursa olsun azıcık dahi olsun kabri, kabir hayatını ve kabir azabını düşünmeye sevk edecek neviden bir yazı. İbretle okumak lazım. Paylaşımın için teşekkür ederim.

Alemin delisi!, Allah'ın velisidir!
 
Mezar Notları
Bölüm 7


Şehir ve içindekiler beni sıktı.
Gazetelerin sayfalarına bakarken cehennemin sıcaklığını hissettim.
Sokaklar ve caddeler fuhşiyat vitrinleri gibiydi. Meyhaneler doluydu.
Marketler, bakkallar, yarışırcasına içki satıyorlardı. Bankalar köşe başlarında modern eşkiya olmuş, avlarını bekliyordu. Avlayan memnundu, avlanan memnundu!
Çocuğuma aldığım bisküvi parasını verirken, üreticinin kullandığı kredinin faizi de benden alınıyordu. Yürüdüğüm asfaltın bilmem yüzde kaçında faiz vardı.
Sinemalar batının ve batılın sergileyicisi olmuştu. İnsanların yüzüme bakışlarından rahatsız oluyordum.
Bu kentte yabancıydım. Bu kentte yalnızdım.
Televizyon beyinlere Allah'ı unutturan, Allah'tan uzaklaştıran zehiri şırınga ediyordu.
Her şey sanki şeytanın işini kolaylaştırıyordu.
İnsanlar uyuşturuluyordu, uyutuluyordu.
Sözler anlamsızdı, bakışlar anlamsızdı bu kentte.
Sevgiler sahteydi.
İlişkiler menfaatlere göre ayarlanıyordu.
Belediye otobüsüne binemedim.
Yürüdüm,
Düşüncelerimin yoldaşlığında yürüdüm.
Bir kenar mahallenin sokaklarından, yüzleri kirli, elbiseleri eski, ama kalpleri temiz olan, cıvıl cıvıl oynaşan çocukları gözlerimle seve seve ilerliyordum.
Ev önlerine oturmuş kadınlar sohbet ediyorlardı.
Sohbet(!)... Dedikodu...
Bir kadın, kocasının istediklerini almadığından yakındı.
Bir kadın, kocasının her gün eve sarhoş geldiğini söyledi.
Bir kadın, televizyonlarının hala siyah beyaz olduğunu ama aybaşında artık renkli alacaklarını gururla anlattı.
Bir kadın, kocasının kendisini her sabah erkenden namaza kaldırdığından dert yandı.
Bir kadın kasıla kasıla övünerek üç yaşını doldurmuş kızına hazırladığı çeyizleri gösteriyordu.
Bir kadın kızına dünürcü gelenlerden bahsetti. Evi yokmuş, maaşı çok azmış.
Bir kadın, Emine hoca hanıma babası için okuttuğu mevlide tam falanca lira ödediğini ve bu parayla birlikte geliş gidiş ücretini de pazarlık gereği verdiğini söylüyordu.
Bir kadın televizyondaki filmi anlatıyordu.
Baş roldeki kadının etek ve bluz rengi konuşuluyordu.
Hatice hanım niçin kocasını akşam evde sıkıştırmasındı?
O, bunlar konuşulurken susmuştu. Mutlaka renkli almalıydılar.
Yoksa renkli televizyonlu komşuları arasında mahcup olurdu, mahzun olurdu!...
Bir kadın ev sahibinden yakındı.
.............
Allah'tan bahseden birilerine rastlayamadığım bu büyük şehrin kıyı mahallelerinden kopup mezara ulaşmıştım. Ölümün ayak seslerini bu kentin insanları niçin duymazlar?
Oysa her gün birileri aralarından eksilmekte.
Çevremde beni üzen her şeyde, müslüman olarak benim de kusurum, gücüm oranında bir sorumluluğum olduğunu düşündüm. içinde bulunduğum cahiliyenin yerleşip kökleştiği bu toplum, bir zamanlar, Allah'ı, Allah'ın emir ve nehiylerini bilen ve Allah'ın hükümlerini anlayışları nispetince tavırlarında, yaşantılarında soluyan neslin evlatlarıydı, varisleriydi.
Bu insanlar, bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek şeytanın adımlarını izlemekteydiler. Küfre girmişlerdi. Şirke bulaşmışlardı.
Beni sıkan bu kentin kirli havasından arınmak için Rabbimin gösterdiği yol ve metot içersinde çalışmam gerekiyordu.
Ben değişmeliydim.
Bu insanlar değişmeliydi.
Bu insanlar cahili kirlerden arındırılmalıydı.
Bu insanlar dirilmeliydi.
Bu insanlar kötü huy ve tavırlarını atmalıydı. Bu insanlar kendilerini değiştirmedikçe, Rabbimz onların durumunu değiştirmeyecekti.
O halde ben ne yapmalıydım?
Nereden başlamalıydım?
Aldatılmış ve aldanmış bu kitlenin Allah'a kulluğa davet edilmesi gerekiyordu. Peygamberlerin görevlendirildiği toplumlarla birçok konuda benzerliğe sahip bu toplum, mümin ve müslüman insanların güç de olsa, zor da olsa, tehlikeli de olsa bırakıp terk edecekleri, kaçacakları bir toplum değildi.
Bizzat Rabbin rızasını kazandıracak zorlu amellerin ifa edileceği bir toplumdu.
"Ne yapmalı?
Ne yapmalıyım?
Önce ne yapılmalı?
Nereden, nasıl başlamalı?”
Bu soruların, sözün ötesinde, kelimelerin ötesinde içimize işlemesi gerek.
Bu soruların ızdırabını duymak gerek...
Bugün her kabrin başında bu soruların yüreğimi dağladığını hissediyordum...
Allah'a kulluklarını unutmuş, İlahi dinin, hayatlarında hiçbir etkinliği kalmamış,
Kuran'ı tozlu raflara ve lafızlara hapsetmiş bir toplumun fertlerinden her gün birileri Allah'tan bihaber, İslam'dan bihaber, yanlış Allah bilgisi, yanlış Allah inancı, yanlış
Allah anlayışı, eksik din bilgisi, bulanık, pürüzlü, Allah'ın kabul etmeyeceği bir akideyle öte dünyaya gidiyordu.
Tevhidi çizgide Allah'ı bilen, İslam'a gönül veren insanlar; bu insanlara karşı sorumludurlar. Tekrar tekrar anlayabilecekleri, kavrayabilecekleri şekilde Allah, ilah, Rab, Din bu insanlara anlatılmalıydı, aktarılmalıydı.
"Ben Allah'a inanıyorum, ben Allah'ın kuluyum" derken, bir insan bu imandan, bu kulluktan neyi anlıyor, neyi anlamıyordu?
Nedir kulluk?
"Ben Allah’ın kulum" diyen bir insan, Allah'tan başkasının koyduğu hükümlere tabi olmuşsa, "Dinim İslam" diyen bir insan, dinsizlerin, hatta tahrif edilmiş dinlilerin yaşantısından, düşüncelerden farksız bir hal ve yaşayış içindeyse, bu insana nereden yaklaşmak lazım?
Her insanın doğruyu ve hakkı anlayabilmesine, kavrayabilmesine ve gerçek İslam'ı Allah'ın istediği bir biçimde yaşayabilmesine engel olan, kendinden ve çevresinden kaynaklanan birtakım psikolojik ve sosyal marazları vardır. Rabbimiz Kuran'da bu hastalıklara işaret etmiştir.
Bu marazlar tek tek öğrenilmeli, bilinmeli.
Bu marazlar tek tek kazınmalı, atılmalı, terk edilmeli.
Hak ve batılın arasında, hakkı örten; hakka gidişi, hakkı kabulü, hakkı yaşayışı
engelleyen bu marazların, bu duvarın yıkılması lazım. Bu duvarın aşılması lazım.
Ölmüş insana nasihat edilmez.
Ölüler dirilere nasihat ediyorlar. Yeter ki ölümün ibret ve ders verici öğüdünü anlayabilelim.
Geçen hafta vefat eden bu kentin belediye başkan kim bilir ne gibi pişmanlıklarıyla
inliyor şu önümdeki kabirde.
Şehrin trafik kargaşalarını yoğun bir çalışma sonucu, yollar, geçitler oluşturarak
çözen bu meyyit başkan, ruhundaki kargaşalıkları giderecek hak ve doğru yolu
bulamadan, bilemeden, seçemeden gitti.
Edison ışığı icat etti, dünyayı aydınlattı. Ama alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.)'a ve
O'ndan başka tüm ilahları reddederek ve Allah'ın hükümlerini en yüce bilerek iman edemedi. Tüm dünyayı aydınlattı fakat kalbini, ruhunu aydınlatamadı.
Tüm dünya kendisini sevse, bu sevgi tevhidi çizgide iman edememiş olan kişiye Allah katında hiçbir şey kazandırmaz. Bu dünyada, her köşe başına
yüksek fiyatlarla utançtan anıtları dikilse, kitaplara, filmlere, konferanslara
konu olsa, ahirete imansız olarak giden birine bütün bunlar ne yarar sağlar?
Soruyorum sizlere.
Meyyit başkan içki içer miydi?
Kumar oynar mıydı?
Hanımının başını örter miydi?
Namaz kılar mıydı?
İslam için ne yaptı?
Nasıl hüküm veriyordu?
Bu soruları çoğaltmak mümkündür.
İçkiyi Allah haram kıldı.
Kumarı Allah (c.c.) haram kıldı.
Kadınların başlarını örtmelerini Allah istiyor.
Namaz Allah (c.c.)'ın emri.
Allah'tan başka kimin hükmü güzel?
İslam, Rabbimizin bizden razı olacağı din.
"Kim İslam'dan başka din seçerse, o seçtiği kendisinden kabul olunmayacak
ve o, ahirette zarar, ziyan ve hüsrana uğrayanlardan olacaktır.
Zarar ve ziyana uğramamak için,
daha ölmemişken, bu dünyada nefes alıp verirken din olarak İslam'ı seçmek
ve yaşamak en akıllıca iştir.
Meyyit belediye başkanına gelince ne diyeyim ki?
İnsanları ilahi vahiyden engelleyen, ilahi vahyin hakikat elçiliğini yapacak yerde, kurdurduğu uydu çanaklarıyla ***** filmlerin elçiliğini yapan mevtaya,
bu mevtaya ne denir ki!


Muammer Özkan
Mezar Notları
İnsan Dergisi Yayınları
 
Geri
Üst
AdBlock Detected

We get it, advertisements are annoying!

Sure, ad-blocking software does a great job at blocking ads, but it also blocks useful features of our website. For the best site experience please disable your AdBlocker.

I've Disabled AdBlock    No Thanks