Enam suresi ayet 98
O, sizi bir tek candan yaratandır. Sonra (sizin için) bir karar yeri, bir de emanet yeri (vardır). Biz iyi anlayacak kimselere, âyetlerimizi hakikaten açıkça bildirdik"
Bu, Allah´ın varlığı ile O´nun ilim ve kudretinin mükemmel olduğuna dair delillerin dördüncüsü olup, insanın yaratılışındaki birtakım halleri, Allah´ın birliği hakkında delil kılmaktır. Bu sebeple biz diyoruz ki, âyette geçen "tek bir can"ın,Âdem (a.s) olduğunda şüphe yoktur. O da, tek bir candır. Havva onun kaburgalarının birinden yaratılmıştır. Binaenaleyh, bütün insanlar tek bir candan meydana gelmiş olurlar ki, bu tek bir can da, Hz. Adem´dir.
Hz. İsa´nın Yaratılışı
Buna göre şayet, "Hz. İsa hakkındaki hüküm nedir?" denilirse, biz deriz ki: O da, bir ana bir babadan meydana gelmiş olan Meryem (a.s)´den yaratılmıştır.
Buna göre eğer onlar, "Kur?ân, Hz. İsa´nın kelimeden veya, o kelimeye üflenen ruhtan yaratılmış olduğuna delâlet etmiyor mu? O halde, bu nasıl doğru olabilir?" derlerse, biz deriz ki: ifadesinin başındaki kelimesi, "ibtidâ-i gaye (ibtidaiyye) manası ifade etmektedir. Hz. İsa´nın Meryem´den meydana geldiği hususunda bir ihtilaf yoktur. İşte bu kadar (izah), bu lafzın sahih ve doğru olması için yeterlidir.
Kâdî şöyle demektedir: "Hak Teâlâ´nın, enşe´ekum "sizi inşa etti, yarattı" tabiriyle, halekakum "sizi halketti" ifadesi arasında fark bulunmaktadır. Zira, O´nun enşe´ekum sözü, O´nun sizi (insanları), doğrudan değil, ama ebeveynden ortaya çıkarmadan geliştirmek ve büyütmek, çoğaltmak suretiyle yarattığını ifade eder. Nitekim bitkiler hakkında, büyümek ve olgunlaşıncaya kadar gelişmek manasında olmak üzere, "Allahu Teâlâ onu inşa etti" denilmektedir."
Müstakar ve Müstevde´
Cenâb-ı Hakk´ın "Sonra (sizin için) bir müstakarr, bir de müstevde´ (uardtr)" buyruğu hakkında birkaç bahis bulunmaktadır:
Birinci bahis: İbn Kesir ve Ebu Amr, kâf harfinin kesresiyle, fe musta-ktrrun; diğer kıraat imamları ise, kâf harfinin fethasıyla fe mustakarrun şeklinde okumuşlardır. Ebu Ali el-Farisî, Sibeveyh´in şöyle dediğini söylemiştir:
"Arapça´da, "Mekânına yerleşti, istikrar buldu" denilmektedir.
Binaenaleyh, kim bu ifadeyi kâf harfinin kesresiyle okursa, o zaman müstakırrun kelimesi, karr (karar kılmış olan, yerleşmiş olan) manasında olur. Böyle olunca da, onun mukadder olan haberinin minkum "sizden..." kelimesi olması gerekir. Yani, "sizden, yerleşip karar kılanlar vardır..." demektir. Bu ifade kâf harfinin fethasıyla mustakarrun şeklinde okunursa, o zaman bu kelime mef´ul olmaz...
Çünkü ıstakarre fiili teaddi etmez... Binaenaleyh, onun mef´ul-ü bihi olmaz.. O zaman da bu kelime, "karar kılınan yer (makarr)" manasında olmak üzere, ism-i mekân olur. Durum böyle olunca, onun mukadder haberinin minkum olması caiz olmaz.. O zaman kelamın takdiri, lekum makarrun "Sizin için bir karar kılma yeri bulunmaktadır" şeklindedir. Müstavde´ kelimesine gelince, istevde´e fiili, iki mef´ul alan bir fiildir. Nitekim sen, (Zeyd´e bin dirhem emanet ettim) veya, (O miktarı emanet ettim) dersin. O halde müstevde´ kelimesi, hem "emanet edilen yer", hem de "kendisine emanet bırakılan insan" hakkında kullanılmaktadır."
Bunu iyice kavradığın zaman biz deriz ki: Bu kelimeyi, kâî harfinin fethasıyla müstakarr şeklinde okuyan kıraat, matufun aleyh´in aynısı olsun diye, müstevde1 ke*limesini de ism-i mekân olarak kabul etmiştir.. Buna göre kelamın takdiri, "Sizin için, bir karar kılma ve bir emanet bırakılma yeri vardır.." şeklindedir. Allah en iyisini bilendir. Fakat kâf harfinin kesresiyle müstakirr kıraatine göre o zaman bu ifadelerin manası, "Sizden, karar
kılanlar ile, yine sizden emânet bırakanlar vardır..." şeklinde olur ki, bunun da takdiri, "Sizden karar kılanla, emânet bırakan kimseler vardır" şeklindedir. Allah en iyisini bilendir.
İkinci bahis: Müstakarr tabiriyle müstevde1 arasındaki fark şudur: "Muste-karr" kelimesinin manası, bitkiler hakkında, "müstevde"´ kelimesinden daha elverişli bir manadır. Binaenaleyh, bir yerde bulunan ve zeval bulup gitmeye mahkûm olmayan her şey hakkında, "orada karar kılmıştır" ifadesi kullanılır. Ama. bir yerde bulunup zevale maruz olan her şey hakkında da, müstevde´.. kelimesi kullanılır. Zira bir yerde emanet bırakılan şeyin geri istenmesi mümkündür..
Bu İki Tabir Hakkında Yapılan Tefsirler
Bunu iyice kavradığın zaman biz deriz ki: Bu iki lafzın tefsiri hususunda müfessirlerin arasında hayli farklı görüşler olup bunları şöyle sınıflandırabiliriz:
Birinci görüş: Bu, rivayetlerin ekserisinde fbn Abbâs´tan nakledilen görüştür. Buna göre, müstekarr "anaların rahimleri"; müstevde´ de, babaların sulb-ieridir. Kureyb şöyle demektedir: "Cerir, İbn Abbâs´a, bu âyetleri sormak için bir mektub yazdı da, İbn Abbas da. "müstevde1, "babaların sulbleri"; müstekarr
da "anaların rahimleri" diye cevap verdi, sonra da "Sizi, dileyeceğimiz muayyen bir uakte kadar rahimlerde durduruyoruz..." (Hacc, 5) âyetini okumuştur^ Bu görüşün kuvvetliliğine, tek bir nutfenin babanın sulbünde uzun zaman kalmayıp da, ceninin anaların rahminde uzun zaman kalması keyfiyeti de delâlet eder. Anaların rahminde bekleme süresi, babaların sulbünde bekleme süresinden daha çok olunca, "istikrar" fiilini, anaların rahminde kalmak, bekleme manasına hamletmek daha münasip olur.
İkinci görüş: Müstekarr: "Babaların sulbü" , müstevde1 ise, "annelerin rahmidir. Çünkü nutfe, başkasından olmaksızın babaların sulbünde bulunur. Halbuki yine o nutfe, anaların rahminde başkasının fiiliyle meydana gelir. O halde o nutfenin, anaların rahminde, erkek (koca) vasıtasıyla bulunması hali, "vedia - emânet bırakılan şey"e teşbih edilmiştir. Zira Cenâb-ı Hakk´ın, "Sonra (sizin için) bir karar yeri, bir de emanet yeri (vardır)" buyruğu, "müstekarr"ın, "müstevde´"den önce olmasını gerektirir. Babaların sulbündeki nutfe de, o nutfenin anaların rahminde yer almasından daha önce mevcuttur. Bu sebeple "müstekarr"ın, babaların sulbünde olan; "müstevda"tn da, annelerin rahminde olan şey" olmaları gerekir.
Üçüncü görüş: Hasan el-Basri´nin görüşü olup buna göre müstekarr, kişinin ölümünden sonraki halidir, durumudur. Zira kişi, saîd {mutlu ve iyi kul) olursa, işte karar kılıp iyice yerleşmiş olan şey, o saadet halidir; eğer şakî bedbaht ve kâfir ise, işte karar kılan şey, o mutsuzluk ve bedbahtlık halidir. Ölümünden sonra, insanın hallerinde herhangi bir değişiklik meydana gelmesi söz konusu değildir. Ama, ölümden önce hallerde bir değişiklik meydana gelebilir. Mesela, kâfir bazan mü´min; zındık da, bazan sıddîk, sözü ve ameli doğru olan kimse haline gelebilir. Binaenaleyh bu haller, yok olma ve sona erme ile yüz yüze bulundukları için, bunların yok olup kaybolma ile yüzyüze olan "vedîa-emânete" teşbih edilmiş olması uzak bir ihtimal sayılmaz.
Dördüncü görüş: Esamm´ın görüşü olup buna göre "müstekarr" ilk nefisten yaratılarak dünyaya giren ve orada karar kılan kimsedir. "Müstevda1.." ise, henüz yaratılmamış, fakat yaratılacak olandır.
Beşinci görüş: Yine Esamm´a ait bir görüş olup buna göre, "müstekarr" dünyada karar kılan; "müstevda"´ ise. diriltilinceye kadar kabirlerde olanlardır. Katâde´den bunun aksi rivayet edilmiştir ki o. "Kabirde olanlara "müstekarr" {yerleştirilmiş), dünyadaki kimselere de "müstevda1..." (emanete bırakılmış) denilir..." demiştir.
Altıncı görüş: Ebu Müslim el-Jsfehanî´nin görüşü olup buna göre kelamın takdiri, "O sizi tek bir candan yaratandır. Bir de bakarsın ki sizden, erkek olan "müstekarr"lar, dişi olan "müstevda´lar" vardır..11 şeklindedir. Ancak ne var ki Cenâb-ı Hak, erkeği "müstekarr" sözüyle ifade etmiştir. Çünkü "nutfe", ancak erkeğin sulbünde oluşur ve orada karar kılar. Allah dişiyi ise müstevda´ diye ifade etmiştir. Çünkü dişinin rahmi, o nutfenin emanet bırakıldığı bir yere benzemektedir. Allah en iyisini bilendir.
Üçüncü bahis: Bu sözden maksad şudur: İnsanlar, tek bir şahıstan meydana gelmişlerdir ki, bu da Âdem (a.s)´dir. Daha sonra âlimler, yukarda bahsedilen izahlar itibariyle müstekarr ve müstevda´ kelimelerinin manası hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bu cümleden olarak biz deriz ki: İnsanların şahısları, cisim olmak bakımından eşit ve fakat sıfatları bakımından birbirlerinden farklıdırlar. Müstekarr ve müstevda´daki farklılık da bu sıfatlardan ötürü meydana gelmiştir. O sıfatlardaki farklılığın, mutlaka bir sebebi ve müessiri bulunmaktadır. Bunun sebebi, cisim olmak ve, cisimden ayrılması mümkün olmayan sıfatlar değildir. Aksi halde, sıfatlar hususunda bir farklılığın bulunması imkânsız olurdu. Binaenaleyh, bunun sebebinin, hakîm, hür ve irade sahibi bir fail olması gerekir. (Bu manaya) delâlet bakımından bu âyetin benzeri olan bir ifade de, Cenâb-ı Hakk´ın, "O dillerinizin ve renklerinizin birbirine uymaması da (...) O´nun delille/indendir" (Rum, 22) buyruğudur.
Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Biz iyi anlayacak kimselere, âyetlerimizi hakikaten açıkça bildirdik" buyurmuştur. Âyette bahsedilen, bu "açıkça bildirmek" tabirinden maksad, Cenâb-ı Hakk´ın bu delilleri, birbirinden ayırmak suretiyle, beyan etmiş olmasıdır. Baksana, Hak Teâlâ ilk önce, bitkilerin ve ağaçların, tane ve çekirdekten oluşturulmasına dikkat etmeyi, bundan sonra da, üç bakımdan felekî delillere sarılmayı zikretmiş, daha sonra da insanın meydana getirilmesi, yaratılması hallerine dikkat vermekten bahsetmiştir. Böylece de Cenâb-ı Hak bu delilleri birbirinden ayırmış ve iyi anlayan kavimler için, bu delilleri böylece iyiden iyiye açıklamıştır.
"İyi Anlayacak Kimseler" Hakkında
Bu tabirle ilgili birkaç bahis vardır:
Birinci bahis: "Cenâb-ı Hakk´ın, "iyi anlayacak kimselere âyetleri iyice açıkladık" ifadesinin zahiri, Allah Teâlâ´nın fiillerini bir maksat ve hikmete binaen yaptığını göstermektedir?"
Ehl-i sünnetin buna verdiği cevap şudur: jjti ifadesindeki lâm harfi, "lâmü´l-âkibeMdrr. Veyahut da bu ifade, bir fiili, herhangi bir maksat için yapan kimsenin haline benzetme manasına hamledilmiş olur.
İkinci bahis; Bu âyet, Cenâb-ı Hakk´ın, bütün insanlarda iyi ve ince anlama kabiliyeti ve imanı murad edip onların hiçbirinin kâfir olmasını dilemediğine delâlet eder. Bu, Mutezile´nin görüşüdür.
Ehl-i sünnetin buna verdiği cevap şudur: Bu ifâdeden murad şudur: Cenâb-ı Hak sanki şöyle demek istemiştir: "Ben bu beyân ve açıklamayı, bilen, iyi ve ince anlayan ve iyice anlayıp kavrayan kimseler için iyiden iyiye açıkladım, tafsil ettim... Bu kimseler ise, başkaları değil, mü´m inlerdir."
Üçüncü bahis: Cenâb-ı Hak, kendisiyle yıldızların durumlarından istidlale dair âyetini, (bilirler) ifadesiyle: bu âyetini ise, "iyi ve ince anlarlar.." lafzıyla bitirmiştir. Buradaki fark şudur: İnsanları tek bir candan yaratıp, onları farklı farklı haller arasında döndürüp dolaştırmak, sanat ve tedbir bakımından çok hoş ve çok ince bir durumdur. "Fıkh..." kelimesi, iyice anlamayı, kuvvetli zekâ ve anlayışı ifade ettiği için, Cenâb-ı Hak burada bu kökten olan yef-kahûn kelimesini kullanmıştır. Allah en iyisini bilendir.
FAHREDDİNİRAZI[/I][/B]