Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kalp, Akıl ve Zeka

sumisali

New member
Katılım
3 Nis 2009
Mesajlar
1,903
Tepkime puanı
2,112
Puanları
0
İnsanın içinde heva ve vicdan şeklinde iki ayrı yön olduğunu biliyoruz. Bu noktada akıl ve akılsızlık kavramları da büyük önem taşımaktadır. Kuran'da, hevaya uymanın akılsızlığı, vicdana uymanın aklı getirdiği haber verilir çünkü.
Az önce de belirttiğimiz gibi, hevasına uymuş, dolayısıyla Allah'tan kopmuş bir insan, kısa sürede akletme özelliğini yitirir. Allah Kuran'da, inkarcılardan söz ederken, onların "akletmeyen bir kavim" olduğunu bildirmektedir. (Haşr Suresi, 14) İlk anda bunun nasıl olduğu anlaşılmayabilir. Çünkü çoğu kimse, her insanın belli bir akla sahip olduğunu ve bunun da değişmediğini sanmaktadır. Bu bir yanlış anlamadır ve aklın zeka zannedilmesinden kaynaklanmaktadır. Oysa zeka ve akıl çok farklı şeylerdir. Herkes zeki olabilir, ancak akıl yalnızca iman edenlerde bulunur.

Nefsin fücuruna, yani hevaya uymak insanın aklını örttüğüne göre, acaba aklı açan şey ne olabilir? Bunun cevabı açıktır: İnsan nefsinin fücuruna (hevaya) değil de, ona bu fücurdan sakınmayı telkin eden güce (vicdana) itaat ederse, akıl sahibi olur.
Nitekim Kuran'ın kastettiği akıl ruhta yaşanan manevi bir özelliktir. Kuran, çoğu ayette "akleden kalplerden" söz eder. Dolayısıyla gerçek akıl, beynin bir fonksiyonu olan zekadan çok farklıdır. Akıl, "vicdan"ın da yeri olan kalpte bulunur. Kuran ayetleri aklın kalpte olduğunu ve "akılsız"ların kalplerinin kapalı olduğu için akledemediklerini açıkça ifade ediyor:
Yer yüzünde gezip dolaşmıyorlar mı, böylece onların kendisiyle akledebilecek kalpleri ve işitebilecek kulakları oluversin? Çünkü doğrusu, gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler körelir. (Hac Suresi, 46)
Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)
(Savaştan) Geri kalanlarla birlikte olmayı seçtiler. Onların kalpleri mühürlenmiştir. Bundan dolayı kavrayıp-anlamazlar. (Tevbe Suresi, 87)
Ve onların kalpleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kuran'da sadece Rabbini "bir ve tek" (ilah olarak) andığın zaman, 'nefretle kaçar vaziyette' gerisin geriye giderler. (İsra Suresi, 46)
Kuran'da, ancak "kalbi olanlar"ın öğüt almaya ve dolayısıyla iman etmeye istidatlı olduğu da bildirilir:
Hiç şüphesiz, bunda, kalbi olan ya da bir şahit olarak kulak veren kimse için elbette bir öğüt (zikir) vardır. (Kaf Suresi, 37)
Dolayısıyla, Kuran'ın sözünü ettiği gerçek akıl, doğrudan kalple ve vicdanla ilgilidir.
Dikkat çekici olan, bu aklın artıp-azalabilmesidir. Beynin bir fonksiyonu olan zeka, önemli bir yaralanma ya da hastalık dışında, artıp-azalmaz, herkesin "IQ"su sabittir. Ama akıl azalıp-artabilir.
Aklın bu artıp-azalabilme özelliği, insanın vicdanı ile ilgilidir. Vicdan güçlenir ve Allah'tan korkup-sakınma (takva) artarsa, "doğruyu yanlıştan ayıran bir anlayış" kazanılır. Tümüyle "metafizik" olan bu sır, bir Kuran ayetinde şöyle bildirilir:
Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. (Enfal Suresi, 29)
Allah'tan korkup-sakınmayan bir kişi ise, bu "doğruyu yanlıştan ayıran nur ve anlayış"tan mahrumdur. O çok zeki olabilir, iyi bir fizikçi, sosyolog ya da herhangi bir "saygın kişi" olabilir, zeka ürünü yapıtlar ortaya koyabilir. Ama, gerçek vicdandan ve dolayısıyla gerçek akıldan yoksundur. İyi bir bilim adamı olup, sözgelimi insan vücudunun bilinmeyen sırlarını ortaya çıkarabilir, ama o vücudun kim tarafından yaratıldığını düşünecek vicdana ve kavrayacak akla sahip değildir. Keşfettiği şeyin mükemmelliği ile hayrete düşüp, o şeyi Yaratan'a yönelecek ve onu övecek (tesbih edecek) yerde, bulduğu şeyden dolayı gururlanıp kendisini övmeye (tesbih etmeye) başlar, bu "bilim adamı", "hevasını ilah edinmiş ve bir bilgi üzere sapmıştır." Allah Kuran'da bütün insanların urumunu şöyle haber vermiştir:
Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz? (Casiye Suresi, 23)
Buna karşın Kuran'da müminler, "kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlar" olarak tarif edilir. (Ra'd Suresi, 28) Zaten ayetin devamında bildirildiği gibi, "...kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur".
İnkarcıların kalbi ise başka ayetlerde şöyle anlatılır:
Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azap onlaradır. (Bakara Suresi, 7)
...O gün onlar, imandan çok küfre daha yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı. Allah, onların gizli tuttuklarını daha iyi bilir. (Al-i İmran Suresi, 167)
Zeka öğüt alıp düşünmeye tamamen kapalı, iyiyle kötüyü ayırt edecek anlayıştan da yoksun bulunmaktadır. Zeki kişi bilimsel buluş yapabilir, başarılı bir işadamı olabilir, siyasetçi olabilir. Burada en önemli nokta yaptığı işlerin yarar ve zararını ayırt edecek bir anlayışa sahip olmadan bu işleri yapmasıdır. Defalarca dinlediği doğrulara karşı tepkisiz ve kör gözlerle cevap vermesi, ayetlerdeki körlük ve sağırlığı, yani kavrayışın ve anlayışın yok oluşunu gösterir. Tevbe Suresi'nin 87. ayetindeki "onların kalpleri mühürlenmiştir. Bundan dolayı kavrayıp anlamazlar" ifadesi kalbin kavrayıştaki önemini göstermesi açısından önemli bir örnektir.
 
Üst Alt