ibrahim571632
New member
İsm-i Vedûd: “Kâinat kalbindeki ciddi aşk, bir Maşuk-u Lâyezalî’yi gösterir”
İsm-i Vedûd: “Kâinat kalbindeki ciddi aşk, bir Maşuk-u Lâyezalî’yi gösterir”
Arapça’da sevgi, meveddet ve muhabbet ya da vüdd ve hubb kelimeleriyle ifade edilir. Vedûd, “sevgi” anlamına gelen “mevedde” ve “vüdd” mastarından gelir. Fa’ûl kalıbı, hem ism-i fail hem de ism-i mef’ul manasına geldiği için, bu kalıpta gelen Vedûd da hem çok sevilen hem de çok seven diye manalandırılmıştır.1 İbn Kayyim’e göre “vüdd”, yine sevgi anlamına gelen “hubb”dan daha üstün ve daha derin anlam taşımaktadır.2 Allah peygamberlerini, meleklerini ve mü’min kullarını sever, onlar tarafından da sevilir. Onlara Allah’tan daha sevgili hiçbir şey yoktur. Allah dostlarındaki Allah sevgisi, ne aslında, ne keyfiyetinde ve ne de taalluk ettiği şeylerde başka hiçbir sevgiye denk olamaz. Kulun kalbindeki Allah sevgisinin bütün sevgileri geçmesi, bütün sevgilere galip gelmesi ve diğer sevgilerin hepsinin de O’nun sevgisine bağlı olması gerekir.3
Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın “Vedûd” ismi iki yerde geçmektedir.4 Hud Suresi’nde Hz. Şuayp’in (a.s.) kavmine “istiğfar” ve “tevbe” etmeyi tavsiye etmesinden sonra “şüphesiz benim Rabbim Rahim ve Vedûd’dur” demesinden bahsedilmiştir. Bürûc Suresi’nde ise Cenab-ı Hak kendisini “Gafur ve Vedûd” olarak isimlendirmiştir. Vedûd isminin, bir surede Rahim ismiyle, diğer bir surede ise Gafur ismiyle beraber zikredilmesinin önemli bir manası ve hikmeti olduğu düşünülebilir. Vedûd isminin, her ne kadar Rahim ve Gafur isimlerine yakın bir mana ifade ettiği kabul görse de bu iki isimle arasında fark vardır. Mesela, kişi kendisine kötülük eden kimseyi bağışlayabilir, fakat onu sevmeyebilir. Yine sevmediği kimseye de merhamet etmeyebilir. Allah ise, kendisine tevbe eden kulunu bağışlar, ona merhamet eder ve her şeye rağmen onu sever. Çünkü O, tevbe eden kimseleri sever. Yine kulu kendisine tevbe ettiği zaman onu sever.5
İmam-ı Gazali de Vedûd isminin Rahim ismine yakın bir mana taşıdığını düşünmüştür. Fakat aralarında ince bir farkın bulunduğunu da belirtmiştir. Gazali’ye göre Rahim ismi kendisine rahmet edileni gerektirir. Kendisine merhamet edilense muhtaç ve muztardır. Rahim’in (merhamet eden=esirgeyen) işleri, kendisine merhamet edilecek her bakımdan zayıf olan bir varlığı icab ettirir. Vedûd’un ef’ali ise bunu gerektirmez, esirgeme bir sevgi neticesinden ileri gelir.6
Vedûd ile Rahim isimleri arasındaki farka dair dikkat çekici yaklaşımlardan biri de Bediüzzaman’a aittir. Mektubat isimli eserinde, herkesin enfüsi tefekkürüyle tasdik edebileceği bu ince farkı şu veciz sözleriyle dile getirmiştir: “İsm-i Rahimin vüsulüne vesile olan hissiyat-ı Yakubiye, yüksek bir derece-i şefkattir. İsm-i Vedûd’a vesile-i vüsul olan aşk ise, Züleyha’nın Yusuf Aleyhisselama karşı olan muhabbet meselesindendir.”7 Bu bakış açısına göre “şefkat yolu” Rahim ismine ulaştırırken, Vedûd ismine götüren yol ise şiddetli muhabbet olan “aşk yolu”dur. Yine Bediüzzaman’ın bu meseledeki yaklaşımından hareketle, Kur’an’da Hz. Yakup’un (a.s.) şefkat hissi Züleyha’nın aşkından ne derece yüksek gösterilmişse, Esma-i Hüsna arasında Rahim isminin Vedûd isminden aynı derecede daha azam bir nura sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Bediüzzaman Said Nursi -Kur’an’dan aldığı derse ittibaen- şefkati aşktan üstün tuttuğundan, meslek ve meşrebinde de aşk yerine şefkati esas kabul etmiştir. Şefkatin aşktan daha “keskin” ve “geniş” bir hakikat yolu olduğunu belirtmiştir.8 Sekizinci Şua’da bu düşüncesini farklı bir ifade ile tekrarlamıştır: “Sair meşreplerdeki aşk yerinde, Risale-i Nur’un meşrebinde müştakane şefkattir ve re’fetkarane muhabbettir.”9 Dördüncü Mektup’ta ise kendisinde ve eserlerinde Hakîm ismiyle birlikte Rahim ismine mazhariyetin söz konusu olduğunu dile getirmiştir.10
Bediüzzaman’ın aşk yolu yerine şefkat yolunu tercih etme sebepleri, bu hakikat yolunun “daha kısa”, “daha eslem ve müşkülatsız”, “daha geniş ve umumi”, “daha latif ve nezih” ve “daha hâlis ve sâfi” olmasıdır. Ayrıca o şefkati Allah’ın rahmetinin en latif, en güzel, en hoş ve en şirin cilvesi olarak görmüş ve şefkate “iksir-i nurani” nazarıyla bakmıştır.11
Vedûd isminin tecellisi olan aşkı, “şiddetli bir muhabbet”12 olarak tarif eden Bediüzzaman, eserlerinin farklı yerlerinde aşkı “muzaaf ihtiyaç”13, “muzaaf muhabbet”14 ve “muzaaf iştiyak”15 olarak da nitelendirmiştir. Nur Külliyatı’nın dört farklı bölümünde ihtiyaç, iştiyak, muhabbet ve aşk arasındaki ilişkiye dair silsile şeklinde geçen bir kısım ifadeleri birleştirdiğimizde ise şu şekilde ilginç bir tespitle karşılaşırız: “Muzaaf meyil arzu, muzaaf arzu ihtiyaç, muzaaf ihtiyaç iştiyak, muzaaf iştiyak muhabbet, muzaaf muhabbet aşk, muzaaf aşk ise incizaptır.16 Bu ifadelerden anlaşıldığı üzere ihtiyaç şiddetlendikçe iştiyak, iştiyak şiddetlendikçe muhabbet ve muhabbet şiddetlendikçe aşk olmaktadır. Aşkın en şiddetli hâli ise inzicabı netice vermektedir.
İnsanın fıtratında cemale karşı muhabbet, kemale karşı perestiş ve ihsana karşı sevmek olduğuna dikkat çeken Bediüzzaman, cemal, kemal ve ihsanın derecesine göre muhabbetin şiddetinin arttığını dile getirmiştir. Aşkın en son mertebelerine kadar ulaşabilecek sınırsız bir muhabbet duygusunu insanın taşıdığından bahsetmiştir. Onun veciz ifadesiyle “bu küçük insanın küçücük kalbinde kâinat kadar bir aşk yerleşir.”17
Cenab-ı Hak insana ebedi hayatı kazanabilmesi ve ona yatırım yapabilmesi için sermaye hükmünde binlerce şiddetli duygular vermiştir. Bunlardan biri de aşktır. Bütün bu duyguların iki mertebesi vardır: Biri mecazî, biri hakikidir. İnsandan beklenen “mecazî” olan “hafif” mertebesini dünya işlerinde, “hakiki” olan “şiddetli” mertebesini ise ahiret işlerinde kullanmasıdır. Bunu yaptığında insan her iki dünya saadetine (saadet-i dareyn) ve övülmüş bir ahlaka (ahlak-ı hamide) sahip olmakla birlikte, yaradılış gayesine (hikmet ve hakikat) uygun bir şekilde yaşamış olacaktır.18 Aksi halde ne hayatını ideal anlamda geçirmiş olacak ve ne de huzur ile saadeti yakalayacaktır. Mecazî aşklarda yüzde doksan dokuzu maşukundan şikâyetçidir. Çünkü kalbin batını Cenab-ı Hakk’ın muhabbeti için yaratılmıştır. Allah adına ve mana-i harfiyle olmayan dünyevi sevgiler ve mecazî aşklar ise bu kutsi makamı putlarla doldurmak gibidir. Fıtrat fıtri olmayan bir şeyi reddettiğinden mecazî aşklarda ya tanınmama, ya tahkir, ya refakatsizlik ya da müfarakat söz konusudur.19
Vedûd ismi, hem Kur'an'da, hem Cevşen-i Kebir'de, hem de Ebu Hureyre'den Tirmizi ve İbn Mâce tarafından rivayet edilen her iki 99 Esma listesinde de bulunmasına rağmen, Risale-i Nur Külliyatında -yalnızca Cevşen-i Kebir'de yer alan- Mahbub ismine ondan daha sık rastlanır.20 Çünkü Nur Risalelerinde sevgiden bahsedilirken vüdd yerine hubba, yani aşk yerine muhabbet hakikatine çok daha fazla yer verilmiştir. Ayrıca Risale-i Nur’un mesleğinin tarikat değil, hakikat olması nedeniyle aşkın sekri yerine muhabbetin sahvı makbuliyet kazanmış gibidir. Vedûd ismi, “Vedûd”21 ve “Baki-i Vedûd”22 terkibiyle Nur sayfalarında kendine yer bulurken, Mahbub ismi ise “Mahbub”23, “Mahbub-u Hakiki”24, “Mahbub-u Lâyezalî”25, “Mahbub-u Ezelî”26, “Mahbub-u Bakî”27, “Mahbub-u Sermedî”28 ve “Mahbub-u Zülkemal”29 gibi farklı terkipler halinde kullanılmıştır.
Bediüzzaman Said Nursi’ye göre Vedûd ismi Cemil isminin içinde münderiçtir. Çünkü cemal ve hüsün bizzat, sebepsiz sevilirler. Ve cemal sahibi öncelikle kendi kendini sever.30 Zatı, sıfatı ve Esma-i Hüsna’sıyla sonsuz bir cemali ve hüsnü olan Cenab-ı Hak ise sonsuz aşka ve muhabbete en layık olandır. Kendi sonsuz cemaline -sınırlı kabiliyetleriyle- ayna olan mahlûkatını Cemil-i Mutlak olan Cenab-ı Hak Vedûd ismiyle sevdiği gibi, zatının cemalini de kendi kudsiyetine layık bir şekilde sevmektedir.
Risale-i Nur’da sıkça kullanılan ifadelerden biri de Cenab-ı Hakk’ın kendisini “tanıttırmak ve sevdirmek”31 istemesi tabiridir. Bu ilahi “şe’n”lerden32 “tanıttırmak/taarrüf” Maruf isminin; “sevdirmek/teveddüd”33 ise Vedûd isminin tecellilerine sebeptirler.34 Risale-i Nur’un temel kavramlarından biridir “şe’n” ve “şuunat” kelimeleri. Risale-i Nur’un hususi meselelerinden olan şuunat hakikatinin misallerle anlatıldığı iki Risale’de Vedûd isminden de bahsedilmesi tesadüfî olmasa gerektir. Hem 32. Söz’de hem de 24. Mektup’ta şuunat hakikati ile Vedûd isminin aynı metin içinde yer alması her ikisi arasında güçlü bir manevi bağın olduğunu düşündürmektedir. Çünkü Bediüzzaman Esma-i Hüsna’yı eserlerine çok bilinçli bir şekilde nakşeden bir müelliftir. Bediüzzaman “izn-i şer’î olmadığından”35 şuunatın yâd edilmesinde zorluk çekildiğini belirtmiş olsa da, kâinatı ve yaradılışı anlamada, yaradılıştaki hayret uyandıran faaliyetin sırrını çözmede, marifetullah ve muhabbetullah mertebelerinde terakki etmede ve Cenab-ı Hakk’ı hakkıyla tanıma ve sevmede çok önemli anahtar bir hakikat olması nedeniyle, bu meselede derin tahlillerde bulunmaktan vazgeçmemiştir. Onun yaklaşımlarından, Vedûd isminin Cenab-ı Hakk’ın kutsiyetine layık bir şekilde “aşk şe’ni”ne dayandığını söylemek mümkündür. Nur Külliyatında bu ilahi şe’n “aşk-ı mukaddes”36, “aşk-ı lahutî”37 ve “aşk-ı mukaddes-i İlahi”38 şeklinde farklı terkiplerle ifade edilmiştir.
Zerrelerden galaksilere kadar kâinattaki tüm çeşitlilik Cenab-ı Hakk’ın Esma-i Hüsna’sından ve onların tecellilerinin çeşitliliğinden kaynaklanır. Meleklerin farklı ibadet etmelerinden peygamberlerin farklı şeriatlarına ve evliyaların farklı tarikatlarına kadar tanık olunan maddi-manevi tüm bu çeşitliliğin ardında yine aynı sır, aynı hakikat vardır. Canlılar üzerine ve özellikle insanlar üzerinde Cenab-ı Hakk’ın ekser Esması tecelli ettiği halde bir isim daha fazla hükmünü icra etmektedir. Mesela, Hz. İsa’da (a.s.) Kadir ve Hz. Musa’da (a.s.) Mütekellim ismi daha fazla hâkimdir.39 “Yerde iken Arş-ı Âzamı ve İsrafil’in azamet-i heykelini temâşâ” eden Abdülkadir-i Geylani’de (r.a.) Hayy ismi hâkim olduğu gibi,40 tüm diriliş ve hayat vermekle ilgili ilahi icraatlara nezaret eden Hz. İsrafil’de (a.s.) de Hayy isminin azamî derecede hükmünü icra ettiği söylenebilir.41 Aşk yoluyla hakikate gitmeye çalışanlarda ise Vedûd ismi hükmünü icra etmektedir.42
Vedûd ismine mazhar bir kısım evliya Cenneti de istememişler ve Allah’ın muhabbetinin küçük bir pırıltısını her şeye tercih etmişlerdir. Çünkü onlar, dünyanın bin sene saadetli hayatı bir saatine değmeyen Cennet hayatını ve Cennet hayatının dahi bin senesi bir saat Cenab-ı Hakkın rü’yetine değmemesi hakikatini yakînen bilmektedirler.43 Âşk-ı hakikiye ulaşan velilerin “felah”ları rü’yet-i İlahiyeye mazhar olmaktır.44
İsm-i Vedûd: “Kâinat kalbindeki ciddi aşk, bir Maşuk-u Lâyezalî’yi gösterir”
Arapça’da sevgi, meveddet ve muhabbet ya da vüdd ve hubb kelimeleriyle ifade edilir. Vedûd, “sevgi” anlamına gelen “mevedde” ve “vüdd” mastarından gelir. Fa’ûl kalıbı, hem ism-i fail hem de ism-i mef’ul manasına geldiği için, bu kalıpta gelen Vedûd da hem çok sevilen hem de çok seven diye manalandırılmıştır.1 İbn Kayyim’e göre “vüdd”, yine sevgi anlamına gelen “hubb”dan daha üstün ve daha derin anlam taşımaktadır.2 Allah peygamberlerini, meleklerini ve mü’min kullarını sever, onlar tarafından da sevilir. Onlara Allah’tan daha sevgili hiçbir şey yoktur. Allah dostlarındaki Allah sevgisi, ne aslında, ne keyfiyetinde ve ne de taalluk ettiği şeylerde başka hiçbir sevgiye denk olamaz. Kulun kalbindeki Allah sevgisinin bütün sevgileri geçmesi, bütün sevgilere galip gelmesi ve diğer sevgilerin hepsinin de O’nun sevgisine bağlı olması gerekir.3
Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın “Vedûd” ismi iki yerde geçmektedir.4 Hud Suresi’nde Hz. Şuayp’in (a.s.) kavmine “istiğfar” ve “tevbe” etmeyi tavsiye etmesinden sonra “şüphesiz benim Rabbim Rahim ve Vedûd’dur” demesinden bahsedilmiştir. Bürûc Suresi’nde ise Cenab-ı Hak kendisini “Gafur ve Vedûd” olarak isimlendirmiştir. Vedûd isminin, bir surede Rahim ismiyle, diğer bir surede ise Gafur ismiyle beraber zikredilmesinin önemli bir manası ve hikmeti olduğu düşünülebilir. Vedûd isminin, her ne kadar Rahim ve Gafur isimlerine yakın bir mana ifade ettiği kabul görse de bu iki isimle arasında fark vardır. Mesela, kişi kendisine kötülük eden kimseyi bağışlayabilir, fakat onu sevmeyebilir. Yine sevmediği kimseye de merhamet etmeyebilir. Allah ise, kendisine tevbe eden kulunu bağışlar, ona merhamet eder ve her şeye rağmen onu sever. Çünkü O, tevbe eden kimseleri sever. Yine kulu kendisine tevbe ettiği zaman onu sever.5
İmam-ı Gazali de Vedûd isminin Rahim ismine yakın bir mana taşıdığını düşünmüştür. Fakat aralarında ince bir farkın bulunduğunu da belirtmiştir. Gazali’ye göre Rahim ismi kendisine rahmet edileni gerektirir. Kendisine merhamet edilense muhtaç ve muztardır. Rahim’in (merhamet eden=esirgeyen) işleri, kendisine merhamet edilecek her bakımdan zayıf olan bir varlığı icab ettirir. Vedûd’un ef’ali ise bunu gerektirmez, esirgeme bir sevgi neticesinden ileri gelir.6
Vedûd ile Rahim isimleri arasındaki farka dair dikkat çekici yaklaşımlardan biri de Bediüzzaman’a aittir. Mektubat isimli eserinde, herkesin enfüsi tefekkürüyle tasdik edebileceği bu ince farkı şu veciz sözleriyle dile getirmiştir: “İsm-i Rahimin vüsulüne vesile olan hissiyat-ı Yakubiye, yüksek bir derece-i şefkattir. İsm-i Vedûd’a vesile-i vüsul olan aşk ise, Züleyha’nın Yusuf Aleyhisselama karşı olan muhabbet meselesindendir.”7 Bu bakış açısına göre “şefkat yolu” Rahim ismine ulaştırırken, Vedûd ismine götüren yol ise şiddetli muhabbet olan “aşk yolu”dur. Yine Bediüzzaman’ın bu meseledeki yaklaşımından hareketle, Kur’an’da Hz. Yakup’un (a.s.) şefkat hissi Züleyha’nın aşkından ne derece yüksek gösterilmişse, Esma-i Hüsna arasında Rahim isminin Vedûd isminden aynı derecede daha azam bir nura sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Bediüzzaman Said Nursi -Kur’an’dan aldığı derse ittibaen- şefkati aşktan üstün tuttuğundan, meslek ve meşrebinde de aşk yerine şefkati esas kabul etmiştir. Şefkatin aşktan daha “keskin” ve “geniş” bir hakikat yolu olduğunu belirtmiştir.8 Sekizinci Şua’da bu düşüncesini farklı bir ifade ile tekrarlamıştır: “Sair meşreplerdeki aşk yerinde, Risale-i Nur’un meşrebinde müştakane şefkattir ve re’fetkarane muhabbettir.”9 Dördüncü Mektup’ta ise kendisinde ve eserlerinde Hakîm ismiyle birlikte Rahim ismine mazhariyetin söz konusu olduğunu dile getirmiştir.10
Bediüzzaman’ın aşk yolu yerine şefkat yolunu tercih etme sebepleri, bu hakikat yolunun “daha kısa”, “daha eslem ve müşkülatsız”, “daha geniş ve umumi”, “daha latif ve nezih” ve “daha hâlis ve sâfi” olmasıdır. Ayrıca o şefkati Allah’ın rahmetinin en latif, en güzel, en hoş ve en şirin cilvesi olarak görmüş ve şefkate “iksir-i nurani” nazarıyla bakmıştır.11
Vedûd isminin tecellisi olan aşkı, “şiddetli bir muhabbet”12 olarak tarif eden Bediüzzaman, eserlerinin farklı yerlerinde aşkı “muzaaf ihtiyaç”13, “muzaaf muhabbet”14 ve “muzaaf iştiyak”15 olarak da nitelendirmiştir. Nur Külliyatı’nın dört farklı bölümünde ihtiyaç, iştiyak, muhabbet ve aşk arasındaki ilişkiye dair silsile şeklinde geçen bir kısım ifadeleri birleştirdiğimizde ise şu şekilde ilginç bir tespitle karşılaşırız: “Muzaaf meyil arzu, muzaaf arzu ihtiyaç, muzaaf ihtiyaç iştiyak, muzaaf iştiyak muhabbet, muzaaf muhabbet aşk, muzaaf aşk ise incizaptır.16 Bu ifadelerden anlaşıldığı üzere ihtiyaç şiddetlendikçe iştiyak, iştiyak şiddetlendikçe muhabbet ve muhabbet şiddetlendikçe aşk olmaktadır. Aşkın en şiddetli hâli ise inzicabı netice vermektedir.
İnsanın fıtratında cemale karşı muhabbet, kemale karşı perestiş ve ihsana karşı sevmek olduğuna dikkat çeken Bediüzzaman, cemal, kemal ve ihsanın derecesine göre muhabbetin şiddetinin arttığını dile getirmiştir. Aşkın en son mertebelerine kadar ulaşabilecek sınırsız bir muhabbet duygusunu insanın taşıdığından bahsetmiştir. Onun veciz ifadesiyle “bu küçük insanın küçücük kalbinde kâinat kadar bir aşk yerleşir.”17
Cenab-ı Hak insana ebedi hayatı kazanabilmesi ve ona yatırım yapabilmesi için sermaye hükmünde binlerce şiddetli duygular vermiştir. Bunlardan biri de aşktır. Bütün bu duyguların iki mertebesi vardır: Biri mecazî, biri hakikidir. İnsandan beklenen “mecazî” olan “hafif” mertebesini dünya işlerinde, “hakiki” olan “şiddetli” mertebesini ise ahiret işlerinde kullanmasıdır. Bunu yaptığında insan her iki dünya saadetine (saadet-i dareyn) ve övülmüş bir ahlaka (ahlak-ı hamide) sahip olmakla birlikte, yaradılış gayesine (hikmet ve hakikat) uygun bir şekilde yaşamış olacaktır.18 Aksi halde ne hayatını ideal anlamda geçirmiş olacak ve ne de huzur ile saadeti yakalayacaktır. Mecazî aşklarda yüzde doksan dokuzu maşukundan şikâyetçidir. Çünkü kalbin batını Cenab-ı Hakk’ın muhabbeti için yaratılmıştır. Allah adına ve mana-i harfiyle olmayan dünyevi sevgiler ve mecazî aşklar ise bu kutsi makamı putlarla doldurmak gibidir. Fıtrat fıtri olmayan bir şeyi reddettiğinden mecazî aşklarda ya tanınmama, ya tahkir, ya refakatsizlik ya da müfarakat söz konusudur.19
Vedûd ismi, hem Kur'an'da, hem Cevşen-i Kebir'de, hem de Ebu Hureyre'den Tirmizi ve İbn Mâce tarafından rivayet edilen her iki 99 Esma listesinde de bulunmasına rağmen, Risale-i Nur Külliyatında -yalnızca Cevşen-i Kebir'de yer alan- Mahbub ismine ondan daha sık rastlanır.20 Çünkü Nur Risalelerinde sevgiden bahsedilirken vüdd yerine hubba, yani aşk yerine muhabbet hakikatine çok daha fazla yer verilmiştir. Ayrıca Risale-i Nur’un mesleğinin tarikat değil, hakikat olması nedeniyle aşkın sekri yerine muhabbetin sahvı makbuliyet kazanmış gibidir. Vedûd ismi, “Vedûd”21 ve “Baki-i Vedûd”22 terkibiyle Nur sayfalarında kendine yer bulurken, Mahbub ismi ise “Mahbub”23, “Mahbub-u Hakiki”24, “Mahbub-u Lâyezalî”25, “Mahbub-u Ezelî”26, “Mahbub-u Bakî”27, “Mahbub-u Sermedî”28 ve “Mahbub-u Zülkemal”29 gibi farklı terkipler halinde kullanılmıştır.
Bediüzzaman Said Nursi’ye göre Vedûd ismi Cemil isminin içinde münderiçtir. Çünkü cemal ve hüsün bizzat, sebepsiz sevilirler. Ve cemal sahibi öncelikle kendi kendini sever.30 Zatı, sıfatı ve Esma-i Hüsna’sıyla sonsuz bir cemali ve hüsnü olan Cenab-ı Hak ise sonsuz aşka ve muhabbete en layık olandır. Kendi sonsuz cemaline -sınırlı kabiliyetleriyle- ayna olan mahlûkatını Cemil-i Mutlak olan Cenab-ı Hak Vedûd ismiyle sevdiği gibi, zatının cemalini de kendi kudsiyetine layık bir şekilde sevmektedir.
Risale-i Nur’da sıkça kullanılan ifadelerden biri de Cenab-ı Hakk’ın kendisini “tanıttırmak ve sevdirmek”31 istemesi tabiridir. Bu ilahi “şe’n”lerden32 “tanıttırmak/taarrüf” Maruf isminin; “sevdirmek/teveddüd”33 ise Vedûd isminin tecellilerine sebeptirler.34 Risale-i Nur’un temel kavramlarından biridir “şe’n” ve “şuunat” kelimeleri. Risale-i Nur’un hususi meselelerinden olan şuunat hakikatinin misallerle anlatıldığı iki Risale’de Vedûd isminden de bahsedilmesi tesadüfî olmasa gerektir. Hem 32. Söz’de hem de 24. Mektup’ta şuunat hakikati ile Vedûd isminin aynı metin içinde yer alması her ikisi arasında güçlü bir manevi bağın olduğunu düşündürmektedir. Çünkü Bediüzzaman Esma-i Hüsna’yı eserlerine çok bilinçli bir şekilde nakşeden bir müelliftir. Bediüzzaman “izn-i şer’î olmadığından”35 şuunatın yâd edilmesinde zorluk çekildiğini belirtmiş olsa da, kâinatı ve yaradılışı anlamada, yaradılıştaki hayret uyandıran faaliyetin sırrını çözmede, marifetullah ve muhabbetullah mertebelerinde terakki etmede ve Cenab-ı Hakk’ı hakkıyla tanıma ve sevmede çok önemli anahtar bir hakikat olması nedeniyle, bu meselede derin tahlillerde bulunmaktan vazgeçmemiştir. Onun yaklaşımlarından, Vedûd isminin Cenab-ı Hakk’ın kutsiyetine layık bir şekilde “aşk şe’ni”ne dayandığını söylemek mümkündür. Nur Külliyatında bu ilahi şe’n “aşk-ı mukaddes”36, “aşk-ı lahutî”37 ve “aşk-ı mukaddes-i İlahi”38 şeklinde farklı terkiplerle ifade edilmiştir.
Zerrelerden galaksilere kadar kâinattaki tüm çeşitlilik Cenab-ı Hakk’ın Esma-i Hüsna’sından ve onların tecellilerinin çeşitliliğinden kaynaklanır. Meleklerin farklı ibadet etmelerinden peygamberlerin farklı şeriatlarına ve evliyaların farklı tarikatlarına kadar tanık olunan maddi-manevi tüm bu çeşitliliğin ardında yine aynı sır, aynı hakikat vardır. Canlılar üzerine ve özellikle insanlar üzerinde Cenab-ı Hakk’ın ekser Esması tecelli ettiği halde bir isim daha fazla hükmünü icra etmektedir. Mesela, Hz. İsa’da (a.s.) Kadir ve Hz. Musa’da (a.s.) Mütekellim ismi daha fazla hâkimdir.39 “Yerde iken Arş-ı Âzamı ve İsrafil’in azamet-i heykelini temâşâ” eden Abdülkadir-i Geylani’de (r.a.) Hayy ismi hâkim olduğu gibi,40 tüm diriliş ve hayat vermekle ilgili ilahi icraatlara nezaret eden Hz. İsrafil’de (a.s.) de Hayy isminin azamî derecede hükmünü icra ettiği söylenebilir.41 Aşk yoluyla hakikate gitmeye çalışanlarda ise Vedûd ismi hükmünü icra etmektedir.42
Vedûd ismine mazhar bir kısım evliya Cenneti de istememişler ve Allah’ın muhabbetinin küçük bir pırıltısını her şeye tercih etmişlerdir. Çünkü onlar, dünyanın bin sene saadetli hayatı bir saatine değmeyen Cennet hayatını ve Cennet hayatının dahi bin senesi bir saat Cenab-ı Hakkın rü’yetine değmemesi hakikatini yakînen bilmektedirler.43 Âşk-ı hakikiye ulaşan velilerin “felah”ları rü’yet-i İlahiyeye mazhar olmaktır.44