Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İslam Devletlerinde Divanlar (Kendi Makalem)

ebilim

New member
Katılım
10 Ağu 2007
Mesajlar
14
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
Web sitesi
www.ebilim.com
İÇİNDEKİLER
İÇİNDEKİLER I
ÖNSÖZ II
GİRİŞ 1
A. HZ. MUHAMMED ve HULEFA-İ RAŞİDİN DÖNEMLERİNDE DİVANLARIN GELİŞMESİ 4
B. EMEVİLER DÖNEMİNDE VE ABBASİLER’İN İLK DÖNEMLERİNDE DİVANLARIN GELİŞMESİ 10
C. HİCRİ 1. ve 2. YÜZYILLARDA DİVANALAR 15
C. 1. Divanu’l Cûnd 16
C. 2. Divanu’l Beytülmal 19
C. 3. Divanu’l Resail (Divanu’l İnşa) 20
C. 4. Divanu’l Haraç 22
C. 5. Divanu’l Hatem 25
C. 6. Divanu’l Berit 27
C.7. Divanu’l Mezalim 31
C.8. Divanu’l Müsadere 33
C.9. Divanu’l Nafaka 34
C.10. Divanu’l Atâ 35
C.11. Divanu’l Nafia 36
C.12. Divanu’l Ezimme 36
C.13. Divanu’l Öşür 37
C.14. Divanu’s Sadaka 37
C.15. Divanu’t Tiraz 37
SONUÇ 38
BİBLİYOGRAFYA 40


















ÖNSÖZ
İslam devletlerinin kendi bünyesinde oluşturduğu her idari ve siyasi yapı ayrı bir inceleme konusudur. Hatta şöyle de diyebiliriz ki bu konulardan bazıları kendi içlerinde de ayrı birer inceleme konusu olabilir. Bizde bunu göz önüne alarak özellikle İslam devletlerinin hemen hemen hepsinde var olan ve devletin idari, siyasi ve ekonomik hayatında büyük bir rol oynayan divanların, hicri 1. ve 2. yüzyıllardaki durumunu incelemeye ve İslam devletlerinde bu kurumların nasıl işlediğini anlatmaya çalıştık.
Konunun içeriğiyle ilgili araştırmaları yaparken dikkati çeken iki husus vardı. Birincisi dilimize kazandırılan birçok Arapça eserde konuyla ilgili bilgilerin bulunmasıydı. İkinci husus ise hemen hemen bütün bu eserlerde aynı bilgilerin verilmesiydi. Modern dönem tarihçilerinin açıkladığı gibi “İslam devletinin ilk kuruluş yıllarından itibaren divan kurumları varlığını oluşturmaya başlamıştı, fakat bu dönemde tutulan kayıtların -bir Osmanlı veya Venedik arşivleri gibi- saklanamaması nedeniyle bu kurumlar hakkında verilen bilgilerde belirli bilgiler dışına çıkmamaktadır.” Yinede günümüz İslam tarihçileri konu üzerine eğilmiş ve hem Avrupa’da hem de Türkiye’de konu üzerine birçok modern eser yazılmıştır. Bizde bu eserlerden yararlanarak ilk olarak giriş bölümünde divan kelimesinin ve kurumlarının nasıl ortaya çıktığına açıklık getirdik. Daha sonrada, bölümler halinde hicri birinci ve ikinci yüzyıllarda İslam devletlerinde divanların ortaya çıkışını, işlevlerini, gelişimini ve nasıl değiştiklerini anlatmaya çalıştık. Bunu yaparken ilk olarak Hz. Muhammed ve Hulefa-i Raişidin dönemlerinde divanları inceledik. Daha sonrada Emevilerle birlikte Abbasilerin ilk dönemlerinde divanların nasıl işlediklerini anlattık.
Konu hakkında fazlaca kaynağın olması bizi daha çok Türkçe’ye çevrilmiş Arapça kaynaklara ve konusuna hâkim İslam tarihçilerinin eserlerine yönlendirmiştir. Konunun seçiminde bana yardımcı olan hocam Abdülhalik BAKIR’a teşekkür ederim.
Hakan ŞANLIBAYRAK
ELAZIĞ–2005

GİRİŞ
Bilindiği üzere divan kelimesi, İslam devletleri döneminde devlet idarelerinde kullanılan bir terim olmadan önce Sasani devletinde kullanılan bir terimdir. Divan kelimesi, ilk defa kütüğe içine bilgi kaydedilen deftere denilirdi . Bu terim kelime kökeni olarak Farsça bir kelimedir. Farsça’dan Arapça’ya geçen bu kelimenin aslının ise Aramice’den geldiği bilinmektedir . Bunun yanında bazı İslam tarihçileri başta Nahhâs olmak üzere divan kelimesinin aslında Arapça bir kelime olduğunu söyleyerek; “Arap dilinde, kendisine müracaat edilen ve içerisindeki hükümlerle amel edilen ana kaynağa divan denildiğini bildirmektedir.” der. Bunun yanında Sibeveyh’de kelimenin aslında Arapça olduğunu söyler. Tespit etmek manasında Arapçada kullanılan “devvene” kelimesinden geldiğini ileri sürmüştür . Tabi olarak bu kelimenin Farsça olduğunu söyleyen tarihçilerde vardır. Bunların başında gelen Esmai’ye göre divan, Farsça bir kelimedir. Lisanu’l Arap’ta yer alan bir cümleye göre Arapçalaşmış bir kelime olan divan, Farsça’dan Arapça’ya geçmiştir. Maverdi’nin sözleriyle divan, “devletin hizmet ve ekonomi ilkeleri, işle bu işleri yapan asker ve işçilerle ilgili bilgilerin bulunduğu yerin adlarıdır” şekilde divan kelimesini tanımlanmıştır .
Bu kelimenin ilk kez ortaya çıkışında iki türlü rivayet öne sürülmüştür. Bu görüşler, hemen hemen bütün kaynaklarda aynı şekilde rivayet edilmektedir. Bu görüş ve rivayetlerde anlatılanlara göre kelimenin Farsça olduğu kesin olarak kabul görülmektedir . Rivayetlerden birine göre dönemin İran kisrası Nuşirevan, bir gün kâtiplerinin yanına gider ve onların kendi başlarına sayı sayıp, hesap yaptıklarına şahit olur. Bunun üzerine kisra onlara “divane” yani “deli” demiştir. Zamanla kâtipler ve çalıştıkları yer bu şekilde anılır olmuştur. Divanla kelimesiyle ilgili ikinci rivayet ise Farsça’da kelime manası olarak “şeydan” karşılığını vermektedir. Bu ikinci rivayete göre kâtiplerin saray içerisinde devlet işlerini çok iyi bilmeleri, saray işlerini çok kısa zamanda kavramaları, dağınık ve karışık rakamları bir araya toplamaları bakımından çok maharetli olmalarından dolayı “şeydanlar” manasına gelen “divan” kelimesi ile anılır olmuşlardır .
İslam devletlerinde divan kelimesi ise karşılık olarak devlet idaresinde muhtelif idari, mali ve askeri işleri yerine getirmekte kullanılan defterlere (kuyudat defterleri), bu defterlerin ve devlet memurlarının bulunduğu yerlere verilen ad olmuştur . Divan özellikle Hz. Ömer döneminde elde edilen fey gelirlerini dağıtmak amacıyla kurulmuş olan ve Emeviler ile Abbasiler döneminde sıkça kullanılan, başta askeriye olmak üzere mali ve idari sahalarda kurulan çeşitli devlet hizmetlerine bakan müesseselere isim olarak verilmiştir .
Fuat Köprülü ise İslam devletlerinde var olan ve İran kaynaklı alınan devlet müesseseleri hakkında şunları söylemektedir; “Merkezi hükümet cihazı başlangıçta Sasani örneklerine göre kurulduğu için onların devlet işlerini düzenlemek için kurdukları divan geleneği de onlardan alınmıştır. Sonradan devletin en önemli organlarına bu isim verilmiştir. Devlet dairelerine ait her türlü hesap defterlerinin ismi olan bu divan kelimesi, anlamı genişletilerek önce maliye dairesine verilmiş daha sonradan bütün devlet dairelerine bu ad üzerine adlandırma yapılmıştır .
Bahriye Üçok ise İslam devletlerinde divan kelimesinin ne manaya geldiğini şöyle anlatmaktadır; “Genel olarak divan, kayıt defterlerinin tutulduğu yere ve defterlere denilmektedir. İslam’da devletin giderlerine ve bağışlarına bakmak ve ele geçirilen ülkelerin vergi ve haraçlarını toplamak, nüfuzunu saymak ve korumak için gereken askeri sağlamak ve her türlü giderleri tedarik etmek üzere kurulan dairelere denilmektedir. İlk örnekleri Hz. Ömer döneminde görülmektedir. Ömer b. Hattab’ın böyle bir daireyi kurmasında Bahreyn valisi olan Ebu Hureyre’nin getirdiği büyük miktardaki mal ve para sebep olmuştur. Getirilen mal ve paraların bölüştürülmesi gülcük doğurunca, Halid b. Velid İran’da uygulanan divan sistemini Hz. Ömer’e örnek göstermiş ve Hz. Ömer’de bu sistemi kabul etmiştir .”
Nitekim İslam devleti, ilk devirlerinde oldukça sade bir yapı ve görünümünde bulunduğundan hükümet işlerini ve kurumlarını Hz. Muhammed ve ondan sonra gelen ilk halife bizzat denetliyor ve halledebiliyordu. Ancak devletin sınırları büyüyüp de topraklar genişleyince, idari sistem bundan etkilenmiş ve yönetim tarzı dini yapıdan padişahlığa dönmüş, buda zamanla devletin içerisinde İran ve Bizans kökenli bir takım idari ve siyasi yapılanmaların oluşmasına sebep olmuştur. Tabi olarak bu oluşumların gerçekleşmesinde İslam devletinin ilk dönemlerindeki halifelerin kontrol güçlerini daha da geliştirmek istemeleri de vardı. Zorlaşan devlet işlerini kontrol edebilmek ve işler altında boğulmamak amacıyla halifeler divan emirlikleri veya nazırlıkları kurmuş, hilafet makamından yazılan emirleri ve mektupları kaydetmek ve sicillerini tutmak için “evami’r-i sultaniye-i mühür” emirliğini oluşturmuştur. Ayrıca halifenin emlak ve çiftliklerine bakmak için çiftlikler divanı kurulmuş, halifenin hizmetinde buluna kişilerin maaşlarını ödemek için ise Divanu’l Hass oluşturulmuştur . Bu ve benzeri divanlar tamamen ihtiyaçlar doğrultusunda ortaya çıkmış, Hulefa-i Raişidin ve Emeviler döneminde divanlarda kurulma ve gelişme dönemlerini yaşanmıştır. Abbasiler döneminde ise divanlar en mükemmel halleri ile devlet bürokrasisinin en vazgeçilmez kurumları olmuşlardır.
Nitekim bu kurumların oluşmasında en büyük pay sahibi olan kişi Hz. Ömer’dir. Hz. Muhammed döneminde ilk divan örnekleri görülmeye başlanmıştır. Bunu da biz, diğer devlet adamlarına gönderilen mektuplar neticesinde öğreniyoruz. Kurulan berid teşkilatı sayesinde divanların ilk örnekleri daha bu dönemde ortaya çıkmaya başlamıştır. Yinede İslam devletlerinde ilk resmi divan örnekleri Hz. Ömer döneminde kurulan Divanu’l Cûnd ile görülmeye başlanmıştır .
İslam devletinde, fetihlerinden sonra devletin gelirleri ve yüzölçümü büyüyünce, İran hükümdarlarından (Hümeyra) birisinin işareti üzerine divan kurumu -sicil, dosya, kayıt defteri sistemi- Hz. Ömer tarafından ilk defa getirilmiştir. Hz. Ömer bu sistemi İran’dan aldıktan sonra devletin ihtiyaçlarına göre çeşitlerini artırmıştır. Askerlere verilmesi gereken şeyleri bilmek için ilk olarak askeri divanı kurmuştur. Beytülmal’ın gelirlerini bilmek için ve her türü vergiyi hesaplaya bilmek için haraç divanını kurmuştur . Daha sonra Divanu’l İnşa, Divanu’l Resais, Divanu’l Ata ve benzeri divanlar oluşmuştur. Tabi olarak bu divanların ilk oluşum safhaları Hz. Muhammed dönemine dayanmaktadır. Fakat bu dönemde hem devlet sınırlarının küçük olması hem de devlet işlerini Hz. Muhammed’in kolaylıkla halletmesi neticesinde devlet idaresinin kurumlara ayrılması ihtiyacı doğmamıştır. Ama yukarıda da dediğimiz gibi devlet büyüdükçe sınırlar da gelişmiş, devletin idaresi zorlaşmış ve idarede bazı bozukluklar oluşmuştur. Halifenin her idari ve mali yapılanmaya gücünün yetmemesi, zamanla Hz. Muhammed döneminden kalan kişilerin ölmesi ve bunların yerine gelen kişilerin paraya tamah edip kanunları çiğnemesi neticesinde hem idari, hem mali, hem de askeri kurumların denetimlerini ve kontrollerini daha rahat yapabilmek için divanlar oluşturulmuştur. Örnek olarak da İran ve Bizans kurumları alınmış, ad olarak da İran kaynaklı devlet kurumlarına verilen “divan” kelimesi örnek alınmıştır.

A. HZ. MUHAMMED ve HULEFA-İ RAŞİDİN DÖNEMLERİNDE DİVANLARIN GELİŞMESİ
Divan kelimesi kullanılış açısından birçok manaya gelmektedir. Fakat burada sadece müesseseler açısından ele alınacağı için diğer manalarına yer vermeyeceğiz. Bu kelimenin Farsça veya Arapça menşeli olduğuna dair birçok rivayetler varsa da, Sasani imparatorluğunda devlet dairelerine verilen bir ad olarak sonradan Arapçaya geçtiği kabul edilir. Bu anlamda divan kelimesi, devlet idaresindeki muhtelif idari, askeri ve mali hizmetlerin yerine getirilmesinde kullanılan defterlere; mecazi olarak bu defter ve ilgili memurun bulundukları yerlere verilen addır .
İslam devletinin fetihlerinden sonra devletin gelirleri ve yüzölçümü büyüyünce İran hükümdarlarından Hümeyra’nın işareti üzerine “divan” sicil, dosya, kayıt defteri sistemini Hz. Ömer tarafından ilk defa getirdiği bilinmektedir. Farsça’da divan kelimesinin asıl karşılığının sicil yâda kayıt defteri olduğu bilinmektedir. Mecazi olarak ta divan defterlerinin ya da sicillerinin tutulduğu yerlere de bu ad verilmiştir. Hz. Ömer bu sistemi İran’dan aldıktan sonra devletin ihtiyaçlarına göre çeşitlerini artırmıştır. Askerlere verilmesi gereken şeyleri bilmek için ilk olarak askeri divanı kurmuştur. Beytülmal’ın gelirlerini bilmek için ve her türü vergiyi hesaplaya bilmek için Divanu’l Haraç’ı (haraç divanı) kurmuştur .
Divan kurumları İslam dünyasında ilk defa Hz. Ömer döneminde görülmeye başlar. Bu dönemde İslam devleti gerek toprak gerekse de mali işler bakımından büyük ve çok geniş imkânlara kavuşmuştur. Hz. Ömer döneminde gerçekleştirilen fetihler sonucunda İslam devleti sınırları bir taraftan Bizans imparatorluğuna, bir taraftan da İran’a kadar dayanmıştır. Bilahare bu ülkelerin bir kısmı ele geçirilmiştir. Böylece onlarla çeşitli münasebetlerde bulunulmuş ve İslam devleti eski medeniyetlere beşiklik etmiş olan bu iki eski devletin müesseselerinden de etkilenmiştir. Özellikle İslam devleti bu sayede kendisine zarar vermeyen ve gelişimini sağlayan fayda verici kurumları kendi bünyesine katmıştır. Bunun bilincinde olarak hareket eden İslam fatihleri gittikleri yerlerdeki kurumları incelemişler ve faydalı olanlarını alıp başkent Medine’ye götürerek burada işleve geçmesini sağlamışlardır. Bizans ve Sasani imparatorluklarından alınıp kullanılmaya başlanan bu müesseseler içinde divanlarda kendi yerini almıştır .
Tabi olarak alınan bu kurumlar Arapların yaşam ve adetlerine göre düzenlenmiştir. Divanların bir kısmı merkezileştirilmiştir. Bu yeni kurulan divanların bütün muhtevası Arapça’dır. Bazıları da yerel veya bölgeseldir. Araplar bazen de elde ettikleri bölgelerde mevcut olan divanları aynen alıp bırakmışlardır. Nitekim İran, Mısır ve Irak’ta durum böyle olmuştur. Bu bölgelerde tutulan defterlerin dilleri Farsça, Rumca ve Kıptice’dir. Bu divanlar daha sonra Abdülmelik b. Mervan ve Hişam zamanında Arapça’ya çevrilmiştir. Hz. Ömer döneminden itibaren divanlar genel olarak merkezde toplanmışlardır .
Profesör Ziya Kazıcı’nın kendi eserinde yer verdiğine göre bazı müellifler; Hz. Muhammed’in vahi yoluyla gelen ayetleri yazdırmak için görevlendirdiği kâtiplere bakarak İslam tarihinde ilk divanların bu dönemde kullanıldıklarını söylemektedir. Buhari’den nakledilen bir hadiseye göre Hz. Peygamber bir gün Medine’de ki Müslümanların sayılmasını ister. Bu yapılan sayımında bir divan olduğu söylenmektedir . Tabi bu oluşumlar ileride kurulacak olan divanların oluşmasında temeli oluşturan unsurlardır. Bunun yanında Hz. Muhammed’in diğer komşu devletlerindeki kralları, kisraları veya imparatorları bir mektupla İslam’a davet etmesi, bu mektupların yüzük üzerine yazılan “Allah’ın Resulü Muhammed” adıyla mühürlenmesi İslam devletinde daha ilk dönemlerde dahi İnşa veya Resail (yazışma) ve Hatem (mühür) divanlarının kullanıldığını bize gösterir. Ama bunlar resmi birer divan değillerdi, sadece yürürlükte olması gereken uygulamalardı. Nitekim bu mektupların yerine ulaştırılması için gönderilen postacılarında bir nevi berid teşkilatına ilk örnekler teşkil ettiğini söyleyebiliriz. Fakat yukarıda da dediğimiz gibi bunlar bu adlarla görevlendirilen memurlar olmamışlardır. Sadece görevlerini yerine getiren ve Hz. Muhammed’in yakınında olan insanlardı.
İslam devletinin sınırları genişleyip devlet işleri çoğalınca bu işlerin görülmesi için fethedilen ülkelerin resmi daireleri örnek alınarak, divanları kurmak kaçılmaz bir son olmuştur. Hele ki mali işlere bakacak bir uzmanın olmaması, İslam devletini bu zorunluluğa itmiştir. İlk zamanlarda divan defterlerin tutulması için Arapların dışında Zimmîler ve Farslılar da kullanılmıştır .
Burada şunu belirtmek gerekir ki Hz. Ömer’in Medine’de fey gelirlerini dağıtmak için kurduğu divanların (M.640) defterleri Arapça olarak tutulmuştur. O bu defterleri yazmak için Kureyş kabilesinden Arap nesep ilmini iyi bilen Akil b. Ebi Talip ile Mahreme b. Nevfel ve Cübeyr b. Mut’im’i görevlendirmiştir .
Hz. Ömer, yapılan dağıtım işlerinde bazı kriterler belirlemiştir. İlk olarak nesep bakımından Hz. Muhammed’e yakın olanlar yazılmış daha sonra Müslüman olmada öncelikli olanlar yazılmış, sonrada sırasıyla düşmanla savaşmak için önceden cepheye gelenler ve katıldıkları savaşa göre derecelendirilenler, savaşçılar –bunlarda kendi vücutlarında aldıkları yararla göre derecelendirilmişlerdir-, düşman topraklarına yakın olanlar olarak sıralanmışlardır. Hz. Muhammed devrinde ihtiyacı olanlara Beytülmal’dan para verilirdi. Hz. Ömer bunu bir nizama bağlamak istemiştir. Bu amaç doğrultusunda meçlisi toplamış ve bir defter tutturup bu deftere de divan demiştir. Tutulan bu defterlerde yukarıda da söz edildiği üzere insanlar sırasıyla yazılmıştır. Bu sıralama genel olarak şu şekilde yapılmıştır;
1. Hz. Abbas’a 12 dirhem, Hz. Muhammed’in zevcesi Hz. Aişe’ye 12 dirhem, Hz. Muhammed’in diğer eşlerine 10 dirhem, Hz. Ali’ye 12 Dirhem verilmiş, Hz. Ali ise bunu kabul etmemiştir.
2. Bedir ehline 5 bin dinar, Hasan ve Hüseyin’de buna dâhildir,
3. Hubeydiye’ye kadar Müslüman olan insanlara 3 bin dirhem.
4. Şam seferinde bulunanlara 2000 dirhem.
5. Kadisiye muharebesine kadar Müslüman olanlara 1000 dirhem.
6. Daha sonrakiler içinde 500 dirhem verilmiştir ve bunlar divan defterlerine kayıt edilmiştir.
7. Bedir gazasında bulunan kadınlara 500 dirhem, Hubeydiye’ye kadar Müslüman olan kadınlara 400 dirhem, Kadisiye’ye kadar Müslüman olan kadınlara 300 dirhem maaş bağlanmıştır. Ayrıca Hz. Ömer kendisine ve ailesine yetecek kadar da maaş alıyordu. Bunların hepsi divan kayıtlarında tutuluyordu .
İslam fetihlerinin başlayıp da devam ettiği dönemler içerisinde kumandanlardan Arm b. As Irak, Suriye ve Mısır bölgelerinde de divan defterleri tutturmuştur. Fakat bu defterler hakkında elimizde fazla bir bilgi yoktur. Hz. Ömer özellikle Irak’ta Basra ve Küfe’de divan defterleri tutturmuş ve bu defterlerin kayıtlarının düzgün ve Arapça olarak yapılmasını emretmiştir .
İslam dünyasında Hz. Ömer’in fey gelirlerini dağıtmak için tesis ettiği divan teşkilatıyla beraber yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanan “divan” kelimesi, Emeviler ve Abbasiler zamanında başta askeri ve mali sahalarda olmak üzere, çeşitli devlet hizmetlerinde kullanılan bir terim olmuştur .



Yine de divanlar hakkında fazla bir bilgi elde etmek günümüzde mümkün değildir. Bunun belli başlı sebepleri arasında;
1. Bu konuda bilgi veren müelliflein fazla ayrıntıya girmemesi,
2. Divanların yürürlükte bulundukları dönemlerde tatbikatlarda bulundukları konular hakkında fazla bir bilgi vermemeleri,
3. Abbasilerde ki oluşan bozuk düzen ve bu düzenin getirdiği olumsuz ortamlar ki bunlar arasında tutulan divan kayıtlarının yakılması da vardır,
4. Bazen de bir divan içerisinde birden fazla meçlisin bulunması ve bunlarında divan diye anılması gibi sebeplerden dolayı bilgi aktarımı divanlar hakkında fazla değildir .
Ancak şu bir gerçektir ki Müslümanlar her şeyin doğrusunu Hz. Muhammed’in dönemindeki uygulamalardan almış ve divanlarında temeli bu dönemde atılmıştır. Buna diğer müesseselerde dâhildir. Bazı rivayetler dayanan Muhammed Hamidullah ise divanların ilk defa Hz. Muhammed döneminde kurulduğunu savunmaktadır. Bizans ve Sasani imparatorluklarında divanlar askere maaş dağıttıkları halde İslam kesimindeki divanlar bu tür maaşları ödemekle birlikte fakir ve zengin ayrımı yapmaksızın halka, eldeki fazlalık geliri dağıtmaktaydı. Yinede birçok tarihçinin ortak görüşüne göre divanların resmi kuruluş tarihi Hz. Ömer dönemi gösterilmiştir .
Hz. Ebubekr devrinde Resüllah’ın tatbikatları aynı şekilde uygulamaktaydı. İlk defa Bahreyn’den gelen gelirleri halka bölüştürmüş ve kırmızı, siyah, hür ve köle farkı gözetmeksizin bu paylaşım yapılmıştı. Kadın erkek ayrımı da yapmadan mevcut gelirler eşit dağıtmıştı .
Hz. Ömer döneminde ilk olarak halk kütükleri tutulmaya başlanmıştır. Herkesin alacağı atiyye miktarları da bu kütüklere tutulmuştur. Nitekim bu döneminden itibaren Irak, Suriye ve İran’ın da ele geçirilmesinden sonra elde edilen gelirlerde artınca mecburen divanlar tutulmuş ve bu doğrultuda gelir ve giderler tutulmaya başlanmıştır. Bu divanların tutulması da bir meclis kararıyla olmuştur. Hz. Ömer devrinde teşkilatlanıp gelişen divanları sadece askeri divanlar olarak görmek mümkün değildir. Onun döneminde erkek ve kadınların yanında çocuklara da maaş bağlamıştır . Bu manada kurulan ilk divanlar hem askeri, hem mali, hem de sosyal bir görev üstlenmişlerdi.
Divanlarda, Müslümanların ve diğer zimmîlerin kayıtları oluşturulmaya başlanmıştı. Her kabileye müstakil kütükler tutulmuştur. Her bölge için tanzim edilen kütük, o bölgenin idarecisinin nezdinde bulunuyordu. Bu idareciler kontrolü altında bulunan kişilerin maaşlarını ödemek zorundaydılar .
Bir kısım kimselerin ise yapmış oldukları bazı suçlardan dolayı divanlardan çıkarıldıkları görülmüştür. İbn Hişam’ın verdiği bilgiye göre Hz. Hamza’yı öldüren Vahşi, içki içtiği için Hz. Ömer tarafından divandan çıkarılmıştır. Öte taraftan Hz. Ali döneminden ki bazı zenginler divanlardan maaş almamışlardır . Bu ve bezeri uygulamalar daha İslam’ın ilk dönemlerinde dahi divan organının işleyişindeki düzen hakkına bize bilgiler vermektedir.
H.1. yılda Medine’de buluşan ensar ve muhacir toplulukları İslam devletini kurmuşlardır. Müslümanlar Allah rızasına murat ederek cihat ediyor, yaptıkları bu mukaddes görev karşısında bir mal veya ücret istemiyor, mükâfatlarını ancak Allah’tan bekliyorlardı. Onlardan bir kısımları mallarını iyilik ve hayırseverlik yolunda harcamışlardı. Hz. Peygamber ve Hz. Ebubekr Müslümanlara sistemli bir ödeme yapmamıştır. Müslümanlar kazandıkları savaşlardan sonra elde edilen ganimetlerden artanlarını şeriatın verdiği emirlere göre alıyorlardı. Medine’ye gelen her mal bu şekilde Hz. Peygamber tarafından pay ediliyordu. Hz. Ömer döneminde ise bu mallar, mertebe hakların verilmesi bakımından insanlara dağıtılmıştır. Bunun sonucûnda Hz. Ömer İranlılarda mevcut olan divan sistemini alarak uygulamaya koymuştur . İlk dönemde devletin bütün siyasi, idari ve ekonomik işlerinin idaresi Hz. Muhammed’de toplanıyordu. Özellikle bu dönemde toplanan zekat gelirleri devletin ayakta durması için en önemli ekonomik gelir olarak görülüyordu. Zekat gelirleri günümüzde maliye bakanlığı görevini yürüten o dönemde ki Beytülmal adlı divanın en önemli gelir kaynağıydı. H. 2. yüzyılda Bedir savaşından sonra elde edilen ganimet ve cizye gelirleri Medine’ye gelmeye başlamıştı. Bunun üzerine gerek Hz. Muhammed, gerekse Hz. Ebubekr dönemlerinde elde edilen bu gelirler halka eşit dağıtılmıştır. Bu gelirlerin başında biri ganimet diğeri cizye bir diğeri de haraç olan gelirler geliyordu. Ganimetler savaşlarda elde edilen mallardı ve bu mallar mücahitler arasında paylaştırılıyordu. Cizye ise Arap İslam egemenliğinde yaşayan gayri Müslimlerden alınan bir vergiydi . Bu bilgilerde bize ilk kurulan divanların gelirleri hakkında bilgi vermektedir. Fakat bu gelirlerin dağıtımında izlenen yol herkese eşit mal dağıtmaktan ibaretti. Hz. Ebubekr’de Hz. Muhammed’in tasvip ettiği bu yolu kullanmıştır. Ancak daha sonra gelir kaynakları oldukça artınca, Medine’ye her taraftan mal, para ve ganimet yağmaya başlamıştır. Hz. Ömer bu gelen gelirlerin korunması ve sağlıklı dağıtılması için bir koruma evi yani Beytülmal’ı resmi olarak kurmuştur .
Hz. Ömer döneminde Irak, İran, Cezire, Suriye, Filistin ve Mısır’ı fetih edildikten sonra bu bölgelerde bulunan gayrimüslimlerden alınan fey gelirlerini taksim etmek için Hicri 20. yılda bu kurumları oluşturmaya başlamıştır. İlk kurduğu divana Divanu’l Cûnd diyenler varsa da buna tam olarak “Divan” diyenlerde vardır. Hz. Ömer döneminde başlayan kabilelere göre kayıt usulü Emevilerin sonuna kadar bu şekilde devam etmiştir. Bu arada benzer divan defterleri Basra, Küfe ve Fustat’ta da tutulmuştur. Ayrıca bu bölgelerde var olan Bizans ve Sasaniler döneminden kalma haraç defterlerinin tutulmasına da devam edilmiştir .
Buradan da anlaşılacağı üzere divanların ilk kez ortaya çıkması Hz. Ömer dönemine rast gelmektedir. Fakat uygulamalara bakarsak ilk divan uygulamaları Hz. Muhammed döneminde görülmektedir. Hz. Osman ve Hz. Ali döneminde bu kurulan divanların üzerine başka divanlar kurulmamıştır. Uygulamalarda bazı değişiklikler yapılmışsa da genelde Hz. Ömer dönemindeki uygulamaların dışına çıkılmamıştır.
















B. EMEVİLER DÖNEMİNDE VE ABBASİLER’İN İLK DÖNEMLERİNDE DİVANLARIN GELİŞMESİ
Hz. Ömer dönemine kurulmaya başlanan divan kurumları, Hz. Osman ve Hz. Ali dönemlerinde aynı şekilde kullanılmıştır. Fakat Hakem olayından sonra devletin kontrolünü ele geçiren Muaviye b. Ebusüfyan devleti, dini uygulamalarla yönetmeyi bırakarak bunun yerine veraset usulüne dayalı yönetim biçimiyle devleti idare etmeye başlamıştır. Nitekim oluşan yeni şartlar doğrultusunda Emevi halifeleri hem güvenmek isteyeceği insanlar aramış hem de işlerin daha iyi yürümesi için yeni kurumlara ihtiyaç duymuştur. Bunun neticesinde Hz. Ömer döneminde kurulan Cûnd, Haraç, Resail ve Ata divanlarının yanında Emevilerde de Hatem, Berid, Tıraz, Nafaka, Mezalim vb. gibi divanlar kurulmuştur . Böylece Emevilerle beraber devlet içerisinde divan kurumları hızla gelişmeye başlanmıştır. Halife Muaviye dönemiyle beraber başlayan kayırmacılık ve Şam halkının Muaviye’yi desteklemesi devletin, diğer bölgelerde ki insanlara nazaran Şam halkına daha çok maaş vermesine sebep olmuştur. Gayrimüslim olup daha sonradan mevali sıfatını alan Müslümanlar ile Arap olmayan kişilerin maaşları ise daha aza indirildiği için Emeviler bu toplulukların düşmanlığını kazanmıştır. Muaviye döneminde kaynaklanan bu maaş kayırımı olayı halife Hişam zamanında ortadan kaldırılmıştır (H.105-M.724). Herkese dağıtılan maaş miktarının kaydı tutulmuş ve bunlar listelenmiştir . Fakat Emeviler’in son dönemlerinde hem yönetimde hem de toplum yapısında hissedilen bu kayırmacılık, devletin her kurumunda hissedilebilecek seviyeye gelmiştir. Neticede oluşan bu kayırmacılık olayı divanları da etkilemiştir. Abbasiler döneminde ise kayırmacılık olayı ilk dönemlerde pek yaşanmasa da devletin idaresinde gerçekleşen bozulmalar hicri 3. yılından itibaren divanları da etkilemiştir.
Emeviler döneminde, divanlarda halk sınıflara göre tanzim edilmemiştir. Toplum yapısında ki köle ve efendi anlayışı İslam anlayışına uymadığı için bu, divan kurumlarında da böyle kabul edilmiştir. Hulefa-i Raşidin döneminde varolan divanlardan süt emme çağındaki çocuklara maaş ödenmesi geleneği Emeviler döneminde kaldırılmıştır. Gerek Muaviye gerekse II. Ömer sadece sütten kesildikten sonra çocuklara maaş ödemeyi kabul etmiştir . Halka maaş dağıtan ve belirli düzeyde yiyecek veren bu divanlar Abbasilerin son dönemlerine kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir. Emeviler döneminde bazen bu maaşlar ödenmese de bu ödeme sıkıntısı Abbasiler döneminde de yaşanmıştır. Bunun sebebi bozulan devlet düzeni ve buna alet olan devlet adamlarıdır.
Emeviler döneminde Dımaşk (Şam) haraç divanının merkezi olmuştur. Bu divana Ed-Divan denilmeye başlandı. Toprak vergilerinin takriri ve toplanmasıyla ilgili işler bu divanda yapılıyordu. Muaviye b. Ebu Süfyan zamanında (M.661–680) Divanu’s Resail (Muhabere Divanı) şekillendi. Bu divan sayesinde halife bütün yazışmaları okur ve yorumlarını yapardı. Muaviye, her mektubu veya dokümanı okuduktan sonra, orijinalini kontrol edip mühürleyerek, bir kopyasını çıkartıp saklayacak olan Divanu’l Hatem’i (Mühür Divanı) tesis etmiştir. Sahtekârlıkları önlemek içinde Muaviye b. Ebu Süfyan ilk defa Berid teşkilatını kurmuş, Abdülmelik b. Mervan ise bu teşkilatı yeniden düzenleyerek Divanu’l Berid olarak faaliyete geçmiştir. Mısır divanları ise H. I. Yüzyılın sonuna kadar görevlerini aksatmadan yerine getirmiştir. Bu zaman içinde bu divanlarda üç kere nüfuz sayımı yapılmıştır. Muhtemelen bir Bizans Kurumu örnek alınarak kurulan Divanu’l Nafaka ise devletin bütün masraflarının hesabını tutuyordu. Bunun hazine ile yakından bir alakasının olduğu bilinmektedir. Divanu’l Müstegallat ise şehirlerdeki devle topraklarını, binaları, özellikle halka kiralanmış çarşıları yönetmek için kurulmuştu. Divanu’s Sadaka ise öşür ve zekâtların tayin edilmesi için kurulmuştu. Divanu’t Tıraz sancak, bayrak, resmi elbise ve bazı eşyaların yapımından sorumluydu. Her bölgede bütün gelirlerin toplanacağı Haraç, Resail ve Cûnd divanları kuruluyordu. Haccac, Vali olduğu zaman bir divan başkanı 300 dirhem maaş alıyordu . Bu ve benzeri divanların kurulmasındaki ortak amaç adaleti daha iyi sağlamak, gelir ve giderleri daha iyi denetleyebilmek, askeri düzeni sağlamak ve devlet içi düzeni ifşa etmekti.
Emeviler de Muaviye b. Ebu Süfyan belki divanların kurulmasında büyük atılımlar yapmış ise de Abdülmelik b. Mervan divanların en mükemmel hale gelmesini sağlamıştır. Abdülmelik b. Mervan divanlarda tırazı kuran ve sikkelerde Arapçalaştırma politikasını başlatan ilk halife olmuştur. O zamana kadar haraç divanları İran ve Irak’ta Farsça, Suriye’de Grekçe, Mısır’da Kıptice ve Grekçe olarak tutuluyordu. Kayıt işlemlerinde ise eski usuller kabul görmekteydi. Bu karışıklığa son vermek için Abdülmelik, Arap şekilleri ve usullerini esas alan Arapça üzerinden defterlerin tutulmasını emretmiştir. Takvimler ise Müslümanları takvimi olan kameri takvime göre düzenlenir olmuştu. Bu hususta ilk papirüs ise elimize 722 tarihinde kalma bir yazmadan geçmiştir. Ancak mahalli dillerin kullanımı, hicri II. yüzyılın sonlarına kadar devam etmiştir. Hicri 78 (M.697) yılında Haccac, Irak’ta defterlerin Arapça kullanılmasını emretmiş, Hicri 80 (M.700) yılında ise Abdülmelik aynı uygulamayı Suriye’de uygulamıştır. Daha sonra bu divan uygulamaları hicri 86 (M.706) yılında Mısır’da ve Horasan’da uygulanmıştır. Bu divanlarda çalışan ve defterleri kendi dillerinde tutan çok sayıda zimmî insanın işlerine son verilmiş, mevalilere ise dokunulmamıştır . Velid de babası Abdülmelik b. Mervan gibi devleti idare etmiş, Mısır’da resmi dil Yunanca iken bu dili Arapça’ya çevirmiş, divan defterleri Arapça ve Yunanca tutulur bir hale gelmiştir .
Seyyid Emir Ali ise bu konuda şöyle demektedir; “Emeviler zamanında, İslam dünyasında siyasi ve idari tesis eden Muaviye b. Ebusüfyan değil, Abdülmelik b. Mervan’dır. İdare ve maliyede Araplara has bir hüviyet kazandıran kişide Abdülmelik b. Mervan’dır. Bu sayede Arap olmayanların görevleri Araplara geçmiştir. Bu sebeple zimmîlerin ve Arap olmayanların nüfuzu kırılmıştır. Abdülmelik b. Mervan’ın bu siyasetini Haccac b. Yusuf uygulamıştır .”
Abbasiler ise ilk dönemlerde Emevi divanlarını önce aynı şekilde uygulamaya soktu daha sonra bu divanları geliştirilip yaygınlaştırıldı ve vezaret makamı aracılığıyla divanları merkezi bir bürokratik yönetim haline getirildi. Halife Seffah devrinde (750–754) el konulan Emevi toprakları için bir divan kuruldu. Bu muhtemelen halifelik mülklerine bakacak olan Divanü’d Dıyâ’ın başlangıcı olmuştur. Halife Mansur döneminde (754–775) müsadere edilen malların dağıtımı için geçici bir divan kurulmuştur. Ayrıca Mansur saray işlerini düzenlemek içinde Divanu’l Ahşâm’ı kurmuştur. Bunun yanında halifeye verilen dilekçeleri takip etmek içinde Divanu’l Rika kurulmuştur. Mehdi El-Abbas (H.162-M.778–779) devrinde her divan için bir zimam kurulmuştur. Hicri 168 (M.784) yılında bütün zimamları kontrol edebilmek için merkezi bir divan olan Zimamu’l Ezimme kurulmuştur. Bu kurum, divanların hesaplarını kontrol etmekle birlikte işlerini denetler, divanlar arasında koordinasyon görevini yerine getirirdi. Hâkimlerin görev yaptığı Divanu’l Mezalim, halkın devlet amilleri için yapmış olduğu şikâyetlere bakardı. Eyaletlerde divanları bir küçüğü olarak Cûnd, Haraç ve Resail divanları bulunduruluyordu . Bunlar Abbasilerin ilk dönemlerinde uygulamaya koyduğu divan düzenlemeleriydi. Daha sonradan devlet idaresinde oluşan yeni düzenlemeler neticesinde divanlarda kendi içlerinde müdürlüklere bölünmüş ve neredeyse her müdürlük ayrı bir divan olarak ele alınmaya başlanmıştır.
Abbasilerin ilk dönemlerinde divanlarda önde gelen görevlilerden bazıları gösterdikleri başarılara göre başka bir divana atanabilirdi. Halife Me’mûn dönemine kadar (813–833) kâtiplerin maaşları ayda 10 dirhemle 300 dirhem arasında değişmekteydi. Abbasiler döneminde gelişme göstermeye başlayan Divanu’l Nafaka’nın bütün divanlarla bir ilişkisi vardı. Bu divan masraf hesaplarını araştırır ve bir rapor hazırlardı. Abbasilerde de Divanu’l Cûnd askeri kıtaları ve onlara ödenen maaşları hesaplardı ve kayıtlarını tutardı. Abbasilerde bu divan biri ödemelerle ilgilenen diğeri de asker alımlarıyla ilgilenen iki ayrı divana ayrılmıştır. Genel olarak bütün divanlarda aylık ve yıllık bilânçolar hazırlanırdı .
Abbasiler devrinde Divanu’l Resail doğrudan doğruya vezirin veya kâtibin kontrolüne bırakılmıştır. Mektuplar ve resmi belgeler, vezirin verdiği emirler doğrultusunda hazırlanırdı ve halife bunu onayladıktan sonra bir kopyası bu divanda çıkartıldıktan sonra mühürlenerek yerine ulaştırılırdı. Bu uygulama Emevilerden alındığı gibi bırakılmıştır. Üç yıllık belgeler bu divanda tasnif edildikten sonra fihristleri çıkartılarak büyük arşive (El-Hızanetü’l Uzma) gönderilirdi .
Bunun yanında sadece Arabistan yarım adasında değil Kuzey Afrika’nın bir ucundan Endülüs’e kadar da divanlar Abbasilerde bulunmaktaydı. Özellikle Endülüs’te dört büyük divan oluşturulmuştur. Bunlar;
1. Ganimet ve ordu saymanlığı ile ilgili divanlar,
2. Vergiler divanı,
3. Cibâyet divanı,
4. Gelir ve giderleri kontrol eden divanlardır.
Bunun yanında kurulan Divanu’l İnşa, Divanu’l asker ve Divanu’l Haraç’ta önemli divanlar arasındadır . Endülüs Emevileri kuruldukları ilk yıllarda Abbasilere bağlı olan bir emirlik olduklarından dolayı yönetimde bağımsız bir yapı olarak gözükseler de idarede ve uygulamalarda Abbasilerden gördüklerini kullanmışlardır. Ancak III. Abdurrahman dönemiyle beraber emirlik yapısından sıyrılan ve tam bir devlet görünümüne giren Endülüs Emevilerinde bu kurumlarda toplum yapısına göre değişmeler olmuştur.
Abbasiler, Emeviler döneminden kalma idari ve siyasi mekanizmaları aynı şekilde alınıp devam ettirdiyseler de sonradan bu kurumlarla birlikte divanlarda da değişmeler gerçekleştirmişlerdir. Abbasiler özellikle İran devlet teşkilatından çok fazla etkilendiklerinden dolayı divanlarda bu etkileşimden pay almış ve hem çeşitleri hem de alt divanları artmıştır. Divanlardaki eksiklikler giderilmiş ve yapılan yeniliklerle beraber özellikle Ebu Abbas döneminde defterler üzerinde sicil olarak kayıtlar tutulmaya başlamıştır. Nitekim halifeler divan toplantılarına bire bir katılmazlardı. Yapıla divan toplantılarını yüksek bir pencerenin arkasından izlerlerdi . Bu şekilde halife yapılan toplantılara doğrudan iştirak etmez, kimin ne düşündüğünü perde arkasından öğrenerek bu şekilde kararlarını verirlerdi. Ayrıca Berid teşkilatı sayesinde edindikleri casuslar sayesinde diğer divanları rahatlıkla kontrol edebilmişler ve uygulamalarda yapılması gerekli tedbirleri önceden alabilmişlerdir.
Abbasiler döneminde divanlarda oldukça fazla bir artış gerçekleşmiştir. Divanu’l Diyet, Divanu’l Zimam, Divanu’l Mevali ve’l Gılman, Divanu’l Berid, Divanu’l Ehdas, Divanu’l Nefekat, Divanu’s Sadaka, Divanu’l Mezalim, Divanu’t Tıraz vb. gibi divanlar geliştirilmiş ya da yeniden kurulmuştur. Bu divanların hepsi devletin merkezi olan Bağdat’ ta toplanmıştır .












C. HİCRİ I. ve II. YÜZYILLARDA DİVANALAR
İslam devleti ilk kurulduğu yıllardan itibaren devletlerarası yazışmalara başlamış, ülke içinde ve dışında olan gelişmeleri, ekonomik faktörleri değerlendirmiştir. Nitekim İslam devletinin kurulduğu coğrafyaya komşu olan Bizans ve Sasani devletlerinin çok yönlü birer devlet mekanizmasına sahip olması ve bu mekanizmaların devlet işlerinde imparatorlara veya kisralara çok yardımcı olması zamanlar gelişen ve büyüyen İslam devletinde de etkilerini göstermiştir. Halifeler kendi işlerini daha da kolaylaştırmak, idarede işlerin düzenini sağlamak, ekonomik gelirlerin daha iyi toplanmasını ve dağıtılmasını sağlamak gibi faktörlerden dolayı kurumlaşma yoluna gitmiştir. Bu amaç doğrultusunda kendi kültürlerine en yakın kültür olarak kabul ettikleri İran coğrafyasında ki devlet idaresi kültürünü kabul etmişler ve kendilerinden daha gelişmiş olan bu devletin ana idare sistemi olan divan sistemini kendi bünyelerine katmışlardır. Bunun sonucunda Hz. Ömer döneminden başlayarak resmi olarak devlet idarelerinde divan kelimesi bir makam ve defter adı olarak geçmeye başlamıştır.
Tarihçilerin ortak görüşlerine göre ilk olarak kurulan Ata divanından sonra ilk olarak Divanu’l Cûnd, Divanu’l Resail, Divanu’l Haraç, Divanu’l Beytülmal kurulmuş daha sonra da Divanu’l Öşür, Divanu’s Sadaka, Divanu’d Dıya, Divanu’l Tevki, Divanu’l Hatem, Divanu’l Cehbez, Divanu’l Birr, Divanu’l Üsküdar, Divanu’n Nafia, Divanu’l Müsaderin, Divanu’l Hassa, Divanu’l Müsadere, Divanu’l Berit, Divanu’t Tiraz, Divanu’t Tevki ve Divanu’l Nafaka divanları kurulmuştur. Bu divanların bir kısmı Hz. Muhammed ve Hulefa-i Raşidin döneminde kurulmuşken bir kısmı da Emeviler ve Abbasiler döneminde kurulmuştur. Bu divanların hepsinde ilk çekirdek yapılanmalar Hz. Muhammed döneminde almıştır. İlk dönemlerde ortaya çıkan Divanu’l İnşa ve Resail divanlarından sonra bu divanlar gelişme göstermeye başlamıştır. Bunda ki sebep ise devletin gelişmesi ve büyümesiyle birlikte bu divanlara ihtiyaç duymasıdır .
Kurulan bu divanlar Hulefa-i Raşidin döneminde ülke sınırlarına yetecek kadar düzen sağlayabiliyordu. Ancak Emevi hanedanının hem devlet düzenini değiştirmesi hem de dost kadar düşman kazanması neticesinde kendini korumak adına bu kurumları kurma yoluna gitmiştir. Fakat biz burada bütün İslam dünyasında kurulan divanları değil sadece İslam’ın ilk iki yüz yılında kurulan divanları incelemeyi seçtik. Bu nedenle Abbasilerin kuruluşundan sonraki divanlara pek değinmedik. Bu bağlamda şimdi divanları incelersek;


C. 1. Divanu’l Cûnd
Hz. Muhammed döneminde ortaya çıkan bu divana Divanu’l Çeys de denir. Askeri işlere bakan divana denmektedir. Bu divan askerlikle ilişkisi olan kişilerin künyesini tutar, adlarını, aylıklarını yazar ve bu tutanakların tutulduğu defterleri sınıflandırırdı. İlk önceleri bu divana cesur olan ve gönüllü olan askerler alınırdı. Daha sonra Emeviler dönemince askerlik zorunlu hale gelmiş ve aylık maaşlar buna göre düzenlenmiştir. Asker olmak istemeyen kişi divanın başkanına bir dilekçe verirdi. Dilekçe sahibinin askerliğe uygun olup olmadığı kontrol edilirdi. Kişinin askeri şartlara uygun olduğu kabul edilirse askerlikten kaçması imkânsız olurdu . Divanu’l Cûnd’ün Meclisü’t-takrir ve meclisü’l-mukabele olmak üzere iki şubesi bulunmaktaydı. Bunlardan birincisi askeri maaşlar dahil her çeşit askeri harcamalarla ilgilenir ikincisi ise sicil ve personel işleri ile ilgilenirdi . Hz. Ebubekr zamanı içinde devlet gelirleri artmış olmakla birlikte mali ve askeri idarede bir değişiklik olmamıştır. Kaynakların hemen hepsi bu divanın kuruluş aşamasının temelinde Hz. Ömer dönemini göstermektedirler. Bununla beraber Divanu’l Ata ile Divanu’l Cûnd divanlarının çıkış noktasıyla aynıdır. Bu nedenle burada Divanu’l Cûnd ve Divanu’l Çeyş’i tek bir başlık altında inceledik .
İslam devletinde askerlerin maaşlarını, kayıtlarını ve tayinlerini ayarlamak için Hz. Ömer tarafından Medine’de kurulmuş olan bu divana bu dönemde tam olarak Divanu’l Cûnd denmiyor, bunun yerine sadece “Divan” deniyordu. Bu divan içerisinde yer alan her Müslüman’a, ailesine, hatta çocuklarına dahi verilen maaşlar, fey gelirleri ve diğer gelirler düzenli olarak kaydedilmiştir. Bu divana kayıt edilen ilk kişiler derece ve Müslüman oluşlarına göre kayıt edildiklerinden dolayı bunlar ölene kadar bu divanda ki bu sistem aynı şekilde işlemiştir. Bu ilk kişilerden kimse kalmayınca artık savaş meydanlarında kim daha cesur ve atılgan olursa o kişi divandan en yüksek payı alıyordu .
Nitekim bir kimsenin askerliğe girmesi yani bu divanca kabul edilmesi bazı şartlara bağlıydı. Öncelikle kişi askere alınası için divana bir dilekçe yazmalıydı. Daha sonra dilekçe doğrultusunda divan başkanı kişinin isteklerini ve bu doğrultuda kabiliyetlerini araştırırdı. Eğer ki karakteri askerlik şartlarına uyuyorsa bu kişi adıyla beraber soyu, boyu, rengi ve diğer ayırt edici özellikleri ile beraber divana kayıt edilirdi. Böylece ileride adayın başkası ile karıştırılması önlenmiş olurdu .
Bunların kaydedildiği yere Huliy defteri denirdi. Bu defterde, Divanu’l Cûnd’de sicil kayıtlarında askerlerden her birinin vasıflarının, şekil ve şemailinin inceden inceye bulunurdu. Her askere bu kaydın bir özeti verilirdi. Burada kişinin adı, beldesi, tabi olduğu bölge belirtilir, isminin altında maaşı yazılır, sahifenin sol üst köşesine de verildiği tarih yazılırdı . Bunun yanında bir de Âtma denen ve Divanu’l Cûnd kütüğünde tespit edilmiş bulunan ve bir defaya mahsus askere verilen bir tahsisat vardı. Bunun zamanı ise askerlik hizmetine intisap eden her bir grup için tespit edilmiş olan 30, 40 ve 120 günlük sürenin geçmesidi.
Kayıtlarda Haşimioğulları liste başıydı. Bundan sonra Kureyş kabilesinin önde gelenleri ve Arap kabilelerinden önde olanlar bu divanda en baş sıralara yazılırdı. Bu yazılan Arap kabilelerinden ise soy ve boy özelliklerine dikkat edilirdi. Fakat sonradan Müslüman olan veya Arap olmayıp da Müslüman olan kişiler bu divana kayıt edilirken soy ve boy gibi Araplarca ayırt edici bir özellik sayılan kavramlara yer verilmezdi. Bu kayıtlarda sadece geldikleri ülkelerin adları göz önüne alınırdı. Ancak bunların içerisinde İslam’a daha önce girenler varsa yani İslam’ı kabul etmede birbirlerine göre daha kıdemlilerse bunlara ayrıcalık tanınırdı. Böyle bir özellikleri yoksa halifeye veya valiye yakınlıkları göze alınırdı. Aralarında eşitlik olursa hangisi halifeye daha itaatkârsa o daha üstün tutulurdu .
Hz. Ömer’in bu divanı uygulamaya geçirmesindeki en önemli amacı, askerin savaşa gittiği dönemde geride bıraktığı eşine ve çocuğuna bir geçim kaynağı sağlamaktır. Böylece asker savaşa daha rahat ve emin bir şekilde gitmekteydi. Bu dönemde kendisini Divanu’l Cûnd’a yazdıracak askerlerde Müslüman olmak, akli yapısının sağlam olması ve ergenlik çağına girmiş olma gibi özellikler aranırdı. Bunun yanında cesur ve atılgan olmalı ve düşmandan korkmamalıydı .
Hz. Ömer döneminde Divanu’l Cûnd içerisinde bulunan askeri birlikler onlu, yüzlü, binli ve on binli sınıflara ayrılmıştı. Bunların başlarına da komutanlar verilmiştir. Bu uygulama aynı şekilde Hz. Osman döneminde de devam etmiştir. Ayrıca Hz. Osman döneminde askeri uygulamalara yönelik bir dizi tedbirler alınmıştır. Hz. Ali döneminde ise başkent Medine’den Küfe’ye nakledilmiştir. Bu da bazı siyasi sorunlar doğurmuştur. Bunun dışında Hz. Ali döneminde farklı bir uygulamaya gidilmemiştir. Emeviler döneminde ise zorunlu ve gönüllü asker alımı vardı. Bu zorunlu bir uygulama olarak uygulanıyordu. Bu dönemde zorunlu askerlik daha da önem kazanmıştır. Emeviler 60.000 askeri silâhaltına almıştı ve bu askerleri sürekli olarak besliyordu. Bu askerlerin ailelerinin geçimlerini de sağlamak devletin merkezine düşüyordu . Dolaylı olarak da bu yükü Divanu’l Cûnd üstlenmişti.
Abbasiler döneminde ise idari teşkilatlardan Cûnd divanı devletin askeri işlerine bakan merkezi sistemi olmuştur. Devletin bu dönemde idare merkezinde vilayetlerde ve sınırlarında ordu garnizonları vardı. Divanu’l Cûnd bu orduların idari ve mali işleriyle ilgilenirdi. Divanın merkezi Abbasiler döneminde ilk olarak Bağdat olmuş daha sonra da Semerra olmuştur. Abbasiler döneminde Divanu’l Cûnd’ün çalışma alanı merkezle sınırlı kalmamış bunun yanında Şam, Küfe ve Medine’de de bir şubesini açarak burada da çalışmalarına devam etmiştir .
Cûnd Divanının en başında bulunan kişiye “Sahibu’l Cûnd” denirdi ve bu kişi doğrudan vezire bağlıydı. Divanın genel politikası bu ikili tarafından belirlenirdi. Bu iki kişi fikir olarak sürekli bir alış veriş içerisindeydi. Divan başkanı yürüttüğü görev bakımından sürekli göz önündeydi ve oldukça iyi bir konumdaydı. Divanu’l Cûnd Abbasilerin ilerleyen dönemlerinde birçok meclise sahip olmuştur. Fakat biz burada sadece hicri 2. yüzyıla kadar divanları konu edindiğimiz için bu meclislere yer vermeyeceğiz . Cûnd divanı genel olarak savaşta ve barışta askerin kayıt işlemlerini yapar, erzak tedarik eder, maaş ödemelerini yapar, askerlerin sorunlarına bakar divan ile halife arasındaki sorunları çözüme bağlardı. Bunun yanında bu divanda adalete uymayan bazı uygulamaların olduğu da Kutame b. Cafer tarafından nakledilmiştir. Şöyle ki askerlere verilen ödemelere asla bir ilave ücret eklenmezdi .
Divanu’l Cûnd kendi arasında daha sonraki yüzyıllarda gelişme göstererek “meçlisu’l takrir” ve “meclisu’l mukabele” olarak ikiye ayrılmıştır. Bunlardan ilki askeri maaşlar dâhil her türlü askeri harcamalarla ilgilenirdi. İkincisi ise sicil ve personel işleri ile ilgilenirdi .
Hicri 20. yılın Muharrem ayında Hz. Ömer tarafından asker kayıtlarını tutmak için kurulmuştur. Hürmüzan adlı devletin ileri gelen bir idarecisi bir gün Hz. Ömer’e herhangi bir kayıt tutmadan insanları askere aldığını ve bu insanların askerden kaçabileceklerini söylediği için Hz. Ömer bu şekilde hem askeri yapılanmayı kontrol altına almak hem de elde edilen savaş gelirlerini adilce paylaştırmak adını bu divanı kurma yoluna gitmiştir .


C. 2. Divanu’l Beytülmal
Arapça bir terkip olan “mal evi” kelimesinden türemiştir. Beytülmal, Hz. Ömer döneminde ilk defa ortaya çıkmıştır. Bütün gelirleri kontrol eden, devletin gelir ve giderleri arasındaki dengeyi sağlayan divandır. Divanu’l Beytülmal, Divanu’l Hassa ile birlikte devletin hazinesine bakardı. Halife Mansur ile birlikte bu divana bağlı yeni bir divan olan Beytül Mezalim (özel hazine) kurulmuştur. Bu divan ileride daha da önemli bir divan olmuştur. Olağanüstü durumlarda halka bu divandan yardım edilirdi . Bu divan her türlü gelirin toplanması, harcanması, bunların kayıtlarının yapılması gibi işlerle uğraşırdı. Borç takibi yapar, alacaklıların alacaklarını tahsil ederdi. Savaşlardan elde edilen ganimetler, zekât gelirleri, fey gelirleri, öşür ve cizye gelirleri bu divanda toplanır ve ihtiyacı olanlara bu divan sayesinde dağıtılırdı. Fakat bu kurumun ilk temellerinin Hz. Muhammed döneminde atıldığı kabul görür. Hz. Ebubekr döneminde de Beytülmal’ın adı konulmadan görevleri aynen Hz. Muhammed dönemindeki gibi devam etmiştir .
Beytülmal divanı devletin ilk kurduğu divanlardan olup, bu divan sayesinde birçok divan vücuda getirilmiştir. Diğer divanların oluşmasında büyük bir etkiye sahip olsa da, Beytülmal divanı diğer divanların yöneticilerini atama yetkisine sahip değildi. Onun vazifesi daha çok kendi bünyesinde var olan diğer divanlarla müteşekkil bir şekilde bağ oluşturmak ve bu doğrultuda idari ve mali bir yapılanmaya gitmekti. Beytülmal zamanla kendi içerisinde farklı bölümlere ayrılmış ve kendisi de bir divan olarak kalmıştır. Gerek Ferra gerekse de Maverdi, Beytülmal’ı devletin gelir ve giderlerini kontrol eden bir divan olarak tarif ederler. Bunun yanında Nüveyri ise Beytülmal’ın asıl görevinin hazineye giren gelirleri yazmaktan ibaret olduğunu söyler. Beytülmal kısaca diğer bütün divanların gelir ve gider hesabını tutup, hazinede oluşan gelir gider açığını hesaplardı .
Bu divan devletin bütün vergi gelirlerini inceleyen ve içerisinde toplayan divan görevini görüyordu. Bu divanda ayrıca genel olarak hakları ve sahipleri bilinmeyen her türlü gelir kaydı kontrol altına alınırdı. Müslümanların ortak harcamalarının her türlüsünü Beytülmal ödemek zorundaydı. Askeri aylıkların ödenmesi, ordu masrafları ve genel menfaat için harcama ve diğer giderleri mecburen karşılamak zorundaydı .



Betülmal’ın gelir kaynakları;
1. Arazilerden alınan haraç gelirleri,
2. Madenler, ganimetler ve fey gelirlerinden Beytülmal’a ayrılan pay,
3. Gayri Müslim tebaanın devlete verdiği cizye vergisi,
4. Gümrük resimleri,
5. Sahibi bilinmeye yitik mallar ve varisi olmayan mallar ile sulh yoluyla ele geçirilen mallar gelmekteydi .
Bu gelirler Hulefa-i Raşidin döneminde sadece bu divan tarafından toplanıyordu. Fakat Emeviler döneminde ve özellikle Abbasiler döneminde devlet kurumlarının artması toplanan bu vergilerin veya gelirlerin her biri için ayrı birer divan kurulmasına sebep olmuştur.
C. 3. Divanu’l Resail (Divanu’l İnşa)
Bu divana yazışma divanı denir. Bilindiği üzere cahilliye devri Araplarında pek fazla okuma ve yazma bilen kişi yoktu. Yazdıkları da günümüzde bilinen Arapça harflerle yazılmıyordu. İbranice, Nebatca o zamanlarda kullanılan yazışma dillerindendi. Fakat İslam devleti kurulduktan sonra diğer devlet hükümdarlarına mektuplar yazılmaya başlanmıştır. Bu yazışmalar ise ilk defa Hz. Muhammed döneminde diğer komşu devletleri İslamiyet’e çağırmak için yazılmış olan mektuplardan ibaretti. Nitekim bu mektupları yazmak ve yerine ulaştırmak için zamanla bir divana ihtiyaç duyulmuştur. Zamanlar oluşum sürecine giren İslam kurumları içersinde adını Divanu’l Resail olarak alacak olan yazışma divanı böylece doğmuş, Hz. Ömer döneminde ise Divanu’l İnşa olarak resmi bir hüviyet kazanmıştır. Bu kurum İslam devletinin en eski kurumlarından biridir. Yazışma kâtibi halifenin eli ve sırlarının ortağıydı. İslamiyet’in ilk dönemlerinde ise özellikle Hulefa-i Raisidin döneminde bu kişiler halifenin akrabaları arasından seçilirdi. Buradaki amaç güvenilirliği sağlamaktı. Daha sonra bu görevliler sır saklayabilen kişiler arasından seçilmiştir. Abbasi halifelerine kadar Resail divanının başında bulunan kâtipler –daha sonradan vezir- mektupları yazmanın yanı sıra mektuplara mühür vurma yetkisine sahip değildi. Halifeler tarafından kendisine yetki verilip de mektuplara mühür vuran ilk vezir, Harunreşid’in vezirlerinden Yahya b. Cafer Bermeki’dir. Kimi kez yazışma divanı bağımsız bir vezirin eli altında oluyordu. Yabanca devlet görevlileri bu divan sayesinde halife ile görüştükleri için bu divan dış işleri bakanlığı görevini de görmekteydi .
Resail divanı İslam devletlerinin ilk divanlarından olup, yürüttüğü işlerin başında mektup yazmak geldiği için, “mektuplar” manasında olan “Resail” kelimesinden adını almıştır. Bu divana “Divanu’l Mükatebat” ya da “Divanu’l İnşa” da denilmiştir. Emeviler döneminde yurt içinde ve dışında buluna devlet adamlarına gönderilen mektupların yazılması, gelen mektupların okunması ve bunun gibi işler için kullanılan bu divan, Abbasiler döneminde oldukça fazla gelişmiştir. Resail divanın görevleri sadece yazışma işlerine bakmak değildir. Bunun yanında devletin dış ilişkilerini düzenlemek, dış ülkelere gönderilecek elçileri seçmek, dış ülkelerden gelen elçileri kabul etmek ve elçilerin İslam ülkesinde kalacakları süre içerisinde onlara eşlik etmek ve onların verdikleri görevleri yerine getirecek hizmetlileri tahsis etmekle yükümlü bir kurumdu .
Emeviler döneminde bu kurumun başında buluna kişiye “kâtip” denilmekteydi. Abbasiler döneminde bu görevliye ilk Abbasi halifesi Es-Saffah, vezir deyince bu görevlinin adı vezir olarak kalmış ve bir daha kâtip adı bu divan yöneticisi için kullanılmamıştır. Hulefa-i Raşidin döneminde siyasi ve idari yazışmalar, sade bir üslup içerisinde gayet kısa ve maksadın anlatılması için kullanılırdı. Bu durum altıncı halife Velid b. Abdülmelik’e kadar bu şekilde devam etmiştir. Bundan sonra Emevi hanedanının sonuna kadar yazılar süslü ve belagat sanatına uygun bir dille yazılmaya başlanmıştır. Abbasiler döneminde ise Resail divanına pek önem verilmemiştir. Onu bazen makam olarak vezire bağlamışlardır, bazen de itimat edilen bir kâtibe idaresi verilmiştir .
Resail divanı reisi, memleket meselelerinin çözümünde ve arz edilecek meselelerde halifeye yardımcı olurdu. Çoğu zaman mezalim mahkemelerinde, kaza meclislerinde halife ile birlikte oturur ve halifenin mührü ile hükümleri mühürlerdi. Yine Resail divanında daha Hz. Muhammed döneminden itibaren gelen bir gelenek olarak devlete yazılan mektuplara 3 gün içinde cevap vermek uygulaması Abbasilerin son dönemlerine kadar devam ettirilmiştir .
Resail divanı, vilayetlere gönderilen ve valilerden gelen mektuplarla da ilgilenir. Her vilayette de valiye ait bir mektuplar divanı vardı . Bu divan gönümüzdeki özel kalem müdürü ile aynı işleve sahiptir. Kâtip olarak atlandırılan bu divanın başkanı halifenin, valilerin ve devletin diğer ileri gelen idarecilerinin idari ve özel mektuplarını yazar ve halifeye gelen mektupları incelerdi. Kâtipler zamanla çok fazla güven kazandıklarından yazmış oldukları mektuplar halifelerce okunmaz olmuş ve sadece altlarına halife mührü vurularak gerekli yerlere gönderilir olmuştur. Kâtipler bu makamlarında dolayı büyük servetler kazanmışlardır. Emeviler döneminde kâtiplik kuralları ve yönetimi olan bir iş, kâtip ise devlet işlerinde büyük rol oynayan bir kişiydi. Fikrine başvurulan önemli bir vezir konumundaydı . Yukarıda da dediğimiz gibi Abbasiler döneminde özellikle ilk dönemlerde bu özelliğini koruduysa da sonradan bu özelliğini kaybetmiştir.
 

ebilim

New member
Katılım
10 Ağu 2007
Mesajlar
14
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
Web sitesi
www.ebilim.com
C. 4. Divanu’l Haraç
Haraç gayrimüslimlere ait toprak ve bu topraklarda yetiştirdikleri ürünlerden alınan vergidir. Haraç bu şekilde Sasaniler’de ve Bizans’ta da olan bir vergi çeşidiydi. Özellikle Bizans toplumunda bu vergi, önemli bir gelir olarak kabul edilirdi ve Romalılar bu vergilerin düzenli toplanması için defterler (praktika) tutmuşlardır. Müslümanlarda zamanla genişleyip, topraklarını artırınca Romalılardan ve İranlılardan gördükleri bu uygulamaları almışlar ve Haraç uygulamasını da bu şekilde benimsemişlerdir. Bu amaç doğrultusunda kurulan divan yani Divanu’l Haraç dairesi ilk zamanlarda yerli Hıristiyan halk ve Mecusilerden oluşan zimmîlerin ellerindeki topraklardan vergi alıyordu. Mısır’da ise yerli halk olan Kıptilerden, Şam bölgesine ise Rumlardan bu vergi alınıyordu. Bu defterler yine bulundukları bölgelerde ki toplulukların dillerine göre tutuluyordu. Mısırda Kıptice, Şam bölgesinde Rumca ve Farsça, Irak’ta ise Farsça olarak bu kayıtlar tutulurdu . Yani bu yerli halklar kendi dillerinde bu defterleri tutmuşlardır. Fakat zamanla Müslümanlar göçebe ve cahiliye devrinden kurtarıp, yazı ve medeniyetin ayrıcalıklarından faydalandıkça bu defterleri Arapça usullere göre tutmaya başlamışlardır .
Hz. Ömer döneminde haraç arazilerinin sahipleri ile haraç gelirlerini toplayan müdürler arasında ki kurumsal ilişkiyi düzenlemek amacıyla bu divan kurulmuştur. Mahsul yahut araziden alınan haraç vergilerinin yanı sıra, cizye, haraç arazilerinden çıkarılan maden vergileri, gayrimüslimlerden alınan gümrük vergilerini de bu divan toplardı. Bu divan kendisine bağlı olan şubeleri kullanarak bu işlerini yürütürdü . Bu divanın başında haraç kâtibi denen kişi bulunurdu. Divanu’l Haraç kâtibi, hüküm kâtiplerinin bilmesi gereken konuları bilmeli ve onların vasıflarına haiz olmalıydı. Özellikle devletin hakkı olan malları ve vergileri toplamak ve gerekli yerlere sarfından sorumlu olan kişiydi .
İslam devletinde haraç divanları sadece merkezde bulunmamaktaydı hemen hemen her eyalette ya da şehirde bir haraç divanı bulunmaktaydı. Buralarda bulunan haraç divanı, beldelerde devlet gelirlerini tahsil eder, bu gelirleri beldenin ihtiyaçlarına sarf eder, artan para ve malları merkezdeki divana gönderirdi. Gelir tahsil ettiği için haraç arazilerinin ölçümünü yapar ve bu arazilerin mahsul çeşitlerine bakardı. Ayrıca haraç çeşitlerine göre vergi mükelleflerini ve vergi nispetlerini kayda geçirir ve buna göre vergileri toplardı. Hz. Muhammed döneminden itibaren bu divanın gelirleri ile ilgili tespit ve dağılımlar yapılmış, Hulefa-i Raşidin döneminde ise bu uygulama devam etmiştir. Hz. Ali döneminde ise bu işlerle uğraşanların isimleri özellikle verilmiştir. Muhammed Hamidullah’ın dediği gibi bu memurlar; idari, kazai, mali ve askeri özelliklerle donatılmıştı .
Nitekim Hz. Ebubekr döneminde vergi gelirlerinin toplanması ve dağıtılması Hz. Muhammed dönemindeki gibi olmuştur. Şunu da belirtmek gerekir ki hem Hz. Muhammed hem de Hz. Ebubekr elleri altındaki topraklardan ikta olarak halka toprak dağıttıkları olurdu. Hz. Ömer döneminde her hususta olduğu gibi idari alanda da birçok yenilikler yapılmıştır. Ancak her şey Peygamberin attığı temeller üzerinde olmuştur. Hz. Ömer haraç gelirlerini doğrudan toplamak için atadığı görevliler neticesinde doğrudan kendi dönemi içerisinde haraç divanını kurmuştur. Resullah döneminde haraç divanından bahsetmek imkânsızdır . Emeviler döneminde ise bu divan devletin önemli divanlarında biri olarak kabul edilmekteydi. Nitekim devletin gelir kazandığı en önemli kurumlardan biriydi. Emeviler döneminde İslam ülkesi çok geniş topraklara sahipti. Şam, Cezire, Ermeniyye, Azerbaycan gibi büyük bölgelerin haraç miktarı kaynaklarca belirlenemediği için verilememektedir. Bunun dışında dört halife döneminde büyük gelir kaynaklarından olan Humus’da burada verilebilir. Emevilerin kurucusu olan Muaviye İslam devlet geleneğinden de bürokrasiyi kabul eden ve bu kurumu oluşturan ilk halifedir. Yine bu kurumlardan haraç divanını merkez kabul eden Muaviye bu sayede devletin en büyük gelirlerinden birinin gelişmesini sağlamıştır. Muaviye bazı bölgelerde haraç toplanması işini sene de iki kere yapmıştır. Özellikle Sevad halkından sene de iki kez olma üzere toplam 10.000.000 dirhem haraç toplamıştır. Yine Muaviye döneminde ilk defa olmak üzere toplanan cizye ve haraç gelirleri kayda geçirilmiştir. Ayrıca haraç arazi gelirleri ile devlet arazi gelirlerinin kayıtları ayrı tutulmuştur. Muaviye’den sonra gelen halifeler bu uygulamaları aynen devam ettirmişlerdir. Bu divanın merkezi Emeviler döneminde Dımaşk’daydı. Bunun yanında bu divana bağlı taşra divanları açılmıştı ve bunların en büyüğü Irak’ta faaliyet göstermiştir. Bunun neticesinde Sevad’tan gelen mali gelirler Emevilerin en büyük mali gelirleriydi denilebilir. Halife Muaviye’de bunu “Şamlılar Iraklıların gelirlerine muhtaçtır” sözüyle açıklamıştır . Fakat tarım ekonomisine dayalı bir ekonomiye sahip olan Abbasilerde en önemli divan, Haraç divanı olmuştur. Çünkü bu dönemde fetihler yavaşlamış ve devlet fey gelirlerinden çok haraç, cizye, zekat ve sadaka gelirleri ile hazinesini zenginleştirmeye çalışmıştır. Ayrıca bu divan devletin mali işlerine bakardı. Bu divan “Divanu’l Haraç ve’l Cibayet” olarak ta atlandırılırdı .
Emeviler de bölge arazileri hakkında haraç kayıtları bulunmamaktadır. Toprak İslam toprağı olduğu zaman toprağın sınırları yazılırdı ama sahipleri yazılmazdı. Çünkü araziden alınacak vergide sahibinin dini gözetilmez sadece toprağı yüz ölçümüne bakılırdı. Ayrıca üretilen ürününde bunda büyük bir önemi vardı. Haraç divanlarının bulunduğu yerlerde idareciler halkın lisanından çok iyi anlayan kişileri haraç memuru olarak tayin ederlerdi. Farsça, Rumca ve Ermenice bu diller arasında yer alırdı .
Abbasiler döneminde ise Emevilerden alınan gelişmiş bir ülkenin devlet yapılandırmaları alınarak daha da geliştirilmiştir. Abbasi toprakları 13 mevkii içine alan 14 ayrı bölgeye ayrılmıştı. Bütün bu bölgelerin haracı Abbasi halifeliğinde toplanmalıydı. Fakat yaşana fitne olayları ve Emevilerin yıkılışı devlet idaresinde divanlarında etkilemiştir. Bu nedenle yeni bir haraç divanının kurulması yoluna gidildi ve Halid b. Bermek ilk Abbasi dönemi haraç idarecisi oldu. Haraç arazilerin özellikle öşür arazilerine çevrilmesi bu dönemde yasaklandı. Nitekim halife Mehdi döneminde ilk defa olarak toprakta ekili olan ürünün özelliğine de bakılarak vergi alınmaya başlandı. Bu vergilerin üçte biri devlete gider, üçte ikisi ise toprak sahibinde kalırdı . Harunurreşid döneminin en önemli olayı ise Medine’den alınan öşür vergisinin kaldırılmasıdır .
Emeviler devrinde idare merkeziyetçilikten bir hayli uzaklaşmıştı. İdarede Âdem-i merkeziyetçi bir idare anlayışı oluşmuştu. Valilerin geniş yetkileri vardı. Bu valiler eyaletlerde gelir ve gider işlerine bakar hale gelmişlerdi. Abbasilerde ise Emeviler’in aksine merkeziyetçi bir idare şekli benimseniştir. Haraç divanı Abbasilerin en önemli divanlarından sayılmaktaydı. Abbasilerde haraç divanının sorumluluğu bizzat vezire aitti. Ayrıca vezirin eli altında çalışan kâtipler ve meclis başkanları da vardı. Bağdat’ta bulunan merkez haraç divanı devletin bütün gelir ve giderlerinin hesaplarını tutardı. Haraç divanı bütün yerleşim birimlerinin sınırlarını kayda geçer ve alınan vergileri usulüyle işlerdi. Ayrıca bu divan mahallelerdeki zimmî insanların kayıtlarını tutar ve bu kişilerden alınacak olan cizye vergisini hesaplardı. Ayrıca ordugâhta bulunan haraç divanı, zimmî insanlarla yapılan anlaşmalarda sulh anlaşmalarını belirlerdi. Devlet görevlilerine verilen görev karşılığı toprakları işleme usulü için gerekli olan ikta topraklarının kaydını tutardı .
Bu divan, hem gelirleri tahsil eden hem de gerekli yerlere harcamaları yapan divandır. Gelirleri tahsil ettiği için bu divan eldeki mevcut arazilerle birlikte ele geçirilen yeni arazilerin ölçümlerini de yapardı. Arazilerdeki mevcut ürünleri ve bu ürünlerin miktarlarını belirleyip buna göre vergilendirme işlevini yapardı. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu defterler Abdülmelik b. Mervan dönemine kadar Rumca tutulmuştur. Abdülmelik b. Mervan ise bu defterleri Arapçalaştırmıştır. Haraç divanı hem vergilendirme işlevine baktığı için hem de devlet için gerekli gördüğü amaçlar doğrultusunda harcama yaptığı için kendi bünyesi içerisinde iki ayrı meclis oluşturmuştur . Haraç divanlarında görevli olan haraç memurları da doğrudan halife tarafından tayin edilirdi. Tayin edilen bu kişide belli başlı özellikler aranırdı. Bu özelliklerin başında;
1. Kanunları korumak,
2. Hakkı sahibine vermek,
3. Davaların çözülmesini sağlamak,
4. Haraç memurlarını denetlemek,
5. Durum değerlendirmesi yapmak,
6. Haksızlıkları araştırmak geliyordu .
Bu divan ister Hulefa-i Raşidin döneminde olsun isterse Emevilerde ve Abbasilerde olsun İslam devletinin en önemli gelir kaynaklarını sağlayan kurumların başında gelmiştir. Emeviler döneminde hatem divanından sonra gelen en önemli divan iken Abbasilerde bu konumu en önemli divan olarak değişmiştir. Sadece haraç vergilerini toplamakla kalmamış bunun yanında yukarıda da yazdığımız gibi İslam devletin birçok önemli idari ve ekonomik işlerini de görmüştür.
C. 5. Divanu’l Hatem
Yazışmalarda hatem (mühür) kullanılması, hataların ve sahtekârlıkların önlenmesi için alınan bir önlemdir. Özellikle halifeden çıkan yazıların sonuna halife mührü eklenerek yazının taklit edilmesini ve içeriğinin değiştirilmesi önlemek istenmiştir. Müelliflerin anlattıklarına göre ilk hatem uygulaması Sasaniler döneminde kullanılmıştır. Belazüri’nin rivayetine göre Sasani kisraları yazdıkları mektupları mühürletir ve bu şekilde yerine ulaştırırdı. İslam devletlerinde ise pek çok müellifin ortak kanaatine göre ilk hatem divanı Muaviye döneminde ortaya çıkmıştır. Ancak İslam’da bu adet Hz. Muhammed döneminden itibaren kullanılmaktaydı. Hz. Muhammed, diğer devletleri İslam’a davet ederken yazdığı davet mektuplarının altına kendi mührünü -yüzük şeklindeki- vurur ve bu şekilde mektuplarını yerine ulaştırırdı .
Ünlü tarihçi Belüzari’nin dediğine göre Müslümanlarda zimam ve mühür divanlarını ilk kuran kişi Irak valisi olan Ziyad b. Ebihi’dir. Yazara göre, Ziyad bu konuda İranlıları taklit edilmiştir. İslam devletlerinden önce İran kisralarından her biri çeşitli mühürler kullanmışlardır. Bir mühür gizli yazışmalara, bir mühür gönderilen özel mektuplara, bir mühür sicil kayıtlarına, bir mühür mukatalara ve bir mühürde haraç’a aitti. Bu mühürlerin kontrolüyle ilgilenen kişilere de sahibu’l zimam denirdi. Mühür divanı Emevilerden Abbasilerin ortalarına kadar en büyük devlet idarelerinden biriydi. Abbasiler devrinde ilk dönemlerin sonuyla beraber devlet işlerinin kontrolü bazı devlet adamlarının kontrolüne geçince bu divanda eski önemini kaybetmiştir .
Hatem divanının ilk defa halife Muaviye zamanında kullanıldığını gösteren kaynaklarda halife Muaviye döneminde bir belge üzerinde gerçekleştirilen bir usulsüzlük neticesinde bu divanı kurduğunu anlatmaktadır. Muaviye, Amr B. Zübeyr’e 100.000 dirhem ödenmesi için ırak valisi Ziyad b. Ebih’e hitaben bir mektup yazmış, Arm ise bu mektupta oynama yaparak bu rakamı 200.000 dirheme çıkarmış ve bu olay su üstüne çıkınca böyle bir divan kurulmak zorunda kalınmıştır. Bu divanın başına geçen ilk kişi de Abdullah b. Muhammed olmuştur. Bu divanda, her mektubun bir sureti saklanır, aslı tetkik edilir, mühürlenir ve yerine ulaştırılırdı .
Emevi halifeleri kendilerince önemli sayılan bir cümleyi kendi mühürlerinin üzerlerine kazıtırlardı. Örneği Muaviye “Lâ kuvvete illâ billâh” (Allah’ın gücünden başka kuvvet yoktur) yazısını yazdırmıştır. Hatem divanı Halife Yezid döneminde (744–745) büyük ve küçük hatem divanı olarak iye ayrılmıştır. Kebir (büyük) ve sağir (küçük) hatem divanları olarak adlandırılan bu divanların her birinin başına ayrı kişiler tayin edilmiştir. Bu divan Abbasiler döneminin en faal divanlarından birisidir. Emevilerde olduğu gibi Abbasilerin ilk dönemlerinde de bu divan merkezde halifenin, taşrada ise vali ve diğer emirlerin yazılarını mühürlemek ve bu yazılan mektupların bir suretini kopyalayıp istif etmekle görevliydi. Bundan sonra da asıl nüsha rulo yapılarak bir iple bağlanır ve kırmızı bir mum damlatılarak mühürlenir ve gideceği yere ulaştırılırdı .
Bu divanın kurulmasındaki amaç hem yazılan emirin tam yerine getirilmesini sağlamak hem de uygulamada bire bir halife ile ilgili makamın muhatap olmasını sağlamaktır . Damga mühür divanı Abbasi devletinin orta zamanlarına kadar işlevine devam etmiştir. Sonra bu divanın görevleri vezirlere, haciblere ve başka yetkililere verilince damga divanında lağvedilmiştir .
C. 6. Divanu’l Berit
Arapça’da postaya berit denmektedir. Posta işlerinin Emeviler döneminde iyi bir teşkilat olarak kurulduğu bilinmektedir. Bu divan posta işlerine bakmakla birlikte görevlendirilen memurlarla beraber taşrada ki memurların gizli kontrolünü yapmakla görevliydi . Berit teşkilatı “el-berit” denen kelimeden adını almıştır. Aslında kelime manası olarak bir tahkimi yerine ulaştırmak için kullanılan atlar için kullanılmaktadır. Bu kelime lügat manasında ise 12 mil olarak kaydedilmiştir. Postacıya da elçi manasına gelen “berit” unvanı verilirdi .
Bu kelime ayrıca Latince “posta hayvanı” manasına gelmektedir. Bununla beraber Arapça olarak “resul” ve “elçi” anlamına geldiği de söylenmektedir. Farsça olarak “kesik kuyruklu” manasına geldiği de bildirilmektedir. Zira İranlılar diğer hayvanlardan posta hayvanlarını ayırt etmek için bu hayvanların kuyruklarını keserdi. Bu kelime ayrıca süvari, elçi, ulak, iki posta menzili arasındaki mesafe anlamına da gelmektedir. Berit teşkilatı İslam’dan önce Samanilerde ve Bizans imparatorluğunda olduğu gibi Araplarda da vardı. Ancak işleyiş şekli görevleri ve yetkileri konusunda fazla bir bilgi yoktur. Daha Hz. Ömer döneminde Küfe’de konukların konaklaması için posta evleri kurulurdu. Ayrıca yine Hz. Ömer döneminde Medine’den başka bir yere posta gönderileceği zaman halka duyurular yapılırdı. Okuma yazması olmayanların veya akrabası cephede olanların mektupları kimi zaman halife tarafından dahi yazılırdı .
İslam devletinde kurulan berit teşkilatı tam manasıyla bugün ki posta dairesinin karşılığını vermemektedir. O dönemdeki berit idaresinin başkanı günümüzdeki istihbarat dairesinin başkanı ya da müfettişi görevindeydi. Berit dairesi başkanı o dönemde halifenin gören gözü, işiten kulağı ve de özel ajanıydı. Bu nedenle biz bu daireye özel istihbarat dairesi desek daha doğru olur. Berit idaresi oldukça eskidir. İranlılarda ve Rumlarda vardı. İslam devletlerinde ise bu teşkilatı kuran ilk kişi Muaviye b. Ebu Süfyan’dır. Muaviye bu teşkilatı kendisinden önce Şam’da bulunan idarecilerden ya da Irak’ta ki valilerden görerek almış ve kurmuştur. Bu divan ilk kurulurken amaç sadece Şam ile Mısır, İran ve Irak arasındaki iletişimi en hızlı biçimiyle sağlamaktı . Berit idaresi halifeler ile valiler arasındaki bağlantıyı sağlıyordu. Halifeden gelen emirlerin valilere, valilerden gelen mektuplarında halifeye ulaştırılması bu divan sayesinde mevcut oluyordu. Berit reisleri askeri kararlar verebiliyor, devlet malları ile hükümetin diğer işleri ile ilgili kararlar alabiliyordu. Özellikle Abbasiler berit teşkilatına çok önem vermişlerdir. Abbasiler döneminde bu teşkilat o kadar iler gitmişti ki neredeyse normal tabakadan halkın dahi durumu bu teşkilat sayesinde araştırılır konuma gelmişti. Bazı halifeler bu izleme ve gözleme işi için açık memurlar dahi görevlendirmişlerdir. Vezirlerin her hareketi bu casuslar tarafından halifeye haber verilirdi. Kadı naipleri yanlarında böyle görevliler bulundururlardı. Berit reisleri ile halifeler veya valiler arasında bir aracı yoktu. Yani berit reisi bir haberi vereceği zaman doğrudan halifenin yanına gider ve burada belirtmek istediği konuyu halifeye belirtirdi. Çoğunlukla halifeler ile berit reisleri arasında özel bir işaret ya da şifre vardı. Bu sayede aralarındaki güven tam olurdu. Mesela berit reisi baskı altında bir mektup yazarsa bu mektuba o işareti koymaz ve buda halife tarafından anlaşılırdı ve halifede buna göre kendini güvene alırdı .
Berit idaresi büyük ve önemli bir idareydi. Berit başkanı birçok memura ihtiyaç duyduğu gibi bunların bağlılıklarını ve sadakatini sağlamaları içinde bu memurlara fazlaca maaş verirdi. Yolların yok kesicilerden, hırsızlardan ve saldırılarından korunması, gerektiğinden karadan ve denizden ajanların taşınması berit başkanının görevleri arasındaydı. Berit dairesi bu ajanları ve iletilecek emirleri en kısa yoldan yerine ulaştırmak zorundaydı .
Berit teşkilatında haberleşme için at, deve, güvercin, katar denilen posta kervanları ve şai denilen ve neredeyse günde 140 mil -225 km- yol alabilen insanları kullanıyorlardı. Bu iletişim yollarının hepside belirli berit duraklarında kesişirdi. Görevliler ve diğer devletlerden gelen elçiler bu dinlenme yerlerinde konaklar ve bu şekilde yeni ulaşım araçları elde ederek yollarına devam ederlerdi. Emeviler devrine sistemli ve teşkilatlı bir şekilde posta teşkilatını kuran ilk halife Muaviye’dir. Abdülmelik b. Mervan posta teşkilatını daha da geliştirerek en mükemmel haline getirmiştir. Ancak miktarı ve mesafesi farklı idi. Abdülmelik posta teşkilatına o kadar önem vermişti ki, kapıcısına, posta memurunun gece veya gündüz hangi saatte olursa olsun huzuruna girerse ona izin verilmesini söylemiştir. Zira postacının huzuruna bir saat geç girmesi neticesinde o vilayetin işlerinin bir yıl aksayacağını savunuyordu .
Emeviler zamanında Berit teşkilatına önem veren bir diğer halifede Ömer b. Abdillaziz’dir. Halife Ömer (M.717–720/H.99–101) posta hizmetlerini daha da yaygınlaştırmış ve tüm halkın hizmetlerine sunmuştur. Ayrıca ana yollar üzerinde posta menzillerini inşa ettirmiştir. Bu işler içinde büyük miktarda harcamalar gerçekleştirmiştir . Emevilerde, Abbasilere göre bu teşkilata daha çok harcama yapılmıştır. Emeviler devrinde bir yılda 4 milyon dirhem bu işlere harcanırken Abbasilerde bu neredeyse bu fiyatın yarısıdır. Emevilerin bu şekilde davranmasındaki amaç devletin güvenliğini en üst seviyede tutmaktı .
Kalkaşen’din bildirdiğine göre posta hizmetleri son Emevi halifesi II. Mervan döneminden üçüncü Abbasi halifesi Mehdi’nin hilafete gelmesi dönemine kadar bir intıka sürecine girmiştir. Halife mehdi posta teşkilatına çok büyük bir önem vermiştir. Emirlerinin taşra valilerine ulaşması için çok sıkı denetimler kurmuştur. 161/778 yılında, veziri Ya’kub b. Davud’dan bütün vilayetlere emin bildiği birini vali olarak atamasını emretmiştir. Bundaki amaç posta teşkilatında sıkı bir denetim kurmaktır. İlk defa bu dönemde posta hizmetlerinde katır ve deve kullanılmıştır. 166/783 yılı içerisinde Medine-Mekke ve Yemen’i birbirine bağlayan bir posta yolu ağı kurulmuştur. Bu istasyonların sayısı 1000’e ulaştırmıştır ki, bu sayı o döneme göre küçümsenemeyecek bir sayıdır. Bağdat ile Bizans limanları arasındaki bazı posta yollarını yeninden canlandığı da bu dönemlere denk gelmektedir. Mehdi öldükten sonra yerine geçen büyük oğlu Hâdi (H.169–170/M.785–786) babasının kurduğu berit teşkilatını lağvetmiştir. Fakat kendisinden sonra yerine geçen Harûnûreşid (H.170–193/M.786–809) yeniden berit teşkilatını kurarak Emeviler dönemindeki gibi işlerliğini bu teşkilata yeniden kazandırmıştır. Posta istasyonlarını yaygınlaştırdı. Bu posta istasyonlarında hemen kullanılmaya hazır posta hayvanları bekletildi. Bu teşkilat ancak halifenin ve sahibü’l berit’in emriyle hareket ederdi . Berit teşkilatı sadece eyaletler arsında iletişimi sağlamakla kalmazdı, bunun yanında resmi haberleşmeyi temin etmek, memurların ülke içerisinde rahatça seyahat etmelerini sağlamak, postacılıkla ilgili diğer görevleri yerine getirmek, istihbarat ve gizli haberleri taşımak gibi görevleri de vardı . Nitekim berit teşkilatında hem yolları güvence altında tutmak hem de en uygun yolları kullanmak amacıyla belli berit yolları oluşturulmuştur. Bu yollar 3 ayrı hat üzerinden işlemekteydi. Bunlar;
1)Bağdat-Kayrevan yolu
Musul, Sincar ve Dicle nehirlerine paralel olarak Cizre’ye, Cizre’nin içinden Nusaybin’e, Rakka, Menbic, Hama, Hıms, Ba’lebek, Dımaşk, Taberiyye, Remle, Kahire, İskenderiye ve Kayrevan.
2)Bağdat-Şam yolu
Fırat nehrinin batı sahili boyunca uzanan yolda; Hit, Enbar ve Dımaşk
3)Bağdat-Maşrık yolu
Hulvân, Hemedan, Rey, Nişabur, Merv, Buhara, Semerkant’tan Çin’e, Merv’den ikinci bir yol olarak Horasan’dan Mervürrüz ve Talikan’a oradan da Ceyhun nehrini geçerek Fergana’ya ulaşmaktadır .
Berit divanında en başında buluna görevliye Sahibü’l berit denirdi. Halifenin yahut vezirin emirlerini taşra yerlerine ulaştırmakla görevliydi. Oradaki haberleri de merkeze ulaştırmakla görevliydi. Bunun yanında Amirü’l berit denen ve divanın vilayetlerdeki en büyük temsilcisi ve yetkilisi sayılan bu kişi raporlar hazırlar, haraç ve arazi işlerine bakar, memleketin imar durumlarıyla ilgilenir, insan kayırmalarını önlemekle ilgilenir, görevlilerin posta çantalarını taşımalarını emretmesi gibi görevleri vardır. Bunun yanında mürettipler, muvakkiler, fervanikiler, vekiller ve muhbirler’de bu divanın altında çalışırdı .
Berit divanı ile ilgili olarak kaydedilmesi gerekli olan bir hususta diğer divanların aksine vezir değişse bile sahubu’l berit’in görevinden alınmamasıydı. Emeviler zamanında berit reisliği görevine getirilen en önemli kişi Kubeyse b. Züeyb, Abbasiler döneminde ise Abdülmelik ez-Zeyyat’tır .
Endülüs’te de durum Abbasilerde olduğundan farksızdı. Resmi yazışmaların sağlıklı bir biçimde yapılabilmesi, dolayısıyla da kâtiplik müessesesinin verimli çalışabilmesi, ayrıca diğer haberleşme ihtiyaçlarının karşılanması, büyük ölçüde iyi işleyen bir posta teşkilatının varlığı ile mümkündü. Endülüs kaynaklarında hükümdarların yaptıkları azil ve tayinler münasebetiyle muhtelif müesseseler ve bu müesseselerin başındaki idarecilerden sıkça zikredilirken, posta teşkilatı ve başındaki idarecilerden nadiren bahsedilmiştir. Endülüs’te posta hizmetlerini yürüten kimseler söz konusu olduğunda, daha çok fürânik/fürânikun terimine tesadüf edilmektedir. Anlaşıldığı kadarıyla bu terim, taşra ile merkez arasında haberleşme hizmetlerini yürütmekle görevli memurlar için kullanılmaktaydı. Buna ilave olarak aynı memurların devlet tarafından aranan kişileri yakalamakla görevli polis ev süvari timlerinin içinde de görev almaları dikkat çekicidir. Endülüs’te posta hizmetlerinde özellikle kısa ve acil mesajları ulaştırmak amacıyla o dönemin hava postası olarak bilinen güvercinler kullanılmıştır. Ayrıca sahil kenarlarında iletişimi sağlamak amacıyla kısa aralıklarla posta kuleleri oluşturulmuştur. Posta teşkilatı Endülüs Emevilerinde oldukça önemli bir konuma sahipti. Posta teşkilatı sayesinde devlet birçok önemli bilgiyi koruma altına almıştı. Devletin zayıfladığı dönemlerde bütün teşkilatlarda olduğu gibi bu teşkilatlarda da bozulmalar gerçekleşmiştir .
C.7. Divanu’l Mezalim
Mezalim divanı, temyiz mahkemesi görevinde bulunurdu. Daha ziyade yüksek devlet görevlilerinin, nüfuzlu kişilerin ve haraç memurların aleyhine ve halka karşı işledikleri suçlara yahut onlarla ilgili şikâyetlere bakan divandır. Mezalim mahkemeleri Hz. Muhammed döneminde ortaya çıktığını söyleyenler, onun, sulama yüzünden sahabenden iki kişi arasında meydana gelen bir ihtilafı çözümlediğinden dolayı ilk defa bu divanın bu dönemde görüldüğünü söylerler. Hac mevsimlerinde ise Hz. Ömer ve Hz. Osman Mekke ve Medine’de toplanan hacılara valiler hakkından bir sorun olup olmadığını sorardı. Bu da mezalim divanının kuruluşuna bir sebep olarak gösterilir. Fakat bu divan asıl olarak Hz. Ali döneminde yaşanan karışıklıklardan dolayı faaliyete geçtiği görülür .
Günümüzdeki istinaf mahkemelerine benzemekte olan bir kurumdur. Bu kurumun amacı kadılar, vezirler, kâtipler vb. gibi devlet görevlileri hakkında halkın şikayetlerini dinlemek ve bunlara bir çözüm sunmaktır. Hulefa-i Raşidin dönemi içerisinde Hz. Ali’den başka hiçbir halife halkın şikâyetlerini dinlemek için bir mezalim mahkemesi kurmamıştır. Çünkü bu döneme kadar insanlar arasında herhangi bir ayrım veya sorun yaşanmamıştır. Fakat halifeliğin Hz. Ali’ye geçtiği dönemde artan fitne olaylarının önüne geçebilmek için bu mahkemelere daha çok ihtiyaç duyulmuş ve bu doğrultuda mezalim mahkemeleri kurulmuştur. Buradan da anlaşılacağı üzere ilk mezalim divanları Hz. Ali döneminde oluşturulmuştur. Daha sonra gelen halifelerde halkın sorunlarını dinlemek için özeli bir gün tayin etmişlerdir. Bunu uygulayan ilk halifede Abdülmelik b. Mervan olmuştur. Halkın şikâyetlerini doğrudan dinleyen ilk halife ise Ömer b. Abdülaziz olmuştur. Daha sonra şikâyet dinleme işi Abbasiler dönemine kadar askıya alınmıştır. Fakat Abbasi halifeleri, Emevilerde varolan halkı haftanın bir günü dinleme geleneğini devam ettirmişlerdir. Halifeler halkın şikâyetlerini bizzat dinleler ve bu doğrultuda çözüm bulmaya çalışırlardı. Halk genelde valilerden, mutasarrıflardan, halifenin çocukları ve eşlerinden şikâyetçi olurdu. Fakat Abbasi halifeliği bu uygulamayı hicri üçüncü yüzyıla girerken terk etmiştir. Artık halifeler mahkemelere eşlik etmiyorlardı .
Aslında mezalim divanlarının en büyük uygulama devri Abdülmelik b. Mervan döneminde olmuştur. Bu dönemde Abdülmelik b. Mervan ilk defa mezalim divanının toplanması için bir günü tahsis etmiştir. Ömer b. Abdüllaziz ise bu mahkemelere çok büyük bir önem vermiştir. O beytülmal ve halka karşı işlenen suçları da bu mahkemelere taşımıştır. Emeviler döneminde mezalim mahkemeleri sadece merkezde değil büyük eyaletlerde de kurulmuştur. Abbasilerin ilk yıllarından itibaren mezalim mahkemeleri tesis olunmuş ve özellikle mahkeme ve mahkemelerin bağlı olduğu ana divan, kazai hususlarda ihtisasıyla tanınmış kâtiplerin kontrolüne verilmiştir. Halife Mehdi’den (H.158–169/M.775–785) itibaren ise mezalim mahkemelerine merkezde halife bakar hale gelmiştir . Mezalim divanında en yetkili kişi “Divan Reisi” denilen kişiydi. Kudame b. Cafer, Sahibu’l Divanda bulunması gerek özellikleri sıralarken şunları yazmıştır; “Dindar olmalıdır, vücut bakımından heybetli ve iradesi kuvvetli olmalıdır, halifeye iletilmek üzere yazılan şikâyetlerin bir özetini çıkararak genellikle Cuma günleri toplanan divanda bunları halifeye sunmalıdır.” Halifede merkezde mezalim divanını toplar ve o gün kendisine sunulan şikâyetleri dinler ve kararlarını verirdi. Bunun yanında divanlarda bulunan görevlilerden Tespit kâtibi, divanlara müracaat edilen davaların davacı ve davalı ile ilgili leh ve aleyhte olan hususlarını tespit edip, bunları sahib-û divana sunardı. İstihsal kâtibi ise mevcut yazılardan sahib-û divanın emriyle gerekli olanların yeterli sayıda nüshalarını çıkartırdı. İnşa kâtibi ise çeşitli müessese ve şahıslara gönderilecek yazıları kaleme alan ve yazışma kurallarını çok iyi bilen bir kişiydi .
Mezalim divanlarının bundan başka görevleri de vardır. Fakat yazılan kaynaklarda bunlara fazla yer verilmemesi bizi bilgi verme bakımından sıkıntıya sokmaktadır. Yinede İslam devletinde ister ilk yıllarda ister de Abbasiler döneminde olsun kurulan bu divan sayesinde belirli bir hukuk anlayışının oluştuğunu söyleyebiliriz.


C.8. Divanu’l Müsadere
Haksız kazançlar, Hz. Ömer devrinden itibaren kişilerin ellerindeki malların müsadere edilmesi şeklinde hazineye katılırdı. Pek çok kaynak bize Hz. Ömer’in, meşru bir kazanç olmadığı gerekçesiyle valilere ve yüksek devlet görevlilerine ait servetlere el koyduğunu ve bunların bir kısmını veya yarısını hazineye mal ettiğini bildirmektedir. Devlet adına haksızlık yapanlar, mezalim mahkemelerinde muhakeme edilirlerdi ve suçlu oldukları görülünce malları müsadere edilirdi. Başlangıçta bu müsadere malları Beytülmal’a konulurdu. Daha sonradan Divanu’l Müsadere’nin kurulması neticesinde bu mallar müsadere divanına devredilmiştir. Mahkeme gerekçesi iki nüsha halinde tertip edilip, biri divana gönderilirken diğeri de vezirlik makamına gönderilirdi. Divanu’l Müsaderenin ilk defa halife Mansür tarafından (H.136-M.754) “beytülmalil-mezalim” divanı olarak kurulmuştur. O müsadere ettiği malları ve sahiplerinin isimlerini yazmış ve saklamıştır. Halifenin bu uygulaması halk tarafından sevgiyle karşılandığı için diğer halifelerde bu uygulamayı devam ettirmiştir .
Bu divan müsadere edilen mülkleri yöneten divandır. Her ne kadar yaygın ve devamlı olmasa da hicri I. asırda Beytülmal’ın gelirlerinin arasından haksız gelir elde eden devlet görevlilerinin ve sivil kişilerin mallarını müsadere usulüyle devlet hazinesine kazandıran divandır. Bu durumlar Hz. Ömer döneminden itibaren görülmektedir. Hz. Ömer döneminde sahabeden kişiler devlet yönetiminde bulunduğu gibi normal vatandaş olup da devletin belirli kademelerine yükselen kişilerden bazen mal beyanı istenirdi. Bu istenilen görevlilerin mal varlığında aşırı bir artış görüldüğü takdirde malının bir kısmına el konurdu. Yani malı müsadere edilirdi .
Emeviler zamanında “daru’l istihrac” olarak bilinen bu kurum toprakları verginden hırsızlık yapan vergi memurlarının veya muayyen bir miktar üzerinde anlaşılarak devlet adına vergi toplayan fakat eksik ödemede bulunan dükkânların yahut da devlete karşı ayaklanan ve bunlara yardımcı olan kimselerin mallarını ellerinden alarak gerekli işlemleri yapardı .
Hulefa-yi Raşid’in döneminde başlayan bu müsadere usulü Emeviler ve Abbasiler döneminde en mükemmel zamanına ulaşmıştır. Abbasilerde bu divana “Divanu’l Müsadere” adı verilmiştir. Abbasilerin ilk dönemlerinde halife Mansur zamanında bu divan “Beytül Mali’l Mezalim” adıyla kurulmuştur. Bu gelişme müsadere divanının başlangıcı olarak kabul edilmiştir .
Bu açıdan bakıldığında Mansur döneminde devlet erkanından olan ya da normal vatandaş olup haksız kazanç sağlayan kişilerin mallarını dağıtan “Müsadere Divanı” özel bir divan konumuna yükselmiştir. Bu divanın kurulmasından anlaşılıyor ki Mansur döneminde birçok şahsın malları müsadere edilmiştir . Buda devlet düzeninde bu dönemde bozulmaların oldukça fazla olduğunu bize ispatlar. Nitekim bu divan Abbasilerin yıkılışına kadar devlet içerisinde kendi varlığını korumuştur. Çünkü bu divan sayesinde devlet kendi içerisinde çalıştırdığı devlet görevlilerini daha rahat kontrol altına alabiliyordu ve bu kişilerin fazlaca mal edinmelerini önleyerek halifeye karşı rakip bir idareci olmaları önleniyordu.
C.9. Divanu’l Nafaka
Hz. Ömer tarafından geliştirilen Divanu’l Cûnd ve Divanu’l Ata divanları bilindiği üzere devletin gelirlerini tahsil ederdi. Ancak her divan elde ettiği gelirleri devletin emrettiği şekilde harcamak zorunda idi. Divanu’l Nafaka ise Fuad Köprülü’nün de dediği gibi bir harcamalar divanı olup, idarede vazifesi olan memurların ve diğer devlet görevlilerinin maaşlarını öderdi. Tüm devlet harcamalarının ve diğer divan giderlerinin bu divan tarafından yapıldığı söylenemez. Çünkü her divanın kendi gelirleri vardır. Bu divan genel olarak halife adına hilafet sarayı başta olmak üzere mülki idarede olan görevlilerin maaşlarını öder, devlet adına dairelerin ihtiyacı olan çeşitli malzeme ve eşyayı satın alır ve başkanlık sarayının tüm ihtiyaçlarını karşılardı .
Bu divanın Abbasiler döneminde kurulduğunu söyleseler de, ilk defa kurulduğu dönem Emevi halifesi Süleyman b. Abdülmelik dönemine rastlamaktadır. Bir kısım eserlerden öğrendiğimize göre Süleyman b. Abdülmelik emri altındaki Abdülmelik b. Arm’a bir emir vererek Beytülmal’ın yanında birde nafaka müdürlüğü kurmasını söyler. Buradan da anlaşılacağı bir nafaka divanından bahsedilmiştir. Muhtemelen bu divan bu dönemde bir şube iken, Abbasiler döneminde bir divan haline gelmiştir .
Tabi olarak Abbasiler devletinin kuruluşundan itibaren geniş bir divan anlayışının devlet idaresinde kabul görmesi Emevilerde bir şube olarak görülen bu divanın gelişmesinde etkili olmuştur. Bu sözler doğrultusunda devlet adamlarının maaşlarını ödeyen, devlet adına dairelerin ihtiyacı olan şeyleri karşılayan, hilafet merkezinin tüm ihtiyaçlarını karşılayan divan konumuna yükselen nafaka divanı, ilk kez bu adla Halife Seffah zamanında anılmıştır. Bu divanın sadece hilafet merkezinde var olmasının sebebi devletin tatbik ettiği siyasi amaçlardan kaynaklanmaktadır. Bu divan en çok beytülmal ile ilişki içerisinde olmuştur. Nafaka divanından yapılan bütün harcamalar halifenin kontrolünde beytülmal’ca yapılırdı. Bu divan emrü’l-ümeralık dönemine kadar (H.279–289/M.892–902)devam etmiştir .
C.10. Divanu’l Atâ
Hz. Ömer her yıl bir defaya mahsus olmak üzere Beytülmal’da toplanan fey gelirlerinden bir defaya mahsus olmak üzere askerlere “atiyye” adı altında bir erzak dağıtırdı. Hz. Ebubekr ve Hz. Ömer dönemleri içerisinde herkes mallarını eşit alırdı. Hz. Ebubekr kölelere atiyye verirken Hz. Ömer bu atiyyeyi kölelere vermezdi. Hz. Osman devrinde fey gelirlerinden elde edilen gelirler Hz. Ömer’in koyduğu usuller üzerinden dağıtılmaktaydı. Hz. Ali döneminde ise fey taksimatı tıpkı Hz. Ebubekr dönemindeki gibi dağıtılmaktaydı. Ayrıca bu dönemde atiyye adı altında dağıtılan fey gelirleri yılda bir defa değil üç defaya çıkarılmıştır. Şunu da belirtmek gerekir ki atiyye sadece şehirdeki ve köylerdeki yerleşik hayatta bulunan kişilere dağıtılırdı. İş de savaşlarda elde edilen ganimetleri askerlere dağıtan bu divana Atâ divanı denilmektedir. Bu divan sadece yerleşik konumda olan insanlara atiyye verirdi. Bedevilere atiyye adı altında gelir verilmezdi. Divanu’l ata denen bu divanın Emeviler döneminde Divanu’l Cûnd’a devredildiğini bazı müellifler söylese de yinede Emeviler döneminde atiyye adı altında bu divandan gelirler dağıtılmaktaydı .
Abbasilerin başlangıç dönemlerinde halife Seffah kendisi halife olduktan sonra atiyyeleri 200 dirhem artırarak, Emeviler döneminden kalma atiyye anlayışını devam ettirmiş ve bu divanı Abbasilerin ilk dönemlerinde yaşatmıştır. Halife Mansur özellikle Hicaz ehline atiyye vermekte oldukça cömert davranmıştır. Kureyş’te, Kureyş eşrafından her birini 1000 dinar atiyye vermekteydi. Bilindiği üzere Divanu’l Ata’da atiyyeler kabile anlayışına göre dağıtılmaktaydı. Buna göre her kabilede bir divan vardı. Divanın en üst yöneticisi olan Sahibu’d Divan yönetimindeki arif ve menkib adlı görevliler sayesinde atiyyelerin halka doğru dağıtılmasını sağlardı. Halife Mansur döneminden Hicaz dışında Şam, Cezire ve Horasan’da da atiyyerler dağıtılmıştır. Harunurreşid döneminde devletin gelirleri oldukça fazla artığı için buna paralel olarak ta atiyyelerin miktarı da artmıştır .
Harunurreşid’den sonra devletin içine düştüğü kargaşalık ve kardeş kavgaları devletin her alanında olduğu gibi divanları da etkilemiş ve buda dolaylı olaraktan Divanu’l Ata’yı da etkilemiştir. Harunurreşid’den sonra başa geçen oğulları döneminde Bağdat’ta bütün divan kayıtlarının yanması bu kargaşalığı daha da artırmıştır. Bu divanların tamamı yangından beş sene sonrasına kadar tutulamamıştır. Genel bir kanı olarak Harunurreşid den sonra merkezde Divanu’l Ata’nın kayıtları bir daha tutulamamış ve bu divan fonksiyonunu bu dönemden sonra kaybetmiştir .
C.11. Divanu’l Nafia
Bu divan, hicri 3. yüzyıla girerken Abbasilerin kurduğu bir divan olduğu için bu divanı burada fazlasıyla incelemeyi istemedik. Yinede genel hatlarıyla bakıldığında bu daire genel olarak imar işlerini yürütmek için kurulmuştur. Hz. Ömer döneminde itibaren bilhassa ulaşım ve sulama kanallarının yapılamasına büyük önem verilmiştir. Devletin ve halkın en büyük geçim kaynağının tarım olması devletin bu alanlarda büyük yatırımlar yapmasına neden olmuştur. Hulafe-i Raşidin ve Emeviler devrinde bu işleri valiler yürütürken, Abbasiler döneminde bu işlere bakmak için bu divan kurulmuştur. Gerek Taberi ve gerekse İbnu’l Esir tarafından yazıldığına göre halife Mehdi’nin, bir kısım yolların, kuyuların ve havuzların yapılması için emir verdiğini ve bu maksat doğrultusunda Nafia divanını kurdurduğu söylemektedirler(H.158-M.775). Ebu Yusuf’un, Harunurresid’e söylediği bir söz neticesinde devletin bütün inşa ve yapı işlerinin bu divan tarafından düzenlendiği anlaşılmaktadır. Bu divan tüm bu işleri bir tek elden yürütmekteydi . Abbasilerin son dönemlerine kadar faaliyette olan bir divandı.
C.12. Divanu’l Ezimme
Kaynaklarda çok kere Divanu’z Zimam olarak ta geçer. Devletin gelir ve giderlerini teftiş ve muhasebe işlerini kontrol eden divandır. Belüzari, İslam’dan önce Sasanilerde de böyle bir kurumun olduğundan bahseder. Onları taklit ederek bu kurumu kuran ilk Müslüman idarecinin Muaviye’nin valilerinden Ziyad b. Ebu Süfyan olduğunu bize aktarır. Fakat İslam devletlerinde ilk defa Hz. Muhammed döneminde muhasebe işlerinin kontrol edildiği bilinmektedir. Emeviler devrinde Divanu’l Zimam olarak karşımıza çıkan bu divan müstakil ve merkezi bir devlet muhasebesi ve denetlemesi kurumuna rastlamak mümkün değildir. Ancak her ilin valisi kendi bölgesinde muhasebe teftiş işlerini yürütmekle görevliydi . Bunun yanında Ezimme divanını Emeviler döneminde varolduğunu söyleyen Taberi, bu divanın resmi bir devlet kurumu olarak ilk defa Abbasi halifesi Mehdi zamanında Ömer b. Bezi tarafından kurulduğunu söylemektedir. Gerekçe olarak ta halife Mehdi döneminde var olan bozuk mali yapının düzeltilmek istenmesinden kaynaklanmaktadır. Yine Taberi’ye göre Ezimme divanları Mehdi döneminde eyaletlerdeki divanların tek bir divana bağlanmasını sağlamıştır ve bu divana “Divanu’l Zimamul Ezimme” adını vermiştir. Netice olarak Ezimme divanı devletin gelir ve giderlerini kontrol eden, devletin mali işlerini denetleyen, kısaca mali muvazeneye tesir edecek her şeyi ve kararı tespit ve kontrol eden bir divandı .
C.13. Divanu’l Öşür
Öşür vergisine tabi arazi vergilerini toplayan bu divan hakkında kaynaklar pek fazla bir bilgi vermemektedir. Fetih edilen geniş toprakların haraç arazisi sayılması ve öşür gelirlerinin haraca karşı çok büyük bir düşüş yaşaması, zamanla devlete ait öşür gelirlerinin azalmasını ve bu divanın Divanu’l Dıya’ya bağlı kalmasına sebep olmuştur. Bu divanın görevlerine ilişkin bilgiler sadece Maverdi ve Ferra’ın yazdığı eserlerde rastlanmaktadır. Onların açıklamasına göre bu divan sadece öşür vergisi veren, kendilerine ait arazileri olan, vergi müelliflerini belirleyen ve arazinin sulanmasıyla ve mahsulün miktarını belirlemekle görevli olan bir divan olarak nitelendirmişlerdir .
C.14. Divanu’s Sadaka
Bu divan özellikle İslam’ın koyduğu şartlar doğrultusunda her Müslüman’ın vermesi gereken zekat, sadaka, nafaka vb. paraları toplayan ve yerine ulaştıran divandır. Bazı eserlerde ise bu divanın sadece hayvan vergilerini topladığını belirtmiştir. Sadaka divanı zorunlu olarak halktan mal toplamazdı. Daha çok halk, kendi isteği ile malını veya parasını getirir ve bu divana verirdi .
C.15. Divanu’t Tiraz
Tabiri caizse resmi elbise ve savaşlarda kullanılan bayrak, sancak ve diğer zamanlarda başvurulan bütün sembolleri temin eden tezgâh ve atölye işlerine bakan divandır . Halifeler Tıraz imalatına mahsus olmak üzer saraylarında tıraz imalathaneleri kurdurmuşlardır. Buralarda dokunan elbiseler halifenin tırazı ile süslenirlerdi. İmalathanelerin kontrolü ve teftişini sahib-i tıraz adıyla adlandırılan bir görevli kontrol ederdi. Bu kişi söz konusu bu imalathanelerde çalışan kuyumcuları ve onların alet ve takımlarını sağlar, dokuyucuları kontrol eder ve onarın aylıklarını verirdi . Abbasilerin yıkılışına kadar bu divan işlevine devam etmiştir. Emevilerde de var olan bir divandır.
Bu divanların dışında Abbasilerin orta ve son dönemlerine doğru birçok divan daha kurulmuştur. Ama bazı yerlerde de belirttiğimiz gibi biz burada sadece hicri I. ve II. yüzyıllarda kurulan divanları incelediğimiz için burada onlara yer vermeyeceğiz.
SONUÇ
Sonuç olarak bakıldığında divan kurumları İslam devletinin kurulduğu ilk yıllarda çok gerekli olan devlet kurumları değildi. Fakat İslam devleti gelişip de hem toprak yüzölçümü hem de medeniyet ölçütleri bakımından yükselince artık bu kurumlara ihtiyaç duyulur hale gelmiştir. Neticede bunu hisseden ilk kişi Hz. Ömer olmuş, Hz. Osman ve Hz. Ali ise Hz. Ömer döneminde uygulamaya konulan divanları aynı şekilde devam ettirmişlerdir. Tabi olarak bu ilk kurulan divanlar Hulefa-i Raşidin döneminde devletin ihtiyacını karşılayacak şekilde düzenlenmiş basit yapıda ki divanlardı. Bu ilk kurulan divanlar, Hz. Muhammed döneminde uygulamaya konulan şartlar çerçevesinde gelişip büyümüştür. Gelişme aşamalarında örnek olarak İran menşeli uygulamalar alınmıştır. Ama tutulan defterlerde Arap adet ve kabile anlayışının yanında Hz. Muhammed’e olan yakınlık dikkate alınmış ve bu şekilde defterler tutulmuştur. Emeviler ve Abbasilerde ise halifeye olan yakınlık göz önüne alınmıştır.
Neticede bazı tarihçilerin temellerini daha Hz. Muhammed’in uygulamalarına dayandırdığı bu kurumların gelişme safhası Emeviler döneminde yaşanmıştır. Emevi hanedanı döneminde hem fetih edilen yerlerde hem de merkezde kurulan divanların sayısı artmıştır. Bu divanların içeriği Muaviye’den halife Abdülmelik b. Mervan dönemine kadar aynı bırakılmıştır. Bu dönemler arasında yönetime geçen halifeler sadece kurulan divanları denetlemiştir. Defterler bu döneme kadar hem zimmiler tarafından tutulmuş hem de bu zimmi görevlilerin dillerince, yapılan işlemler kayda geçirilmiştir. Ama Abdülmelik b. Mervan bu duruma bir son vermiştir. Verdiği bir emir neticesinde defterlerin yazı dilini Arapça’ya çevirmiş ve bu gelişme kendisinden sonra gelen oğlu Velid ve halife Ömer b. Abdüllaziz dönemlerinde defterlerin tamamen Arapça olarak tutulması şeklinde değişmiştir.
Emevilerde her ne kadar dilde Arapça unsuru öne çıkarılmışsa da dilde ağır ve süslü bir yazışma usulü kullanılmamıştır. Defterler artık siciller halinde tutuluyordu ve bunların korunması için önlemler alınıyordu. Abbasilerde ise durum daha da değişmiştir. Defterler artık ağır ve süslü yazılarla tutulur hale gelmiştir. Arap şiir sanatında mevcut olan belagat sanatı defterler içerisinde kufi yazı dili ile beraber kullanılır olmuştu. Sadece dilde değişiklikler olmamıştı. Nitekim her divanın alt divanları ya da müdürlükleri açılmıştır. Bazı tarihçiler bunlara divan derken bazıları da müdürlük demektedir. Ayrıca bu konu hakkında müelliflerin de tam bir açıklama yapmaması günümüzde bu çelişkiyi ortaya çıkarmıştır.


Şunu söylemek gerekir ki divanların İslam devletinde en mükemmel hale geldiği dönem Abbasiler dönemidir. Emevilerden aldıkları bu kurumlar, Abbasilerin ilk dönemlerinde belki o kadar büyük değişimlere uğramamışlardır. Ama devletin kültür ve medeniyet bakımından en inkişaflı dönemlerini yaşadığı miladi 9. yüzyılda bu kurumlar da en mükemmel hallerine ulaşmışlardır. Biz burada sadece hicri I. ve II. yüzyıllar içerisinde divanlar konusunu incelediğimiz için bu dönemler hakkında bilgi vermedik.
Nitekim Abbasilerle aynı dönem içerisinde kurulan Endülüs Emevilerinde de durum bundan farklı değildi. İlk olarak bir emirlik yapısında bulunan Endülüs Emevilerinde divanlar, Emevilerden alındığı üzere kurulmuş ve Abbasilerde ki uygulamalar takip edilerek geliştirilmiştir. Bu şekilde kuruluş ve gelişmesini devem ettiren divan kurumları sonraki yüzyıllarda birçok İslam, Türk-İslam devletinin idari, sosyal, siyasal ve ekonomik kurumlarına ana kurumlar olarak kaynak teşkil etmiştir. Bizde bu idari yapılanmaları Gaznelilerde, Eyyubi devletinde, Selçuklularda, Memluklularda, Osmanlılarda vb. gibi İslam esaslı devletlerde görmekteyiz.


















BİBLİYOGRAFYA
1. AYCAN, İrfan - SARIÇAM, İbrahim; Emeviler, Türk Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1999.
2. AYKAÇ, Mehmet, Abbasi Devletinin İlk Dönemlerinde İdari Teşkilatından Divanlar, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1997.
3. CANAN, Mehmet Zeki; İslam Tarihi I, İstanbul, 1977.
4. HASAN, İbrahim Hasan; İslam Tarihi, (Çev. Heyet), Kayıhan Yayınları, İstanbul, Tarih Verilmemiş.
5. HEYET; “Divan Maddesi”, Diyanet İşleri Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 9, İstanbul, 1993.
6. KAZICI, Ziya; İslam Müesseseleri Tarihi, Kayıhan Yayınları, İstanbul, Tarih Verilmemiş.
7. ÖZDEMİR, Mehmet; Endülüs Müslümanları Medeniyet Tarihi, Oku Düşün Yayınları, Ankara, 1997.
8. Remziye, Abdulvehab, el-HAYRAV; “Hicri 1. Yüzyılda Divanlar”, (Çev. Abdulhalik Bakır), Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Dergisi, Ankara, 1989.
9. Suphi es-SALİH; İslam Mezhepleri ve Müesseseleri (Doğuşu-Gelişimi), (Çev. İbrahim Sarmış), Zafer Matbaası, İstanbul, 1981.
10. Şevki Ebu HALİL; İslam ve Dünya Medeniyetleri Tarihi, (Çev. Atik Aydın-Abdülhadi Timurtaş), Bilge Adam Yayınları, İstanbul, 2005.
11. ÜÇOK, Bahriye; İslam Tarihi Emeviler-Abbasiler, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1983.
12. YENİÇERİ, Celal; İslam’da Devlet Bütçesi, Şamil Yayınevi, İstanbul, 1984.
13. ZEYDAN, Corci; İslam Medeniyeti Tarihi, C.1, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 1999.
 
Üst Alt