Islam Aklinin Yeniden Inşasi Için

  • Konbuyu başlatan zeynep_hearty
  • Başlangıç tarihi
Z

zeynep_hearty

Guest
İSLAM AKLININ YENİDEN İNŞASI İÇİN

Temellerine kadar tahrif ve tahrip edilmiş hayatın yeniden inşası şart. Yeniden inşa söz konusu ise, elbette enkaz kaldırmak kaçınılmazdır. Fakat hayatın inşasından söz edilen bir yerde, zorunlu olarak insandan söz ediliyor demektir. Zaten insanın yeryüzündeki amaçlarından biri de imar ve inşa değil midir?
O halde, hayatın yeniden inşası için, insanın, insanımızın yeniden inşası şart: "Kırk katır mı, kırk satır mı?" misali, sürüleştirilme ile bireyleştirilme arasında sıkışan insanımızın şahsiyet olarak yeniden inşası...
Hem en büyük derdimiz, hem de dermanımız olan insanımıza ne olmuş?
Daha ne olsun? Hürmeti çiğnenmiş, kimliği kundaklanmış, izzeti yaralanmış, hafızası silinmiş, duygusu incitilmiş, haysiyeti tecavüze uğramış, bilinci örselenmiş. Özetle yüreği işgale, aklı iğfale uğramış.
Gerisi neyse ama, iğfal edilmiş bir akıl ve onu besleyen bir tasavvurla hangi inşa gerçekleştirilebilir ki? O halde, yeni bir akıl inşasından söz edilmeden insanın yeniden inşasından söz edilemez.
Vahiy "İslam" dediğinde, ahlaki olan ile yaratılışa uygun olanın (hulk+hilk: halk) birbirinden ayrı düşünülmediği varoluşsal bir duruşu kasteder. İnsanın doğasıyla uyumu, onun Allah ve eşya ile olan ilişkisinden bağımsız gerçekleşemez. İnsanın Allah'la olan ilişkisinin ekseni olan teslimiyet, insanın insanla olan ilişkisinde adaleti, insanın eşya ile olan ilişkisinde emanete sadakati zorunlu kılar.
Yani müslüman olmak, önce müslümanca bir akla sahip olmaktır. Bu aklın en belirgin özelliklerinden biri, "birleştirilmesi emredilenin arasını ayırmamak"tır. (Bakara, 27) Yani, bütünü oluşturan parçalar arasındaki bağlantıyı koparmamak, hakikati parçalamamak, dahası bütünden kopmuş parçaları ait olduğu yere bağlamaktır. Çünkü parçalanan hakikat, hakikat olmaktan çıkar.
Tarihin hiçbir döneminde, müslüman imanıyla müslüman aklının arası, bugünkü kadar açılmamıştı. İslam tarihinde, hiçbir müslüman neslin imanı aklına ya da aklı imanına, böylesine yabancılaşmamıştı.
Nuh'a iman ettiği halde, tufana Ken'an gibi tepki vermek... İbrahim'in yoluna inanmak, fakat Nemrut'unki gibi bir hayat tasavvur etmek... Musa'ya iman ettiği halde, Firavun gibi düşünmek... Yusuf'un doğru yaptığına inanmak, fakat Züleyha'nın peşine düşmek...
Kur'an'ın, kendisine inanan insanlarda İslam aklını inşa etmek için anlattığı bir çok kıssadan biri olan Yusuf kıssasında, kahramanımız iffet ve sadakatini koruduğu için zindana atılmıştır. Taşların bağlanıp köpeklerin salındığı bir ahlaki yapıya sahip olan o dönem Mısır'ında Yusuf'un suçu, bir köle olarak bir saraylıyı ardından koşturmasıdır.
İslam aklı, bilgiyi işlevsel olarak kabul eder. Bunun içindir ki aklın akıl olabilmesi fonksiyonel olmasına bağlıdır. Yani, faaliyet halinde değilse, o "akıl" da değildir. Bu nedenledir ki failin ne'liğini ismi değil fiili belirler. Fiil ise, tasavvurdan doğup akılda billurlaşan bir süreç sonucunda ortaya çıkar. Sonuçta; sahibini gerçek anlamda özgür ya da tutsak kılan davranışlarına istikamet veren unsurdur.
Züleyha, Yusuf'un ardından koşuyordu. Ardından koşan efendi, ardından koşulan köle idi. Bu Züleyha'nın durduğu yerden bakınca böyle görünüyordu. Tutkusunun esiri olarak gerçekleştirdiği eylemine rağmen bu hâlâ böyleydi. Peki ya Yusuf'un baktığı yerden bakınca?..
Köle kim?
Efendi kim?
Soru şöyle de formüle edilebilir: Gerçekte Yusuf mu Züleyha'nın kölesi, yoksa Züleyha mı Yusuf'un?
Bu sorunun cevabı kimin baktığı yerden baktığınıza bağlı: Züleyha'nın baktığı yerden bakınca Züleyha "efendi", Yusuf "köle" olarak görünüyordu. Yusuf'un baktığı yerden bakınca ise tam tersi.
Yusuf diyordu ki: "Rabbim, benim için zindan, onların beni çağırdığı şeyden çok daha sevimlidir!" (Yusuf 33)
Yusuf müslüman aklıyla düşünüyordu ve böyle dedi. O kendisinin zindanda da olsa hür, Züleyha'nın sarayda da olsa tutkusunun tutuklusu olduğunu biliyordu.
Bu örnek İslam aklından neyi anlamamız gerektiğine dair verilebilecek bir çok örnekten sadece biri. Belki Amir b. Füheyre örneğini de buna ekleyebiliriz. Meune Kuyusu yakınlarında pusuya düşürülüp şehit edilen 70 kişiden biri olan Amir'in katili diyordu ki "Onu ben öldürdüm. Fakat o ölürken ne dese beğenirsiniz: "İşte şimdi kazandım!" Öldüren ben olayım da, kazanan nasıl o olsun?"
Sahi Âmir'in bu aklı, bize de müşrik katil Cebbar kadar yabancı ve garip gelmiyor mu? Âmir'in inancına mensup olup da Cebbar'ın aklını taşımak... İşte asıl garabet.
Kur'an, muhatabında İslam aklını oluşturabilmek için insanın gündelik hayatında kullandığı kavramların tahrif olmuşlarını tashih eder. Onun tasavvurunu, sahih kavramlarla yeniden inşa eder. Bu nedenle "kar-zarar, kayıp-kazanç, hayat-ölüm, zafer-yenilgi" derken bu kavramların içini, "birleştirilmesi emredilen şeylerin arasını ayırmayan" bir akılla doldurur.
Tahrif edilmiş kavramlarla düşünen aklın sahibi, nasıl doğru eylem ortaya koyabilir ki? Tasavvurdaki milimetrik bir sapma, eylemde kilometrelere tekabül eder. Tasavvurdaki sapmalara dokunmadan eylemleri düzeltme iddiası, komik bir iddiadır. Eylemi beğenmiyorsak, önce akıldan başlayalım...
(alıntı)
selam ve dua ile...
 
bu neslin rabbime sükürler olsunki üstadin deyimiyle ak sütün icindeki ak kili farkedecek genclik geliyor rabbimin izni ile bu hak yolda onlar basariya ulasacaklardir rabbim bizi korusun abla
böyle hassas bir konuyu bizimle paylastigin icin rabbim senden razi olsun
camurlu yollarin camuru sicrasa ble itikadi,imani ile cok güclü bir genclik geliyor insallah
 
İnsan, canlı olmasının bir sonucu olarak, zorunlu temel ihtiyaçlarını karşılamak için çeşitli davranışlar ortaya koyar. Bu davranışlar, vücudun maddi yönünü tatmin etmeye dönüktür. Bu ihtiyaçları giderme hususunda, insanı diğer canlılardan farklı kılan özelliği, özgür seçimidir. Özgürce seçmek için ise akıl sahibi olmak gerekir. Yani, seçme, karar verme, ortaya çıkarma gibi davranışların temeli akıldır. Bu özellik insanın diğer canlılar karşısındaki ayrıcalığıdır.

Akıl, insana mahsus bir kuvvet olup, kişi o sayede ilim öğrenme ve idrak etme kabiliyetine sahip olur.

Her şeyde Allah’ın varlığına şahitlik eden bir şahit vardır. Ki bunlar O’nun birliğini ispat eder.bütün akıllı kimseler, bu muhkem tertip ve üstün nizam karşısında onları yoktan var eden Sani-i hakim’in varlığını ve birliğini bulmuşlardır.İşte akıllı olanların dereceleri böylece meydana çıkar.Ancak bu hususları anlayamayanlar, kibirliklerinden dolayı bunlardan ibret almayanlardır.

Tevhid inancı tekidli olarak Allah’ın varlığını ifade eder.Sonra akaidin şeriattan alınması gerekir.Çünkü her ne kadar akıl onda müstakil ise de şeriat asıldır.Yoksa yaratıcı olan Allah’ı, O’nun ilmini ve kudretini ispat için ilim haddi zatında Kitap ve Sünnete dayanmaz. Fakat o her ikisine, hem akıl hem de Kitap ve Sünnete dayanır.Çünkü bu konuların, Kitap ve Sünnete uygunluğuna itibar edilmezse, o zaman ilim filozofların uluhiyet görüşü gibi olurdu ki, onların bu görüşünü inceleyenler bunun hiçbir kıymet ve itibarının olmadığını anlarlar.

Akıl, şer’i ahkamı müdrik ve kaşif kabul edilir. Çünkü akıl, iyi bir ölçme ve değerlendirme aracı olmasının ötesinde değer kaynağı olmaz. Şari yani hüküm koyucu ancak Allah’tır. Akıl onun hükümlerini sadece keşfeder ve ortaya çıkarır, yoksa bizatihi kendisi hüküm koyamaz.

Bu itibarla fukaha, hakkında açık nas olmayan bir konuda, yaptıkları ictihadlarını mutlaka bir nassa dayandırma gereği duymuşlar, naslardan azade biçimde aklı devreye sokma gibi bir tavır göstermemişlerdir.
İmam-ı Rabbani (r.a.); “Akıl her ne kadar hüccet (delil) ise de hüccet-i baliğa (tam hüccet) değildir. Hüccet-i baliğa peygamberlerin gönderilmesiyle hasıl olmuştur.” Der.

Allah’u Teala mealen şöyle buyuruyor:
“ Bu Kur’an insanlara bir tebliğdir. İnsanlar bununla uyarılsınlar, O’nun tek ilah olduğunu bilsinler ve akıllarını kullansınlar da düşünüp ibret alsınlar.”(İbrahim s.50.ay.)

Netice olarak diyebiliriz ki, akıl, bütün mükevvenatın yaratıcı Allah’u Teala’yı, din ve dünya meselelerini bilmesi için bir vasıtadır. Hz. Ali (r.a.) buyurmuştur ki; “Din akıldır, akıl da dindir.Eğer akıl, dini anlamaktan aciz kalırsa akıl değildir.Eğer din aklı selim dairesinden uzaklaşırsa din değildir.”

Allah’a hakkıyla kulluk edebilmek için, Kur’an’ın ne dediğini anlamak, neleri yapmak ve nelerden kaçınmak gerektiğini bilmek gerekir. Bu ise ancak akıl sayesinde mümkündür. Bu anlamda akıllı olmak, aklı kullanıp Kur’an’ı anlamaya çalışmak kadın - erkek her Müslüman’ın görevlerindendir.
 
Geri
Üst
AdBlock Detected

We get it, advertisements are annoying!

Sure, ad-blocking software does a great job at blocking ads, but it also blocks useful features of our website. For the best site experience please disable your AdBlocker.

I've Disabled AdBlock    No Thanks