Namazın efdal vakitleri hakkında Ebu Hanife şu hususları beyan eder.
1) Hz. Peygamber'in, "Sabah namazını ortalık ağannca kılınız; çünkü bunun ecri en büyük ecirdir."
2) Abdullah'İbn Mesûd, Hz. Peygamber (s.a.s)'in sabah namazını Müzdelife'de ilk vaktinde kıldırdığını rivayet etmiştir,İbn Mes'ûd sonra.şunu ilave etmiştir: "Hz. Peygamber (s.a.s)'i, (hacc esnasında) bütün namazları mûtad vakitlerinde kıldırdığını gördüm. Yalnız sabah namazının vaktinde değişiklik yapmıştı.
3) İbn Mesûd'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir:'Peygamberin ashabının, sabah namazını ortalık aydınlanınca kılmaya devam ettikleri gibi, hiçbir şeye devam ederken görmedim.
4) Ebu Bekr (r.a)'den o, onun sabah namazını kıldırdığı ve Âl-i İmrân sûresini okuduğu, bunun üzerine kendisine uyanların, "Nerdeyse güneş doğacaktı!.." dediklerinde de, onun "Şayet güneş doğmuş olsaydı, bizi bundan gafiller olarak bulamazdı" dediği rivayet edilmiştir.
Hz. Ömer'in de Bakara sûresini okuduğu, kendisine uyanların da, güneşin doğmak üzere olduğunu söyledikleri, bunun üzerine onun da, "Şayet güneş doğmuş olsaydı, bizi bundan gafil olarak bulamazdı" dediği rivayet edilmiştir.
5) Namazı tehir etmek, beklemeden dolayı bir fazilet kapsar. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s),"Namazı bekleyen kimse, namazın içinde olan kimse gibidir" buyurmuştur. Buna göre kim namazı ilk vaktinden tehir ederse, ilk önce namazı beklemiş, sonra da ikinci kez onu kılmış olur. Vaktin evvelinde namazını kılan kimse ise, beklemeden dolayı elde edilecek fazileti kaçırmış olur.
6) Namazı geciktirmek, cemaatin çoğalmasına imkân verir. 8u sebeble cemaat faziletine nail olmak için, namazı tehir etmenin daha uygun olması gerekir.
7) "Tağlis", insanlara meşakkatli gelir. Çünkü sabah namazı erkenden kılındığı zaman, insan ecri tulü ettikten sonra namaza hazır olması için, geceden abdest almaya ihtiyaç hisseder. Halbuki şer'an zorluk kaldırılmıştır.
8) Sabah namazından sonra namaz kılmak mekruhtur. İnsan sabah namazını ortalık ağarınca kıldığı zaman, kerahet vakti azalır. Erkenden kıldığında ise, bu vakit çoğalmış olur.
Hanefilerin birinci deliline şu şekilde cevap veririz: Fecr, kendisiyle doğu tarafındaki karanlığın kaybolduğu ışığa verilen isimdir. Buna göre ancak havada karanlık olursa fecr, fecr diye isimlendirilir. Ama karanlık tamamen yok olup. ortalık aydınlanınca, bu fecr olmaz. "İsfâr" a gelince, bu açılmaktan İbarettir. Meselâ, kadın yüzünü açtığı zaman,"Kadın yüzünü açtı" denilir. Bu sabit olunca biz deriz ki, fecr'in açılması ortalıkta karanlık bulunduğu zaman olur. Çünkü, karanlık ne kadar fazla olursa, o karanlık arasında ortaya çıkacak olan ışık da o kadar güçlü olur. Bu sebeple Hz. Peygamber'in, ifâdesinin, "tağlis" e hamledilmesi gerekir. Yani, "Fecr daha çok açık ve daha fazla olduğu zaman,kıhnacak namazlarınızın sevabı daha çok olur." Biz, bunun ancak fecrin başında olacağını beyan etmiştik; bu, Şafiî (r.a)'nin şu sözünün anlamıdır: "Hadiste gecen "isfâr", fecrin iyice doğduğuna ve hiçbir şüphenin kalmadığına hamledilmiştir." O vakitte namaz kılmanın daha zor olduğu, dolayısıyla onun sevabının daha fazla olması hususu da, bizim bu dediğimize delâlet eder. Ama, sabah namazını ortalığın ışımasına kadar geciktirmek, tembellerin işidir. O halde yüce Şâri'in, "taatlar hususunda tembellik, ciddiyetten daha üstündür" demiş olması nasıl mümkün olur?
İkinci deliline cevap: Bu İbn Mes'ûd'un,"Sabah namazını ortalık ışıdığında kılmaya devam ediniz" sözüdür. Bunun cevabı, yukarıda izah ettiğimiz şeydir. Çünkü sabah namazını aydınlatmak, ancak vaktin evvelinde mümkün olabilir. Ama, ortalığın ışıkla dolmasına gelince, buna fecr denilmez.
Diğer delilleri de, bizim daha önce söylemiş olduğumuz delillerle çelişir. Allah en iyisini bilendir.
Allahu Teâlâ'nın,"Siz nerede olursanız olun, Allah sizin hepinizi huzuruna getirir" ayetine getince, bu Allah'a itaat edenler için bir va'ad, isyan edenler içinse bir va'îd ve tehdittir. Aliahu Teâlâ sanki şöyle buyurmuştur: "Ey nübüvvet ve dini bilen hakikat ehli kimseler; hayırlara koşun, kıyamette Allah katında sizin için hazırlanmış olan çeşitli ikramlar ve yakınlıklara ulaşabilmeniz için, bu husustaki güçlükleri sırtlanın.."
Daha sonra da Cenâb-ı Hak,"Muhakkak ki Allah herşeye kadirdir" buyurarak, bunun muhakkak olduğunu bildirmiştir. Bu böyledir, çünkü "i'âde" (öleni diriltme) bizatihi mümkün bir şeydir. Allah da mümkinatın hepsine kadirdir. Bu sebeple de O'nun, insanları irâde etmeye kadir olması gerekir. Bu ayetten çıkarılacak meseleleri, biz Cenâb-ı Hakk'-ın,"Eğer Allah dilerse, onların İşitmelerini ve gözlerini götürür. Muhakkak ki Allah her şeye kadirdir"
1) Hz. Peygamber'in, "Sabah namazını ortalık ağannca kılınız; çünkü bunun ecri en büyük ecirdir."
2) Abdullah'İbn Mesûd, Hz. Peygamber (s.a.s)'in sabah namazını Müzdelife'de ilk vaktinde kıldırdığını rivayet etmiştir,İbn Mes'ûd sonra.şunu ilave etmiştir: "Hz. Peygamber (s.a.s)'i, (hacc esnasında) bütün namazları mûtad vakitlerinde kıldırdığını gördüm. Yalnız sabah namazının vaktinde değişiklik yapmıştı.
3) İbn Mesûd'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir:'Peygamberin ashabının, sabah namazını ortalık aydınlanınca kılmaya devam ettikleri gibi, hiçbir şeye devam ederken görmedim.
4) Ebu Bekr (r.a)'den o, onun sabah namazını kıldırdığı ve Âl-i İmrân sûresini okuduğu, bunun üzerine kendisine uyanların, "Nerdeyse güneş doğacaktı!.." dediklerinde de, onun "Şayet güneş doğmuş olsaydı, bizi bundan gafiller olarak bulamazdı" dediği rivayet edilmiştir.
Hz. Ömer'in de Bakara sûresini okuduğu, kendisine uyanların da, güneşin doğmak üzere olduğunu söyledikleri, bunun üzerine onun da, "Şayet güneş doğmuş olsaydı, bizi bundan gafil olarak bulamazdı" dediği rivayet edilmiştir.
5) Namazı tehir etmek, beklemeden dolayı bir fazilet kapsar. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s),"Namazı bekleyen kimse, namazın içinde olan kimse gibidir" buyurmuştur. Buna göre kim namazı ilk vaktinden tehir ederse, ilk önce namazı beklemiş, sonra da ikinci kez onu kılmış olur. Vaktin evvelinde namazını kılan kimse ise, beklemeden dolayı elde edilecek fazileti kaçırmış olur.
6) Namazı geciktirmek, cemaatin çoğalmasına imkân verir. 8u sebeble cemaat faziletine nail olmak için, namazı tehir etmenin daha uygun olması gerekir.
7) "Tağlis", insanlara meşakkatli gelir. Çünkü sabah namazı erkenden kılındığı zaman, insan ecri tulü ettikten sonra namaza hazır olması için, geceden abdest almaya ihtiyaç hisseder. Halbuki şer'an zorluk kaldırılmıştır.
8) Sabah namazından sonra namaz kılmak mekruhtur. İnsan sabah namazını ortalık ağarınca kıldığı zaman, kerahet vakti azalır. Erkenden kıldığında ise, bu vakit çoğalmış olur.
Hanefilerin birinci deliline şu şekilde cevap veririz: Fecr, kendisiyle doğu tarafındaki karanlığın kaybolduğu ışığa verilen isimdir. Buna göre ancak havada karanlık olursa fecr, fecr diye isimlendirilir. Ama karanlık tamamen yok olup. ortalık aydınlanınca, bu fecr olmaz. "İsfâr" a gelince, bu açılmaktan İbarettir. Meselâ, kadın yüzünü açtığı zaman,"Kadın yüzünü açtı" denilir. Bu sabit olunca biz deriz ki, fecr'in açılması ortalıkta karanlık bulunduğu zaman olur. Çünkü, karanlık ne kadar fazla olursa, o karanlık arasında ortaya çıkacak olan ışık da o kadar güçlü olur. Bu sebeple Hz. Peygamber'in, ifâdesinin, "tağlis" e hamledilmesi gerekir. Yani, "Fecr daha çok açık ve daha fazla olduğu zaman,kıhnacak namazlarınızın sevabı daha çok olur." Biz, bunun ancak fecrin başında olacağını beyan etmiştik; bu, Şafiî (r.a)'nin şu sözünün anlamıdır: "Hadiste gecen "isfâr", fecrin iyice doğduğuna ve hiçbir şüphenin kalmadığına hamledilmiştir." O vakitte namaz kılmanın daha zor olduğu, dolayısıyla onun sevabının daha fazla olması hususu da, bizim bu dediğimize delâlet eder. Ama, sabah namazını ortalığın ışımasına kadar geciktirmek, tembellerin işidir. O halde yüce Şâri'in, "taatlar hususunda tembellik, ciddiyetten daha üstündür" demiş olması nasıl mümkün olur?
İkinci deliline cevap: Bu İbn Mes'ûd'un,"Sabah namazını ortalık ışıdığında kılmaya devam ediniz" sözüdür. Bunun cevabı, yukarıda izah ettiğimiz şeydir. Çünkü sabah namazını aydınlatmak, ancak vaktin evvelinde mümkün olabilir. Ama, ortalığın ışıkla dolmasına gelince, buna fecr denilmez.
Diğer delilleri de, bizim daha önce söylemiş olduğumuz delillerle çelişir. Allah en iyisini bilendir.
Allahu Teâlâ'nın,"Siz nerede olursanız olun, Allah sizin hepinizi huzuruna getirir" ayetine getince, bu Allah'a itaat edenler için bir va'ad, isyan edenler içinse bir va'îd ve tehdittir. Aliahu Teâlâ sanki şöyle buyurmuştur: "Ey nübüvvet ve dini bilen hakikat ehli kimseler; hayırlara koşun, kıyamette Allah katında sizin için hazırlanmış olan çeşitli ikramlar ve yakınlıklara ulaşabilmeniz için, bu husustaki güçlükleri sırtlanın.."
Daha sonra da Cenâb-ı Hak,"Muhakkak ki Allah herşeye kadirdir" buyurarak, bunun muhakkak olduğunu bildirmiştir. Bu böyledir, çünkü "i'âde" (öleni diriltme) bizatihi mümkün bir şeydir. Allah da mümkinatın hepsine kadirdir. Bu sebeple de O'nun, insanları irâde etmeye kadir olması gerekir. Bu ayetten çıkarılacak meseleleri, biz Cenâb-ı Hakk'-ın,"Eğer Allah dilerse, onların İşitmelerini ve gözlerini götürür. Muhakkak ki Allah her şeye kadirdir"