Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İlmin Kaynağı Üzerine

bekir

sadece bir kul
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,198
Tepkime puanı
5,997
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Her düşünce, sistemini oluştururken toplumda varolan birtakım olguları kendi bakışaçısı ile yorumlamaya ve onlara anlam kazandırmaya çalışır. Kaçınılmaz olarak insanlara duyurmak istedikleri mesajları iletmek için kullanılan dil ve seçilen kelimeler de bu yorumlama ve anlam kazandırmadan nasibini alacaktır. Daha açık bir ifadeyle söylemek gerekirse, dil ve sözcükler o düşünceye göre biçimlenmeye ve yeni bir içerik kazanmaya başlayacaktır.


Sözgelimi bir düşünce sisteminde fazla önem arzetmeyen bazı sözcükler, başka bir düşünce sisteminde ön plana çıkabilmekte, o sistemin önemli anahtar kelimeleri olabilmektedir. Bu. o sistemin kendi vaziyesinden kelimelere öneki sistemden daha farklı anlamlar yüklemesi ve değişik muhtevalar kazandırmasındana ileri gelmektedir. Örnekleyecek olursak; islamî anlayışta düşüncenin oluşumunda vahye uygunluk çok büyük önem taşırken, dalıyısıyle "vahiy" kelimesi müslüman düşünce sistemi içinde önemli bir konuma sahipken, çağdaş düşünce akımlarında "bilim" ve 'bilimsellik" terimleri vahyin yerini almıştır. Artık bu sistemlerde bilime uygunluk kabule değer olmaktadır.



Çağdaş toplumlarda önemli bir konuma sahip olan "İlim" kelimesinin müslüman düşünce sistemi içinde yeri nedir? Kuran'ın ilim keli-nesıne yüklediği anlam ve verdiği önem ne orandadır? işte bu çalışmamızda Kuran'da ve Kuran sonrası dönemlerde ilim kelimesinin kapandığı anlam ve muhteva ile taşıdığı önem kısaca ele alınacaktır.



ilim. bir şeyin hakikatini idrak etmek demektir. (1) Kelimenin sözlük anlamı konusunda Kuran öncesi dönemde ve Kuran'da her-langı bir farklılık bulunmamaktadır. Ancak Kelimenin Kuran sistemi cinde kazandığı munteva tamamiyle değişmiştir. Bu değişiklik, ilmin side edildiği kaynaktan ileri gelmektedir. Bilginizin kaynağı nedir?


Ya da bilginizi nereden aldınız? sorularına verilecek cevaplar, Kuran öncesi ve Kuran'daki ilim kelimesinin anlamını ve içeriğini be-irlemede önemli bir rol oynamaktadır.


Kuran öncesi dönemde ilim, bir kişinin bir şey hakkında şahsi ecrübesiyie elde ettiği bilgi anlamına gelmekteydi. Bu bağlamda ilim :annın karşıtı olarak kullanılıyordu. Zan, tecrübeden değil, sübjektif iüşünceden hasıl olan ve dolayısiyle güvenilmeyen bilgi demekti. (uran öncesi dönemde ilmin en sağlam kabul edilen kaynağı ise; ka-)ile geleneği olmaktadır. Bu tür bilgi, kabiledeki insanlar arasında kuşaktan kuşağa intikal etmiş, böylelikle arkasında kabile otoritesini ta-;ıyan bilgidir. Bu bilgiler, genellikle nesillerce söylene söylene darbı-neseller haline dönüşmüştür. O dönemde kişinin, şahsi görüşünü bu larbı mesellere dayandırabilmesi ona muarızları- karşısında önemli ıir avantaj sağlardı, ilmin Kuran öncesi arapların anladığı manada ta-nmı şu şekilde yapılabilir; Kişisel ya da kabile tecrübesiyle sabit ol-nuş ve bu surette objektif ve evrensel sağlamlık kazanmış bilgi.



Kurana bakıldığında ilim kelimesinin çok önemli bir dini terim ılarak kullanıldığı hemen dikkatleri çekecektir. Her şeyden önce ilim, Ulah'ın bir vasfı olarak kullanılmaktadır. Mutlak manada alim ancak Ulah'tır (62/8). Onun ilmi herşeyi kuşatmıştır (6/80). insanın Allah'ın öğrettiğinden başka bir bilgisi (ilmi) yoktur (2/32).


Kuran'da da ilim, bir şeyin gerçekliğini idrak etmek şeklinde kul-anılmaktadır. Bu bağlamda islam öncesi dönemde olduğu gibi tutar-İİZ, sahte ve sübjektif düşünce mahsulü olan zannın tam karşıtı duru-nundadü. Bu açıdan bakıldığında, Kuran öncesi dönemdeki ilim an-ayışı ile Kuran'ın ilim anlayışı arasında bir farklılık bulunmamaktadır.


Ancak, ilmin alındığı kaynağa ya da ilmin oturduğu zemine gelin-:e curur farklılaşmaktadır. Bu iki düşünce sistemi arasındaki ilim anlayışındaki farklılığı ortaya koyabilmek için biraz önce yukarıda yer verdiğimiz bilginin kaynağı nedir? Sorusunu sormak gerekmektedir. Kuran'da ilim kelimesi, ilahi vahiy düşüncesinden meydana gelen bir zemine oturtulmuştur. Artık ilim kişinin kendi şahsi tecrübesinden veya kabile geleneğinden hasıl olan bilgi değil, doğrudan doğruya Allah'ın vahyinden alınan bilgidir. Meryem Suresinin 43. ayetinde, kendisine risalet verilen hz. İbrahim'in, babasını uyardıktan sonra şöyle söydediği anlatılır: "Babacığım! Doğrusu bana sana gelmeyen bir ilim geldi. Bana uy; seni düzgün bir yola eriştireyim." Yine Bakara Suresinin 120. ayetinde Resulullaha (dolayısiyle tüm müminlere) yahudi ve hıristiyanların kendi dinlerine tabi olmadıkça ondan hoşlanmayacakları ve hidayetin ancak Allah'ın hidayeti olduğu açıklandıktan sonra; "Sana gelen ilimden sonra onların hevalarına uyarsan, Allah'tan sana ne bir veli ve ne de bir yardımcı olur." şeklinde bir uyarıda bulunulmuştur. Benzer örnekler oldukça fazla olmasına karşın biz bu kadarla yetinelim.


Kuran'da ilim kelimesi, yalnızca Resulullah Muhammed'e gelen vahiy için kullanılmamaktadır. Ehli Kitaba gönderilen vahiylere de ilim denilmektedir: "Allah katında din kuşkusuz İslam'dır. Ancak kitap verilenler kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki bağy (ihtiras) yüzünden ayrılığa düştüler." (3/19) Ayet, Allah'ın vahyi geldikten sonra aralarındaki tahakküm etme arzusu yüzünden ihtilafa düşen ehli kitabın durumunu anlatmaktadır.


ilim kelimesi, Kuran'da bilginin kaynağı olan vahiy kelimesiyle o kada'r sıkı bir ilişki içindedir ki zaman zaman ilim vahyin eş anlamlısı olarak onun yşrine kullanılmaktadır. Dolayısiyle artık ilim, kelimenin tam anlamıyla haktır. Çünkü tek gerçek varlıktan gelmektedir. Olaya Kuran açısından bakıldığında Allah'ın vahyine dayanmayan tüm bilgiler zandır.


Kuşkusuz Kuran'ın ilim kelimesine yüklediği bu anlam, o dönemdeki cahiliye düşünce sisteminin temelden sarsılmasına neden olacaktı. Zira kişinin şahsi deneyimine ya da kabile tecrübe ve geleneğine dayanan Kuran öncesi ilim anlayışı, Kuran'ın bakışaçısı karşısında temelden çürük ve güvenilmez kalır, zan derecesine düşer.


Bu nedenle, Kuran'da cahilfye insanınca mutlak doğru ve güvenilir olarak kabul edilen bilginin esasen sağlam bir zemine dayanmadığı, tutarsız ve birtakım saçma tahmin ve zanlardan oluştuğu sıksık vurgulanmaktadır. Bu hususa Kuran'dan birçok örnek göstermek mümkündür.


Kuran öncesi düşünce sistemlerinde (bu tanıma ehli kitap da dahildir) kesinleşmiş ve mutlaklaşmış birtakım geleneksel inanç ve bilgiler vardı: "Cinleri -O yaratmışken- Allah'a ortak koştular. Körü körüne (2) "bigayri ilmin) Ona oğullar ve kızlar isnad ettiler. O onların vasıflandırmalarından yücedir." (6/100) "Doğrusu ahirete inanmayanlar meleklere dişi adını takarlar. Oysa onların bu konuda bir ilimleri yoktur; yalnızca zanna uyuyorlar. Zan ise şüphesiz hakkı ifade etmez." (53/27-28) Ayetler, İslam öncesi Arap toplumunun cinler ve melekler hakkındaki gelenekleşmiş bilgilerini reddederken onların bu konulardaki bilgilerinin birer zandan ibaret olduğunu ifade etmektedir.


Yine, müşriklerin "Allah dileseydi babalarımız ve biz ortak koşmaz ve hiçbir şeyi haram kılmazdık" şeklinde ifade ettikleri çarpık kader anlayışları dile getirildikten sonra Enam Suresi 148. ayette: "De ki (bu konuda) bize karşı çıkarabileceğiniz bir bilgini:: var mı? Siz ancak zanna uyuyorsunuz ve sadece vahmediyorsunuz." (Bkz. aynı anlamda 43/20) denilmek suretiyle kader konusundaki ilahi vahye dayanmayan bilgilerinin yanlışlığı ortaya konulmaktadır.


Kuran'ın müşriklerin vahyi temele dayanmayan bilgilerine dair verdiği örneklerden biri de; müşriklerin bazı hayvanların etlerinin yenilemeyeceğine dair inanışlarıdır. Bu konu ile ilgili olarak Enam Suresinin 145. ayetinde: "De ki; bana vahyolunanda leş, akıtılmış kan, domuz eti -ki pistir- ve fısk olarak Allah'tan başkası adına kesilen hayvandan başkasını yemenin haram olduğuna dair bir emir bulamıyorum; fakat darda kalan, başkasının payına el uzatmamak ve sınırı aşmamak üzere bunlardan yiyebilir." denmek suretiyle etleri yenilecek hayvanlara ilişkin olarak kesin hüküm konulduktan sonra 143 ve 144. ayetlerde müşriklerin bazı hayvanların etlerinin yenmeyeceğine dair yanlış bilgilerine değinilerek; "Doğru sözlüyseniz bana bilgiye dayanarak cevap verin." (6/143) "Yoksa Allah size bunları buyururken orada mıydınız? İnsanları körü körüne (bi-gayri ilmin) sapıtmak için Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kimdir." (6/144) "Körü körüne (bigayri ilmin) beyinsizce çocuklarını öldüren ve Allah'ın kendilerine verdiği rızkı Allah'a iftira ederek haram kılanlar muhakkak ziyana uğradılar." (6/140) denilmek suretiyle kafirlerin bu tavırlarının Allah'a karşı yalan uydurmak ve Ona iftira etmek olduğu ve bu şekilde davrananların zalim ve ziyana uğramış kişiler oldukları hatırlatılmaktadır.


Söz buraya gelmişken küçük bir parantez açarak; peygamberden sonraki, dönemlerde çeşitli kaynaklarda yer alan etleri yenilemeyecek hayvanlara ilişkin bilgilerin Kuran açısından bir değerlendirmesinin yapılması gerekmektedir, bu konudaki cahiliye insanlarının bilgileri ile daha sonraki kaynaklarda yeralan bilgilerin bir vahyî temele dayanıp dayanmaması açısından benzerlik arzedip arzetrnediği ve sadece peygamber dönemindeki müşriklerin mi yukarıdaki ayetlerin muhatabı olduğu sorularına cevap aranmalıdır.


Kuran'a göre ehli kitabın elinde bulunan kitaplardan elde edilen bilgiler de içine batıl karıştığı için sağlam ve güvenilir bilgiler olarak kabul edilemez. Kuran açısından bu türbilgiler zandan başka birşey değildir. Kehf Suresinin 5. ayetinde; "Bu hususta (Allah'ın çocuk edindiğine dair) ne kendilerinin ve ne de atalarının bir bilgisi vardır. Ağızlarından çıkan söz ne büyük iftiradır. Onlar yalnız yalan söylerler." denilerek hıristiyanların Allah'ın çocuk edindiğine dair bilgilerinin asılsızlığı anlatılmaktadır. Yine Nisa Suresi 157. ayette Meryem oğlu İsa Mesihi öldürmedikleri ve asmadıkları halde, öldürdük diyen fakat onlara öyle görüldüğünün farkına varamayan yahudiler için; "Ayrılığa düştükleri şeyde doğrusu şüphededirler, bu husustaki bilgileri ancak zandır. Kesin olarak onu öldürmediler." denilerek onların bu konuda bir bilgilerinin olmadığı açıklanmıştır.


Yazımızın baş tarafında Kuran düşünce yapısı içinde de cahiliye düşüncesinde olduğu gibi zannın ilimin karşıtı olarak kullanıldığını söylemiştik. Kuran'a göre zannın kaynağı hevadır. Heva, insanı şaşkına çeviren aşk sevgi olarak tanımlanmaktadır. Heva peşinden giden insanlar ise, sağlıklı düşünemeyen ve muhakemede bulunamayan kişilerdir.


Kuran, nevasının peşinden gidenlerin akibetlerinin hiç te iyi olmadığına ilişkin örneklerle doludur: "Onlardan seni dinleyenler vardır. Sonra senin yanından çıkınca kendisine ilim verilenlere 'O azönce ne demişti?' diye sorarlar. İşte bunlar, Allah'ın kalplerini mühürlediği, hevasına tabi olan kimselerdir." (47/16) Hevaya yada ilme tabi olma arasındaki fark aşağıdaki ayette gayet güzel vurgulanmıştır: "Böylece biz onu (Kuran'ı) Arapça bir hüküm olarak indirdik. Sana ilim geldikten sonra onların nevalarına uyarsan, seni Allah'a karşı koruyacak ne bir veli, ne de bir savunucu bulamazsın." (13/37)


Sonuç olarak; ilim kelimesi Kuran'da sözlük anlamının dışında teknik anlamda kullanıldığında doğruluğu tartışmasız kesin ve sağlam kaynaktan yani Kuran'dan elde edilen bilgi anlamını taşır. Kendisine ilim verilenler, ilimde rasih olanlar, ilim sahipleri gibi deyimler de bu anlamda anlaşılmalıdır. Bu bağlamda ilimde rasih olanlar ya da kendisine ilim verilenler gerçek müminlerden başkası değildir.


Kuran'da önemli bir terim olan ilim kelimesinin Kuran'dan sonraki dönemlerde de çeşitli sistemlerin önemli bir kelimesi olmaya devam ettiğini tahmin etmek zor olmasa gerekir. Ancak, ilim kelimesinin Kuran'da kazandığı muhteva ve anlam ile Kuran sonrası sistemlerde edindiği içeriğin aynı olduğunu söyleyebilmek mümkün değildir. Kuran sonrası sistemler, bu kelimeye kendi bakışaçılarına uygun olarak farklı anlamlar yüklemişlerdir. İlmin kaynağı konusundaki Kurandaki netlik yerini karmaşıklığa bırakmıştır.



Kuran sonrası dönemlerde müslümanları en çok meşgul eden sorulardan birisi de şüphesiz Peygamberin hadislerinin ilahî vahyin (Kuran'ın) yanında ona denk ikinci bir bilgi kaynağı olup olamayacağı hususu idi. Hatta denilebilir ki bu husus tarih boyunca süregelen tartışmaların ana mihverini oluşturmaktadır. Bilginin kaynağı konusundaki Kuran'ın ortaya koyduğu anlayıştan ayrılma işte bu noktada, yani Peygambere isnad edilen hadislerin doğruluğu tartışılmaz ve güvenilir kabul edilerek Kuran'a denk bir kaynak olarak mütalaa edilmesiyle meydana çıktı. Artık Peygamberin hadisleri de Kuran'ın yanında başka bir güvenilir bilgi kaynağı olmuştur. Fakat bu anlayışın kolayca kabul gördüğünü sanmak yanlış olur. Her şeyden önce, Kuran'da ilmin tek ve muteber kaynağının ilahi vahiy (kuran) olduğu ve vahyî temele dayanmayan müşriklerin ilimlerinin batıllığı konusunda tartışmaya yer bırakmayacak derecede açık ayetler vardı. Her an müşriklerin düştüğü olumsuz duruma düşebilirdi. Bu ciddi problem karşısında makul bir çözüm bulunmalıydı.


kuran'daki ilmin kaynağının sadece ilahi vahiy olabileceği tezinin güçlülüğü karşısında, ilahî vahiy kavramını genişletmek suretiyle peygambere atfedilen hadislerin de vahyin bir çeşidi olduğu görüşü ortaya atıldı. Hadis (ya da sünnet); 'Cebrailin Resulullaha Kuran'ı indirdiği şekilde getirdiği ve Kuran'ı talim ettiği gibi öğrettiği bir vahiy" olarak tarif edilmeye başlandı. Bunun sonucu olarak kuran metluv (okunan) vahiy, hadis ise gayri-metluv (okunmayan) vahiy olarak formüle edildi, durum böyle kabul edildikten sonra Peygamberden gelen haberlerin mutlak doğruluğu ve sağlamlığı herhangi bir tartışma ya da kuşkuya yer vermeyecek kadar kesindi. Ancak bu kez de nakledilen rivayetlerin gerçekten peygamberden sadır olup olmadığı sorunu çözülmesi gereken bir problem olarak ortaya çıkmıştır. Artık müslüman bilginleri meşgul eden sorun Kuran'ın üstünlüğü değil, beşeri bir kaynak olduğu halde insan üstü gibi sağlam kabul edilen hadislerin sağlamlığı meselesi olmuştur. Bu bağlamda ilim kelimesi, kesintisiz ve sağlam bir ravi zinciri ile Peygambere ulaşan bir bilgi anlamını taşımaya başlamıştır. Kuşkusuz böyle bir anlayış, Kuran'ın oluşturduğu sistemdeki bütün ölçülerin değişmesine neden olmuştur.


Kuran'ın ilim kelimesi etrafında oluşturduğu anlayıştan diğer bir ayrılma tasavvuf düşüncesinin bilginin elde edilişini algılayış biçiminde olmuştur. Kuran'da bilgi dolaylı bir yolla, yani ilahi vahiyle kazanılırken, tasavvufta ilim doğrudan Allah'tan alınan bilgidir, mutasavvıflar bunu ifade için "marifet" kelimesini kullanırlar. Mutasavvıfların marifet tanımı şu şekilde yapılabilir: 'Şahsi sezgi ve direk temas yoluyla doğrudan Allah'tan alınan bilgi."

Bu bakışaçısı ile yaklaşıldığında en doğru, tartışmasız sağlam bilgi direk temas yoluyla Allah'tan alınan bilgi olacaktır kuşkusuz. Allah'la direk temas kurabilen yüce kişilerin (!) söyledikleri ve onlardan elde edilen bilgiler de mutlaklığı şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikte olacaktır. Mutasavvıflara göre; direk temas yoluyla elde edilen bilgilerle dolaylı yoldan (İlahi vahiy) elde edilen bilgilerin sağlamlık ve güvenilirlik açısından birbirinden farkları yoktur. Böyle bir yaklaşımın Kuran'ın ilim konusundaki temel görüşleri ile bağdaşmayacağı ve kuran'ın sisteminden bir sapma olacağı açıktır.


Buraya kadar yapılan açıklamalarla, ilim kelimesinin Kuran öncesi, Kuran'daki ve Kuran'dan sonraki dönemlerde nasıl algılandığını ve ne tür anlam değişiklikleri geçirdiğini, ilmin kaynağı konusundaki farklılıklar kısaca anlatılmaya çalışıldı. Konunun ayrıntılı tahlilini ve değerlendirmesini ise Müslüman olmayı kendisine mesele edinenlerin çaba ve gayretlerine bırakıyoruz. Zira biz inanıyoruz ki, insana ancak çabasının karşılığı vardır. (53/39)


Mehmet A. ERSİN


(1) Ragıp el-lsfahanî, Müfredat. Bu tanım, deneye dayalı pozitif ilimleri (scien-ce) içine almaz. Bu iki bilgi türünü ayırmak ve karışıklıklara neden olmamak için birincisine ilim, diğerine bilim denilmiştir. İlim-Bilim arasındaki fark ve bilimin modern zamanlardaki kullanımı ve kazandığı içerik bu sayıda Bilimin Hikayesi" başlıklı yazıda ele alınmıştır.

(2) Bu ifadeyi 'bilgisizce' biçiminde çevirmeyi uygun bulmadık. Zira bu deyim basit bir bilgisizlik halini anlatmıyor. Daha çok, Kuranın kabul ettiği bir kaynağa dayanmayan bilgiyi tanımlamaktadır. Kuran'da müşriklerin tutumları anlatılırken onların bile bile ortak koştukları belirtilmektedir.
 
Üst Alt