Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Ihlas

Hersey_yalan

New member
Katılım
22 Ağu 2006
Mesajlar
9
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Kelime-i Tevhidi ihlasla zikreden kimse kısa zamanda kelime-i tevhidin meyvesini toplamaya başlar. Yalnız zikirde ihlas çok önemlidir. İhlas riyakarlığın zıddıdır. Allah ayeti kerimelerde ve hadisi şeriflerde;

‘İhlasla ibadet edin. Allah ancak ihlasla yapılan ibadetleri (amelleri) kabul eder’ ‘ihlasla yapılan az amel (az bile olsa) kıyamet günü sana yetişir (seni bulur.) buyuruluyor.

‘İbadetlerini ihlasla yapanlara müjdeler olsun. Onlar hidayet yıldızlarıdır. Fitnelerin karanlıklarını yok ederler.’

İhlasla yapılan zikir ve ibaderler; kişide bulunan nefsi emareyi (nefsinin arzu ve isteklerine kendisini kaptırmış kimselerdeki hayvani nefsi) yok eder ve insanı ulviyet mertebesine yükseltir. Böylece kalbindeki şehevâni duygular yavaş yavaş sönmeye başlar ve dili Allah’ı zikrederken kalbide şeytanî şeylerle meşgul olmaz. Özü ve sözü bir olur. Fikri ne ise zikri de öyledir. Yani sadece kuru kuruya Lâ ilâhe illallah kelimesini tekrarlamak yeterli değildir. Önemli bir hususta Kelime-i Tevhitte Allahı zikrederken onun Rasûlü’nü de şüphesiz tastik ediyoruz. Nitekim Allahu Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de: "Rasûlullah size ne getirdiyse onu alınız, kabul ediniz. Size neyi de yasaklıyorsa, onu yapmaktan vazgeçiniz" buyurmaktadır. (el-Haşr, 59/7)

Hal böyle olunca da Lâ ilâhe illallah kelimesinin ifade ettiği manayı hayatının her sahasında yaşamalı ve ayet ve hadislerin mantığınca, iyiliği emredip kötülüklerdende hayatının her anında sakınılmalıdır. (‘emri bir ma’rûf ve nehyi anil münker’)

Yüce Allah (c.c.), Kur'ân-ı Kerîm'de ihlas ve tevhidden uzaklaşıp nefsi emmare ile hareket eden kimseler için: "And olsun ki, cin ve insanların çoğu cehennemliktir. Onların kalpleri vardır ki fehm edemezler (anlayamazlar) ve onların gözleri vardır, ama gerçeği göremezler ve onların kulakları vardır, gerçeği anlayıp (dinleyip) idrâk edemezler. İşte onlar aşağılıktır. Belki de onlar, hayvandan daha aşağı mertebededirler. Onlar gaflet uykusundadırlar" buyurur. (Araf Suresi Ayet 179)
 

mihr2004

New member
Katılım
23 Ağu 2006
Mesajlar
71
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Kuran'a Göre Ihlas 1

Kuran'a Göre Ihlas 1

Sizlere İslâm’dan kopan Kur’ân gerçeklerinden bahsediyoruz. Bu konumuzun 9. bölümünü oluşturacaktır. Konumuz: İhlâs.

İhlâs, İslâm’dan kopmuştur. İhlâsı, “Hadi gelin sizinle ihlâsla Allahû Tealâ’ya dua edelim.” şeklinde bir hüviyete bağlamışlardır. Yani bir şey içten olursa, o ihlâslı oluyormuş; Kur’ân’daki ihlâs da o demekmiş.

Oysaki ihlâs, Kur’ân-ı Kerim’de İslâm’ın 7 safhasından altıncısının adıdır. “Muhlis olmak” ihlâs sahibi olmak demektir. Bütün sahâbe ihlâs sahibi olmuşlardı. Ama ihlâsın kalpten bir talebin vücut bulması ile tahakkuk edeceğini zannetmek, bir sahteliktir. Allah’ın âyetlerinden haberdar olmamanın en açık delilidir. Kur’ân’ın ruhunu bilmeyenler tarafından yazılmış olan 23 tane Kur’ân-ı Kerim mealinin, aslında Allah katında bir değeri yoktur. Onlar dînlerini bilmiyorlar. Onların arasında doğruya çok yakın şeyler yazanmış olanlar da, doğruları kabul edenler de var. Onları tenzih ederiz.

İhlâs, halis, muhlis ve muhlasîn kelimeleri aynı kökten gelir. İhlâs bir makamın adıdır:

<!--[if !supportLists]-->1- <!--[endif]-->Allah’a ulaşmayı dilemek, 1. safhayı

<!--[if !supportLists]-->2- <!--[endif]-->Mürşide ulaşıp tâbiiyet, 2. safhayı

<!--[if !supportLists]-->3- <!--[endif]-->Ruhu Allah’a ulaştırıp teslim etmek, 3. safhayı

<!--[if !supportLists]-->4- <!--[endif]-->Fizik vücudu Allah’a teslim etmek, 4. safhayı

<!--[if !supportLists]-->5- <!--[endif]-->Daimî zikre ulaşarak nefsi Allah’a teslim etmek, 5. safhayı

<!--[if !supportLists]-->6- <!--[endif]-->Muhlis olmak, 6. safhayı oluşturur.

Muhlis olmak, Kur’ân-ı Kerim’deki 28 basamaklık merdivende, 27. basamağı ifade eder. Nefsin kalbini halis kılmaktır. Bundan sonra geriye bir safha kalır.

<!--[if !supportLists]-->7- <!--[endif]-->Salâh makamı, 7. safhayı oluşturur. Salâh makamının 5. kademesinde kişi, iradesini de Allah’a teslim eder ve Allahû Tealâ tarafından “İrşada memur ve mezun kılındın.” cümlesi ile irşad makamına tayin edilir.

Konumuz, Kur’ân’dan kopmuş olan kavramlardan birisi olan ihlâs. 28 basamağın neresine oturduğunu bir tarafa bırakın; bugünün dîn adamları 28 basamağın 28’inden de haberdar değiller.

Meselâ bir “takva” kavramı: Allah’a ulaşmayı dilediğiniz zaman 1. takvadasınız, 3. basamaktasınız. Ondan evvel takva sahibi olamazsınız. Mutlaka Allah’a ulaşmayı dilemeniz lâzımdır. Bunların hiçbirinden haberdar olmayanlara biz dîn öğretmeye kalkıyoruz.

En çok acıdığımız, zamanımızın dîn adamlarıdır. Allah’ın dîninden habersiz olan bu zavallı insanlar, televizyonları parsellemişler, okulları parsellemişler ve insanlara, onları cehenneme götürecek olan bir dîn öğretisi ile dîn öğretiyorlar. Korkunç bir trajediyi yaşıyoruz. 70 milyon insan bu dîn adamlarının öğretisiyle cehenneme doğru gidiyor. Kişi;

3. basamakta, Allah’a ulaşmayı diler.

14. basamakta, mürşidine ulaşır, tâbî olur.

21. basamakta, ruhunu Allah’a ulaştırır.

22. basamakta, ruh Allah’a teslim olur.

25. basamakta, fizik vücut Allah’a teslim olur.

26. basamakta, nefs Allah’a teslim olur.

27. basamakta, kişi muhlis olur yani nefsinin kalbi halis olur. Şimdi kısaca bu basamaklara atıf yaparak, bir kişinin nasıl muhlis olduğunu beraberce görelim:

1. basamak: Kişi olayları yaşar, herkes olayları yaşar.

2. basamak: Olaylar karşısında tavır ortaya koymak söz konusudur.

Herkes senede en az iki defa musibetlerle imtihan olur ve tavrını ortaya koymak mecburiyetindedir. İstese de istemese de bir tavır sergileyecektir. Bu, kişinin kimliğini ortaya koyar. İşte bu noktada insanların %90’dan fazlası Allahû Tealâ tarafından seçilirler. Nereye seçilirler? Onlar Allah’a ulaşmayı engelleyenler değillerdir. Onlar seçilenlerdir. Allah’a ulaşmayı dilesinler diye Allahû Tealâ tarafından seçilirler. Ama %90’dan fazlası Allah’a ulaşmayı dilemezler. Onların arasından %10’dan daha az kişi, Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir.

3. basamak: Allah’a ulaşmayı dilemek.

4. basamak: Allah’a ulaşmayı dileyenler üzerinde Allah, Rahîm esmasıyla tecelli eder. Bu tecellinin neticesinde, Allahû Tealâ bu kişiye furkanlar verir. Enfal Suresinin 29. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ inananlara, yani hak mü’min olmayan inananlara (sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler hak mü’minlerdir.) diyor ki:



8/ENFAL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).

Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
 

mihr2004

New member
Katılım
23 Ağu 2006
Mesajlar
71
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Kurana Göre Ihlas 2

Kurana Göre Ihlas 2

Takva sahibi olmak, Allah’a ulaşmayı dilemekle mümkündür. Allahû Teal⠓Allah’a ulaşmayı dileyin ve takva sahibi olun. Takva sahibi olun ki; Allah size furkanlar versin ve sizin günahlarınızı örtsün. Sonra da günahlarınızı mağfiret etsin, sevaba çevirsin.” diyor. Öyleyse insanlık bu âyette muhteşem bir müjde almış durumda. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah onun mutlaka günahlarını örtecektir.

Kişi Allah’a ulaşmayı diliyor. Dilediği an, Allah işitiyor, biliyor ve görüyor. Derhal kişiye Rahîm esması ile tecelli ediyor. Bu tecelli kör, sağır ve dilsiz olan o kişi üzerinde öyle bir tesir icra ediyor ki; o kişi gören, işiten ve idrak eden birisi oluyor. Allahû Tealâ ne yapıyor?

<!--[if !supportLists]-->1- <!--[endif]-->Kişinin gözleri üzerindeki hicab-ı mestureyi (gizli perdeyi) alıyor.

<!--[if !supportLists]-->2- <!--[endif]-->Kişinin görme hassası olan basar hassasının üzerindeki gışavet adlı perdeyi alıyor.

<!--[if !supportLists]-->3- <!--[endif]-->Kişinin kulaklarındaki vakra adlı işitme engelini alıyor.

<!--[if !supportLists]-->4- <!--[endif]-->Kişinin işitme hassasının mührünü açıyor.

<!--[if !supportLists]-->5- <!--[endif]-->Kişinin kalbinin mührünü açıyor.

<!--[if !supportLists]-->6- <!--[endif]-->Kalpteki ekinnet adlı idraki önleyen müesseseyi alıyor.

<!--[if !supportLists]-->7- <!--[endif]-->Kalbe idraki sağlayan bir vasıta olan, Allahû Tealâ’nın ilâhi bir kompitürü olan ihbatı koyuyor.

7 tane faktör saydık. Bu 7 faktörün her birinde, Allahû Tealâ o kişinin günahlarının 1/7’si kadar bir dereceyi, kişinin amel defterinde sağ tarafa ilâve eder. Amel defterinin sağına yeşil rakamlarla yazılan o muhteşem ilâveye bakıyoruz. Allahû Tealâ’nın her bir muhtevası yani gözleri açması (2), kulakları açması (2), kalbi açması (3) yani Allahû Tealâ’nın verdiği o 7 tane ihsanların her biri, o kişinin günahlarının 1/7’isi kadar kişinin sevap hanesine sevap yazılmasına sebebiyet veriyor.

Günahlar ve sevaplar. Kaybedilen dereceler, nâkıs derecelerdir. Kazanılan dereceler, zait derecelerdir. Kişinin amel defterine kaybettiği derecat kadar derecat kaydediliyor. Ne oldu? Kişinin günahları örtüldü. Sevapları varolduğu için, o kişi günahları sevaplarından az olan birisi, ya da asıl ifadesiyle sevapları günahlarından fazla olan birisi oldu. Gideceği yer cennet oldu.

Peki, bu kişi ne yaptı? 3. basamakta, Allah’a ulaşmayı diledi. Ondan sonra 4. basamakta, Allahû Tealâ Râhim esması ile tecelli etti. 5, 6 ve 7. basamaklarda, kişinin görme, işitme ve idrak etme kesimleri halledildi.

8. basamakta, Allah kişinin kalbine ulaşır. Bu ulaşma için Allahû Tealâ, Tegabun Suresinin 11. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:



64/TEGABUN-11: Mâ esâbe min musîbetin illâ bi iznillâh(bi iznillâhi), ve men yu'min billâhi yehdi kalbeh(kalbehu), vallâhu bikulli şey'in alîm(alîmun).

Allah’ın izni olmadan (kimseye) bir musîbet isabet etmez. Ve kim Allah’a âmenû olursa Allah, onun kalbine ulaşır (hidayet eder). Ve Allah, herşeyi bilendir.



9. basamakta, Allah o kişinin kalbini, kalbinin nur kapısını Allah’a çevirir. Allahû Tealâ Kaf Suresinin 33. âyet-i kerimesinde diyor ki:



50/KAF-33: Men haşiyer rahmâne bil gaybi ve câe bi kalbin munîb(munîbin).

Kim gaybte (görmeden) Rahmân’a huşû duyarsa, (onun kalbine ulaşan Allah, o kişinin kalbini Kendine çevirir, bu sebeple) O’na dönük bir kalple (Allah’ın huzuruna) gelir.



Allahû Tealâ diyor ki: “Kurumuş topraklar yağmura nasıl hasretse, işte böyle bir huşûnun içinde olan insanların kalbini Allah Kendisine çevirir.”

10. basamakta, Allahû Tealâ o kişinin göğsünü yarıyor. Allah’ın nurları o kişinin kalbine ulaşabilsin diye göğsünden kalbine bir nur yolu açıyor:



6/EN'AM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).

Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah’a) teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine pislik (azap, darlık, güçlük) verir.



Allahû Tealâ: “Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse, onun göğsünü yarar ve İslâm’a (ruhunu, vechini, nefsini ve iradesini Allah’a teslim etmeye) açar.” diyor.

İslâm’a açmak, teslime açmaktır. İslâm kelimesi de teslim kelimesi de “silm” kökünden gelmektedir. İslâm dîni, Allah’a teslim olma dîni demektir. Başka bir dîn de hiç olmamıştır. Bütün dînler hep aynı dîndir. Tek bir dîn söz konusu olmuştur. İslâm da, o tek dînin bugünkü ifadesidir. Tek dîn! Hz. İbrâhîm’in hanif dîni.

Her şey en güzel standartlarda vücut buluyor. Bunları Allahû Tealâ dizayn ediyor. Herkes için bütün kapılar ardına kadar açık. İnsanlardan istediği tek bir şey var: Allah’a ulaşmayı dilemeleri. Eğer bu kişi gereğini yapacak olursa, Allahû Tealâ işte bu kişiyi bazı safhalardan geçirir ve onu mutlaka “muhlis” kılar.

Kişi zikir yaptığı zaman Allah o kişinin kalbine, rahmet ile fazl isimli iki tane nur gönderiyor. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:



39/ZUMER-22: E fe men şerehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah kimin göğsünü İslâm için (Allah’a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir nur üzere olur. Allah’ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlettedirler.

39/ZUMER-23: Allâhu nezzele ahsenel hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye takşaırru minhu culûdullezîne yahşevne rabbehum, summe telînu culûduhum ve kulûbuhum ilâ zikrillâh(zikrillâhi), zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu, ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).

Allah, ihdas ettiği (nurların) ahsen olanlarını (rahmet, fazl ve salâvâtı), ikişer ikişer (rahmet-fazl ve rahmet-salâvât), Kitab’a müteşabih (benzer) olarak indirdi. Rab’lerinden huşû duyanların ciltleri ondan ürperir. Sonra onların ciltleri ve kalpleri Allah’ın zikriyle yumuşar, sukûnet bulur (yatışır). İşte bu, Allah’ın hidayetidir, dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve Allah, kimi dalâlette bırakırsa artık onun için bir hidayetçi yoktur.



Allahû Tealâ: “Göğsünü yardığımız ve göğsünden kalbine nur yolu açtığımız ve kalbine o yoldan nur gönderdiğimiz kişinin kalbiyle; kalbi kararmış ve sertleşmiş olan, kasiyet bağlamış olan kişinin kalbi aynı olur mu?” diyor. Bu nurlar, nefsimizin kalbine gelmeye başlar. Sadece rahmet nuru kalbe girebilir ve sadece %2 oranında kalpte birikebilir. Bu giriş Hadid Suresinin 16. âyetinde anlatılmıştır. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:



57/HADİD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).

Âmenû olanların kalplerinde, Allah’ın zikri ile (ve bu zikirle) Hakk’tan inen şeyle (nurla) huşûya ulaşmak (huşû sahibi olmak) zamanı gelmedi mi? Daha önce kendilerine kitap verilen ve sonra aradan uzun zaman geçen kalpleri kasiyet bağlayan (kalpleri zikirsizlikten veya zikirden kararan ve sertleşen ve hastalanan) kimseler gibi olmasınlar. Onların çoğu fasıklardır.



Kişinin kalbinde huşû oluştuğu zaman o kişi hacet namazını kılıp, mürşidini soruyor ve Allah ona mürşidini gösteriyor. Allahû Tealâ, mürşidi Allah’tan sormaya “istiane istemek” diyor. Bakara Suresinin 45 ve 46. âyet-i kerimelerinde bu muhtevayı anlatmıştır. Allahû Tealâ diyor ki:



2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.

2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.
 

mihr2004

New member
Katılım
23 Ağu 2006
Mesajlar
71
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Kuran'a Gööre Ihhlas 3

Kuran'a Gööre Ihhlas 3

Bu noktada kişinin hacet namazıyla sorduğu kişi, mürşiddir. Sorar, Allah ona mürşidini gösterir ve o da gider mürşidine ulaşır. Ama kişinin, bu noktaya ulaşabilmesi için huşû sahibi olması lâzımdır. Bunun için de nefsinin kalbinde %2 nur birikiminin gerçekleşmiş olması gerekir. Sadece onlar mürşidlerini Allah’tan sorduklarında Allah’tan cevaplarını alabilirler. Diğerleri cevap alamazlar. Böylece bu kişi mürşidine ulaşır, tâbiiyetini gerçekleştirir.

Allahû Tealâ mürşidin farz olduğunu söylüyor:



5/MAİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).

Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler)! Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki; siz felâha erersiniz.



Mürşid farzdır ve hacet namazı ile istenir. Bakara-45 ve 46’da Allahû Tealâ, mürşidin nasıl istendiğini açıklamaktadır. Mürşide ulaşıncaya kadar kişi, Allahû Tealâ’dan tam 12 tane ihsan almıştır. Mürşide ulaştıktan sonra, kişiye bu sefer de ni’metler yağmaya başlar:

<!--[if !supportLists]-->1- <!--[endif]-->Kişinin kalbinin içine “îmân” yazılır.

<!--[if !supportLists]-->2- <!--[endif]-->Devrin imamının ruhu başının üzerine gönderilir.



58/MUCADELE-22: Lâ tecidu kavmen yû’munûne billâhi vel yevmil âhîri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh(minhu), ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizbullâhi humul muflihûn(muflihûne).

Allah'a ve ahiret gününe (ölmeden evvel Allah'a ulaşma gününe) îmân eden kavmi, Allah'a ve resûlüne karşı gelenlerle sevişir bulamazsın. Velev ki; onlar, babaları veya oğulları veya kardeşleri veya aynı aşiretten olsun. Onların kalplerine îmân yazılır. Ve onlar, Allah'ın katından (orada eğitilmiş olan) bir ruhla (devrin imamının ruhunun başlarının üzerine yerleşmesi ile) desteklenirler ve altlarından ırmaklar akan cennetlere konurlar. Orada ebediyyen kalacaklardır. Allah onlardan razıdır, onlar da Allah'tan razıdırlar. İşte onlar, Allah taraftarıdırlar. Ve muhakkak ki; Allah, taraftarları kurtuluşa (felâha) erenlerdir.



<!--[if !supportLists]-->3- <!--[endif]-->Onların günahları sevaba çevrilir. Allahû Tealâ Furkan Suresinin 70. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:



25/FURKAN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).

Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah, seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafûr’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).



Günahların sevaba çevrildiği bir noktadayız. Bu standartlar içinde olaya bakıyoruz. Herkes için aynı şeyler geçerlidir. Mürşide ulaşan kişinin mutlaka günahları sevaba çevrilir.

<!--[if !supportLists]-->4- <!--[endif]-->Kişi nefs tezkiyesine başlar.

O kişinin kalbi artık nefs tezkiyesi için müsait hale gelmiştir. Kişi “Allah, Allah, Allah…” diye tespihini çekerek Allah’ın ismini tekrar ederse; Allah’ın katından gelen rahmet ile fazl ve rahmet ile salâvât isimli nurlar, kişinin göğsüne gelir ve kişinin göğsünden kalbine ulaşır ve kalbinin içine girer. Rahmet de fazıl da salâvât da o kişinin kalbinin içine girer. Fakat kalpte kalıcı olanlar, başlangıçtaki sadece %2 rahmetin ötesinde artık sadece fazıllar olacaktır.

Nefsin kalbinde %2 rahmeti bir tarafa bırakalım, bundan sonra hep fazıllar gelecektir. O kişinin nefsinin kalbinde %7 fazıl biriktiği zaman, kişinin ruhu 1. gök katına ulaşır. O kişinin böylece Nefs-i Emmare’de olması söz konusudur. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:



12/YUSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).

Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Çünkü nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen, rahmetiyle nefsleri tezkiye ve tasfiye edendir).



Allah’ın Râhim esması ile tecellisi bu noktada tahakkuk ediyor. Râhim esması ile tecelli, bu kişinin Allah’a ulaşmayı dilediği noktadır. Bu tecelli kişiyi ruhunu 1. gök katına ulaştırdığı yere kadar götürüyor. Burası Nefs-i Emmare’dir.

Sonra kişi zikrini arttırmaya devam ediyor. Artan zikirle beraber, nefsin kalbine giren nurlar da artıyor. Bir defa daha %7 nur birikimi gerçekleşiyor: Nefs-i Levvame. Kişi nefsini kınıyor. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:



75/KIYAME-2: Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeh(levvâmeti).

Ve hayır, o levvame (kınanan, suçlanan) nefse yemin ederim.



Burası 2. defa %7 fazl birikiminin olduğu noktadır ve ruh 2. gök katına yükselir.

3. defa %7 fazl birikimi: Nefs-i Mülhime. Kişi Allah’tan ilham almaya başlıyor. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:



91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.

Yemin ederim ki; o nefs, sevva edildi (7 kademede).

91/ŞEMS-8: Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.

Ona (o nefse), (Allah'ın) takvası ve (şeytanın) füccuru ilham edilir.

91/ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.

Andolsun ki; nefsini tezkiye eden, felâha erer (cennete girer).



“O nefse ve onu sevva edene (1. faktör).

O nefse Allah’ın takvası ve şeytanın fücuru ilham edilir (2. faktör).

Kim nefsini tezkiye ederse o felaha erer (3. faktör).”

Burada o kişinin durumu anlatılıyor. Kişi Allah’tan ilham almaya başlıyor ve ruhu 3. gök katına ulaşıyor.

Ruhun 4. gök katına ulaşması için, kişinin nefs kademelerinden Nefs-i Mutmainne kademesine ulaşması lâzımdır. 4. defa %7 fazl birikimi ile Nefs-i Mutmainne oluşur. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:



13/RAD-28: Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh(zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb(kulûbu).

Onlar, âmenûdurlar ve kalpleri, Allah’ı zikretmekle mutmain olmuştur. Kalpler ancak; Allah’ı zikretmekle mutmain olur, öyle değil mi?



Kalplerin mutmain olabilmesi, tatmine, doyuma ulaşabilmesi, sadece bir tek anahtarı gerektirir; o anahtar zikirdir. Allah’a ulaşmayı dileyen birinin zikri derhal Allah’ın sünnetullahı tarafından duyulur. Sünnetullah, Allah’ın kâinattaki her zerreye hükümdar olan ilâhî kompitürüdür. Derhal oraya, Allah’ın rahmeti ile fazlını ve rahmeti ile sâlâvatını gönderir. Eğer o kişi Allah’a ulaşmayı dilemişse bu gerçekleşir. Dilememişse ne kadar zikrederse etsin, o kişinin göğsüne hiç bir zaman Allah’ın nuru ulaşmaz. Tabiatıyla kalbine de ulaşmaz. Öyleyse herşeyin bir anahtarı vardır.

Allah’a ulaşmanın anahtarı da, Allah’a ulaşmayı dilemektir. Şimdi konumuz olan ihlâsın anahtarı da, aynı anahtardır. Her şey oradan, Allah’a ulaşmayı dilemekten başlar. Allahû Tealâ böylesine güzel bir dizayn gerçekleştirmiştir. İnsanları bir hiç karşılığı, mutlaka Kendisine ulaştırıyor. Bir hiç karşılığı! Sadece bir dilek: Allah’a ulaşmayı dilemek. Kişi mürşide ulaşıp tâbî olduğu zaman, ruhu vücudundan ayrılır, Allah’a doğru yola çıkar.
 

mihr2004

New member
Katılım
23 Ağu 2006
Mesajlar
71
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Kurana Göre Ihlas 5

Kurana Göre Ihlas 5

Nefs tezkiyesinin 5. kademesi Nefs-i Radiye, 6. kademesi Nefs-i Mardiyye’dir. Nefs-i Radiye’de biz Allah’tan razı oluyoruz, ruhumuz 5. gök katına çıkıyor. Nefs-i Mardiyye’de Allah da bizden razı oluyor ve ruh 6. gök katına çıkıyor. Hem Mutmainne hem de Radiye ve Mardiyye kademeleri, Fecr Suresinin 27, 28, 29, 30. âyet-i kerimelerinde ifade buyurulmuştur. Allahû Tealâ diyor ki:



89/FECR-27: Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu).

Ey mutmain olan nefs!

89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).

Allah’tan razı ol ve Allah’ın rızasını kazan. (Ey ruh!) Allah’a (Rabbine) geri dönerek ulaş.

89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.

(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah’a ulaştırdığın zaman), (Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.

89/FECR-30: Vedhulî cennetî.

Ve cennetime gir.



7. ve son kademe, tezkiye kademesidir, Nefs-i Tezkiye. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:



35/FATIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salâh(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihî), ve ilâllâhil masîr(masîru).

Yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner ulaşır).



“Kim tezkiye olursa, bunu kendi nefsi için yapmıştır.”

Çünkü nefsi ezelde Allahû Tealâ’ya tezkiye olacağına dair söz vermiştir.

Allahû Tealâ. “Ve ruhu Allah’a döner: ilâllâhil masîr” diyor. Böylece ruh Allah’a döner, Allah’a ulaşır.

Kişinin ruhu Allah’a ulaşmıştır, 21. basamak.

Ruh Allah’ın Zat’ında yok olur, 22. basamak. Kur’ân-ı Kerim böyle olan insanlara “evvab” diyor. Allahû Tealâ ruhun Allah’ın Zat’ına ulaşmasıyla, Allah’ın o ruha “meab” olacağını ifade ediyor:



78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), femen şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).

İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisini Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz eder (edinir). (Allah'a ulaşan kişiye Allah), meab (sığınak, melce) olur.



Böylece ruh Allahû Tealâ’ya ulaştıktan sonra, Allah’ın Zat’ında yok oluyor. Burası Allah’ın Zat’ında ifna olmaktır. Fenâ makamını işaret eder.

Öyleyse, bu noktaya kadar geçen olaylara bakalım: Allah’a ulaşmayı dilemek; ürerimize farz mı? Farz!

Allahû Tealâ diyor ki:



30/RUM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).

O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.

30/RUM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).

(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.



Allahû Tealâ: “Allah’a ulaşmayı dile, Allah’a yönel.” diyor. Bu farzdır.

Peki, bütün sahâbe Allah’a ulaşmayı dilemişler midir? Hepsi. Allahû Tealâ Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:



39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).

Onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinab ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!



Taguta kul iken, Allah’a kul olmuşlar. Hepsi Allah’a ulaşmayı dilemişler.

Kişi 14. basamakta mürşidine ulaşır. Farz mı? Maide Suresi 35. âyet-i kerimesi gereğince farzdır:



5/MAİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).

Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler)! Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki; siz felâha erersiniz.



Sahâbe mürşidlerine tâbî oldular mı? Kâinatın en büyük mürşidine, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî oldular. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:



48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihi), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).

Muhakkak ki onlar, sana biat ettikleri zaman Allah’a biat etmiş oldular. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardı. Kim (derecesini nâkısa) düşürürse, muhakkak ki o, nefsi sebebiyle (Allah’a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için) derecesini nâkısa düşürmüştür. Kim de Allah’a olan ahdini yerine getirirse (ruhunu, vechini, nefsini ve iradesini Allah’a teslim ederse), ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).



Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e bütün sahâbe tâbî olmuşlardır. Bütün sahâbe ruhlarını Allah’a ulaştırmışlar mı? Hepsi ulaştırmışlar. Allahû Tealâ, sahâbenin ruhlarını Allah’a ulaştırdıklarını Zumer Suresinin 18. âyet-i kerîmesinde kesinleştiriyor.



39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hed âhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).

Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).



Hidayet insan ruhunun Allah’a ulaşmasıdır.



2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yehûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba'te ehvâehum ba'dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).

Sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden (asla) razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (var ya) işte o, hidayettir.” Sana gelen bunca ilimden sonra eğer onların hevalarına uyarsan andolsun ki; Allah’tan sana ne bir dost ve ne de bir yardımcı olmaz.



inne hudâllâhi huvel hudâ: Muhakkak ki Allah’a ulaşmak, işte o hidayettir.

İnne: Muhakkak ki

Hudâllâhi: Allah’a ulaşmak

Huve: işte o

el hudâ: hidayettir.



Bütün sahâbe hidayete ermişlerdir. Ruhlarını Allah’a ulaştırmışlar ve de Allah’a teslim etmişlerdir.

Ruhu Allah’a ulaştırmak farz mı? Farz. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:



73/MUZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).

Rabbinin (Allah’ın) ismiyle zikret ve herşeyden kesilerek O’na (Allah’a) dön (ulaş, vasıl ol).



Allah’a ulaşmak üzerimize farz kılınmış ve gördük ki; bütün sahâbe Allah’a ulaşmışlardır. Bundan sonra sahâbe daha çok zikrediyor. Daha çok zikir, bir yerden sonra o kişiye bir taht ihsanını ifade ediyor.

Kişinin ruhunun Allah’a ulaşmasından sonra ruhun Allah’ın Zat’ında yok olması, Allah’ın ruha meab olması, o kişinin evvab olması gerçekleşir. Ruh Allah’ın Zat’ında yok olur. Bu, ruhun meaba ulaşması, meabda yok olmasıdır. Burası ruhun Allah’ta yok olduğu, ifnâ olduğu noktadır, fenâfillah makamıdır.

Fenâ: yok olmak, fâni olmak

fi: içinde,

Allah: Allah.

Fenâfillah: Allah’ın içinde yok olmak, fâni olmak. Burası 22. basamaktır.

Sonra o kişiye Allahû Tealâ bir taht verir. Kişinin nefsinin kalbindeki nurlar %51’den %61’e çıkmıştır. %61’e ulaşınca Allahû Tealâ o kişiye Allah’ın katında bir taht ihsan eder. Kişi böylece Allah’ın İndi’nde bâkî olur. O kişinin ruhu, o tahtın üzerinde, Allah’ın İndi’nde baki olur. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:



6/EN'AM-127: Lehum dârus selâmi inde rabbihim ve huve veliyyuhum bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).

Rab’lerinin katında onlar için selâm yurdu (teslim yurdu) vardır. Yapmış olduklarından dolayı, O (Allah), onların dostudur.



Nefsin kalbindeki nurlar %71’e ulaştığı noktadaki makam, bekâ makamıdır. Allah’ın Zat’ında baki olma makamıdır. Herkes bu makamlara kolayca erişebilir.

Bundan sonra konunun zorluğu başlar. Bu makamdan daha yukarıya çıkabilmek için, kişinin mutlaka zahid olması gerekir.

Negatif züht, Kur’ân-ı Kerim’de Yusuf Suresinin 20. âyet-i kerîmesinde ifade ediliyor. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:



12/YUSUF-20: Ve şerevhu bi semenin bahsin derâhime ma’dûdeh(ma’dûdetin), ve kânû fîhi minez zâhidîn(zâhidîne).

Ve onu (Yusuf’u), az bir fiyatla, birkaç dirheme sattılar. Çünkü; ona karşı zahidlerden idiler.



Yusuf’a değer vermiyorlar. Bu negatif zühddür. Ama zahid, pozitif zühtün sahiplerine denir. Zahid demek, her gün 12 saatten daha fazla Allah’ı zikreden kişi demektir.

Kur’ân-ı Kerim’de 3 zikir de farz kılınmıştır. Ara sıra zikir farz mı? Farz. Allahû Tealâ zikri Muzemmil Suresinin 8. âyet-i kerimesinde farz kılmıştır:



73/MUZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).

Rabbinin (Allah’ın) ismiyle zikret ve herşeyden kesilerek O’na (Allah’a) dön (ulaş, vasıl ol).



Allah’a ulaşana kadar geçen zikir, az zikirdir. Ara sıra yapılan zikirdir ve farzdır. Burada günün yarısından az zikir yapılır.

Peki, günün yarısından fazla, çok zikir farz mı? Evet, o da farz.

Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:



33/AHZAB-41: Yâ eyyuhellezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).

Ey âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.



Allahû Tealâ bu çok zikrin sahiplerinin âmenû olanlar olduğunu yani sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler olduğunu söylüyor. Allahû Tealâ: “Allah’a ulaşmayı dileyenler, siz de artık Allah’ı çok zikirle zikretmek mecburiyetindesiniz.” diyor. Bu çok zikirle zikretmek, günün yarısından daha fazla zikretmektir.

Kim her gün Allah’ı günün yarısından daha fazla zikrederse, ancak o kişinin kalbindeki nurlar %71’i aşar. Kişinin zikrinin artışı ile paralel olarak, %81’e kadar kişi zühd makamında yürür.

Kişi daimî zikre ulaşmadan evvel, nefsinin kalbinde %81 nur birikimi gerçekleştiğinde bu kişinin fizik vücudu Allah’a teslim olur. Kişi fizik vücudunu Allah’a teslim ettiği noktada o kişinin nefsinin kalbinde %81 nur vardır. Geri kalan %19 karanlık olmasına rağmen, fizik vücut Allah’ın bütün emirlerini mutlak olarak yerine getirir.



Fizik vücudun Allah’a teslim edilmesi farz mı? Farz olduğu kesin. Allahû Tealâ Yasin Suresinin 60 ve 61. âyet-i kerimelerinde şöyle buyuruyor:



36/YASİN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).

Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki; o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.

36/YASİN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).

Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.



“Âdemoğulları” fizik vücutlarımızdır. Allahû Tealâ hepimizden bu konuda ahd almıştır.
 
Üst Alt