Bir gün Mevlâna Hazretleri Şeyh Selâhaddin-i Zerkûb’un dükkânında oturmuştu. Dostlar da dükkânın çevresinde halka olmuş ilâhî bilgiler ve sırlarla meşgul oluyorlardı. Birdenbire ihtiyar bir adam göğsünü döverek, ağlayıp sızlayarak içeri girdi; Mevlâna’nın ayağına kapandı, hüngür hüngür ağladı ve :
–Yedi yaşında bir çocukcağızım vardı. Onu çaldılar. Kaç gündür aramaktan dermansız bir hâle geldim; ama yine onu bulamadım, dedi. Bunun üzerine Mevlâna büyük bir hiddetle:
–Tuhaf şey bütün varlıklar Allah’ı yitirmişler, onu hiç aramıyor ve onun için de bir istekte bulunmuyorlar. Ne göğüslerini, ne de başlarını dövüyorlar. Sana ne oldu da göğsünü dövüyorsun. Senin gibi bir ihtiyar kendi çocukcağızının hasretiyle harap ve rüsvâ oluyor. Neden bir an Allah’ı aramıyor ve imdat istemiyorsun ki kaybolmuş Yusuf’unu Yakup gibi bulasın, buyurdu.
Çaresiz kalan ihtiyar derhâl tövbe etti ve göğsünü kapamağa başladı. Tam bu sırada onun kaybolan çocuğunun bulunduğu haberini getirdiler. (I, 118-119)
Her şey Kur’an’da...
Bir adam karısını çok seviyordu. Bir gün hanımı naz ederek;
–Ey efendi, gel de senden her ne istersem vereceğine dair üç talâkla yemin iç; yoksa boşanırım, der. Kocası ise mecburen kabul eder:
–Ne istersen vereceğim, der.
Kadın:
–Yüce Allah’ın dünyada yarattığı her nimet ve garip şeyi benim önümde hazır etmeni istiyorum, der.
Zavallı kocası bu arzuyu yerine getirmekten âciz kalır. Nihayet, samimiyetle kalkıp Mevlâna’ya gelir, macerayı anlatır. Mevlâna:
–Git Allah’ın kitabı Kur’an’ı al ve onu mendiline sarıp eşinin eteğine koy; çünkü böylece dünyadaki yaş ve kuru nimetleri onun eteğine koymuş ve dünyanın garip şeylerini onun önünde hazır etmiş olursun. Zira “yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki, Kur’an’da olmasın” (Kur’an, VI, 59) buyrulmuştur. Böylece asla talâk ve ayrılık vâki olmaz, dedi ve adamı boşanmaktan kurtardı.
–Yedi yaşında bir çocukcağızım vardı. Onu çaldılar. Kaç gündür aramaktan dermansız bir hâle geldim; ama yine onu bulamadım, dedi. Bunun üzerine Mevlâna büyük bir hiddetle:
–Tuhaf şey bütün varlıklar Allah’ı yitirmişler, onu hiç aramıyor ve onun için de bir istekte bulunmuyorlar. Ne göğüslerini, ne de başlarını dövüyorlar. Sana ne oldu da göğsünü dövüyorsun. Senin gibi bir ihtiyar kendi çocukcağızının hasretiyle harap ve rüsvâ oluyor. Neden bir an Allah’ı aramıyor ve imdat istemiyorsun ki kaybolmuş Yusuf’unu Yakup gibi bulasın, buyurdu.
Çaresiz kalan ihtiyar derhâl tövbe etti ve göğsünü kapamağa başladı. Tam bu sırada onun kaybolan çocuğunun bulunduğu haberini getirdiler. (I, 118-119)
Her şey Kur’an’da...
Bir adam karısını çok seviyordu. Bir gün hanımı naz ederek;
–Ey efendi, gel de senden her ne istersem vereceğine dair üç talâkla yemin iç; yoksa boşanırım, der. Kocası ise mecburen kabul eder:
–Ne istersen vereceğim, der.
Kadın:
–Yüce Allah’ın dünyada yarattığı her nimet ve garip şeyi benim önümde hazır etmeni istiyorum, der.
Zavallı kocası bu arzuyu yerine getirmekten âciz kalır. Nihayet, samimiyetle kalkıp Mevlâna’ya gelir, macerayı anlatır. Mevlâna:
–Git Allah’ın kitabı Kur’an’ı al ve onu mendiline sarıp eşinin eteğine koy; çünkü böylece dünyadaki yaş ve kuru nimetleri onun eteğine koymuş ve dünyanın garip şeylerini onun önünde hazır etmiş olursun. Zira “yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki, Kur’an’da olmasın” (Kur’an, VI, 59) buyrulmuştur. Böylece asla talâk ve ayrılık vâki olmaz, dedi ve adamı boşanmaktan kurtardı.