Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Her duâ için hayırlı bir netice vardır

reyyan

New member
Katılım
29 Eyl 2006
Mesajlar
1,279
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
44
Resûlullah Efendimiz (asm) buyurmuştur ki: “Sizden her hangi birinizin duâsı, acele etmediği ve ‘Duâ ettim, fakat benim duâm kabul edilmedi’ demediği sürece kabul edilecektir.”1

“Birçok defa duâ ediyoruz, kabul olmuyor. Hâlbuki ‘Duâ edin, size cevap vereyim’2 âyetinin umumî olduğunu, her duâya cevap verildiğini ifade ettiğini” bir soru olarak gündemimize taşıyan Bedîüzzaman Hazretleri, Cenâb-ı Allah’ın her duâ için cevap verdiğini, fakat duâmızı kabul etmesi ve istediğimiz aynı şeyi vermesi için, o şeyin Allah’ın hikmetine uygun olması gerektiğini bildiriyor.

Bedîüzzaman Saîd Nursî, bunu şöyle bir misal ile açıklıyor:

Meselâ hasta bir çocuk, doktora:

“Ey hekim! Bana bak!” dediğinde, doktor:

“Buyur! Derdini söyle!” diyecek, hasta çocuğun çağrısına cevap verecektir.

Çocuk:

“Şu ilâcı ver bana!” dediği zaman ise, devreye mecburen doktorun bilgisi, hikmeti, kanaati ve onayı girecektir. Çünkü o ilâcın çocuğun derdine fayda verip vermeyeceğini doktor çocuktan daha iyi bilmektedir. Bu durumda çocuğa düşen, doktorun, istediği şey ile ilgili bilgisine, hikmetine ve kanaatine razı olmak, doktorun hükmüne teslim olmaktır. Doktor bilgisiyle hareket edip çocuğa ya o ilâcın aynısını, ya daha iyisini verebilir, ya da hiç vermeyebilir. İstediği ilacın aynısını vermediğinde çocuğun doktoru itham etmesi ve ‘İstediğim şeyi vermedin!’ diye doktora küsüp kırılması elbette doğru bir hareket değildir.3

Bir diğer husus; kavlî duâ ile beraber fiilî olarak üzerimize düşeni eksiksiz yerine getirmeliyiz. Meselâ üniversite sınavını kazanmak gibi muhakkak fiilî duâ gerektiren, muhakkak tekniğine ve usûlüne göre çalışmamızı zorunlu kılan iş ve isteklerimizde yeterince çalışmamız ve ulaşmak istediğimiz sonuca fiilî olarak teşebbüs etmemiz şarttır. Bununla beraber istediğimiz sonucu almadığımızda bize düşen yine kendi kusurumuzu aramaktır. Allah’a küsmek veya kırılmak değil; yılmadan yine fiilî ve kavlî olarak duâya devam etmektir. Allah’ı itham etmek bize yakışmaz. Duâmızla ilgili olarak birinci görev bize düşüyor. Allah’ı duâmızı kabul etmeye mecbur sayamayız. Allah’ın ilimle ve hikmetle davrandığını ve duâmızı en hayırlı şekilde kabul ettiğini bilmeli ve bundan razı olmalıyız.

Öte yandan Bedîüzzaman Hazretlerine göre, görünen maksatlar, yani dünyevî gayeler, yani ihtiyaç zamanları o duânın ve duâ ibadetinin hususî vakitleridir. O vakitlerde duâ yaptıktan sonra istediğimiz şeye ulaşmak ise, o duânın hakikî faydası değildir. Duânın hakikî faydası âhirete bakar. Dünyevî maksatlar meydana gelmezse, “Duâ kabul olmadı” denilmez; “Daha duânın vakti bitmedi” denilir ve vakti içinde duâ ibadetine devam edilir.4 Nasıl ki, güneş battığında akşam namazının vaktinin girdiğini anlıyor isek; bir takım hususî ihtiyaç vakitlerinde de, söz konusu ihtiyacımızla ilgili hususî duâ vakitlerinde bulunduğumuzu anlamalıyız.5 Bu vakitlerde gerek sözlü, gerekse fiilî olarak duâya devam etmeliyiz. Duâmızda aceleci olmamalıyız. Duâmızda Cenâb-ı Allah’tan mutlak hayır istemeliyiz. İhtiyaçlarımızın hayırlı neticelerle giderilmesini talep etmeliyiz.

Dünyevî istek ve ihtiyaçlarımızı duâlarımızda “biricik gaye” yapmamaya özen göstermeli; duâlarımız için “biricik gayenin” Allah’ın rızasını kazanmak olduğunu unutmamalıyız. Başka bir ifadeyle, her duânın bir ibadet olduğunu, her ibadetin de sırf Allah rızası için yapılması gerektiğini unutmamalı; Allah’a her el ve gönül açışımızda, öncelikle o isteğimiz ve ihtiyacımız vesilesiyle Allah’ın rızasını aradığımızı teslim etmeli ve O’ndan hayırlı olanı istemeliyiz. Duâmızın kabulünü Allah’ın hikmetine bırakmalıyız. Allah’ın rahmetinden ümit kesmemeliyiz. Emin olmalıyız ki, Allah duâmıza karşılık—inşallah—mutlaka hayırlı bir netice verecektir.
 

reyyan

New member
Katılım
29 Eyl 2006
Mesajlar
1,279
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
44
"Ey insanlar! Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var." mealindeki âyetin beş nüktesini dinle:

" BİRİNCİ NÜKTE::
Dua bir sırr-ı azîm-i ubudiyettir. Belki ubudiyetin ruhu hükmündedir. Çok yerlerde zikrettiğimiz gibi, dua üç nevidir.

" Birinci nevi dua::
İstidad lisanıyladır ki; bütün hububat, tohumlar lisan-ı istidad ile Fâtır-ı Hakîm'e dua ederler ki: "Senin nukuş-u esmanı mufassal göstermek için, bize neşv ü nema ver, küçük hakikatımızı sünbülle ve ağacın büyük hakikatına çevir."

Hem şu istidad lisanıyla dua nev'inden birisi de şudur ki: Esbabın içtimaı, müsebbebin icadına bir duadır. Yani: Esbab bir vaziyet alır ki, o vaziyet bir lisan-ı hal hükmüne geçer ve müsebbebi Kadîr-i Zülcelal'den dua eder, isterler. Meselâ: Su, hararet, toprak, ziya bir çekirdek etrafında bir vaziyet alarak, o vaziyet bir lisan-ı duadır ki: "Bu çekirdeği ağaç yap, ya Hâlıkımız!" derler. Çünki o mu'cize-i hârika-i kudret olan ağaç; o şuursuz, camid, basit maddelere havale edilmez, havalesi muhaldir. Demek içtima'-ı esbab bir nevi duadır.

" İkinci nevi dua::
İhtiyac-ı fıtrî lisanıyladır ki; bütün zîhayatların iktidar ve ihtiyarları dâhilinde olmayan hacetlerini ve matlablarını ummadıkları yerden vakt-i münasibde onlara vermek için, Hâlık-ı Rahîm'den bir nevi duadır. Çünki iktidar ve ihtiyarları haricinde, bilmedikleriyerden, vakt-i münasibde onlara bir Hakîm-i Rahîm gönderiyor. Elleri yetişmiyor; demek o ihsan, dua neticesidir.

" Elhasıl::
Bütün kâinattan dergâh-ı İlahiyeye çıkan bir duadır. Esbab olanlar, müsebbebatı Allah'tan isterler.

Üçüncü nevi dua: İhtiyaç dairesinde zîşuurların duasıdır ki, bu da iki kısımdır.

Eğer ızdırar derecesine gelse veya ihtiyac-ı fıtrîye tam münasebetdar ise veya lisan-ı istidada yakınlaşmış ise veya safi, hâlis kalbin lisanıyla ise, ekseriyet-i mutlaka ile makbuldür. Terakkiyat-ı beşeriyenin kısm-ı a'zamı ve keşfiyatları, bir nevi dua neticesidir. Havarik-ı medeniyet dedikleri şeyler ve keşfiyatlarına medar-ı iftihar zannettikleri emirler, manevî bir dua neticesidir. Hâlis bir lisan-ı istidad ile istenilmiş, onlara verilmiştir. Lisan-ı istidad ile ve lisan-ı ihtiyac-ı fıtrî ile olan dualar dahi bir mani olmazsa ve şerait dâhilinde ise, daima makbuldürler.
Bana dua edin, benden isteyin ki ben de size cevap vereyim.
Mü’min, 40/60

· Allahın fazlından isteyin. Allah, kendisinden istenmesini sever. İbadetlerin makbulü ferahlığı beklemektir

Hadis-i şerif meali

· Dua iki şekilde tecelli eder; ya bizi korkutan şeyi ortadan kaldırır, yahut da onu yenmemiz için bize güç ve cesaret verir.
 

reyyan

New member
Katılım
29 Eyl 2006
Mesajlar
1,279
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
44
Duada haddi aşmak ne demektir?

* Rabbinize yalvara yalvara ve gizlice dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez. (7/55)

O haddi aşanları sevmez!.. Haddi aşanları sevmez! "Haddi aşmak" neydi? Haddi aşmak, yaratılmış bir mahluk olduğunu unutup, Allah ile boy ölçüşmekti sanırım! Neyse..

Demekki Allah için bir merkez düşünmeksizin dua etmem gerekiyordu. Ne içindeyiz, ne dışında.. Evvel, Ahir, Zahir, Batın hep O'dur. Her ne yana yönelsen (özüne de) oradadır O'nun mânâları ve dolayısıyla O.. O halde bu bilinçle dua ederken, nereye yönelirsen yönel! Ayrıca, duanın kabul olacağına da inan, çünkü ötede değil, özünde kudretiyle seni destekleyen de O. Fakat tüm öğrendiğin veya farkettiğin hakikatlara rağmen ilâhi evrensel düzenin işleyişi Allah ve kulları şeklinde bir edeple yürür. Bu edebi sen göstermişin veya göstermemişin farketmez. Allah bu edep üzere ilâhi düzeni yürütür. İster farket, ister etme; ister uy, istersen de uyma ve sonuçlarına katlan, ki katlanıyorsun da.. Çünkü sen O'ndansın, O'ndan ötede, O'ndan gayrı değilsin, ama asla O değilsin, kulsun ve muhtaçlık senin fıtratına, "bilinmekliğimi sevdim (diledim)" hükmüyle alemler ve mahlukat yaratılırken yazılmış.. O bilinecek, sen de bu bilinmede rolüne mecbursun. B sırrıyla yaşamak ise; özündeki güçleri farkedip, O'ndan ötede ve O'ndan ayrı bir varlık olmadığını bilerek yaşamaktır, O olduğunu düşünmek değildir. Ama bu güçleri sonsuz sınırsız kullanırsın, ama kısıtlı kullanırsın. Önemli olan kullandığın güçlerin gerçekte kime ait olduğunu bilmen! Tasavvufta "Kendini tanı!" veya "Kendini bil!" denmesi de bundan.. Özetle ve bu sebeple, dua da edeceksin, tevbe de, ibadet de... Yoksa ne bilirsen bil, O'nun ilâhi sistemindeki Kudret - Hikmet çarkları arasında ezilir gidersin. Ve aslında böyle de kulluk edersin, çünkü ne yaparsan yap, kulluk etmenin dışında bir şey mümkün değil.. Ama kulluk etme biçimin ve neticesi senin işine gelmeyebilir veya hoşuna gitmeyebilir. Allah için ise hiç farketmez. Yaratan sana muhtaç değil, sen O'na muhtaçlık üzere yaratıldın. O'nun nuru var, nurunu idrak için zıttı olan zulmet var. Yaşla kuru gibi.. Aydınlıkla karanlık gibi.. Nuruna mazhar olamıyorsan, zulmette kaldın demektir. Ama terkibinde mutlaka O'nun mânâları vardır ve kimi mânâlar da cehennem içindir, zulmete eşlik etmek üzeredir anlamı... Kısaca, öyle de kulsun, böyle de.. Senin için kulluk etmenin dışında hiç bir yol yok.. Ama balık suda, aslan karada yaşar. Herkesin yeri, yurdu, boyutu ve yaşayacağı ortamı kendindeki ağırlıklı mânâsına, nuruna veya zulmette kalışına göre belli.. Herkes kendinde aşikâr olanın gerektirdiği boyutta yaşamaya mahkûmdur. Zulmette kalanlardan olursan cehennemde yaşarsın. Ve dahi burada da kulluk edersin, bilerek veya bilmeyerek.. İsteyerek veya istemeden.. Her halde "Bilinmekliğimi sevdim (diledim)" ve "buyruğuma gelin" hükmüne boyun bükmek fıtratıyla (İslâm/teslimiyet fıtratıyla) yaratılan, boyun bükmeye mecburdur! Allah hiç bir şeye mecbur değildir, ama kul mecburdur. Ama öyle, ama böyle... Boyun bükmüyorum, derken bile büküyorsun, zulmette kalmanı dilediği için isyan ederek... (veya nura gark olmanı dilediği için iman ederek) O sebeple, gel sen Allah ile kul arasındaki düşünsel arşın önemini, gerekliliğini ve fıtri mecburiyetini idrak edip, dua da et, tevbe de ve ibadet de... Bunlar Allah'ın değişmeyen sistemi, yani Sünnetullah'ındandır. Kudretinin ve hikmetinin eseridir. Ya uyup nuruna gark olur rahat edersin, yada uymayıp sonuçlarına katlanısın, katlanabiliyorsan.. Ki katlanamıyorum demeni de kimse umursamaz. Özetle, O'na boyun büküş (yani teslimiyet) üzere yürüyen ilâhi düzeni idrak etmek, İslâm'ı idrak etmek demektir. Bu düzenle uyumlu da yaşayabilirsin, uyumsuz da.. Her birinin bu ilâhi düzende bir neticesi vardır. "Her durumda bana Zat'en teslimsin! O halde teslimiyetinin farkında ol ve ilâhi düzenimle uyumlu yaşa, ki hoşnut olacağın neticelere eresin!" teklifi, Allah'ın akılla yarattığı bilinçli kullarına Kur'ân ile inzal olan teklifidir. Dolayısıyla bu düzenle uyumlu yaşamaya çalışman, bilinçli kulluğun ve aklınının eseridir. (Akledemiyorsan da en iman et) Ancak bu teklife uyup uymamak da kaderinde belirlenmiş bir evveldir. Kaderin de O'nun takdirindendir. Ve umarım O'nun teklifine uymak kaderinde (evvelinde) vardır. Varsa da o takdiri de harekete geçiren bir kuvvet ve mekanizma (hikmet) vardır kuşkusuz. Belki de şu idraklar o takdiri harekete geçiren kuvvet ve sebep olacak inşaallah. Neyse, sende bir umut var gibi kızım............ dedim kendi kendime..

Ben de arkadaşımın bu samimi itirafı ve güzel idrakları için ona şöyle dedim:

Edep, el pençe divan durmak, başı yere eğmek, diz üstünde oturmak, dut yemiş bülbülü oynamak değildir. Bunlar bedenin halleridir, asl olan ise bilinç-ruh ve bedenin evrensel gerçekler doğrultusunda dengede bulunması halidir. Hem zaten O, Evvel, Ahir, Zahir, Batın ise; doğu da batı da O'nun ise; insan her an huzur-u ilâhidedir. Hal böyleyken bedenle sürekli saygı duruşunda nasıl yaşanır? Bilincin yaşadığımız boyutu seyredip deneyimlediği bedenlerimiz var, yani beşeriz. Bu sebeple bazı acziyetler içinde yaşıyoruz madde algıladığımız boyut itibariyle... Yiyip içiyoruz, defn-i hacet ediyoruz ve daha ne süfili işleri yapmaya mecbur kalıyoruz. Edep yukarıdaki örnek benzeri sadece bedenle uygulanası bir şey olsaydı, insan hayatının büyük bir bölümünde çoğunlukla edepsiz olacaktı mecburiyetten.. Oysa gerçek anlamda edepli olmak, kul olduğumuzu, muhtaçlığımızı, teslimiyeti ve Sünnetullah'ı idrak etmemiz ve buna göre yaşamaya başlamamızdır. Ki bu da bilinç-ruh ve bedenin kendi şartları ve boyutları içinde hakkının verilmesi ve üç boyutun da hakikat doğrultusunda dengede olması halidir. "Ben O'yum" demekle, O olunmaz! Kul için son noktada ancak acziyetini ve hiç olduğunu bilmek vardır, ki o vakit sadece O kalır. Kalan da "Ben O'yum" diye düşünmez ve demez. Niye düşünsün, kime desin, kendinden gayrı mı vardır O'nun indinde, ki ispat edecek bir düşüncesi veya itirafı olsun? Bana anlattıkların, bilinçli bir kulun "edeb"i idrakıdır. İnşaallah bu edep ebedi giysin olur. İşte şimdi hem hakikati, hem de haddini bilip, hakkıyla kulluk edebilenlerden oldun inşaallah! Ben de bu idrakından sonra senin için bir umut olduğunu düşünmeye başladım.

Umarım aktardığım bu sohbetin tasavvufla ilgilenen herkese bir faydası olur. Selam ve sevgiyle...
 

kaira

New member
Katılım
16 Ocak 2007
Mesajlar
29
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
allah razi olsun ya neden acaba hep reyyan ablanın yazılarına tepki ğeliyo ya
o çok degeerli bi hocamız yapmayın ya
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
meyve veren agac taslanmazmi muhalefetten hoslananlara her zaman cvp olacaktir cvpsiz kalmayacaktir hicbir soru reyyan abla kavli dua ve fiili duayi o kadar güzel aciklamiski dersi alan sadece bu yazilari okumasi yeterli bence
 

alikaya

New member
Katılım
25 Ocak 2007
Mesajlar
73
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
kanımca yazılan yazıları okunmuyor örneğin
reyyan kardeşimiz dua ile ilgili bi konu açmış hemen 2 dk sonra biri cevap yazmış o kadar yazıyı 2 dk da nasıl okudun da yorum yazdın güzel kardeşim
 

kaira

New member
Katılım
16 Ocak 2007
Mesajlar
29
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
meyve veren agac taslanmazmi muhalefetten hoslananlara her zaman cvp olacaktir cvpsiz kalmayacaktir hicbir soru reyyan abla kavli dua ve fiili duayi o kadar güzel aciklamiski dersi alan sadece bu yazilari okumasi yeterli bence

kardeşimizinde dedigi gibi meyve veren ağaç taşlanır
 

reyyan

New member
Katılım
29 Eyl 2006
Mesajlar
1,279
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
44
böyle düşünmeniz beni çok sevindirdi allah razı olsun kardeşlerim
 

reyyan

New member
Katılım
29 Eyl 2006
Mesajlar
1,279
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
44
allah razi olsun kardeşlerim
 

khan19556

New member
Katılım
11 Ocak 2007
Mesajlar
992
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
44
Konum
Sancaðýn düþtüðü yerden
Seslenmek, çağırmak, yardıma çağırmak, Allah'a yalvarmak, O'ndan dilekte bulunmak, O'na yakarmak.

Dua, insanda fıtrî bir olgudur. Bu sebepledir ki, bütün dinlerde mevcuttur. Üstün bir varlığa inanan her insan şu veya bu şekilde dua eder. İnsanlar hayatları boyunca, üstesinden gelemeyecekleri birçok şeylerle karşılaşmakta, keder, sıkıntı, acz ve ümitsizliklere maruz kalmaktadırlar. Yüce Allah şöyle buyurur: "İnsana bir darlık dokunduğu zaman yanı üzere yatarken, otururken yahut ayakta bize yalvarır, ama biz onun sıkıntısını giderince sanki kendisine dokunan bir darlıktan ötürü bize hiç yalvarmamış gibi hareket eder. İşte aşırı gidenlere yaptıkları iş böylesine süslü gösterilmiştir." (Yunus, 10/12)

"(Denizde) onları gölgeler gibi dalgalar sardığı zaman dîni yalnız kendisine has kılarak Allah'a yalvarırlar. Fakat o, onları kurtarıp karaya çıkarınca içlerinden bir kısmı orta yolu tutar, (birçoğu da inkâr eder). Zaten bizim ayetlerimizi (öyle) nankör gaddarlardan başkası inkâr etmez. " (Lokman, 31/32)

Bu âyetlerden de anlaşıldığı gibi dua, insanda fıtrîdir ve özellikle sıkıntılı anlarda Allah'a dua etmek, sadece samimî olarak Allah'a inananlara has bir durum değildir. Allah'a ortak koşanlar da bu gibi durumlarda Allah'a yönelir ve O'na dua ederler.

Dua ettikten sonra insan gönlünde bir ferahlık ve serinlik hisseder. İsteğinin yerine getirileceği konusunda ümidi artar. Bu yönüyle dua, insana bir şifa ve rûhî bunalımlara karşı koruyucu bir sağlık tedbiridir. Bu nedenledir ki, dua etmeyen toplumlar rûhen çökmüş toplumlardır.

Âyet ve hadîslerde dua teşvik edilmiştir: "Rabbiniz, şöyle buyurdu: Bana dua edin, size cevap vereyim (duanızı kabul edeyim)" (Mü'minûn, 23/60).

Hz. Peygamber (s.a.s.) de şöyle buyurur: " Allah katında duadan daha şerefli bir şey yoktur." (Tirmizî, Daavat,1; İbn Mace, Dua,1) Dua aynı zamanda bir ibadettir. "Dua ibadetin ta kendisidir. " (Tirmizî, el-Bakara Sûresi Tefsiri, 16)
 
Üst Alt