Hakikat islam dergisinden : Geyİkli babanın ilgi çekici hayatı.

Kalpteniman

New member
trsayfalogo.jpg
muhterem kardeşlerim ilgimi

çekti sizinle paylaşmak istedim
TARİHTEN SAYFALAR


"Geyikli Baba" Hakkında İlginç Bir Vesîka ve
Zamâne "Tahrifçi"lerinin Ortaya Attığı Çirkin İftirâ


"Geyikli Baba" Kimdir?
Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında uçta faaliyet gösteren, talebeleriyle birlikte gazâlara katılarak yeni beldeler fetheden "Rûm abdalları"ndan ve "Alperen" dervişlerden biri olan Geyikli Baba, bu târihlerde uzak diyarlardan gelip Osmanlı topraklarına yerleşen Bâbâî-Vefâî şeyhlerinin en önde gelenleri arasında yer alıyordu. Hakkındaki mevcut bilgiler, elimize ulaşan yırtık bir arşiv belgesine ve Âşık Paşa-zâde ile Oruç Beg'in naklettiği rivâyetlere dayanır.
Selçuklu Devleti'nin târih sahnesinden çekilmesi üzerine, bu coğrafyada yaşayan Şeyh Edebâlî, Âşık Paşa, Muhlis Paşa ve Elvan Çelebi gibi Bâbâî-Vefâî şeyhleri, Selçuklu Sultânı III. Alâeddîn Ferâmerz'in bağımsızlık alâmetlerini göndererek açıkça tanıdığı Osmanlı uç bölgesine yerleşmeye ya da faaliyetlerini burada devâm ettirmeye karar vermişlerdi. Rivâyete göre Türkmen asıllı bir şeyh olan ve Azerbaycan'a bağlı Hoy'da yaşayan Geyikli Baba da, Orhan Gâzî döneminde bir geyiğe binerek müridleriyle birlikte Batı Anadolu'ya gelmiş ve İnegöl çevresine yerleşmişti.
Geyiklerle dolaştığı ve geyiğe bindiği, hattâ geyikler üzerinde sefere katıldığı için "Geyikli Baba" lâkabıyla anılan Baba Sultan'ın, kendisi gibi abdalân-ı Rûm'dan olan Yûnus Emre -kuddise sırruh- Hazretleri'nin, "Dîvân"ındaki:
"Geyiklü'nüñ ol Hasân söz eyitmiş kendüden
Kudret dilidür söyler, kendünüñ söz nesidür?"
(1)
Beytinden asıl adının "Hasan" olduğu anlaşılmaktadır. İsmâil Beliğ'in "Güldeste'-i Riyâz-ı 'İrfân"daki ifâdesine göre ise gerçek adı "Ulvî Baba"dır.(2)
Bursa'nın fethine talebeleriyle birlikte katılan ve buraya bağlı pek çok beldenin fethinde önemli bir rol oynayan Geyikli Baba, Kızılkilise'yi müridleriyle tek başına fethedince şöhreti Orhan Gâzî'nin kulağına kadar gitmişti.
Orhan Gâzî'nin önde gelen kumandanlarından Turgut Alp de, Geyikli Baba'nın has müridleri arasında yerini almıştı. Âşık Paşa-zâde'nin rivâyetine göre; Orhan Gâzî'nin Keşiş dağı (Uludağ) eteğindeki dervişleri teftiş ettirdiğini işitince, Turgut Alp bir adamını göndererek: "Benüm köylerüm yanında bir nice dervîş geldi, mukîm oldı; aralarında bir dervîş vardur, gâh gâh varur dağda geyicekler (geyikler) ile gezer bir nice gün, ve hayli mübârek kişidür!" dedi.(3) Orhan Gâzî: "'Aceb kimüñ mürîdidür? Soruñ kendüden!" emrini verince gelip sordular, Geyikli Baba: "Baba İlyâs mürîdiyin, Seyyid Ebû'l-Vefâ târikindenin!" cevâbını verdi. Bunun üzerine Orhan Gâzî Baba'yı yanına dâvet etti, fakat kabul etmedi; gelmediği gibi: "Sakın Orhân dahi gelmesün!" diye haber gönderdi. Haberi işiten Orhan Gâzî: "N'îçün gelmez ve beni n'îçün komaz anda varmağa?" deyince: "Dervîşler göz ehli olurlar, (vakıt) gözedürler. Dahı vaktında varurlar kim du'âları makbûl olına!" cevâbını iletti.(4)
Bir gün Geyikli Baba Orhan Gâzî'ye haber vermeksizin bir kavak fidanı alıp, Bursa sarayındaki avlu kapısının iç tarafına dikmeye başladı. Durumu Orhan Gâzî'ye haber verdiklerinde hemen geldi, fidanın çoktan dikilmiş olduğunu gördü. Orhan Gâzî henüz sormadan, Baba: "Teberrükümüzdür! Bu oldukca, dervîşlerüñ du'âsı saña ve neslüñe makbûldür!" deyip duâ etti ve sonra da çekip gitti. Geyikli Baba'nın hâlinden ve sözlerinden çok etkilenen Orhân Gâzî, hemen bulunduğu yere giderek: "Dervîş, bu İnegöl nevâhîsiyle senüñ olsun!" dedi, fakat Baba: "Mülk, mal Hakk'uñdur, ehline virür, biz anuñ ehli degülüz!" diyerek bu teklifi reddetti. Orhan: "Ehli kimdür?" deyince: "Hakk Te'âlâ dünya mülkini sizüñ gibi hânlara ısmarladı, malı dahı mu'âmele ehline ısmarladı kim, kulları biri-biriyle mesâlihin (işlerini) görsünler diyu. Bizlere gün yeñi, nasîb olan rızk dahı yeñi!.." cevâbını verdi. Fakat Orhan Gâzî teklifinde ısrâr edip: "Dervîş! N'ola benüm de sözümi kabûl itseñ?" deyince, ricâsını kırmayarak: "Şu karşuda turan depecükden berü yircügez dervîşlerüñ havlısı olsun!" dedi. Orhan Gâzî bu sözü işitince Şeyh'in duâsını alıp oradan ayrıldı.(5)
Geyikli Baba'nın İnegöl'deki köyüne âit arşiv kayıtları günümüze kadar ulaşmıştır. "Hüdâvendigâr Livâsı Tahrîr Defterleri"nde "Karye'-i Geyiklü Baba"(6) ve "Bâbâyiler karyesi" adı altında zikredilen bu köyün, onbeşinci yüzyıl sonlarına âit bir tahrîr kaydı şöyledir:
"Geyiklü Baba Karyesi:
Karye'-i Bâbâyiler ki, vakfdur, Orhân Beg'den Baba'ya. Şimdi Sakar-oğlı Muhammed tasarruf ider. Hâne: 34. Bir hâs degürmen var, yılda biş müdd buğday hâsıl olur. Bir hammâm var, Temürtaş-oğlı Umûr Beg vakf itmiş, yevmî üç akça, yılda: 1080. Ve Burûsa şehrinde iki vakf dükkânı var, hâsıl: 420. Ve mezkûr Bâbâyiler yirinde bağçalar mukâta'asından yılda: 400. Ve bir hâs bağça var, yılda: 100. Ve bir erlük kestânesi var ve koz var: 100."
(7)
Orhân Gâzî'nin Geyikli Baba için inşâ ettirdiği türbe ve külliye, günümüzde Bursa'nın Kestel ilçesine bağlı "Babasultan" köyünde yer almaktadır. Rivâyete göre câmiinin avlusundaki asırlık koca çınar, Geyikli Baba tarafından saraydaki ağaçla aynı gün dikilmiş olup bugün hâlâ dimdik ayaktadır.
Geyikli Baba Hakkında İlginç Bir Vesîka
ve Zamâne "Tahrifçi"lerinin Ortaya Attığı Çirkin İftirâ:

Talebeleriyle birlikte Bursa'nın fethine bizzat katılmış olan ve Kızıl-kilise'nin fethinde büyük yararlılıklar sağlayan Geyikli Baba'nın bu icraatları ve bu sırada meydana gelen ilginç bir vak'a Dîvân-ı hümâyûn kayıtlarına yansımıştır. Bu arşiv kaydı, önce Ahmet Refik ve daha sonra Hilmi Ziyâ Ülken tarafından birkaç defâ yayınlanmıştır.(8)
Son kısmı yırtılmış olan, elimizde ancak yarısı mevcut olan bu belgede "Geyikli Baba" hakkında şu malûmât yer alır:
"Kutbu'l-'ârifîn Şeyh Geyiklü Baba Hôy'dan gelmişdür. Bir ulu geyige binüb gelmişdür, geyikler kendüye musahhar imiş, gelüb İnegöl'de mekân dutmış. Merhûm Sultân Orhân pâdişâh Hazretleri'nüñ Burûsa fethinde, merhûm Orhân pâdişâh ol kal'ayı feth iderken kutbu'l-'ârifîn Şeyh Geyiklü Baba dahı ol cânibde üç yüz altmış kapulı bir kilîsâ varmış, 'Kızıl kilîsâ' dimekle meşhûr imiş, ol kilîsâ'ı kendüler feth itmişler. Ceng iderken bir kestâne ağacı varmış, cengi ider idermiş, ol kestâneye vardukda ol kestâne yarılub Baba'yı saklar imiş, kâfirler arar bulamazlar imiş. Sabâh gine çıkub ceng iderdi, erenlerle, bu nev'-ile alınmışdur. O zamânda Hazret-i Orhân pâdişâha şöyle de haber virmişler ki; 'Hôy'dan bir er gelüb, ulu geyige binüb Kızıl-kilîsâ'yı aldı!' Ve bu cevâbı virmişler, virdüklerinde merhûm Orhân pâdişâh: 'Baba mey-hôrdur' diyu iki yük 'arakî ve iki yük şarâb gönderüb, Baba dahı yanındaki Baba Sultân ile…"(9)
Belgenin bundan sonraki kısmı yırtılmış ve anlatılan vak'a yarım kalmıştır.
İdeolojik hesaplar peşinde koşan batı uyruklu bâzı "tahrifçi"ler ve onların güdümündeki bâzı sözde "târihçi"ler, yukarıdaki belgenin son kısmının yırtılmış olmasını fırsat bilerek, İslâm tasavvufuna aslâ yakışmayacak bir iddiâyı dillerine dolamışlar ve "Geyikli Baba"yı -hâşâ- "içki ve rakı mübtelâsı" (!) bir kimse gibi göstermeye kalkışmışlardır!..
"Târihçi" sıfatıyla Türk târihini "tahrif" ettikleri yetmezmiş gibi, onun rûhu ve özü mesâbesindeki "İslâm tasavvufu"nu da tahrife yeltenen bu "tahrifçi"ler, meseleyi derinlemesine tahkik etmek yerine, durumu fırsat bilip gülünç iddiâlarını halka "târih" diye yutturmayı yeğlemişlerdir!
İdeolojik saplantılarını "akademisyen" maskesi altında enjekte etmeye çalışan bu "tahrifçi"lerin başını Iréne Mélikoff çeker.(10) Mélikoff, çarpık iddiâlarını yukarıdaki arşiv belgesiyle -kendince- desteklemeye çalışarak şöyle der: "Babalar İslâm kisvesi altında eski törenlerini sürdürüyorlardı: …Alkollü içki kullanımına gelince: İlk Osmanlı tarihlerinden öğrendiğimize göre Orhan Gazi, Geyikli Baba'yla çok iyi ilişkiler içindeydi; Geyikli Baba, dervişleriyle Bursa'nın fethine katılmıştı ve Orhan Gazi 'Baba'nın içki içme alışkanlığı vardır' gerekçesiyle, kendisine şarap gönderilmesini istemişti. Bu olay, torunlarının medresesinden çok, Türkmen babalarına yakın olan ilk Osmanlı sultanlarının hoşgörü anlayışını ve tutucu olmayan tavırlarını çarpıcı biçimde göstermektedir."(11)
Ahmet Yaşar Ocak da maalesef Mélikoff'un ortaya attığı yukarıdaki çirkin iddiâya resmen çanak tutarak şöyle demiştir: "Osmanlı beylerinin Sünni İslamının 16. yüzyılın katı ve hoşgörüsüz İslamı olmadığını unutmamamız gerekir. Osmanlı Beyliği'nin dini ideolojisi bu dönemde, yani 14. yüzyılda, bir Türkmen uç beyliği olarak, sade, popüler, henüz medreselerin dogmatik İslamının egemenliği altına girmemiş bir İslam anlayışına dayanıyordu. Profesör Mélikoff'un araştırmalarının gösterdiği gibi, bu ideoloji, Abdalan-ı Rum'un dini anlayışına uygun düşen hoşgörülü ve esnek özelliklere sahipti. Bu hoşgörü anlayışı ilk Osmanlı beyleri döneminin belirgin bir özelliğidir. Bize daha kesin bir fikir verebilecek tarihsel bir kanıtımız var: Bu olay, Orhan Bey ve Geyikli Baba arasında geçmiştir ve H. Ziya Ülken tarafından 1924'te yayımlanmış bir belgede yer almıştır. Bu belgeye göre Orhan Bey, Kızılkilise'nin fethine katkıları nedeniyle Geyikli Baba'ya ödül olarak şarap ve rakı göndermiş; çünkü Geyikli Baba ve müritleri şarap içerlermiş. …15. ve 16. yüzyıl sultanları ve ulemasının hiçbir zaman kabul etmeyeceği ve hoşgörmeyeceği bu tavır, dönemin bir Türkmen uç beyliğinin toplumsal-kültürel, toplumsal-dini durumu bilindiğinde anlaşılabilir bir tavırdır."(12)
Şimdi bu iddia sahiplerine öncelikle şu soruyu sormak gerekir: "Şerî'at-tarikat yoldur varana / Hakîkat ma'rifet andan içerü" anlayışını savunan abdallar zümresinin en önemli temsilcilerinden biri olan Geyikli Baba'nın, her şeyden önce "İslâm Dini'nin reddettiği böyle çirkin bir işe bulaşması; yâni "Şerî'at"ı ve "tarikat"ı çiğneyerek "hakîkat ve ma'rifet" dâvâsına kalkışması hiç mümkün müdür?!..
Şu hâlde zamâne "tahrifçi"lerinin "mal bulmuş mağribî" misâli sarıldıkları yukarıdaki "yırtık vesîka" ve onda anlatılan bu "rakı-şarap gönderme" vak'ası acabâ neyin nesidir?
İşte bu sorunun cevâbı ve "tahrifçi"lerin kendilerine malzeme yapmaya kalkıştıkları vesîkadaki olayın devâmı, "Oruç Beg Târîhi"nin Paris'teki nüshalarından birinde yer alan şu rivâyetle ortaya çıkmaktadır:
"Orhan Gâzî zamânında girü abdâllardan Geyiklü Baba vardı, er kişiyidi, abdâl-şekl. Orhân Gâzî'ye Geyiklü Baba'yı bir dürlü dahı añlatdılar, 'mey-perest' diyu; Orhân Gâzî dahı diñemek içün Geyiklü Baba'ya bir tulum şarâb gönderdi: 'Geyiklü Baba nûş itsün!' diyu. İki tulum şarâbı getürdiler, Geyiklü Baba öñine koydılar, eyitdiler: 'Baba bunı pâdişâh gönderdi!' didiler. Geyiklü Baba hemân-dem ol iki tulum şarâbı iki kazgana koyub, birinde zerde, birinde halva bişürdi, iki kutuya koydı ve andan soñra bir kutunuñ içine dahı atılmış panbuk koydı, panbuk arasına yanmış kızıl korı kodı, ağzını mühürleyüb Orhân Gâzî'ye gönderdi. Orhân'a kutıyı getürdiler, Orhân Gâzî mühürleri bozdı; birinde halva, birinde zerde. Birini dahı açdı, gördi atılmış panbuk, içinde bir pâre kızıl kor, hiç panbuğa aslâ eser itmemiş. Orhan Gâzî'ye didiler; iletdükleri şarâbları kazgânlara koyub, zerde, halva bişürdügin. Orhân Gâzî hemân-dem Geyiklü Baba'ya i'tikâd idüb, çok nesne in'âm idüb, bir 'âlî tekye yapub aña vakflar kodı. Şimdiki zamânımuzda 'Geyiklü Baba Tekkesi' diyu añılur."(13)
Bu rivâyet, yalnız "Türk târihi"ni değil "Tasavvuf târihi"ni de tahrife kalkışan bu bilgi fukarâlarına gereken cevâbı vermekte; yukarıdaki gülünç ve asılsız iddiâlarını kökünden çürütmektedir!..
Osmanlı kültürünün temelini oluşturan mânevî değerlerle hiç mi hiç bağdaşmayan, İslâm tasavvufunun kâideleri ile taban tabana zıt olan bu seviyesiz iddiâyı kökünden çürütecek en büyük delillerden birisi de; Orhan Gâzî'nin tam bu yıllarda, topraklarına yerleşen şeyhler ve dervişler hakkında geniş bir teftiş ve sorgulama faaliyeti başlatmış olmasıdır.
Osmanlı müverrihleri arasında yalnız Kemâl Paşa-zâde'de rastladığımız bu önemli bilgiye göre; bu teftiş, Orhan Gâzî'nin fethedilen yeni yerleri fakih ve dervişlere vakfetmesini fırsat bilerek Osmanlı topraklarından parsa kapmaya çalışan; İslâm'a sığmayan çirkin hareketlerine rağmen kendini derviş gibi göstererek İslâm tasavvufunu lekelemeye kalkışan sahte "şeyh" ve "derviş"lere karşı yapılmış, tahkîkat sonunda İslâm'a ve tasavvufa aykırı hareketleri tespit edilenler Osmanlı coğrafyasından derhâl kovulup uzaklaştırılmıştır.(14)
Kemâl Paşa-zâde'nin, muhtemelen günümüze ulaşmamış mufassal bir anonimden naklettiği bu bilgiyi Geyikli Baba kıssasından hemen önce zikretmesi; Orhan Gâzî'nin Geyikli Baba'ya "diñemek içün" rakı ve şarap göndermesinin ve kim olduğunu teftiş ettirmesinin sebebini açıkça izâh etmekte, birbirinden bağımsız gibi gözüken üç rivâyeti birleştirerek vak'ayı daha da anlaşılır hâle getirmektedir.
Buradan anlaşılıyor ki, Orhan Gâzî gerçek dervişlerle sahte dervişleri birbirinden ayırmaya çalıştığı sıralarda kulağına Geyikli Baba'nın "rakı ve şaraba düşkün olduğu" iftirâsı ulaşmış; bunun üzerine işin aslını öğrenmek için Baba'ya rakı ve şarap yollamış, ancak şâhid olduğu büyük kerâmet karşısında ortalıkta dolaşan söylentilerin asılsız olduğunu anlamıştır.
Neden ve hangi maksatla ortaya atıldığını düşünmeden, yarım-yamalak bir bilgiyle yalan-yanlış iddiâların peşine düşen; en basit bir meseleyi bile araştırma zahmetine katlanmadan işitilmedik safsatalar türeten zamâne "tahrifçi"leri, "târihçi" sıfatı altında bu "tahrif"e öncülük etmekte; ne yazık ki bundan en büyük zarârı da Türk-İslâm kültürünün esâsını teşkil eden "İslâm tasavvufu" görmektedir.
Baktığı her şeyi tersinden gören, "bilgi" ve "belge"ye dayanmaksızın her gün yeni bir çam deviren bu zamâne "tahrifçi"lerine yol vermek; "millî" ve "mânevî" değerlerimizin yok olmasıyla sonuçlanabilecek çok büyük bir felâkettir!..
(1) Yunus Emre, "Dîvân", s. 299, nşr.: Abdülbâki Gölpınarlı, bas.: İstanbul, 1943.
(2) İsmâil Belîğ, "Güldeste-i Riyâz-ı 'İrfân" ("Târîh-i Bursa"), s. 220-222, bas.: Hüdâvendigâr Mtb. Bursa, 1302.
(3-4) Âşık Paşa-zâde, "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân", s. 122, H. N. Atsız neşri, bas.: Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1949.
(5) Âşık Paşa-zâde, a.g.e., s. 122-123.
(6) BOA, "Tapu Tahrîr Defteri", nr.: 166 (Mücmel Defter), vr. 109.
(7) BOA, "Tapu Tahrîr Defteri", nr. 16016, vr. 20; Ö. L. Barkan - E. Meriçli, "Hüdâvendigâr Livâsı Tahrir Defterleri", c. I, s. 110. bas.: TTK, Ankara, 1988.
(8) Ahmed Refik, TOEM içinde, "Dîvân-ı Hümâyûn Kuyûdâtı" başlıklı makâlede; a.mlf., "Bizans Karşısında Türkler", s. 169-170, bas.: Ma'rifet Matba'ası, İstanbul, 1927; Hilmi Ziyâ Ülken, "Anadolu'da Dînî Rûhiyât Müşâhedeleri", Mihrâb mecmû'ası, sy.: 13-14, s. 447, İstanbul, 1340.
(9) Ahmed Refik, "Geyikli Baba Hakkında Vesîka", Bizans Karşısında Türkler, s. 169-170.
(10) Iréne Mélikoff, "Un Ordre de derviches colonisatuers: Les Bektachis", Mémorial Ömer Lütfi Barkan, s. 156-167. Paris, 1980.
(11) a.mlf., "İlk Osmanlıların Toplumsal Kökeni", s. 151. Osmanlı Beyliği (1300-1389) içinde, ed.: Elizabeth A. Zachariadou, bas.: İstanbul, 1997.
(12) A. Yaşar Ocak, "Osmanlı Topraklarındaki Sufi Çevreler ve Abdalan-ı Rum Sorunu (1300-1389)", göst. yer, s. 172. bas.: İstanbul, 1997.
(13) Oruç bin 'Âdil el-Edirnevî, "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân", Paris Bibliothéque Nationale, Supp. Turc. nr.: 1047, vr. 12b-13a.
(14) Kemâl Paşa-zâde, "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân", II. Defter, Millet Ktp. Ali Emîrî, Tarih, nr.: 30, vr. 53b-54a; Ş. Turan neşri, s. 89-90. bas.: TTK, Ankara, 1983.
 
İrfan Özfatura'nın bir yazısınıda ben paylaşmak istedim umarım beğenirsiniz..

İsimsiz derviş Geyikli Baba
İrfan Özfatura
Türkiye 02 Eylül 2004

Geyikli Baba Hicri 674 yılında Hoy şehrinde doğar. Küçük yaşta ilim tahsiline başlar. Çok okur, çok dinler, nerde bir sohbet olsa oraya koşar. Tasavvuf yolunda mesafe almak için bir velinin dizi dibine çökmek lâzım geldiğini anlar. Arar sorar, Bağdâtlı Şeyh Ebü’l-Vefâ hazretlerinin talebelerinden Baba İlyas Horasânî’nin kapısını çalar.
Bu büyük âlimin terbiyesinde zâhirî, bâtınî ilimler ikmal edip, kemâl derecesine ulaşır. Manevi işaretler üzerine Anadolu’ya gelir ki o yıllarda yöre halkı tekfurların elinde kıvranmaktadır.

Geyikli Baba derviş gazilerle en uç bölgelere koşar, mücâhidlerle omuz omuza cenge çıkar. O günlerde Bursa kuşatma altındadır, Rumlar devasa bir geyik üzerinde altmış okkalık kılıçla savaşan nur yüzlü cengaveri görünce manen yıkılır, “teslimi” konuşmaya başlarlar.

Geyikli Baba ordugâhta hoşça sohbetler yapar, mücahidlere Sahabe-i kiramın (Aleyhimürrıdvan) büyüklüğünü, Ehli beyt’in asaletini anlatmaya bakar. Askerler bu babacan tavrından dolayı onu “Baba” diye anarlar.

Hanefi fıkıh âlimi
Geyikli Baba, Bursa’nın fethinden sonra Keşiş (Ulu) Dağı eteklerinde bir dergâh kurar ve kendi hâlinde yaşar. Adını soranlara “Allahın kulu” der, geçer sanki unutulmaya bakar. Şehre inmez, çarşıya çıkmaz, ama ilim sevdasıyla yananlara hadis, kelâm, tefsir okutmaktan kaçınmaz. Talebelerine Ehl-i sünnet vel cemaat akaidini anlatır, Hanefi mezhebi üzerine fıkıh dersleri yapar. Her mutasavvıf gibi o da hocalarına gönülden bağlıdır. Bağdat’ta medfûn Tâc-ül ârifin Ebü’l-Vefâ (Seyyid Muhammed) hazretlerinden duyduklarını eksiksiz noksansız aktarmaya bakar.

Geyikli Baba’nın sohbetleri öylesine tatlıdır ki bir zaman sonra insanlar fevc fevc dergâhına koşarlar. Orhan Gazi dahi elini öpüp duasını almayı çok arzular. Nitekim o günlerde yaptırdığı bir imaretin açılışını vesile ederek mübareği Bursa’ya çağırır. İhtimal genç Sultan Geyikli Baba’ya çok hürmet edecek, onu baş köşeye oturtup hizmetine koşacaktır. Gelgelelim dervişler devlet ricalinin arasında bulunmaktan hoşlanmaz, böylesi merasimlerden uzak dururlar.

Göz ehlidir, gözetir
Orhan Gazi muradına nail olamayınca, hazretin talebelerinden ve baba dostu Durkut Alp’e gidip içini açar. “Geyikli Baba’nın duasını nasıl alsak?” diye akıl sorar. İhtiyar Gazi “Bunlar Allah adamıdırlar” der, “dağda bayırda dolanır, kurtla, kuşla konuşurlar. Kendilerinden söylemez, hocalarından duyduklarını anlatırlar. Muhabbetle dolar, muhabbet taşarlar, Asr-ı saadet yıllarını anlatırken gözyaşlarını tutamazlar...
-Davet ettik gelmedi, acaba biz mi yanına varsak?
-Öyle çat kapı olmaz. Soralım, kâbul ederlerse ne âlâ.
Durkut Alp büyük veliye, sultanın ziyaret arzusunu açar. Geyikli Baba “Biz Orhan’ımızı hâtırımızdan çıkarmıyoruz ki” der, “O cihada koştukça kalbimizde taht kuruyor. Lâkin her şeyin bir zamanı var.”
Orhan Gazi herkese açılan kapının kendisine açılmadığını görünce tacından tahtından soğur, bir hüzne düşer ki nasıl anlatıla! Durkut Alp “üzülme sultanım” der, “veliler göz ehli olur, gözetirler. Vakti dolunca kendileri gelirler!”

Çınar durdukça...
Aradan bir zaman geçer. Bir gün Geyikli Baba, dergâhın bahçesinden bir ağacı kökler, omuzuna vurup Bursa Hisarına varırlar. Sorgusuz sualsiz sarayın bahçesine girer, bir çukur kazmaya başlar. Muhafızlar derhal Orhan Gâzi’ye çıkar “Bir derviş gelmiş, saray avlusuna ağaç diker” diye haber ulaştırırlar.

Sultan vaktin geldiğini anlar, koşar Geyikli Baba’nın elini öper. Büyük veli, Orhan Gâzi’ye; “Bu hatıramız burada kaldığı müddetçe, dervişlerin duâsı senin ve neslinin üzerinde olsun. Devletin bu ağaç gibi kök salsın, dalları çok uzaklara ulaşsın, evlatların dîn-i İslâma hizmette bulunsunlar” der ve davudî bir sesle “Kökü sâbit, dalları ise göktedir” meâlindeki, İbrâhim sûresinin 24. âyet-i kerîmesini okumaya başlar. Öyle bir hal yaşanır ki dinleyenlerin göğüsleri derya gibi genişler, yüreklerine nehirler akar.
Büyük veli geldiği gibi sessizce gider, diktiği ağaç ulu bir çınar olup zemini gölgeler. (O ağacın bugün hazret-i Üftâde’ye giden Kavaklı Cadde’deki çınar olduğunu söylerler.)

Bir zaman sonra Orhan Gâzi, Geyikli Babaya iâde-i ziyârette bulunur ve “İnegöl ve çevresini” bağışlamaya kalkar. Büyük veli güler geçer “Mülk cenâb-ı Hakk’ındır, onu ehline verir, biz ehli değiliz. Mal, para emirlere gerek” der. Pâdişâh ısrar edince, gönlü olsun diye dergâhının çevresinden az bir araziyi “odunluk olarak” kabûl eder.

Baba Sultan köyü...
Geyikli Baba ömrü boyunca Keşiş Dağındaki dergâhında ibâdet ve zikirle meşgûl olur ve talebe yetiştirmeye uğraşır. Orhan Gâzi onu vefatından sonra da ziyaret eder, kabri üzerine bir türbe, yanına bir cami yaptırır. Dergâh eskisi gibi dervişlerle dolar taşar. Sevenleri bu nurlu mekândan ayrılmaz, çevresinde yerleşmeye başlarlar. Zamanla şirin bir köy olur ve bu köyü “Baba Sultan” ismiyle anar, ona lâyık komşu olmaya çalışırlar.

Geyikli Baba Külliyesi zaman zaman (mesela 1950 yılında) onarılır, şimdiki halini alır.

Taşköprüzâde merhum, Şakâyık-ı Nu’mâniyye’sinde, Osmanlı’nın gülbahçesinde yetişen, Nu’mân’ın (İmâm-ı A’zam’ın) bülbüllerini anlatırken, Geyikli Baba’dan da söz eder ve kabrini ziyâretle şereflendiğini söyler. Kabrin yakınında bir mezar daha görür ki, bu mezar Germiyan ilinde bey iken saltanatı terk edip, Geyikli Baba’nın hizmetine giren bir Hakk aşığına aittir.
Geyikli Baba’nın büyüklüğüne bakın ki “beyler” bile kapısında “er” olmayı dilerler.
 
Geri
Üst
AdBlock Detected

We get it, advertisements are annoying!

Sure, ad-blocking software does a great job at blocking ads, but it also blocks useful features of our website. For the best site experience please disable your AdBlocker.

I've Disabled AdBlock    No Thanks