Ya Râb, Sen’den ayrıyız; gurbetteyiz şu dâr-ı imtihanda. Yıllardır kimi zaman iliklerimize kadar hissettiğimiz, kimi zaman üzerine tüller çekip unutuverdiğimiz bir gurbeti solukluyoruz. Keşke ilk ânki gibi taze kalsa Sana hasretimiz, hep Sen’i arzulasak. Sana kavuşmak için bin yolu denesek; ama hiç bıkıp usanmadan mukavemetimizi yitirmeden ilk deneyişimizin heyecanıyla doğrulup bin birinci kapıyı tıklatsak. Keşke dünyaya geldiğimiz zaman kirpiklerimizden düşen elmas taneleri gibi şimdi de yaşlar dökebilsek.
Kimi zaman dünyanın alâyişi unutturuyor bize gâye-i hayalimizi. Bu gurbet diyarına bir imtihan için geldiğimizi, aslında bu hasret ve gurbetin de bir imtihan olduğunu unutup değişik halüsinasyonlara giriyoruz. Hayatın dağdağası bizi bir bâd-ı hazan gibi sürüklüyor bilinmeyenlere. Sonra hatırlarımıza tüller, sisler birikiyor. Ansızın içimizde bir sızı duyuyoruz inceden inceye… Sonra diyoruz ki; içimdeki ateşin sebebi sonbahar mı, gurub mu, yoksa gurbetin koru mu?
Hele hayale gurbet içinde gurbette olanlar da düşünce yürek daha da yanıyor. Ne garip şu gurbet… Zaten gariplik değil mi kelime mânâsı.. yabancılık, yabancı memleket, yâd el değil mi? Oysa ne kadar da yakın telâffuzları gurbet ve kurbet kelimelerinin. Ama farklı farklı yamaçlardalar onlar. Biri hısımlık, yakınlık; diğeri yabancılık, yâd el…
Acaba sevilene ulaşmada hangi yol daha kestirme veya sevilenin katında hangisi daha makbul? Gurbet mi, kurbet mi? Gurbette kalıp hasret çekmek mi, yoksa sevgiliye kavuşup vuslata ermek mi? Kimi vuslat demiş, kimi hasret…
Evet; yollar, kıtalar, sular, okyanuslar ayırdıkça sevgi ziyadeleşir; tomurcuklanır çiçek verir meyveye durur ve muhabbet kemal noktaya ulaşır. Ayrılık ateşiyle yananlar, hasret türküleri söyler, gözler hasretle bakar suyun ötesine. Sevilene ait bir haber, bir düş, bir koku ne gelirse ne bahşedilirse başlar üzre yeri vardır Onun gurbet kokulu mesajına mukabil, hasret kokulu kelimeler dökülüverir dudaklardan. Kara kalemler hiç bu kadar aşk ile vâsıl olmamışlardır kâğıtla, hiç bu kadar karasevdaya düşmemişlerdir. Karasevdayı yazarlar, karasevdalıları ve onların ahvallerini, hâlet-i rûhiyelerini… Karasevdalıların ak hayalleri vardır, sevdaları ne kadar kara ise, düşledikleri dünya da o kadar aktır. Temiz sineler, sâfî zihinler oluşturma telâşındadırlar. Yeni bir neslin anatomisi çizilmiştir, onun kahramanlarını hazırlarlar hayata. Temiz, hayâlı bir hayat yaşayıp vuslata ermektir her birinin gâye-i hayali. Bununla yoğrulurlar hasret yolunda. O’nun rızasını kazanmak için kırık testilerine, berrak su doldurma yarışındadırlar. Hem kendilerini, hem başkalarını yollarda kalmadan Rabbe ulaştırmaktır hedefleri. Yüreklerinde aşk ve heyecan, dimağlarında asrın gerektirdiği donanım, dillerinde hasret türküleri, gönüllerinde ızdırap her dâim yollardadır karasevdalılar.
Ve onlar, kurbette olup gurbet yaşamaktansa, gurbette olup kurbet soluklamayı tercih ederler. Arada kıtalar, okyanuslar olsa da, gâye, gurbette bile kurbiyeti yakalamaktır.
Kimi zaman dünyanın alâyişi unutturuyor bize gâye-i hayalimizi. Bu gurbet diyarına bir imtihan için geldiğimizi, aslında bu hasret ve gurbetin de bir imtihan olduğunu unutup değişik halüsinasyonlara giriyoruz. Hayatın dağdağası bizi bir bâd-ı hazan gibi sürüklüyor bilinmeyenlere. Sonra hatırlarımıza tüller, sisler birikiyor. Ansızın içimizde bir sızı duyuyoruz inceden inceye… Sonra diyoruz ki; içimdeki ateşin sebebi sonbahar mı, gurub mu, yoksa gurbetin koru mu?
Hele hayale gurbet içinde gurbette olanlar da düşünce yürek daha da yanıyor. Ne garip şu gurbet… Zaten gariplik değil mi kelime mânâsı.. yabancılık, yabancı memleket, yâd el değil mi? Oysa ne kadar da yakın telâffuzları gurbet ve kurbet kelimelerinin. Ama farklı farklı yamaçlardalar onlar. Biri hısımlık, yakınlık; diğeri yabancılık, yâd el…
Acaba sevilene ulaşmada hangi yol daha kestirme veya sevilenin katında hangisi daha makbul? Gurbet mi, kurbet mi? Gurbette kalıp hasret çekmek mi, yoksa sevgiliye kavuşup vuslata ermek mi? Kimi vuslat demiş, kimi hasret…
Evet; yollar, kıtalar, sular, okyanuslar ayırdıkça sevgi ziyadeleşir; tomurcuklanır çiçek verir meyveye durur ve muhabbet kemal noktaya ulaşır. Ayrılık ateşiyle yananlar, hasret türküleri söyler, gözler hasretle bakar suyun ötesine. Sevilene ait bir haber, bir düş, bir koku ne gelirse ne bahşedilirse başlar üzre yeri vardır Onun gurbet kokulu mesajına mukabil, hasret kokulu kelimeler dökülüverir dudaklardan. Kara kalemler hiç bu kadar aşk ile vâsıl olmamışlardır kâğıtla, hiç bu kadar karasevdaya düşmemişlerdir. Karasevdayı yazarlar, karasevdalıları ve onların ahvallerini, hâlet-i rûhiyelerini… Karasevdalıların ak hayalleri vardır, sevdaları ne kadar kara ise, düşledikleri dünya da o kadar aktır. Temiz sineler, sâfî zihinler oluşturma telâşındadırlar. Yeni bir neslin anatomisi çizilmiştir, onun kahramanlarını hazırlarlar hayata. Temiz, hayâlı bir hayat yaşayıp vuslata ermektir her birinin gâye-i hayali. Bununla yoğrulurlar hasret yolunda. O’nun rızasını kazanmak için kırık testilerine, berrak su doldurma yarışındadırlar. Hem kendilerini, hem başkalarını yollarda kalmadan Rabbe ulaştırmaktır hedefleri. Yüreklerinde aşk ve heyecan, dimağlarında asrın gerektirdiği donanım, dillerinde hasret türküleri, gönüllerinde ızdırap her dâim yollardadır karasevdalılar.
Ve onlar, kurbette olup gurbet yaşamaktansa, gurbette olup kurbet soluklamayı tercih ederler. Arada kıtalar, okyanuslar olsa da, gâye, gurbette bile kurbiyeti yakalamaktır.
zeliha şahin