Güzel Olanlar...

berfut

New member
ALLAH’IM! SANA OLAN SEVGİMİ, BANA BAĞIŞLA. SEVDİKLERİNİN SEVGİSİNİ DE KALBİME KOY. ÖYLE YAP Kİ, BEN SENİN LAYIK BİLDİĞİN, SEVDİĞİN İŞLERİN UYGULAYICISI OLAYIM. ÖYLE YAP Kİ, SENİN SEVGİNİ BENİM İÇİN, BANA, AİLEME VE SERVETİME OLAN SEVGİMDEN ÜSTÜN EYLE.” “ALLAH IM! SENDEN SEVGİNİ VE SENİ SEVENLERİN SEVGİSİNİ VE SENİN SEVGİNE BENİ ULAŞTIRACAK AMELİ İSTİYORUM. ALLAH’IM! SENİN SEVGİNİ NEFSİMDEN, AİLEMDEN, MALIMDAN SOĞUK SUDAN DAHA SEVGİLİ KIL.” Âmin ( Tirmizi, Da’avat 74-,3485 )

SÜREÇ VE SORUMLULUKLARIMIZ

İslam kötülüğün ve her türlü ifsadın kişi ve toplumun nefsinden sökülüp atılmasını, vahyi ölçünün ve yansıması olan pratiklerin hâkim kılınmasını ister bunun için bozulmuş olanı tekrar ikame etmek köklü değişimi gerektirir ki bu değişimin yapılacağı ilk yer insanın kendi özüdür. Kendi sorumluluklarına karşı aciz kalan birisinin dışındakilere yetebilmesi imkânsızdır. İslam’ın iki pratik hedefi vardır. Yeni bir şahsiyet ve toplum modeli ortaya çıkarmaktır.
İslam ancak onu taşıyabilecek ahlaki altyapıya sahip bireyler sayesinde yücelir. İçinde yaşadığı toplumu analiz eden egemen, evrensel ve yerel güçlerin plan, program ve yöntemlerini tespit etmeye çalışan, içinde bulunduğu ailenin (birlikteliğin) güçlenmesini dert edinen, bununla beraber daha iyisini ortaya koymak için neler yapabileceğini araştıran, düzenin uygulamalarını anlamlandıran ve bunları ortaya koymaya çalışan, bu güne ve yarına ait hedeflerini tespit eden bakış açısına sahip olmak gerekir. Bütün bunlar olması gerekenlerdir fakat hepsinin gerçekleşmesi uzun bir süreç alacaktır. Kişisel gelişimini tamamlayamayan bireylerin sosyal sorunları anlaması anlasa bile çözüm getirebilmesi mümkün değildi
“ Oku, yaratan Rabbin adına ki, bütün varlığı O yarattı” İşte insanın çıkış noktası olan şiar. Hayatın nerede, nasıl, hangi değerler sistemine göre yaşanabileceğinin hangi bakış açısına göre olayların değerlendirileceğinin, sınırlarımızın neler olduğunun bir ölçüsü olmalı. Yaşamın her anı ve karşılaşılan bütün olaylarda Allah buna ne der? Sorusunu sordurtmalı insana… İnsan sorumlu bir varlıktır ve özgürlüklerinin sınırlarını önce Allah sonra içinde bulunduğu topluluk çizer. O halde bir kul olarak yapılması gereken, ne körü körüne birilerini şablonlamak, ne de sorumsuz bir özgürlük olmalıdır. Kendi ayakları üstünde duran, bilinçli, sorumlu, inancını bir aşk gibi yüreğinde taşıyabilen, hak bildiği doğrultuda tek başına da olsa yürüyebilen şahsiyetler, sayıca az da olsalar bir düşüncenin temsilcisi, taşıyıcısı olabilirler.
İslam insanların kahramanlık veya kişisel duygularının tatmin alanı olmadığı gibi, insanüstü olma ve hak edilmemiş saygınlık beklentileri yeri de değildir. Aile (birliktelik) tüm bireylerin katılımıyla oluşacak adeta canlı bir dokuyu oluşturmalıdır. Bireyler sorumluluklarına sahip çıktıkları müddetçe kendilerine de saygı gösterileceğinden emin olmalılardır ilişkilerde eminlik dostlukları da pekiştirecektir. İlişkilerde abartıdan kaçınmak sevgi ve nefret çizgisini iyi ayarlamak bireylerdeki akıl karışıklığını da bertaraf edecektir.
Bireyler uzun ilişkiler neticesinde ancak tanınabilmekte ve bunun sonucunda da yetenekleri keşfedilebilmekte. Bireyler içinde yaşadıkları sosyal konumun onlara dayattığı vazifelerini en iyi şekilde yerine getirmelidirler. Öğrenci ise okulunu, ev hanımı ise evini, esnaf ise ticaretini, hangi meslek erbabı ise kendi alanını kuşata bilmeli yapabilirliklerinin sınırlarını zorlayarak sorumluluk alanlarını hafife alma ya da önemsememe yanlışlığına düşmemelidir. Gerçekleştirmesi mümkün olmayan hayallerin peşinde koşarak zamanla hayal kırıklığı yaşanmamalı.
Önde gitme sorumluluğunu bir şekilde yüklenmiş bireyler dengeye en çok muhtaç olanlardır. Onların her davranışı, örnek alanlar açısından mutlak doğru kabul edilecektir. Şurası çok önemli ki; önde gidenlerin ortaya koyacağı her davranış biçimi onları taklit edenler tarafından hep daha fazlasını yapmayı da beraberinde getirecektir. Yapılan her hayrı da insanlar geliştireceklerdir, her şeride. İyiliği de kötülüğü de kimi zaman sorgulamadan kabul etmeye müsait olan insanların bulunduğunu unutmamak gerekir. Öncelikle birliktelik şuuru içerisinde aile olabilmenin kutsallığı anlaşılmalı tek başına olmak ya da kalmak teşvik edilmemelidir. Birkaç kişinin omuzlarında taşınmayan, ailedeki tüm bireylerin kendi rızklarıyla katılımının bulunduğu homojen bir yapı olabilmektir doğru olan… Sorumluluk yüklenmek ise iman etmeyi yani yapılacak işin doğruluğundan emim olmayı gerektirir.” İman gerçeğinin herhangi bir kalpte tam anlamıyla ortaya çıkabilmesi ancak bu iman konusunda o kişinin insanlara karşı sorumlu olduğu işlerde meydana atılmasıyla mümkün olacaktır. Çünkü o, insanlara karşı sorumluluklarını yerine getirirken aynı şekilde nefsine karşı da mücadele vermekte, güvenlik ve sükûn içinde oturduğu müddetçe kesinlikle kendisine açılmayacak iman ufukları ona açılmakta ve ancak bu şekilde ve bu yolla öğrenebileceği insanlarla ve hayatla ilgili pek çok gerçekler ona apaçık belli olabilmektedir. Bizzat kendisi duygu ve düşünceleriyle alışkanlık, karakter etki ve tepkileriyle bu zorlu ve yorucu deney olmaksızın asla varamayacağı noktalara ulaşır.” (S.Kutup) Diyor üstat.
İnsanlar neye değer veriyorlarsa ona sahip çıkacaklardır. Öncelikli hedeflerden birisi ”kendini kınayan birey” olabilmektir. Kınamayla beraber eleştirdiği özelliklerini, zafiyetlerini ortadan kaldırmak için çaba gösteren kişi eleştirme ve kınama sözcüklerini sırf kendini tatmin etmek için değil, bir diriliş vesilesi, yeniden olgunlukla yürüyebilmenin miladı kabul etmelidir. Kendini kınamada amaç bu olmayınca bu sözcüklerinde içi zamanla birçok kavram gibi boşaltılacaktır. Zaman, insanı olgunlaştıran en büyük nimettir yaşadığı hayatı anlamlandıran insanlar mutlak kendi paylarına dersler çıkarıp birikim sahibi olarak kendilerine olan güvenleri artacak ve daha az hata yapabileceklerdir. “ Olgunluk ve pişmişlik, özgür bir biçimde ve deneyim kazanmaya bağlıdır. Yol almamış hamlar ve ayağı bağlı kimseler arzularına ulaşamayacaktır.”diyor A.K.Süruş.
Zaman insanı yaşlandırıyor ama yaşam bize bilgelik ruhu kazandıramıyorsa ömür boşa harcanmış olmuyor mu? Herkes bir şeylere sıkı sıkı sarılarak kulluğunu yaptığı vehmine kapılıyor. Kiminin ailesi her şeyden önemli kiminin akrabası, kiminin hayatında tek bir birey kimsinde ise her bir şey. Hayatlar böyle renkli renkli yaşanıyor her türlü boyaya banıyor insan ama eksik olan Allahın boyası. Sevgilerin hoyratça kullanıldığı günümüzde sevgi israfı yaşanıyor. Allah sevgi ve nefret çizgisini ayarlamayı bir farz olarak bize yüklüyor bu denge ayarlanmazsa bunun “şirk” olabileceğini beyan ediyor. Şirk; insanın sevgi ve nefret dengesini kuramama halidir Allahın sevilmesini emrettiğinden uzaklaşmak, sevmeyin, nefret edin buyurduğu her olguya olabildiğince yaklaşmak. Bütün bunların dengesini kuramayan bireyler ne kendilerine ne de başkalarına yetebiliyor. Sadece yarınlara kendilerini taşıyabiliyorlar, Umutları kırılmış ulaşmak istediği büyük! Hedeflerine yetişemeden... Yaşanmışlıklar bazen de arkadan gelen bireylerin umutlarını tüketen söylevler içeriyor.”Biz yaptık olmadı” sözleri gibi… Kendi yenilgilerini, Allaha mal ederek yıllar sonra geriye dönüp samimi bir şekilde şu soruyu sormaları gerekmez mi, “yeterince iman ettik mi?” İslam coğrafyasında Müslüman olduğunu idea edenlerin özelde de günümüz insanının en büyük eksikliği bu değil mi. Biz yaptık olmadı diyenler ya da “sizin geçtiğiniz yoldan daha önce bizde yürümüştük” söylevlerinin sahipleri çaresizlik sembolleridir. Aslında her olaya şüpheyle bakan tabir caizse “taşın altına elini sokmayan” olayları kenarından izleyen ama kendince her bir şeyin merkezinde olduğunu düşünüp bununla avunan insanlar. Bu yüzden de herkesin kendileri gibi olduğunu düşündüklerinden ilişkilerinde güvende yoktur. Yaşamları boyunca inandıkları “dava” dedikleri değerlere de aslında gerçekten sahiplenebilme cesaretini hiçbir zaman gösterememiş zamanla kendi gerçek kutsallarıyla buluşmanın hazzını yaşayarak İslamı da yaşamının bir yerinde hala aksesuar gibi gören Müslümanlar!
Zamanın her şeyi çürüttüğü bu ortamda Müslümanların siyasal, kültürel, sosyal ve ekonomik birlikteliklerini güçlendirecek, onların yeteneklerini açığa çıkartabilecek hatta varlıklarını devam ettirebilecek bir organizeye ihtiyacı vardır. Her düşüncenin kendisini rahatlıkla ifade ettiği bir ortamda bunu yapamamak hem sahip olunan düşüncelerin zamanla körelmesine, bireylerin yeteneklerini kaybetmesine, hemde sosyal ve siyasal olarak bir şey üretme ihtiyacı hissedilmemesine, insanların kendilerini yenilemek, geliştirmek, okumak, araştırmak ve paylaşmak gibi bir sevdası kalmamasını da beraberinde getirecektir.

Toplumun durumu;
İslam insanı, sorumluluklarını yerine getirdiğinde yaratılmışların en şereflisi olabildiği gibi aynı zamanda sorumsuzluğunda aşağıların aşağısı da olabileceğini de bildiriyor. İçinde yaşadığımız toplumsal yapı tek kelime ile ifade edilecek olsa “Ataları uyarılmamış” insanlar olarak tarif edilebilir. “insanların elleriyle kazandıkları (günahlar) yüzünden karada ve deniz de fesat baş gösterdi. Belki dönerler diye onlara yaptıklarının bir kısmını tattırıyor.” ( 30 /41 ) Yapılan tutarsızlıkların ahlak haline gelmesi onların her türlü sapkınlığı meşru görmelerini de beraberinde getiriyor durum böyle olunca da “Ahlak” kavramı toplumun bütün katmanlarında değersizleşiyor, içi boşaltılıyor, unutuluyor. Zamanla bütün olumsuzluklar normalleşiyor toplum bireyleşiyor, birey kalabalıklar içinde ayakları üzerinde durmaya çalışıyor vahiyle buluşamayan fertler sorunlarını tarif edemiyor etse bile çözüm getirmekte aciz kalıyor. Bu kısır döngü İnsan varlık âlemine çıkmasıyla birlikte başladı ve halada devam ediyor. Kendini Rahmanın gözüyle göremeyen insan her şeye kör kesiliyor. Kendisine “ Müslüman” diyen bu toplumun hiç değilse bu sözü söyledikten sonra ( ki hepsi tartışılacak düşüncelerdir) etrafına bakarak rahatsız olması gerekirdi. Bulunduğu şartlardan rahatsız olmayan, dünya da olup bitenlerle ilgilenmeyen insanlar Kur’anın beyanıyla “…giydirilmiş odun kütükleri…” durumundadır. Rahatsız olan insan olumsuz gördüğü şeyi değiştirmek için bir arayış içerisine girer, işte bu dert ve sıkıntı içerisinde, bütün çözümlerin sahibi olan Allaha ancak o zaman ulaşır. İçinde yaşadığımız toplumda insanların kendilerine sunulan çözüm yollarını! Tercih etmeleri arayışlarının sonunda bir şekilde karşılarına çıkarılmış dini, siyasi, kültürel oyalanma alanlarıdır. İnsanlar buralarda aradıklarını buldukları vehmine kapılarak mutlu olurlar aslında bu insanları kınamamak gerekir kendileriyle muhatap olunduğunda görülecektir ki sahip çıktıkları düşünce sistemleri “Allah’tan başka dost ve yardımcı edinip onlara bağlananlar, kendilerine bir ev edinen örümceğe benzerler. Evlerin en çürük ve zayıfı örümcek evidir, keşke bunu bilselerdi.” ( 29/41 ) ayetindeki gibidir.Yolu bulup izi kaybetmek böyle olsa gerek.
Hayata ilahi çözümler getirmekten aciz, kendilerine tabi olanlar ise bir o kadar cahil… Yanılgı içinde olduklarını, Allahın dininin inandıkları gibi olmadığını duyuranları ise mahkûm ederler, sapıklıkla suçlarlar. Dinin sahipliğinin yapılamadığı, iman edenlerin seslerini kıstığı - kısıldığı toplumlar da bu tip tercihlerde bulunulması normaldir. Dinin gerçek şahitlerinin bulunması bireylerin sağlıklı tercih yapmalarını da beraberinde getirecektir.
Toplum dediğimizde karşımıza çıkan tablo bu… Toplumdaki her birey bu kokuşmuşluğun, çürümüşlüğün içinden geliyor. Yüz yıllık dinsizleştirme çabaları öyle bir noktaya gelmiş ki geleneğe dair ne varsa onlara bile düşman kesilmiş hükümran yöneticiler kitlelerin her olayı kendileri gibi görebilmesi için elinden geleni yapmışlar maalesef bunda başarılı da olmuşlar. Mevcut ideoloji tarafından dinin sınırlarının çizildiği Allah la toplum arasına birbirlerine gerçek anlamda ulaşamamaları için duvarların örüldüğü, inançların şirke bulandığı ve bu bulanıklığında egemenlere rahatsızlık vermediği bir geçmişimiz var. Bu duvarların örülmesi yıllar öncesine dayandığı için yıkılabilmesi de yıllar alacaktır. Fakat süreç insanların yaşadıkları hayatı sorgulayıp rahatsızlık duyup bir şeyler ortaya koyma sevdasına düşeceğine tam tersi oldu. Etrafına karşı sorumsuz ve egemen ideolojiler açısından da sorunsuz insanlar oluştu zamanla. Hangi bahane ve endişeler adına olursa olsun suskun kalmak, ya da kıyıda durmak, zulmün ve insanlık dışı eylemlerin gerçekleşmesi için zalim ve müstekbir güçlere daha fazla imkân ve kendilerine güven duymalarına sebep olacaktı nitekimde öyle oldu. Kötülüğün isyanın, fısk’ın her türlü ifsadın oluşabileceği ortam oluştu. “ Rabbin adıyla” anı gözlemleyen insan ancak bu kirlilikten rahatsız olacaktır ve bu rahatsızlığı onu arayışa yöneltecektir. Etrafımızdaki insanlar işte böyledir hiçbir şey onları harekete geçirmez. Allahın hakkı gasp edilir seyrederler, kendi hakları gasp edilir sessiz kalırlar. Duyarlı oldukları tek şey dünyevi çıkarlarıdır eğer bir işte menfaatlerinin olduğunu hissetsinler bütün samimiyetsizliği ile sahiplenirler.
Bunlardan neşet eden insanlarda atalarının bıraktıklarının takipçiliğini yaparlar içtenlikle olmasa da İslami konularda aileden ve çevreden aldıkları ahlak onların hayatlarını bir şekilde yönlendirir. Allah ı sadece yaratıcı olarak bilirler, kendileri Müslüman olarak ta ifade ederler inançları sağlam temellere oturmayıp büyük çoğunluğu kulaktan dolma bilgiler ve menkıbelerden oluştuğu için kandırılmaya da müsaitlerdir. Mevlana’nın deyişiyle “Her yelden oynayıp duran samandır. Dağ, yele hiç ehemmiyet verir mi?” Dağ gibi durabilmek tevhit akidesini iyice yerleştirilmesi ile mümkün olacaktır.
İslam ancak zihinsel, yapısal ve metodik sorunlarını çözmüş bireylerin oluşturacağı bir toplulukla yücelecektir.
GÖNÜL DOSTLARI...
 
Geri
Üst
AdBlock Detected

We get it, advertisements are annoying!

Sure, ad-blocking software does a great job at blocking ads, but it also blocks useful features of our website. For the best site experience please disable your AdBlocker.

I've Disabled AdBlock    No Thanks