Köyümün kızları sabahın köründe kalkıp inek sağar ve gün boyu erkeklere hizmet ederlerdi.
Hizmet deyip geçmeyelim: Bir adam sigara mı yaktı? Küllük mü lazım? Küllük pat diye konulmaz önüne; tertemiz de olsa bir kere daha temizlenir. Ve su getirildiğinde, adam suyu içene kadar ayakta beklenir. Ve ayakta beklenirken eller iki yana sarkıtılmaz, önde birleştirilir. Ve büyüklerle yüksek sesle konuşulmaz...
Kurallar, evet. Sıkı kurallar. Ama kızlarımız hallerinden memnundu. Modern dünyanın hürriyet ve refah virüsü henüz girmemişti kanlarına. Sırtlarındaki ağır yüke rağmen mutlu ve huzurluydular. Müsbet bir elektrik yayarlardı etraflarına. Gözleri ışık saçar, yüzlerinden sağlık akardı. Ve Gracia Patricia’ya taş çıkartan asil bir duruşları vardı. Neşeleri de asildi. Düğünlerde, derneklerde görmeliydiniz onları: Bir kraliçe nasıl eğlenirse öyle eğlenirlerdi. Örfe uyar, ölçüyü gözetir ve bundan hiç gocunmazlardı. Hayatın ritmiydi kurallar. Ara sıra yapılan tatlı muziplikler de ritmin bir parçasıydı.
Erkekler?
Sıkı kurallardan onlar da azade değildi. Yine de özgürdüler, çünkü modern dünyanın ihtiras tramvayı henüz köyümüze uğramamıştı. Yeleklerinin cepkenlerinden gümüş tabakalarını çıkarıp şöyle mükellef bir cigara sardılar mı, Phillip Morris’in aşağılık kimyasal karışımlarının bulaşmadığı tertemiz tütünün dumanını içlerine çektiler mi, üstüne bir de askerlik anısı anlattılar mı, dünyanın en mutlu insanları olurlardı.
Sonra elektrik geldi, televizyon geldi ve insanlar örfü bir yük gibi görmeye başladılar.
Küreselleşmenin öncü gücü ‘vizontele’ dünyayı evlerine getirmişti. Dünya Batı’ydı ve Batı büyüleyiciydi. Eski hamamda eski tasla yıkanmaya devam edemezlerdi artık. İhtiras tramvayına onlar da binmeliydiler. Daha iyi bir hayat onların da hakkıydı. Elalem ‘çılgınca eğlenirken’; onlar sıkıcı örfün zincirlerine bağlı kalamazlardı. Çekip gitmeliydiler; İstanbul’a Paris’e, cehennemin dibine!
Neticede giden gitti, kalanların yüzlerinde sivilceler çıktı.
O güzelim kızlarımızın çoğu şimdi sigara üstüne sigara yakıp köy yerindeki lanetli hayata (!) mahkum oldukları için kendi kendilerini yiyip bitiriyorlar. Asaletleri, neşeleri can çekişiyor. Hülya Avşar’ın yerinde olmak için neler vermezlerdi!
Elektrik geldi, köyümün ışığı söndü.
Hizmet deyip geçmeyelim: Bir adam sigara mı yaktı? Küllük mü lazım? Küllük pat diye konulmaz önüne; tertemiz de olsa bir kere daha temizlenir. Ve su getirildiğinde, adam suyu içene kadar ayakta beklenir. Ve ayakta beklenirken eller iki yana sarkıtılmaz, önde birleştirilir. Ve büyüklerle yüksek sesle konuşulmaz...
Kurallar, evet. Sıkı kurallar. Ama kızlarımız hallerinden memnundu. Modern dünyanın hürriyet ve refah virüsü henüz girmemişti kanlarına. Sırtlarındaki ağır yüke rağmen mutlu ve huzurluydular. Müsbet bir elektrik yayarlardı etraflarına. Gözleri ışık saçar, yüzlerinden sağlık akardı. Ve Gracia Patricia’ya taş çıkartan asil bir duruşları vardı. Neşeleri de asildi. Düğünlerde, derneklerde görmeliydiniz onları: Bir kraliçe nasıl eğlenirse öyle eğlenirlerdi. Örfe uyar, ölçüyü gözetir ve bundan hiç gocunmazlardı. Hayatın ritmiydi kurallar. Ara sıra yapılan tatlı muziplikler de ritmin bir parçasıydı.
Erkekler?
Sıkı kurallardan onlar da azade değildi. Yine de özgürdüler, çünkü modern dünyanın ihtiras tramvayı henüz köyümüze uğramamıştı. Yeleklerinin cepkenlerinden gümüş tabakalarını çıkarıp şöyle mükellef bir cigara sardılar mı, Phillip Morris’in aşağılık kimyasal karışımlarının bulaşmadığı tertemiz tütünün dumanını içlerine çektiler mi, üstüne bir de askerlik anısı anlattılar mı, dünyanın en mutlu insanları olurlardı.
Sonra elektrik geldi, televizyon geldi ve insanlar örfü bir yük gibi görmeye başladılar.
Küreselleşmenin öncü gücü ‘vizontele’ dünyayı evlerine getirmişti. Dünya Batı’ydı ve Batı büyüleyiciydi. Eski hamamda eski tasla yıkanmaya devam edemezlerdi artık. İhtiras tramvayına onlar da binmeliydiler. Daha iyi bir hayat onların da hakkıydı. Elalem ‘çılgınca eğlenirken’; onlar sıkıcı örfün zincirlerine bağlı kalamazlardı. Çekip gitmeliydiler; İstanbul’a Paris’e, cehennemin dibine!
Neticede giden gitti, kalanların yüzlerinde sivilceler çıktı.
O güzelim kızlarımızın çoğu şimdi sigara üstüne sigara yakıp köy yerindeki lanetli hayata (!) mahkum oldukları için kendi kendilerini yiyip bitiriyorlar. Asaletleri, neşeleri can çekişiyor. Hülya Avşar’ın yerinde olmak için neler vermezlerdi!
Elektrik geldi, köyümün ışığı söndü.