GAYEMİZ: «ALLAH»
Ey Müslümanlar!., islâm Dâvasının baştan sona kadar yegâne gayesi: insanların kalplerini temizleyen, ruhlarını yücelten bir bağla; Allah ile insanlar arasında hakikî bir irtibat kurmaktır. Beşeriyete yaratıcısını doğrudan doğruya tanıtmaktır.
Göklerin ve yerin yaratılmasının, Peygamberlerin gönderilmesinin asıl gayesi de budur. Salih zâtlar da ancak bu gayenin peşindedirler.
Bütün insanlar ve onların hareketleri ancak Allah'ı bilmekle düzelecektir. Günümüzde bütün islâm Ümmeti geçmiş milletleri helak eden şeyleri yapmaktadır.
Bunun içindir ki biz Müslüman Kardeşler, islâm ümmeti'nin Allah'ın emirlerine boyun eğen bir millet olmasını istiyoruz. Bu da ancak müslümanların Allah'ı bilmeleriyle kalplerinin Allah'a tamamen bağlanmasiyle gerçekleşecektir.
Allah'ı hakkıyle bilme hissi kulun kalbine sızınca, jnsan eski halinden bambaşka hale döner. Kalp yepyeni bir hale çevrilince insan da yönünü Hakk'a çevirir, ferf Hakk'a dönünce aile de döner. Aile Hakk'a yönelince millet te yönelir. Zira millet cemiyetten, aileden ve fertten başka bir şey değildir.
Bizler, «Gayemiz: Allah»tır diye haykırdığımızda Allah'ın kelâmının her nizamdan üstün tutulmasını ve bütün müslümanların «Allah'ı hakkıyle tanıyan» kimseler olmalarını kasdediyoruz.
Gayemiz: «Allah»tır. Çünkü insanları Allah'a davet ediyoruz. Onların Allah için birleşmelerini istiyoruz. Onlara Allah'ı tanıtıyoruz. Kur'an-ı Kerimin de ifade buyurduğu gibi, sadece Allah'a ibâdet etmek için yaratıldığımızı çok iyi biliyoruz...
«Ben insanları ve cinleri sadece bana ibâdet etsinler diye yarattım.»!')
Allahü Teâlâ bir hadis-i kudsîde şöyle buyuruyor: «Ey Kullarım!.. Ben sizi az olan mahlûkatı çoğaltayım diye değil, veya ıssızlıktan dolayı sizinle ülfet edeyim diye değil, yahut âciz kaldığım bir işte sizinle yardım-laşayım diye değil, yada bana bir menfaat sağlamanız, bir zararı önlemeniz için değil; sizi ancak uzun zamanbana ibâdet edesiniz, çokça beni zikredesiniz, sabah-akşam teşbih edesiniz diye yarattım.»
Biz Müslüman Kardeşler, Allahü Teâlâ'nın Resulüne bildirdiği yüce emrine uymak istiyoruz. Allahü Teâlâ Peygamberine şöyle buyuruyor:
«Resulüm de ki: Şüphesiz ki benim namazım, iba^ detlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabb-ı olan Allah içindir.»(-')
Biz Resuiüllah (S.A.V.)'ın, amcasının oğlu Abdullah b. Abbas (R.A.)'a yaptığı nasihati tutmak istiyoruz. Peygamber Efendimiz (S.A.V.) şöyle buyurmuştur:
«Sen Allah'ın dinini koru ki, Allah ta seni korusun. Allah'ın dinini koru, O'nu yanında bulursun. Bir sey istediğinde Allah'tan iste. Bir yardım dilediğinde Allah'tan düa. iyi bil ki, bütün insanlar sana bir fayda temin etmek için bir araya gelseler, Allah'ın sana yazdığından başka hiçbir menfaat sağlayamayacaklardır. Yine bütün insanlar sana bir zarar vermek için birleşse, Allah'ın takdir ettiğinden başka hiçbir zarar veremeyeceklerdir. Kalemler kurudu. Sayfalar dürüldü.»
Biz sadece Allah'a tevekkül ederiz. Sadece O'ndan yardım isteriz. Yalnız Allah'tan korkarız. Allah bİzimle beraber oldukça elbette ki bize kimsenin zulmü
dokunamayacaktır. Bütün dünyanın musibetleri başımıza gelse de devamlı huzur ve refah içerisinde olacağız:
«Bunlar hakkıyle -iman edenler ve Allah'ın zikri ile kalpleri huzura kavuşanlardır. İyi bilin ki kalpler ancak Allah'ı zikretmekle huzura kavuşur.»
ÖNDERİMİZ: «HZ. PEYGAMBER»
Biz, Allahü Teâlâ'nın lider seçmediği herhangi bir insanı lider edinip ne onun için haykırırız, ne de ondan bizim için bağırıp çağırmasını isteriz. Fakat biz Allah'ın Resulü olan Hz. Muhammed (S.A.V.)'i gönüllerimizde yaşatıyoruz:
Diridir Resûlüllah şüphesiz gönüllerimizde Zamanla görülüp anılacak dillerimizde Yemin olsun ki okuyan kelamullah'ı Sanki hisseder, savt-ı Resûlullah'ı.
Evet... Peygamber Efendimiz (S.A.V.) gerek kuvvet, gerekse fazilet bakımından tam mânâsıyle bir liderdir. Hiç kimse Resûlüllah (S.A.V.) gibi lider olamaz. Hiçbir insanın siyaseti, Resûlüllah'ın siyasetine ulaşamaz.
Peygamber Efendimiz (S.A.V.) şiddete dökülmeyen bir kuvvete, acizlik derecesine ulaşmayan bir yumuşaklığa, aldanmayan bir uyanıklığa, müstakbeli bildirebilecek bir ferasete sahipti. Bunlardan başka Allah'ın desteğine, günâh ve hatalardan korumasına ve tev fîkine mazhardı. Bu sıfatları hâiz bir lider olan Hz. Mu-hammed (S.A.V.) in liderliğinden başka hangi liderlik yeryüzünde yaşamaya, ebedî kalmaya daha lâyık olabilir?
Hangi siyâset Hz. Muhammed (S.A.V.)"in siyasetinden daha üstün olabilir? Peygamber Efendimiz (S.A.V.) in güttüğü siyaset on sene zarfında yeni bir millet oluşturmuş, yeni bir medeniyet ve devlet anlayışı getirmiştir. Halbuki yeni bir ümmet olarak ortayı çıkardığı insanlar, Hz. Muhammed (S.A.V.) in kurduğu medeniyet ve tesis ettiği devletten hiç bir şey bilmemekteydiler.
Bu liderlik Peygamber Efendimiz (S.A.V.) in de hadis-i şerifinde belirttiği gibi ilâhî bir liderliktir: Re-suluHah (S.A.V.) şöyle buyurmuştur: «iftihar etmiyorum ama ben Âdemoğlunun efendisiyim. iftihar etmiyorum ama ben geçmiş ve geleceğin en üstünüyüm.»
Nice liderler vardır ki, zamanla liderlikleri unutulmuş, yok olmuştur. Fakat Hz. Muhammed (S.A.V.) inliderliği daha da artmaktadır. Getirdiği Şeriat daha da kökleşmekte ve yerleşmektedir. Zamanlar geçtikçe Hz. Muhammed (S.A.V.)'e inen islâm Şeriatı daha da açıklığa kavuşmakta ve bütün rejimlerden mutlak bir üstünlüğe sahip olduğu güneş gibi ortaya çıkmaktadır.
Tenkidler bu Şeriat-ı Garrâ-yı Muhammediye'yi ancak takviye etmiş ve Hak olduğunu açıkça ortaya koymuştur.
Nice liderler vardır ki, tenkitlere karşı dayanamamış ve mukavemet edememiştir. Müslüman olmayan liderler izzet ve şereflerini şiddet ve zulüm esasları üzerine bina ederler. Aslında onlar izzet ve şereften mahrumdurlar. Onlarca fetihler; şahsî çıkarlarını sağlamak, zulmetmek ve memleketleri yakıp yıkıp ocakları söndürmek içindir.
Ey Müslüman!.. Senin Anayasan «Kur'anadır Kur'an'ın zikri hidayettir. Hükmü Hak'tır.
Biz «liderimiz Hz. Muhammed'dir,» nidamızla şunu demek istiyoruz: «Gelin ey günümüzün liderleri gelin!.. Hz. Muhammed (S.A.V.)'in liderliğini birlikte okuyalım. Siz partilerin liderisiniz. Fakat hiçbir zaman bir ümmet lideri değilsiniz. Halbuki Allah'ın Resulü Hz. Muhammed (S.A.V.) bütün insanlığın lideridir.
Siz, mahallî liderlik mertebesine parti yoluyla ve-
ya maddî servetiniz yoluyla yahut şiddete başvurarak erdiniz. Başkalarının sırtından geçinerek telâfi ettiğiniz acizliğinizi hiçbir zaman unutamazsınız.
Fakat Resulullah (S.A.V.) fakirlikle, gurbetle ve cihadlâ Dünya liderliğine ulaşmıştır. Birkaç yılda dünyaya hükmeden, Allanın dinini yeryüzüne yayan bir ümmet meydana getirmiştir.
Ey günümüzün liderleri!.. Siz liderliği elde etmeden önce bizim gibi insanlardınız. Liderliği aldıktan sonra da eşi-dostu tanımayan putlar gibi oluyorsunuz.
Resulullah (S.A.V.) ise Hicaz'a, Yemen'e, Irak'a ve Şam'a hâkim olmasına rağmen içi lif dolu deri döşekte yatıyor, aile efradıyle beraber akşam yiyecek bir şey bulamıyor, aylarca evinde tencere kaynamıyordu. Çok kere gıdası hurma ve su idi.
ölüm döşeğinde yatarken sadece yedi dinarı vardı. Bu paranın, ruhunu teslim ederken yanında bulunmasını istememiş ve ehl-i beytine: «Bunu müslüman fa-kirteıe dağıtın» buyurmuştu. Kendisinin hizmetiyle meşgul olan ehl-i beyt bu emri yerine getirmeyi unutmuştu. Hz. Muhammed {S.A.V.) ayılıp kendine gelince ehl-i beytine: o dinarları ne yaptıklarını sordu. Hz Âişe dinarların aynen durduğunu söyleyince Resulullah (S.A.V.) Hz. Âişe'ye bunları getirmesini emretti. Sonra dinarları eline alarak şu mübarek kelâmı söyledi: «Bu dinarlar elinde bulunarak Allah'ı karşılarsa. Mu-hammed'in Rabbine karşı düşüncesi ne olabilir?»
Hakikaten dünya Resulullah (S.A.V.)ın elinde idi ama kalbine girememişti.
Dünya ona geldi, o dünyadan yüz çevirdi.
Daha büyük makamları arzu etti.Ne ipek elbiseleri giydi,Ne işlenmiş taçlan başına koydu.Kim dünyaya huzur ve saadet elbisesinigiydirdi?Yamalı gömleği değil.. Eğer dileseydi yeryüzündeki her şey elindeolacaktı. Allah'tan en üstün şeyleri istedi.
Ey günümüzün liderleri!. İşte Hz. Peygamber (S.A.V.)'in liderliği budur. Sizin liderliğinizle onun liderliği arasında herhangi bir irtibat buluyor musunuz? Veya sizin siyasetiniz le onun siyaseti arasında herhangi bir benzerlik görüyor musunuz?
Bu mevzuda Avrupalı bir misyonerin şu sözü sizlere kâfidir: «insanlık, Muhammed (S.A.V.) gibi bir zatın kendinden biri olmasıyla iftihar eder. Zira okur-ya-zarlığı olmamasına rağmen, bîr devlet te'sis etmeyi, bir ümmet meydana getirmeyi ve bir dini yaymayı başarmıştır.»
İşte kendimize önder seçtiğimiz riz. Muhammed (S.A.V.) budur. Biz O'nun gösterdiği yoldan gidiyoruz. O'na tâbi oluyoruz. O'nun yürüdüğü yoldan yürüyoruz.
«Şüphesiz ki Allah'ın Resulünde sizler için güzel nümûne vardır.»(')
Biz O'nun mirasını ihya etmeye ve O'nun izzet ve şerefini tekrar iade etmeye çalışıyoruz:
Ey Peygamberin ruhu!.. Uzat başını şu
»cemaate bak
Bu cemaat mirasın uğrunda dünya ve içinds bulunanı foda ediyor.
Bu cemaat, sana ahdetmiştir — ya sevdiğin
zafere erecek Veya gayelerini müdafaa ederek can verecek.
Gayesi izzet ve şeref, vasıtası kılıçtır Allahü Akber! Bu grubun arzusunu Allah'tan başka kim yerine getirebilir?
ANAYASA'MIZ: «KUR'AN*
Bizim Kur'an'dan başka Anayasa'mız yoktur!..
Kur'an-ı Kerim, yüce semâdan Hz. Muhammed (S.A.V.) in kalbine muska yapılmak için, sadece kabirlerde, matemlerde okunmak için, satırlara yazılıp ezberlenmek için, kağıtlarını yüklenip, ahlâkî yönünü ihmal etmek için, sözlerini ezber edip hükümlerini ter-ketmek için~ inmemiştir.
Kur'an-ı Kerim, insanlığı hayır ve saadete kavuşturmak için inmiştir. «Şüphesiz ki size Allah katından Nûr ve apaçık bir Kitab inmiştir. Allahü Teâlâ bu ki-tabla rızasına uyanları selâmet yollarına sevkeder. Onları emriyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları doğru yola sevkeder.»)')
Ey Müslümanlar!.. Yabancıların kanunlarına razı olup ta ilâhî nizâma razı olmamanız ayıp değil midir?"
Halbuki Allahü Teâlâ Kur'an-ı Kerim'in hükümleriyle hükmetmeyen her milleti «fâsıklık» ile vasıflandırıyor: «Allah'ın indirdiği ile hiikmetmiyenler .. işte onlar basıkların tâ kendileridir.»
«Allah'ın indirdiği ile hiikmetmiyenler... işte onlar kâfirlerin tâ kendileridir.»!3)
Allah'ın kitabı ile hükmetmiyen bugünkü müslü-manlar, şu misallerde zikredilen kimselere benzemektedirler: -i
a) Elindeki lâmbayı söndürüp körden imdat bekleyen adama:
Ey Müslümanlar!.. Allahü Teâlâ'nın kitabını bırakıp bu hâle geldikten sonra elinde lâmba bulunduğu halde onu söndürüp körlerden kılavuzluk bekleyen adam gibi oldunuz.
b) Lâmbanın düğmesine basmayıp karanlıkta körü körüne dolaşan adam:
Bugün Allah'ın kitabını bırakan Müslümanlar, önündeki lâmbanın düğmesine basıp her tarafı aydınlatmayan, kendisini kuşatan karanlık içinde sağa-sola çarpan, şuursuzca hareket eden bir cemaat gibidirler.
Hattâ fâsıklığı da az görerek Kur'an'la hükmet-miyenleri «kâfir» ilân etmiştir:
c) Dalgalara tutulan bir geminin yolcularına: Günümüzde bütün âlemi, materyalizm akımı kaplamıştır. Maddecilik, insanları, dalgalar içinde sağa-sola sallanan bir geminin yolcuları haline getirmiştir. Bugün insanlık ızdırap içindedir. Acı çekmektedir. Şahsî çıkarların ve açgözlülüğün ateşinde yanıp kavrulmaktadır.
İnsanlık Kur'an-ı Kerimin hidâyetinden alınan tatlı sulara muhtaçtır. Bu ilâhî menba ile ızdırabının yaralarını yıkasın. Huzur ve saadete ersin.
d) Elindeki hazineleri bırakıp faizcilerden en yüksek oranda faizle ödünç para alanlara:
Bugün hukukçular, Kur'an-ı Kerimi bırakıp beşerî düzenlere başvurunca elindeki hazineleri bırakıp faizcilerden en büyük faizle ödünç para alanlara benze-mişlerdir. Şüphesiz ,ki, akıllı bir kimse bunu yapamaz.
Yazıklar olsun hukukçulara, yazıklar olsun. Gayret sarfediyorlar, hâlâ birşey bulacaklar. Ellerinde âb-ı hayata davet eden Kur'an En yüce metod ve mukaddes Ahkâm.
Ey Müslümanlar!..
Allanın kalb gözlerini Kur-an-ı Kerimin nuruna kapattığı şu batılıların, yollarını şaşırmış olmalarına hayret edilmez.
Çünkü Allahü Teâlâ buyuruyor ki: «Allanın kendilerine nûr bahşetmediği (bir) kimsenin nuru olur.
Fak'at ceplerinde ve evlerinde Kur'an-ı Kerim bulunan şu müslümanların Kur'an'dan uzak kalmaları çok hayret vericidir.
işte bu batılılar, bazân nefsanî yollara başvurarak, bazan da kuvveti ve müsbet ilimleri kullanarak müslümanları Kur'an-ı Kerim'in nurundan ve doğru yolundan uzaklaştırmayı başarmışlardır.
Allahü Teâlâ'nın da buyurduğu gibi, batılılar «Dünya hayatının sadece dış görünüşünü bilirler, âhiretten gafildirler.»
Böylece müslümanlar Peygamber Efendimiz
<S.A.V.)'in bildirdiği şu hale gelmişlerdir:
«Siz, kendinizden öncekilerin yolunu karış karış adım adım izleyeceksiniz. Hattâ bir kertenkele deliğine girseler onları takip edersiniz.» Ashâb-ı Güzin: «Bunlar Yahudi ve Hıristiyanlar mı?» deyince, PeygamberEfendimiz (S.A.V.): «Ya kim olacak?» cevabını vermiştir.
Halbuki Allahü Teâlâ müslümanları bu şekilde hareket etmekten şiddetle men'etmiştir: «Ey iman edenler!.. Eğer kâfirlere itaat edecek olursanız, sizi geriye çevirirlerde dünya ve âhirette hüsrana uğrayanlardan olursunuz. Aslında sizin dostunuz Allah'tır. O yardım edenlerin en hayırlısıdır.»(')
Anarşiye davet eden batılılara kulak verilirken.
Doğruluğu haykıran Kur'andan yüz çevriliyor. Vah Kur'an'a. Bir bak onun ulvi ahkamı ne oluyor?
Müslümanlar tarafından diri diri gömülüyor. Bugün, arap alemi mihnet içinde kıvranıyor.
Batının dayandığı anarşi onu yıkıyor.
İşte biz Müslüman Kardeşlerin kanun kabul ettiğimiz. Anayasa olarak ilân ettiğimiz, Kur'an-ı Kerim işte budur!., insanı bela ve musibetlerden kurtaran ancak Kur'an'dır.
Boynumuza takılan zillet ipinden, içine battığımız fesattan kurtaracak da odur.
Kur'an-ı Kerim her nesil için, her zaman ve mekânda tatbiki elzem bir kitaptır:
Biz Kur'an'ın her asırda ANAYASA olmasınıistiyoruz.
Biz Kur'an'ı kırılmaz süngülerle her tepeyedikmek istiyoruz. Ya izzet ve şerefle dolu bir hayatıyaşamalıyız Veya ölümü tadıp mes'uliyettenkurtulmalıyız...
YOLUMUZ: «CİHAD»
İnsanlara Allah'ı tanıtmak, Hz. Muhammed (S.A.V.) in liderliğini bütün insanlığa kabul ettirmek ve bütün dünyayı Kur'an-ı Kerimin nuru ile aydınlatma* ancak ve ancak cihad yoluyla gerçekleşir. Başka çıkar bir yol yoktur.«Hayat; iman ve cihad'dır.»
Birçok insanlar biz Müslüman Kardeşlerin, gayemizi gerçekleştirmek ve İslâm ülkelerinin bir kısmını işgal edenlere karşı koymamız için maddî güçlere muhtaç olduğumuzu söylerler. Öyledir ve bu bir gerçektir.
£akat bundan daha önemli olan şudur ki: Her şeyden önce üstün ahlâk, temiz vicdan, sarsılmaz iman gibi manevî kuvvetlere muhtacız. Biz hakkımızın olduğuna inanıp içinde bulunduğumuz bu tavrı değiştirdiğimiz zaman elbette ki, maddî kuvvetleri her yönden elde edeceğiz. Tarih bunun misalleriyle doludur.
Biz bunu ileri sürerken kendimizden bir şey icad etmiyoruz. Bu fikrimizi en derin kamus, uçsuz-bucak-sız deniz ve en sağlam Anayasa olan Allahü Teâlâ'nın kitabından alıyoruz. Çünkü yüce Rabbimiz şöyle bu-yürüyor:
«Şüphesiz ki bir millet kendini değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.»(')
Kur'an-ı Kerim birçok âyet-i celîlelerinde manevî kuvvetin maddî kuvvetten daha üstün olduğunu beyan buyurmaktadır.
Kur'an-ı Kerim Benî israil'e ait bir hikâyede zavallı bir milleti anlatıyor ve bunlara benzeyen her millet için kurtuluş yolunu gösteriyor.
Aslında itibar cephane ve silaha değil, bunları kullanan manevî kuvvetedir. Bunları sevk ü idare eden manevî ruhadır.
Sarhoş ve ayyaş kişiye zenginliğin faydası ne olabilir? Korkak ve hain için silâhın değeri ne olabilir? Güzel ahlâkla silâhlanmayan bir orduda sayının değoıi ne olabilir? Çünkü isyanlar nimetleri giderir. Musibetleri artırır, azmi kırar, vicdanları köreltir, vatanperverlik ruhunu öldürür, kahramanlığı, şehâmeti ve yiğitliği söndürür. Bu ise başarısızlığın tâ kendisidir.
«Bir kavim kendilerinde olan iyi hali değiştirmedikçe Allah da onlara ihsan ettiği nimeti değiştirmez. Gerçekten Allah her şeyi işiten ve bilendir.»(2)
«Allah bir şehri misâl veriyor ki o şehir emniyet ve huzur içinde bulunuyordu. Oraya her yerden bol bol rızık geliyordu. Nihayet o şehir Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük etti. Allah ta o şehrin halkına yaptıklarının cezası olarak açlık ve korku elbisesini giydirdi.»!')
«Eğer o memleketlerin halkı iman edip Allah'tan korkmuş olsalardı, muhakkak ki üzerlerine gökten ve yerden bereket kapılarını açardık. Fakat onlar yalanladılar. Biz de elde ettiklerinin cezası olarak onları azabımıza uğrattık.»(¦*)
Hz. Ömer manevî kuvvetin ehemmiyetini bildiği için iran'ı fetheden ordunun kumandanı Sa'd b. Ebî Vakkas'a şu mektubu göndermiştir:
«Sana ve beraberinde olanlara Allah'tan korkmayıtavsiye ederim. Çünkü Allah'tan korkmak, düşmana karşı en büyük hazırlıktır. Size, düşmanlarınıza karşı herhangi bir günah işlemekten şiddetle kaçınmanızı tavsiye ederim. Çünkü askerin günahları kendileri için düşmanlarından daha tehlikelidir. Müslümanlar, düşmanlarının günahkâr oluşu sebebiyle zaferi kazanırlar. Günah işlemekte düşmanlarla eşit olursak düşmanlarımız bizden daha iyi sayılır. Eğer biz düşmanımızı manevî üstünlüğümüzle yenemezsek maddî gücümüzle hiçbir zaman yenemeyiz. Çünkü biz ne sayı bakımından, ne de hazırlık bakımından düşmanlarımız gibiyiz. «Düşmanlarımız bizden daha fenalar, dolayısıyle bize galib gelemezler, demeyin. Zira bir milletin işlediği günahın cezası, olarak Allah, o millete daha fena bir milleti musallat kılar.»
Ebû Bekr et-Ârabî şöyle der: «Bir savaşta günahkâr kimselerle beraber ordunun bir safında idik. Aniden kuvvetli bir rüzgâr ve iğnenin ucu gibi hafif bir yağmura tutulduk. Rüzgâr ve yağmurlar sanki düşmanı bize doğru itiyor, bizde de korku ve endişe husule getiriyordu. Nihayet düşmanlar bize galib geldi.»
Evet... Biz manevî kuvvetin önemini müdrikiz. Bunun için nefsimizle cihad etmekteyiz. Bunun yanında Allah'ın düşmanlarıyla da cihad edeceğimiz günü bekliyoruz.
Ah!.. Keşke sevketse bizi pırıl pırıl gerçekler Makamların en yücesi, Cihad-ı Ekbere. Fethetmeye müşriklerin ülkesini Çevirelim bahçelere, mekteplere o yerleri. Allah'ın düşmanlarını kendimize düşman Dostlarını dost edinip olsak pür iman.
EN YÜCE TEMENNİMİZ «ALLAH YOLUNDA ŞEHİD OLMAK*
Biz ölümün, tehlikelerle dolu bir hayattan ebedî nimet ve saadetlerle dolu gerçek bir hayata geçiş köprüsü olduğunu biliyoruz. O halde biz ölümden nasıl korkarız?
Peygamber Efendimiz (S.A.V.) in şu sözü bu yolda canlarımızı feda etmemiz için kâfirdir: «Allahü Teâ-lâ, yolunda cihad için çıkan kimseye kefildir: Kim sadece benim yolumda cihad etmek ve bana iman ettiği için. Peygamberimi tasdik ettiği için evinden ayrıtır-sa, bu kimse onu cennete koyacağımı veya elde edeceği mükâfatıyle evine çevireceğimi garanti etmiş olur.»
«Muhammed'in nefsi yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, Allah yolunda alınan her hangibir yara kıyamet gününde aynı şekilde görülecek. Rengi kan renginde ve kokusu misk kokusunda olacaktır.
Muhammed'in nefsi yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, eğer müslümanlar için zorluğa sebep olmasaydım. Allah yolunda cihad eden hiç bir müfrezeden geri kalmazdım.
Muhammed'in nefsi yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, isterdim Allah yolunda cihad edip öldürüleyim, sonra yine cihad edip öldürüleyim, sonra yine cihad edip öldürüleyim.»
Ve Allahü Teâlâ'nın Kur'an-ı Azîm'inde bizlere beyan ettiği şu âyet-i cetîle kâfidir: «Sakın Allah yolunda can verenleri ölü sanmayın. Hakikatte onlar Rableri katında diridirler, rızıklandırılırlar. Allah'ın lütfundan kendilerine arkadan kavuşamıyanlara kendileri .için korku olmadığını ve mahzun olmayacaklarını müjdelerlerde)
Ey Müslümanlar!..
Şunu da bilmek gerekir ki, ölümden korkana âyet-i celilenin bir tesiri olmaz. O âyet-i kerime ne kadar yüce, ne kadar ulvî olsa da...
ölümü hayata tercih eden kimse için ölümle hayat müsavidir. Peygamberimiz (S.A.V.) bize Hak uğrunda ölmekten korkmamayı öğretmiştir. Hiçbir şey bizi korkutamıyacaktır. ölümü hayata tercih eden bir milletin önünde hiçbir şey duramayacaktır.
Ey Müslümanlar!.
işte dâvamız bu!.. Esasını teşkil eden prensipler de bunlardır!.. Bütün gücümüzle açıkça Allah'a davet ediyoruz. Başarıya ereceğimize tamamen güveniyoruz. Başka hiç bir şeye önem vermiyoruz.
Ve sallallahü alâ seyyidina Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihî ve'sellim...
MÜSLÜMAN KARDEŞLER
İslama hizmeti hedef alan birçok cemiyetler bulunmaktadır. Bunun neticesi olarak ta çeşitli Cihad metodları ve çeşitli gayeler ortaya çıkmıştır.Allah'a hamdolsun, bütün bu kuruluşlar faydalıdır, inşallah hem müslümanlar için ve hem islâm için hayırlı ve faydalı olacaklardır.
Bütün bu cemiyetler islâm kültürünü yaymaya, cahilliği önlemeye, hastahaneler. Dispanserler, okullar kurmaya, iyilik yapmaya, yardımda bulunmaya, milleti irşad etmeye çalışmaktadırlar.
Şüphesiz ki bütün bunlar hoştur, güzeldir. Bu faaliyetlerin daha da çoğalmasını, istenilen gayeye kavuşmasını candan temenni etmekteyiz.
Ancak yaşamak isteyen, istikbâlini kurmak isteyen genç bir millet; daha başka türlü tedaviye muhtaçtır.
Bu tedavi yolu, millet için daha faydalı ve gayesine ulaştıran daha yakın bir yol olabilir.
Bu yol: «Eğitim ve öğretim yoludur, insanları üstün bir ahlâk, sarsılmaz bir iman, samimî bir inanç sahibi yapmanın çaresi burada yatar.»
islâmî müesseselerden hangisi bu tedavi yoluna başvursa millete büyük faydası dokunacaktır. Kalkınmaya yardım edecektir. Gaye ve hedeflere ulaştıracak en kısa yolu gösterecektir.
İşte Müslüman Kardeşler Cemaati, her şeyden önce bu gaye için kurulmuştur. Müslüman Kardeşler Cemaati dersler okutur, konferanslar verir, binalar te'sis •ederler.
Müslüman Kardeşler müteaddit mescidler, çeşitli okullar, fabrikalar ve enstitüler kurmuşlardır. Fakat asıl gayeleri bunların üstündedir. O da, insanları yetiştirmek, ahlâk" kalesini kurmak, insanı yüce amellere sevkeden doğru itikada ulaştırmaktır.
Hakkının ne olduğunu bilen bir millet, elbette ki ondan asla taviz vermeyecektir. Başkaları da böyİe bir milletin hakkına saldırmaya cesaret edemiyeceklerdir.
Şayet hakkını bilen bir milletin hakkı, çeşitli baskılar altında çiğnenilse veya gafletinden, cehaletinden istifade edilerek hakkı elinden alınsa bile, bunu idrâk
eden o millet, elbette susmayacaktır. Çiğnenilen hakkını istemesini bilecektir. Böylece ne hak kaybolacak, ne millet susacaktır.
izzet ve şeref, ruhuna' işlemiş bir millete hiçbir kimse dokunamaz. Çünkü böyle bir millete dokunmadan meydana gelecek zararın, elde edilecek kârdan çok büyük olduğunu herkes bilir.
Fakat kendi kendine ihanet eden bir millet, insanlara karşı da zelildir. «Kendi şahsiyetini korumayan, kimsenin şahsiyetini başkaları korumaz.»
Bir milletin, başkasını kendine tercih etme ruhu ve kardeşinin kusurlarını affetme ahlâkı kuvvetlenir de birbirini sevme ve birlikte yaşama derecesine varırsa böylebir millete elbette ki bölücüler giremeyecek, düşmanlar saldıramıyacaktır. Çünkü birlik her kuvvetin üstünde bir kuvvettir.
Rabbinin tek olduğunu,?herşeyi takdir edenin sadece Allahü Teâlâ olduğunu, Hakka yardım edip bâtılı
ezdiğinde mükâfat bulacağını bilen bir millet, elbette ki Allah'tan başka hiçbir kimseden korkmaz. Hak ve Adalet uğrunda kurban ettiği hiç bir şeye üzülmez.
Üstün gayesi uğrunda elinde bulunan her şeyi seferber etmek, o millete zor gelmez.
islâm Dini, bütün bu faziletleri ihtiva etmektedir.
Bir ümmetin fazilette ve kemâlde nümûne-i misâl olması ve gerçek müslüman olması için, İslâmı doğru olarak bilmesi ve İslâm'ın şuuru ile yaşaması kâfidir.
Müslüman Kardeşler bilsin ki, cemaatlerinin vazifesi budur. Birinci gayeleri kendilerini islâm esasları üzerine yetiştirmektir.
islâmî esaslara karşı gelen herhangi bir kimse Müslüman Kardeşlerden olamaz. Bir müslüman hiçbir zaman zelil ve rezîl olamaz. Bencil ve cimri de olamaz.
Müslüman, hain ve yalancı olamaz. Korkak ve pısırık olamaz. Müslüman ancak Rabbinden korkar. Ve ancak günah işlediği için korkar.
Müslüman, ancak Allah için çalışır. Namazın, asla ihmal etmez, zekâtını yerine verir. Hiçbir zaman dünyasını dinine tercih etmez. Kendini zelîl düşürmez.
Bu sıfatları haiz olmayan, müslüman kardeşler cemaatinden değildir. Böyle bir kişi ya kendisini ıslah edip bize gelmeli, veya başka renklerden cemaatler aramalıdır.
(Allahü Ekber!.. Ve'l-izzetü ' lil- müslimîn...»
İMAM Hasan El -Benna (r.a)
Ey Müslümanlar!., islâm Dâvasının baştan sona kadar yegâne gayesi: insanların kalplerini temizleyen, ruhlarını yücelten bir bağla; Allah ile insanlar arasında hakikî bir irtibat kurmaktır. Beşeriyete yaratıcısını doğrudan doğruya tanıtmaktır.
Göklerin ve yerin yaratılmasının, Peygamberlerin gönderilmesinin asıl gayesi de budur. Salih zâtlar da ancak bu gayenin peşindedirler.
Bütün insanlar ve onların hareketleri ancak Allah'ı bilmekle düzelecektir. Günümüzde bütün islâm Ümmeti geçmiş milletleri helak eden şeyleri yapmaktadır.
Bunun içindir ki biz Müslüman Kardeşler, islâm ümmeti'nin Allah'ın emirlerine boyun eğen bir millet olmasını istiyoruz. Bu da ancak müslümanların Allah'ı bilmeleriyle kalplerinin Allah'a tamamen bağlanmasiyle gerçekleşecektir.
Allah'ı hakkıyle bilme hissi kulun kalbine sızınca, jnsan eski halinden bambaşka hale döner. Kalp yepyeni bir hale çevrilince insan da yönünü Hakk'a çevirir, ferf Hakk'a dönünce aile de döner. Aile Hakk'a yönelince millet te yönelir. Zira millet cemiyetten, aileden ve fertten başka bir şey değildir.
Bizler, «Gayemiz: Allah»tır diye haykırdığımızda Allah'ın kelâmının her nizamdan üstün tutulmasını ve bütün müslümanların «Allah'ı hakkıyle tanıyan» kimseler olmalarını kasdediyoruz.
Gayemiz: «Allah»tır. Çünkü insanları Allah'a davet ediyoruz. Onların Allah için birleşmelerini istiyoruz. Onlara Allah'ı tanıtıyoruz. Kur'an-ı Kerimin de ifade buyurduğu gibi, sadece Allah'a ibâdet etmek için yaratıldığımızı çok iyi biliyoruz...
«Ben insanları ve cinleri sadece bana ibâdet etsinler diye yarattım.»!')
Allahü Teâlâ bir hadis-i kudsîde şöyle buyuruyor: «Ey Kullarım!.. Ben sizi az olan mahlûkatı çoğaltayım diye değil, veya ıssızlıktan dolayı sizinle ülfet edeyim diye değil, yahut âciz kaldığım bir işte sizinle yardım-laşayım diye değil, yada bana bir menfaat sağlamanız, bir zararı önlemeniz için değil; sizi ancak uzun zamanbana ibâdet edesiniz, çokça beni zikredesiniz, sabah-akşam teşbih edesiniz diye yarattım.»
Biz Müslüman Kardeşler, Allahü Teâlâ'nın Resulüne bildirdiği yüce emrine uymak istiyoruz. Allahü Teâlâ Peygamberine şöyle buyuruyor:
«Resulüm de ki: Şüphesiz ki benim namazım, iba^ detlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabb-ı olan Allah içindir.»(-')
Biz Resuiüllah (S.A.V.)'ın, amcasının oğlu Abdullah b. Abbas (R.A.)'a yaptığı nasihati tutmak istiyoruz. Peygamber Efendimiz (S.A.V.) şöyle buyurmuştur:
«Sen Allah'ın dinini koru ki, Allah ta seni korusun. Allah'ın dinini koru, O'nu yanında bulursun. Bir sey istediğinde Allah'tan iste. Bir yardım dilediğinde Allah'tan düa. iyi bil ki, bütün insanlar sana bir fayda temin etmek için bir araya gelseler, Allah'ın sana yazdığından başka hiçbir menfaat sağlayamayacaklardır. Yine bütün insanlar sana bir zarar vermek için birleşse, Allah'ın takdir ettiğinden başka hiçbir zarar veremeyeceklerdir. Kalemler kurudu. Sayfalar dürüldü.»
Biz sadece Allah'a tevekkül ederiz. Sadece O'ndan yardım isteriz. Yalnız Allah'tan korkarız. Allah bİzimle beraber oldukça elbette ki bize kimsenin zulmü
dokunamayacaktır. Bütün dünyanın musibetleri başımıza gelse de devamlı huzur ve refah içerisinde olacağız:
«Bunlar hakkıyle -iman edenler ve Allah'ın zikri ile kalpleri huzura kavuşanlardır. İyi bilin ki kalpler ancak Allah'ı zikretmekle huzura kavuşur.»
ÖNDERİMİZ: «HZ. PEYGAMBER»
Biz, Allahü Teâlâ'nın lider seçmediği herhangi bir insanı lider edinip ne onun için haykırırız, ne de ondan bizim için bağırıp çağırmasını isteriz. Fakat biz Allah'ın Resulü olan Hz. Muhammed (S.A.V.)'i gönüllerimizde yaşatıyoruz:
Diridir Resûlüllah şüphesiz gönüllerimizde Zamanla görülüp anılacak dillerimizde Yemin olsun ki okuyan kelamullah'ı Sanki hisseder, savt-ı Resûlullah'ı.
Evet... Peygamber Efendimiz (S.A.V.) gerek kuvvet, gerekse fazilet bakımından tam mânâsıyle bir liderdir. Hiç kimse Resûlüllah (S.A.V.) gibi lider olamaz. Hiçbir insanın siyaseti, Resûlüllah'ın siyasetine ulaşamaz.
Peygamber Efendimiz (S.A.V.) şiddete dökülmeyen bir kuvvete, acizlik derecesine ulaşmayan bir yumuşaklığa, aldanmayan bir uyanıklığa, müstakbeli bildirebilecek bir ferasete sahipti. Bunlardan başka Allah'ın desteğine, günâh ve hatalardan korumasına ve tev fîkine mazhardı. Bu sıfatları hâiz bir lider olan Hz. Mu-hammed (S.A.V.) in liderliğinden başka hangi liderlik yeryüzünde yaşamaya, ebedî kalmaya daha lâyık olabilir?
Hangi siyâset Hz. Muhammed (S.A.V.)"in siyasetinden daha üstün olabilir? Peygamber Efendimiz (S.A.V.) in güttüğü siyaset on sene zarfında yeni bir millet oluşturmuş, yeni bir medeniyet ve devlet anlayışı getirmiştir. Halbuki yeni bir ümmet olarak ortayı çıkardığı insanlar, Hz. Muhammed (S.A.V.) in kurduğu medeniyet ve tesis ettiği devletten hiç bir şey bilmemekteydiler.
Bu liderlik Peygamber Efendimiz (S.A.V.) in de hadis-i şerifinde belirttiği gibi ilâhî bir liderliktir: Re-suluHah (S.A.V.) şöyle buyurmuştur: «iftihar etmiyorum ama ben Âdemoğlunun efendisiyim. iftihar etmiyorum ama ben geçmiş ve geleceğin en üstünüyüm.»
Nice liderler vardır ki, zamanla liderlikleri unutulmuş, yok olmuştur. Fakat Hz. Muhammed (S.A.V.) inliderliği daha da artmaktadır. Getirdiği Şeriat daha da kökleşmekte ve yerleşmektedir. Zamanlar geçtikçe Hz. Muhammed (S.A.V.)'e inen islâm Şeriatı daha da açıklığa kavuşmakta ve bütün rejimlerden mutlak bir üstünlüğe sahip olduğu güneş gibi ortaya çıkmaktadır.
Tenkidler bu Şeriat-ı Garrâ-yı Muhammediye'yi ancak takviye etmiş ve Hak olduğunu açıkça ortaya koymuştur.
Nice liderler vardır ki, tenkitlere karşı dayanamamış ve mukavemet edememiştir. Müslüman olmayan liderler izzet ve şereflerini şiddet ve zulüm esasları üzerine bina ederler. Aslında onlar izzet ve şereften mahrumdurlar. Onlarca fetihler; şahsî çıkarlarını sağlamak, zulmetmek ve memleketleri yakıp yıkıp ocakları söndürmek içindir.
Ey Müslüman!.. Senin Anayasan «Kur'anadır Kur'an'ın zikri hidayettir. Hükmü Hak'tır.
Biz «liderimiz Hz. Muhammed'dir,» nidamızla şunu demek istiyoruz: «Gelin ey günümüzün liderleri gelin!.. Hz. Muhammed (S.A.V.)'in liderliğini birlikte okuyalım. Siz partilerin liderisiniz. Fakat hiçbir zaman bir ümmet lideri değilsiniz. Halbuki Allah'ın Resulü Hz. Muhammed (S.A.V.) bütün insanlığın lideridir.
Siz, mahallî liderlik mertebesine parti yoluyla ve-
ya maddî servetiniz yoluyla yahut şiddete başvurarak erdiniz. Başkalarının sırtından geçinerek telâfi ettiğiniz acizliğinizi hiçbir zaman unutamazsınız.
Fakat Resulullah (S.A.V.) fakirlikle, gurbetle ve cihadlâ Dünya liderliğine ulaşmıştır. Birkaç yılda dünyaya hükmeden, Allanın dinini yeryüzüne yayan bir ümmet meydana getirmiştir.
Ey günümüzün liderleri!.. Siz liderliği elde etmeden önce bizim gibi insanlardınız. Liderliği aldıktan sonra da eşi-dostu tanımayan putlar gibi oluyorsunuz.
Resulullah (S.A.V.) ise Hicaz'a, Yemen'e, Irak'a ve Şam'a hâkim olmasına rağmen içi lif dolu deri döşekte yatıyor, aile efradıyle beraber akşam yiyecek bir şey bulamıyor, aylarca evinde tencere kaynamıyordu. Çok kere gıdası hurma ve su idi.
ölüm döşeğinde yatarken sadece yedi dinarı vardı. Bu paranın, ruhunu teslim ederken yanında bulunmasını istememiş ve ehl-i beytine: «Bunu müslüman fa-kirteıe dağıtın» buyurmuştu. Kendisinin hizmetiyle meşgul olan ehl-i beyt bu emri yerine getirmeyi unutmuştu. Hz. Muhammed {S.A.V.) ayılıp kendine gelince ehl-i beytine: o dinarları ne yaptıklarını sordu. Hz Âişe dinarların aynen durduğunu söyleyince Resulullah (S.A.V.) Hz. Âişe'ye bunları getirmesini emretti. Sonra dinarları eline alarak şu mübarek kelâmı söyledi: «Bu dinarlar elinde bulunarak Allah'ı karşılarsa. Mu-hammed'in Rabbine karşı düşüncesi ne olabilir?»
Hakikaten dünya Resulullah (S.A.V.)ın elinde idi ama kalbine girememişti.
Dünya ona geldi, o dünyadan yüz çevirdi.
Daha büyük makamları arzu etti.Ne ipek elbiseleri giydi,Ne işlenmiş taçlan başına koydu.Kim dünyaya huzur ve saadet elbisesinigiydirdi?Yamalı gömleği değil.. Eğer dileseydi yeryüzündeki her şey elindeolacaktı. Allah'tan en üstün şeyleri istedi.
Ey günümüzün liderleri!. İşte Hz. Peygamber (S.A.V.)'in liderliği budur. Sizin liderliğinizle onun liderliği arasında herhangi bir irtibat buluyor musunuz? Veya sizin siyasetiniz le onun siyaseti arasında herhangi bir benzerlik görüyor musunuz?
Bu mevzuda Avrupalı bir misyonerin şu sözü sizlere kâfidir: «insanlık, Muhammed (S.A.V.) gibi bir zatın kendinden biri olmasıyla iftihar eder. Zira okur-ya-zarlığı olmamasına rağmen, bîr devlet te'sis etmeyi, bir ümmet meydana getirmeyi ve bir dini yaymayı başarmıştır.»
İşte kendimize önder seçtiğimiz riz. Muhammed (S.A.V.) budur. Biz O'nun gösterdiği yoldan gidiyoruz. O'na tâbi oluyoruz. O'nun yürüdüğü yoldan yürüyoruz.
«Şüphesiz ki Allah'ın Resulünde sizler için güzel nümûne vardır.»(')
Biz O'nun mirasını ihya etmeye ve O'nun izzet ve şerefini tekrar iade etmeye çalışıyoruz:
Ey Peygamberin ruhu!.. Uzat başını şu
»cemaate bak
Bu cemaat mirasın uğrunda dünya ve içinds bulunanı foda ediyor.
Bu cemaat, sana ahdetmiştir — ya sevdiğin
zafere erecek Veya gayelerini müdafaa ederek can verecek.
Gayesi izzet ve şeref, vasıtası kılıçtır Allahü Akber! Bu grubun arzusunu Allah'tan başka kim yerine getirebilir?
ANAYASA'MIZ: «KUR'AN*
Bizim Kur'an'dan başka Anayasa'mız yoktur!..
Kur'an-ı Kerim, yüce semâdan Hz. Muhammed (S.A.V.) in kalbine muska yapılmak için, sadece kabirlerde, matemlerde okunmak için, satırlara yazılıp ezberlenmek için, kağıtlarını yüklenip, ahlâkî yönünü ihmal etmek için, sözlerini ezber edip hükümlerini ter-ketmek için~ inmemiştir.
Kur'an-ı Kerim, insanlığı hayır ve saadete kavuşturmak için inmiştir. «Şüphesiz ki size Allah katından Nûr ve apaçık bir Kitab inmiştir. Allahü Teâlâ bu ki-tabla rızasına uyanları selâmet yollarına sevkeder. Onları emriyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları doğru yola sevkeder.»)')
Ey Müslümanlar!.. Yabancıların kanunlarına razı olup ta ilâhî nizâma razı olmamanız ayıp değil midir?"
Halbuki Allahü Teâlâ Kur'an-ı Kerim'in hükümleriyle hükmetmeyen her milleti «fâsıklık» ile vasıflandırıyor: «Allah'ın indirdiği ile hiikmetmiyenler .. işte onlar basıkların tâ kendileridir.»
«Allah'ın indirdiği ile hiikmetmiyenler... işte onlar kâfirlerin tâ kendileridir.»!3)
Allah'ın kitabı ile hükmetmiyen bugünkü müslü-manlar, şu misallerde zikredilen kimselere benzemektedirler: -i
a) Elindeki lâmbayı söndürüp körden imdat bekleyen adama:
Ey Müslümanlar!.. Allahü Teâlâ'nın kitabını bırakıp bu hâle geldikten sonra elinde lâmba bulunduğu halde onu söndürüp körlerden kılavuzluk bekleyen adam gibi oldunuz.
b) Lâmbanın düğmesine basmayıp karanlıkta körü körüne dolaşan adam:
Bugün Allah'ın kitabını bırakan Müslümanlar, önündeki lâmbanın düğmesine basıp her tarafı aydınlatmayan, kendisini kuşatan karanlık içinde sağa-sola çarpan, şuursuzca hareket eden bir cemaat gibidirler.
Hattâ fâsıklığı da az görerek Kur'an'la hükmet-miyenleri «kâfir» ilân etmiştir:
c) Dalgalara tutulan bir geminin yolcularına: Günümüzde bütün âlemi, materyalizm akımı kaplamıştır. Maddecilik, insanları, dalgalar içinde sağa-sola sallanan bir geminin yolcuları haline getirmiştir. Bugün insanlık ızdırap içindedir. Acı çekmektedir. Şahsî çıkarların ve açgözlülüğün ateşinde yanıp kavrulmaktadır.
İnsanlık Kur'an-ı Kerimin hidâyetinden alınan tatlı sulara muhtaçtır. Bu ilâhî menba ile ızdırabının yaralarını yıkasın. Huzur ve saadete ersin.
d) Elindeki hazineleri bırakıp faizcilerden en yüksek oranda faizle ödünç para alanlara:
Bugün hukukçular, Kur'an-ı Kerimi bırakıp beşerî düzenlere başvurunca elindeki hazineleri bırakıp faizcilerden en büyük faizle ödünç para alanlara benze-mişlerdir. Şüphesiz ,ki, akıllı bir kimse bunu yapamaz.
Yazıklar olsun hukukçulara, yazıklar olsun. Gayret sarfediyorlar, hâlâ birşey bulacaklar. Ellerinde âb-ı hayata davet eden Kur'an En yüce metod ve mukaddes Ahkâm.
Ey Müslümanlar!..
Allanın kalb gözlerini Kur-an-ı Kerimin nuruna kapattığı şu batılıların, yollarını şaşırmış olmalarına hayret edilmez.
Çünkü Allahü Teâlâ buyuruyor ki: «Allanın kendilerine nûr bahşetmediği (bir) kimsenin nuru olur.
Fak'at ceplerinde ve evlerinde Kur'an-ı Kerim bulunan şu müslümanların Kur'an'dan uzak kalmaları çok hayret vericidir.
işte bu batılılar, bazân nefsanî yollara başvurarak, bazan da kuvveti ve müsbet ilimleri kullanarak müslümanları Kur'an-ı Kerim'in nurundan ve doğru yolundan uzaklaştırmayı başarmışlardır.
Allahü Teâlâ'nın da buyurduğu gibi, batılılar «Dünya hayatının sadece dış görünüşünü bilirler, âhiretten gafildirler.»
Böylece müslümanlar Peygamber Efendimiz
<S.A.V.)'in bildirdiği şu hale gelmişlerdir:
«Siz, kendinizden öncekilerin yolunu karış karış adım adım izleyeceksiniz. Hattâ bir kertenkele deliğine girseler onları takip edersiniz.» Ashâb-ı Güzin: «Bunlar Yahudi ve Hıristiyanlar mı?» deyince, PeygamberEfendimiz (S.A.V.): «Ya kim olacak?» cevabını vermiştir.
Halbuki Allahü Teâlâ müslümanları bu şekilde hareket etmekten şiddetle men'etmiştir: «Ey iman edenler!.. Eğer kâfirlere itaat edecek olursanız, sizi geriye çevirirlerde dünya ve âhirette hüsrana uğrayanlardan olursunuz. Aslında sizin dostunuz Allah'tır. O yardım edenlerin en hayırlısıdır.»(')
Anarşiye davet eden batılılara kulak verilirken.
Doğruluğu haykıran Kur'andan yüz çevriliyor. Vah Kur'an'a. Bir bak onun ulvi ahkamı ne oluyor?
Müslümanlar tarafından diri diri gömülüyor. Bugün, arap alemi mihnet içinde kıvranıyor.
Batının dayandığı anarşi onu yıkıyor.
İşte biz Müslüman Kardeşlerin kanun kabul ettiğimiz. Anayasa olarak ilân ettiğimiz, Kur'an-ı Kerim işte budur!., insanı bela ve musibetlerden kurtaran ancak Kur'an'dır.
Boynumuza takılan zillet ipinden, içine battığımız fesattan kurtaracak da odur.
Kur'an-ı Kerim her nesil için, her zaman ve mekânda tatbiki elzem bir kitaptır:
Biz Kur'an'ın her asırda ANAYASA olmasınıistiyoruz.
Biz Kur'an'ı kırılmaz süngülerle her tepeyedikmek istiyoruz. Ya izzet ve şerefle dolu bir hayatıyaşamalıyız Veya ölümü tadıp mes'uliyettenkurtulmalıyız...
YOLUMUZ: «CİHAD»
İnsanlara Allah'ı tanıtmak, Hz. Muhammed (S.A.V.) in liderliğini bütün insanlığa kabul ettirmek ve bütün dünyayı Kur'an-ı Kerimin nuru ile aydınlatma* ancak ve ancak cihad yoluyla gerçekleşir. Başka çıkar bir yol yoktur.«Hayat; iman ve cihad'dır.»
Birçok insanlar biz Müslüman Kardeşlerin, gayemizi gerçekleştirmek ve İslâm ülkelerinin bir kısmını işgal edenlere karşı koymamız için maddî güçlere muhtaç olduğumuzu söylerler. Öyledir ve bu bir gerçektir.
£akat bundan daha önemli olan şudur ki: Her şeyden önce üstün ahlâk, temiz vicdan, sarsılmaz iman gibi manevî kuvvetlere muhtacız. Biz hakkımızın olduğuna inanıp içinde bulunduğumuz bu tavrı değiştirdiğimiz zaman elbette ki, maddî kuvvetleri her yönden elde edeceğiz. Tarih bunun misalleriyle doludur.
Biz bunu ileri sürerken kendimizden bir şey icad etmiyoruz. Bu fikrimizi en derin kamus, uçsuz-bucak-sız deniz ve en sağlam Anayasa olan Allahü Teâlâ'nın kitabından alıyoruz. Çünkü yüce Rabbimiz şöyle bu-yürüyor:
«Şüphesiz ki bir millet kendini değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.»(')
Kur'an-ı Kerim birçok âyet-i celîlelerinde manevî kuvvetin maddî kuvvetten daha üstün olduğunu beyan buyurmaktadır.
Kur'an-ı Kerim Benî israil'e ait bir hikâyede zavallı bir milleti anlatıyor ve bunlara benzeyen her millet için kurtuluş yolunu gösteriyor.
Aslında itibar cephane ve silaha değil, bunları kullanan manevî kuvvetedir. Bunları sevk ü idare eden manevî ruhadır.
Sarhoş ve ayyaş kişiye zenginliğin faydası ne olabilir? Korkak ve hain için silâhın değeri ne olabilir? Güzel ahlâkla silâhlanmayan bir orduda sayının değoıi ne olabilir? Çünkü isyanlar nimetleri giderir. Musibetleri artırır, azmi kırar, vicdanları köreltir, vatanperverlik ruhunu öldürür, kahramanlığı, şehâmeti ve yiğitliği söndürür. Bu ise başarısızlığın tâ kendisidir.
«Bir kavim kendilerinde olan iyi hali değiştirmedikçe Allah da onlara ihsan ettiği nimeti değiştirmez. Gerçekten Allah her şeyi işiten ve bilendir.»(2)
«Allah bir şehri misâl veriyor ki o şehir emniyet ve huzur içinde bulunuyordu. Oraya her yerden bol bol rızık geliyordu. Nihayet o şehir Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük etti. Allah ta o şehrin halkına yaptıklarının cezası olarak açlık ve korku elbisesini giydirdi.»!')
«Eğer o memleketlerin halkı iman edip Allah'tan korkmuş olsalardı, muhakkak ki üzerlerine gökten ve yerden bereket kapılarını açardık. Fakat onlar yalanladılar. Biz de elde ettiklerinin cezası olarak onları azabımıza uğrattık.»(¦*)
Hz. Ömer manevî kuvvetin ehemmiyetini bildiği için iran'ı fetheden ordunun kumandanı Sa'd b. Ebî Vakkas'a şu mektubu göndermiştir:
«Sana ve beraberinde olanlara Allah'tan korkmayıtavsiye ederim. Çünkü Allah'tan korkmak, düşmana karşı en büyük hazırlıktır. Size, düşmanlarınıza karşı herhangi bir günah işlemekten şiddetle kaçınmanızı tavsiye ederim. Çünkü askerin günahları kendileri için düşmanlarından daha tehlikelidir. Müslümanlar, düşmanlarının günahkâr oluşu sebebiyle zaferi kazanırlar. Günah işlemekte düşmanlarla eşit olursak düşmanlarımız bizden daha iyi sayılır. Eğer biz düşmanımızı manevî üstünlüğümüzle yenemezsek maddî gücümüzle hiçbir zaman yenemeyiz. Çünkü biz ne sayı bakımından, ne de hazırlık bakımından düşmanlarımız gibiyiz. «Düşmanlarımız bizden daha fenalar, dolayısıyle bize galib gelemezler, demeyin. Zira bir milletin işlediği günahın cezası, olarak Allah, o millete daha fena bir milleti musallat kılar.»
Ebû Bekr et-Ârabî şöyle der: «Bir savaşta günahkâr kimselerle beraber ordunun bir safında idik. Aniden kuvvetli bir rüzgâr ve iğnenin ucu gibi hafif bir yağmura tutulduk. Rüzgâr ve yağmurlar sanki düşmanı bize doğru itiyor, bizde de korku ve endişe husule getiriyordu. Nihayet düşmanlar bize galib geldi.»
Evet... Biz manevî kuvvetin önemini müdrikiz. Bunun için nefsimizle cihad etmekteyiz. Bunun yanında Allah'ın düşmanlarıyla da cihad edeceğimiz günü bekliyoruz.
Ah!.. Keşke sevketse bizi pırıl pırıl gerçekler Makamların en yücesi, Cihad-ı Ekbere. Fethetmeye müşriklerin ülkesini Çevirelim bahçelere, mekteplere o yerleri. Allah'ın düşmanlarını kendimize düşman Dostlarını dost edinip olsak pür iman.
EN YÜCE TEMENNİMİZ «ALLAH YOLUNDA ŞEHİD OLMAK*
Biz ölümün, tehlikelerle dolu bir hayattan ebedî nimet ve saadetlerle dolu gerçek bir hayata geçiş köprüsü olduğunu biliyoruz. O halde biz ölümden nasıl korkarız?
Peygamber Efendimiz (S.A.V.) in şu sözü bu yolda canlarımızı feda etmemiz için kâfirdir: «Allahü Teâ-lâ, yolunda cihad için çıkan kimseye kefildir: Kim sadece benim yolumda cihad etmek ve bana iman ettiği için. Peygamberimi tasdik ettiği için evinden ayrıtır-sa, bu kimse onu cennete koyacağımı veya elde edeceği mükâfatıyle evine çevireceğimi garanti etmiş olur.»
«Muhammed'in nefsi yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, Allah yolunda alınan her hangibir yara kıyamet gününde aynı şekilde görülecek. Rengi kan renginde ve kokusu misk kokusunda olacaktır.
Muhammed'in nefsi yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, eğer müslümanlar için zorluğa sebep olmasaydım. Allah yolunda cihad eden hiç bir müfrezeden geri kalmazdım.
Muhammed'in nefsi yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, isterdim Allah yolunda cihad edip öldürüleyim, sonra yine cihad edip öldürüleyim, sonra yine cihad edip öldürüleyim.»
Ve Allahü Teâlâ'nın Kur'an-ı Azîm'inde bizlere beyan ettiği şu âyet-i cetîle kâfidir: «Sakın Allah yolunda can verenleri ölü sanmayın. Hakikatte onlar Rableri katında diridirler, rızıklandırılırlar. Allah'ın lütfundan kendilerine arkadan kavuşamıyanlara kendileri .için korku olmadığını ve mahzun olmayacaklarını müjdelerlerde)
Ey Müslümanlar!..
Şunu da bilmek gerekir ki, ölümden korkana âyet-i celilenin bir tesiri olmaz. O âyet-i kerime ne kadar yüce, ne kadar ulvî olsa da...
ölümü hayata tercih eden kimse için ölümle hayat müsavidir. Peygamberimiz (S.A.V.) bize Hak uğrunda ölmekten korkmamayı öğretmiştir. Hiçbir şey bizi korkutamıyacaktır. ölümü hayata tercih eden bir milletin önünde hiçbir şey duramayacaktır.
Ey Müslümanlar!.
işte dâvamız bu!.. Esasını teşkil eden prensipler de bunlardır!.. Bütün gücümüzle açıkça Allah'a davet ediyoruz. Başarıya ereceğimize tamamen güveniyoruz. Başka hiç bir şeye önem vermiyoruz.
Ve sallallahü alâ seyyidina Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihî ve'sellim...
MÜSLÜMAN KARDEŞLER
İslama hizmeti hedef alan birçok cemiyetler bulunmaktadır. Bunun neticesi olarak ta çeşitli Cihad metodları ve çeşitli gayeler ortaya çıkmıştır.Allah'a hamdolsun, bütün bu kuruluşlar faydalıdır, inşallah hem müslümanlar için ve hem islâm için hayırlı ve faydalı olacaklardır.
Bütün bu cemiyetler islâm kültürünü yaymaya, cahilliği önlemeye, hastahaneler. Dispanserler, okullar kurmaya, iyilik yapmaya, yardımda bulunmaya, milleti irşad etmeye çalışmaktadırlar.
Şüphesiz ki bütün bunlar hoştur, güzeldir. Bu faaliyetlerin daha da çoğalmasını, istenilen gayeye kavuşmasını candan temenni etmekteyiz.
Ancak yaşamak isteyen, istikbâlini kurmak isteyen genç bir millet; daha başka türlü tedaviye muhtaçtır.
Bu tedavi yolu, millet için daha faydalı ve gayesine ulaştıran daha yakın bir yol olabilir.
Bu yol: «Eğitim ve öğretim yoludur, insanları üstün bir ahlâk, sarsılmaz bir iman, samimî bir inanç sahibi yapmanın çaresi burada yatar.»
islâmî müesseselerden hangisi bu tedavi yoluna başvursa millete büyük faydası dokunacaktır. Kalkınmaya yardım edecektir. Gaye ve hedeflere ulaştıracak en kısa yolu gösterecektir.
İşte Müslüman Kardeşler Cemaati, her şeyden önce bu gaye için kurulmuştur. Müslüman Kardeşler Cemaati dersler okutur, konferanslar verir, binalar te'sis •ederler.
Müslüman Kardeşler müteaddit mescidler, çeşitli okullar, fabrikalar ve enstitüler kurmuşlardır. Fakat asıl gayeleri bunların üstündedir. O da, insanları yetiştirmek, ahlâk" kalesini kurmak, insanı yüce amellere sevkeden doğru itikada ulaştırmaktır.
Hakkının ne olduğunu bilen bir millet, elbette ki ondan asla taviz vermeyecektir. Başkaları da böyİe bir milletin hakkına saldırmaya cesaret edemiyeceklerdir.
Şayet hakkını bilen bir milletin hakkı, çeşitli baskılar altında çiğnenilse veya gafletinden, cehaletinden istifade edilerek hakkı elinden alınsa bile, bunu idrâk
eden o millet, elbette susmayacaktır. Çiğnenilen hakkını istemesini bilecektir. Böylece ne hak kaybolacak, ne millet susacaktır.
izzet ve şeref, ruhuna' işlemiş bir millete hiçbir kimse dokunamaz. Çünkü böyle bir millete dokunmadan meydana gelecek zararın, elde edilecek kârdan çok büyük olduğunu herkes bilir.
Fakat kendi kendine ihanet eden bir millet, insanlara karşı da zelildir. «Kendi şahsiyetini korumayan, kimsenin şahsiyetini başkaları korumaz.»
Bir milletin, başkasını kendine tercih etme ruhu ve kardeşinin kusurlarını affetme ahlâkı kuvvetlenir de birbirini sevme ve birlikte yaşama derecesine varırsa böylebir millete elbette ki bölücüler giremeyecek, düşmanlar saldıramıyacaktır. Çünkü birlik her kuvvetin üstünde bir kuvvettir.
Rabbinin tek olduğunu,?herşeyi takdir edenin sadece Allahü Teâlâ olduğunu, Hakka yardım edip bâtılı
ezdiğinde mükâfat bulacağını bilen bir millet, elbette ki Allah'tan başka hiçbir kimseden korkmaz. Hak ve Adalet uğrunda kurban ettiği hiç bir şeye üzülmez.
Üstün gayesi uğrunda elinde bulunan her şeyi seferber etmek, o millete zor gelmez.
islâm Dini, bütün bu faziletleri ihtiva etmektedir.
Bir ümmetin fazilette ve kemâlde nümûne-i misâl olması ve gerçek müslüman olması için, İslâmı doğru olarak bilmesi ve İslâm'ın şuuru ile yaşaması kâfidir.
Müslüman Kardeşler bilsin ki, cemaatlerinin vazifesi budur. Birinci gayeleri kendilerini islâm esasları üzerine yetiştirmektir.
islâmî esaslara karşı gelen herhangi bir kimse Müslüman Kardeşlerden olamaz. Bir müslüman hiçbir zaman zelil ve rezîl olamaz. Bencil ve cimri de olamaz.
Müslüman, hain ve yalancı olamaz. Korkak ve pısırık olamaz. Müslüman ancak Rabbinden korkar. Ve ancak günah işlediği için korkar.
Müslüman, ancak Allah için çalışır. Namazın, asla ihmal etmez, zekâtını yerine verir. Hiçbir zaman dünyasını dinine tercih etmez. Kendini zelîl düşürmez.
Bu sıfatları haiz olmayan, müslüman kardeşler cemaatinden değildir. Böyle bir kişi ya kendisini ıslah edip bize gelmeli, veya başka renklerden cemaatler aramalıdır.
(Allahü Ekber!.. Ve'l-izzetü ' lil- müslimîn...»
İMAM Hasan El -Benna (r.a)