Cenazeme Gelir Misiniz???

Allah (cc) hayırlı uzun ömürler ihsan eylesin kendi yolunda çalışarak ölmeyi nasip etsin,ölmeyin kardeş daha yeni tanışmıştık:D
 
adsz123jm0.jpg


CENAZEME GELİR MİSİNİZ???

Biliyorum, hiç beklemiyordun bu daveti. Birden geliverdi değil mi? Ansızın
vurdu şakağına; saçaktan düşen buzdan kılıçlar gibi.
Şaşırdın. Huzurunun göbeğine irice bir taş savruldu; halka halka
titremede gönlünün düştüğü göl şimdi. Neşesi kaçtı vaktin;
sevinçlerini pervane ettiğin mumlar titredi, bitti. Akrep ve
yelkovanın ayakları dolandı; beklediğin "az sonra"lar havada
asılı kaldı. Hüznün ölü kelebekleri kıpırdadı, sızılandı.
Aşinâlığın tadı bozuldu; acının ketum, kekre sütunları
devrildi göğsüne. Başını yasladığın uzun saatler, uzanıp
uyuduğun bitmez günler vaadlerini yerine getiremeyeceklerini
söylediler; yüzleri yerde, mahçup. Oyala(n)dığın ağaç
gölgeleri çekildi üzerinden. Avunduğun/avuttuğun haz perdeleri
parelendi. Gözlerini ıslatamadan giden yağmurlar elindeki şemsiyeyi
uçurdu. Konforunu bozmamak için parmak uçlarına basa basa odana
giren, kalbini kanatmadan usulca gidiveren uzak acılar yakana dolandı
şimdi. "Daha dün konuşmuştuk ama..." diyorsun. "Ama nasıl
olur!"lar çekip çekiştiriyor iki yakanı. "Hiç beklenmedik bir
ölüm!" "Vakitsiz" "Erken!" "Sürpriz!"


İşine ara vereceksin bugün... Kocaman bir pürüz olup çıkıverdim
karşına. Hızını kestim hayatının. Üzerine saldım
kaygılarını. Köşe bucak kaçtığın korkulara sobelettim seni.
Ölümle arana koyduğun duvarı yıktım. "Ölüm bize de
yaklaşırmış/yakışırmış" dedin. "Ölmesi kanıksanmış,
ölünesi bir yaştayız artık." "Rahmetli..." sıfatını
ismimin üzerine yumuşak bir şal gibi atıvereceksin.
İki yakasında da eksiğim İstanbul'un. Vapurların hiçbiri
beklemiyor beni iskelede. Ben öldüm diye şeritleri eksilmedi
otoyolların.
Hayret! Ben öldüm bu defa... Şimdiye kadar hep başkalarıydı
ölen. Gitsen de bir gitmesen de bir, bir cenaze olacak cami
avlularından birinde...
Seni bilmem ama ben bu cenazeye mutlaka gitmeliyim. Ayıp olur, çok ayıp...
Davetlilerin yüzüne bakamam sonra. Dediği gibi şairin, bir musallâlık
saltanatım bu benim. Başroldeyim.
Toprağa konulacak adam rolü benim. Ardından ağlanılacak adamı ben
oynayacağım. Hiç itirazsız karanlığa uzanmak bana düştü bu
defa. Üzerine toprak atılan adamı... Unutulmuşluklar altında
yüzü erimeye bırakılan adamı... Hüzünlerin münasebetsiz
müsebbibi olacak adamı... Ayakkabısı kendisini beklerken bağları
çözülecek adamı.... Elbiseleri evden çıkarılacak adamı... Ben
oynayacağım.
Yatağı soğuk kalacak adamı... Akşam eve dönmeyecek adamı...
Kapıyı çalması beklenmeyecek adamı... Sofrada yeri olmayacak
adamı... Adı telefon rehberinden silinecek adamı... Şehrin
dudaklarından yarım ağız çıkmış bir hece gibi önemsizleşecek
adamı.... Ben oynayacağım. Sevinçlerin ortasına en fazla bir
hıçkırık gibi sokulsa bile hatıraların eşiğinden yüz geri
edilecek adamı... Resmine bakıp bakıp da ağlanacak (yoksa
ağlanılmayacak mı?) adamı... "Adı neydi... Hani..!" diye
yokluğu kanıksanacak adamı... Soluk bir resimde mahzun bir
tebessümün ardında aşklarını saklayan, susturan adamı... Ben
oynuyorum bugün... Sahnedeyim.
Beklerim.
En öndeki olmalısın ayakta duranların. En dik duranı.
İşte davetiyen:
Canını çok seven, her günün sabahında burada sonsuzca
yaşayacağına yeniden kanan, her lezzetin tükenişinde ölümün
yanına uğradığını unutan, her hazzın zirvesinde yakasındaki
ölümlü etiketini isteyerek düşüren, her yaz sıcağında içi
dünyaya iyiden iyiye ısınan, doğduğu yılın rakamının
büyüklüğünün kendisini kabirden uzak tuttuğunu sanarak avunan,
kalbinin her atışında ölümlerden döndüğünün farkında
olmayan, damarlarının bir köşesinde ansızın geliverecek
pıhtılardan yapılmış veda haberleri saklayan, ayrılıkların
çatlaklarından giren hüzünleri ölümün nefesi gibi yudumlayan,
sevenlerinin gözlerinin ışığına sığınarak ısınan,
unutulmayı, yok sayılmayı en ürkütücü uçurum bilen,
güzelliğini aynaların kırıklarında arayan, toprağa girmeye
üşenen, uzun süredir aramızda yaşayan dostumuz, arkadaşımız,
sırdaşımız, kardeşimiz, babamız, evladımız, şimdilik
unutmayacağımızı umduğumuz, bir süre unutmaktan utanacağımız,
sonra unutacağımız, en sonunda unuttuğumuzu da unutacağımız
Seyfullah putkıran
doğduğu gün yakalandığı fanilik hastalığından, uzun süredir
yatalak olmasına yol açan "her nefis ölümü tadacaktır!"
yarasından, ömür boyu sancısını çektiği amansız yaşama
rahatsızlığından kurtulup aramızdan ayrıl[maya ayarlan]mıştır.


Cenazesi -umulur ki- en uzak zamanda, sızılarının köşe
başlarında kılınan cenaze namazını takiben kaldırılacak,
gözünden (belki gönlünden) uzak bir yerde unutuluş toprağına
gömülecektir.



Seyfullah Putkıran
Fani Dostunuz
ALLAH RAZI OLSUN BİZDE BİŞEYLER UYANDIRDIGIN İÇİN ALLAH YAR VE YARDIMCINIZ OLSUN
 
Selamünaleyküm
Allah (c.c.) hayırlı uzun ömürler versin size ve bütün müslümanlara. Ahiret yurdu daha hayırlıdır lakin ölünce ameller kesilmese... Selam
 
Selamünaleyküm
Allah (c.c.) hayırlı uzun ömürler versin size ve bütün müslümanlara. Ahiret yurdu daha hayırlıdır lakin ölünce ameller kesilmese... Selam

aleyküm selam
Allah C.C. razı olsun...

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu hususta şöyle buyurmuşlardır. “İnsanoğlu öldüğü zaman amel defteri kapanır. Üç şey onun amel defterinin açık kalmasını sağlar:
1- Sadaka-i Cariye, (hayrı devam eden iyilikler)
2- Yararlanılan ilim.
3- Kendisine dua eden hayırlı evlat
 
cenazeme gelirmisin*

cenazeme gelirmisin*

CENAZEME GELİRMİSİN?



Biliyorum, hiç beklemiyordun bu daveti. Ansızın geliverdi değil mi? Ansızın vurdu şakağına; saçaktan düşen buzdan kılıçlar gibi. Şaşırdın. Huzurunun göbeğine irice bir taş savruldu; halka halka titremede gönlünün düştüğü göl şimdi. Neşesi kaçtı vaktin; sevinçlerini pervane ettiğin mumlar titredi, bitti. Akrep ve yelkovanın ayakları dolandı; beklediğin 'az sonra'lar havada asılı kaldı. Hüznün ölü kelebekleri kıpırdadı, sızılandı. Aşinâlığın tadı bozuldu; acının ketum, kekre sütunları devrildi göğsüne. Başını yasladığın uzun saatler, uzanıp uyuduğun bitmez günler vaadlerini yerine getiremeyeceklerini söylediler; yüzleri yerde, mahçup. Oyala(n)dığın ağaç gölgeleri çekildi üzerinden. Avunduğun/avuttuğun haz perdeleri parelendi. Gözlerini ıslatamadan giden yağmurlar elindeki şemsiyeyi uçurdu. Konforunu bozmamak için parmak uçlarına basa basa odana gören, kalbini kanatmadan usulca gidiveren uzak acılar yakana dolandı şimdi.

'Daha dün konuşmuştuk ama...' diyorsun. 'Ama nasıl olur!'lar çekip çekiştiriyor iki yakanı. 'Hiç beklenmedik bir ölüm!' 'Vakitsiz' 'Erken!' 'Sürpriz!'


İşine ara vereceksin bugün... Kocaman bir pürüz olup çıkıverdim karşına. Hızını kestim hayatının. Üzerine saldım kaygılarını. Köşe bucak kaçtığın korkulara sobelettim seni. Ölümle arana koyduğun duvarı yıktım. 'Ölüm bize de yaklaşırmış/yakışırmış' dedin. 'Ölmesi kanıksanmış, ölünesi bir yaştayız artık.' 'Rahmetli...' sıfatını ismimin üzerine yumuşak bir şal gibi atıvereceksin.
İki yakasında da eksiğim İstanbul'un. Vapurların hiçbiri beklemiyor beni iskelede. Ben öldüm diye şeritleri eksilmedi otoyolların.
Şimdiye kadar hep başkalarıydı ölen. Hayret! Ben öldüm bu defa...
Şimdilerimin hiçbirine dokundurmadığım, yarından sonrasına bile yaklaştırmadığım ölüm şimdi/m oluverdi. Oysa, oysa...Gitsen de bir gitmesen de bir; bir cenaze olurdu camilerden birinin avlusunda. Belki bir kalabalık çıkagelirdi önüne... Bir sokağın başında. Yol kenarında, gözünü sakındığın mezarlığın giriş kapısında. 'Nasılsa, ölen biri çıkar bu şehirde her gün!' diye kanıksadığın. Adını bile sormaya zahmet etmediğin. Eksilenin kim olduğuna aldırış etmediğin. Gitti diye üzülmediğin birinin cenazesi işte. Aynı manzara, aynı tabut, aynı üzgün yüzler. Aynı güneş gözlükleri. Ağladığı mı, yoksa ağlayamadığı mı anlaşılmasın diye saklanan gözler. Sanki hayatın ortasında duran ölümü inkâr etmek için göz göze gelmemeler. Sıradan bir cenaze yani.

Seni bilmem ama ben bu cenazeye mutlaka gitmeliyim. Ayıp olur, çok ayıp... Davetlilerin yüzüne bakamam sonra. Dediği gibi şairin, bir musallâlık saltanatım bu benim. Başroldeyim.

Toprağa konulacak adam rolü benim. Ardından ağlanılacak adamı ben oynayacağım. Hiç itirazsız karanlığa uzanmak bana düştü bu defa. Üzerine toprak atılan adamı... Unutulmuşluklar altında yüzü erimeye bırakılan adamı... Hüzünlerin münasebetsiz müsebbibi olacak adamı... Ayakkabısı kendisini beklerken bağları çözülecek adamı.... Elbiseleri evden çıkarılacak adamı... Ben oynayacağım.
Yatağı soğuk kalacak adamı... Akşam eve dönmeyecek adamı... Kapıyı çalması beklenmeyecek adamı... Sofrada yeri olmayacak adamı... Adı telefon rehberinden silinecek adamı... Şehrin dudaklarından yarım ağız çıkmış bir hece gibi önemsizleşecek adamı.... Ben oynayacağım. Sevinçlerin ortasına en fazla bir hıçkırık gibi sokulsa bile hatıraların eşiğinden yüz geri edilecek adamı... Resmine bakıp bakıp da ağlanacak (yoksa ağlanılmayacak mı?) adamı... . 'Adı neydi.... Hani....!' diye yokluğu kanıksanacak adamı.... Soluk bir resimde mahzun bir tebessümün ardında aşklarını saklayan, susturan adamı... Ben oynuyorum bugün... Sahnedeyim.
Beklerim.
En öndeki olmalısın ayakta duranların. En dik duranı.
İşte davetiyen:
Canını çok seven, her günün sabahında burada sonsuzca yaşayacağına yeniden kanan, her lezzetin tükenişinde ölümün yanına uğradığını unutan, her hazzın zirvesinde yakasındaki ölümlü etiketini isteyerek düşüren, her yaz sıcağında içi dünyaya iyiden iyiye ısınan, doğduğu yılın rakamının büyüklüğünün kendisini kabirden uzak tuttuğunu sanarak avunan, kalbinin her atışında ölümlerden döndüğünün farkında olmayan, damarlarının bir köşesinde ansızın geliverecek pıhtılardan yapılmış veda haberleri saklayan, ayrılıkların çatlaklarından giren hüzünleri ölümün nefesi gibi yudumlayan, sevenlerinin gözlerinin ışığına sığınarak ısınan, unutulmayı, yok sayılmayı en ürkütücü uçurum bilen, güzelliğini aynaların kırıklarında arayan, toprağa girmeye üşenen, uzun süredir aramızda yaşayan dostumuz, arkadaşımız, sırdaşımız, kardeşimiz, babamız, evladımız, şimdilik unutmayacağımızı umduğumuz, bir süre unutmaktan utanacağımız, sonra unutacağımız, en sonunda unuttuğumuzu da unutacağımız
senai demirci
doğduğu gün yakalandığı fanilik hastalığından, uzun süredir yatalak olmasına yol açan 'her nefis ölümü tadacaktır!' yarasından, ömür boyu sancısını çektiği amansız yaşama rahatsızlığından kurtulup aramızdan ayrıl[maya ayarlan]mıştır.
Cenazesi -umulur ki- en uzak zamanda, sızılarının köşe başlarında kılınan cenaze namazını takiben kaldırılacak, gözünden (belki gönlünden) uzak bir yerde unutuluş toprağına gömülecektir.
 
Geri
Üst