[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Cuma, esasen cemiyet ve cemaat gibi toplanma ve dernek mânâsıyla ilgili olan ve bizim de aynı isimle bildiğimiz belli günün ismidir ki O, müslümanların haftalık bayramıdır. Keşşaf Tefsirinde Peygamber (s.a.v)'den şöyle bir rivayet nakledilmiştir: "Bana Cibril geldi, avucunda beyaz bir ayna vardı. Dedi ki: "Bu Cuma'dır. Rabbin bunu sana arz ediyor ki senin ve senden sonra ümmetin için bir bayram olsun. O, bizim yanımızda "yani meleklere göre" günlerin efendisidir. Biz ona ahirete kadar "yevmü'l-mezîd" (bereketli gün) deriz." Yine Hz. Peygamber (s.a.v) 'den şöyle dediği rivayet edilir: "Allah Teâlâ, her Cuma günü altı yüz bin kişiyi ateşten uzaklaştırır." Ka'b da şunu nakleder: "Allah Teâlâ beldelerden Mekke'yi, aylardan Ramazan'ı, günlerden de Cuma'yı faziletli kılmıştır." Ve Resulullah buyurmuştur ki: "Cuma günü vefat eden kimseye Allah Teâlâ şehid mükafatı yazar ve onu kabir fitnesinden korur." İmam Ahmed b. Hanbel, İbnü Mâce ve daha bir âlimin Ebu Lübabe b. Abdi'l-Münzir'den Hz. Peygamber (s.a.v)'e varan bir senedle rivayet ettikleri bir hadisde: "Cuma günü, günlerin efendisidir ve Allah Teâlâ'nın yanında Ramazan ve Kurban bayramlarından daha büyüktür." İbnü Hibban'ın rivayet ettiği sahih bir hadiste de: "Cuma gününden efdal olan bir gün üzerine güneş ne doğar ne de batar." diye zikredilmiştir. Cuma gecesinin fazileti hakkında bazı hadis ve haberlerden de anlaşıldığına göre haftanın günleri, âlemin ilk yaratılış devirlerinin bir misali gibi düşünülmüştür.
Buyurulduğu vechile birçok âyette göklerin ve yerin altı günde yaratılıp sonra Arş üzerinde istivâ edildiği zikredilmişti: A'râf, 7/54; Hud, 11/7; Fussilet, 41/11,12 âyetlerinde izah edildiği üzere henüz günlerin mevcut olmadığı zamanlara aid olan bu altı günün bilinen günler olmayıp ahiret günleri gibi binlerce seneler olması düşünülen vakit veya devirleri ifade ettiği de söylenmişti. Bunlardan birincisi, maddenin başlangıçta buğu ve duman halinde yaratılması devri; ikincisi, cisimlerin teşekkülü devri; üçüncüsü, yerin gökten ayrılması devri; dördüncüsü, yer kabuğunun oluşum devri; beşincisi, dağlar ve nehirlerin meydana gelmesi devri; altıncısı, hayatın başlangıcı ile nebat, hayvan ve insanların yaratılışına kadar geçen tekamül devridir. Bu altı devir, birer gün gibi düşünülünce, altıncı devir, yaratılışın en toplu, en cemiyyetli günü, yani Cuma'sı demek olur. Çünkü âlem, bugünde hayatın sırrına kavuşmuş ve insanın yaratılışı ile tekamül ederek son mertebesini bulmuştur. Bundan sonra da Arş üzerinde istivâ görünümü meydana çıkıp düzenleme ve hükümleri icra etmek suretiyle âlem, hikmet nizamı dairesinde faaliyet devrine girmiştir. (Bu konuda bilgi için Hud, 11/7; Kaf, 49/16. âyetlerine bakınız) Haftanın günlerinin Ehad, İsneyn, Selase, Erbea, Hamse, Cuma ve Sebt isimleriyle anılması da, her birinin bu devirlerden birinin görüntüsü ve misali ile ilgili olduğunu göstermektedir. Bundan dolayıdır ki, Cuma günü, hayatın başlangıç devri, zevalden sonra Cuma vaktinin girmesi de insanlık hayatının ortaya çıkış zamanı gibi, haftanın en feyizli ve en mübarek günü olma şerefini elde etmiş olarak müslümanları Rahmân'ın Arş'ı altında ilâhî fazl ve rahmetten naim cennetinin mutluluğuna erdirmek üzere toplantıya davet eden bir görüşme günü, bir bayram demektir. Müslim'de, "Âdem (a.s) Cuma günü yaratıldı ve o gün cennete konuldu." diye rivayet edilen bir hadisde de bu mânâya işaret vardır. Sa'd b. Mensûr ve İbnü Merdûye Ebu Hureyre'den yaptıkları bir rivayette şöyle derler: "Ebu Hureyre demiştir: "Ey Allah'ın Nebisi bu güne neden Cuma ismi verildi? dedim. Buyurdu ki: "Çünkü babanız Âdem'in mayası, onda toplandı." Buhârî ve diğer kaynaklarda nakledilen sahih bir hadiste de Resulullah Cuma gününü zikredip, "Onda öyle bir saat vardır ki, müslüman bir kul, kalkar namaz kılar ve Allah'tan bir şey dilerken o vakte rastgelirse, herhalde Allah o kimseye dilediği şeyi verir." buyurmuş ve eliyle işaret ederek o saatin azlığını da anlatmıştır." Bu saate, "saat-ı icâbet" (duaların kabul edildiği saat) denir. Bu saatın hangi zamana denk geleceği hakkında da çeşitli rivâyetler vardır.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
1- Ebu Bürde (r.a)'den: İmamın namaza duracağı andan bitireceği ana kadar.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
2. Hasan'dan: Güneşin zevali sırasında. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
3- Şa'bî'den: Alış verişin haram olduğu zamanla helal olduğu zaman arası. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
4- Hz. Aişe'den: Münâdinin (çağırıcının) namaza çağırdığı zaman, [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
5- İbnü Ebi Şeybe'nin Kesir b. Abdullah el-Müzeni'den merfu olarak naklettiği bir hadise göre de: (Namaz için okunan) kâmetten namazdan çıkılıncaya kadar, [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
6- Ebu Ümame (r.a)'den: Ümid ederim ki, Cuma'daki saat, şu zamanların birisindedir: Müezzinin ezan okuduğu, yahut imamın minbere oturduğu, ya da namaz için kamet getirildiği vakit, [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
7- Tâvus ve Mücahid'den: İkindiden sonra. Daha başka rivâyetler de vardır. Ancak şunu belirtmek gerekir ki, Allah Teâlâ, onu da, en yüce ismini ve Kadir gecesini gizlediği gibi gizlemiştir. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
Buhârî'de Enes b. Malik (r.a)'ten rivayet edildiği üzere, "Peygamber (s.a.v) zamanında bir sene kuraklık olmuştu. Bir Cuma günü Hz. Peygamber hutbe okurken bir a'rabi kalktı: "Ya Resulallah, mal helak oldu, çoluk çocuk aç kaldı. Allah'a bizim için dua ediver." dedi. Bunun üzerine Resulullah iki elini kaldırdı, o esnada gökte bir bulut parçası görünmüyordu. Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Peygamber elini indirinceye kadar dağlar gibi bulutlar fırlamaya başladı. Sonra da minberden inmedi. İnerken baktım ki mübarek sakalından yağmur damlıyordu. O gün yağdı, ertesi gün de yağdı, daha ertesi gün de yağdı, ta öbür Cuma'ya kadar. Yine aynı a'rabi (veya başka birisi) kalktı. "Ya Resulallah! Binalar yıkıldı, mal sular altında kaldı. Allah'a bizim için dua ediver." dedi. Hz. Peygamber yine iki elini kaldırdı "Allah'ım üzerimize değil, etrafımıza." dedi. Ve eliyle işaret buyurdu. Ne tarafa işaret ettiyse bulut açılıverdi. Medine bir göl gibi olmuştu. Vadi bir ay ark halinde aktı. Etraftan kim geldiyse kuvvetli yağmur yağdığını söylüyordu." [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
Yine Buhârî'de Cuma'nın faziletiyle ilgili şöyle bir hadis vardır: "Her kim Cuma günü cünüblükten guslederek yıkanır gelirse bir deve kurban etmiş gibi, ikinci saatte gelen bir sığır kurban etmiş gibi, üçüncü saatte gelen boynuzlu bir koç kurban etmiş gibi, dördüncü saatte gelen bir tavuk kurban etmiş gibi, beşinci saatte gelen bir yumurta kurban etmiş gibi olur. İmam (hutbeye) çıkınca melekler hazır olur, zikri (hutbeyi) dinlerler."[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
Diğer bir rivâyette de şöyle denilmektedir: Cuma günü melekler Mescidin kapısı önünde durur, gelenleri sırasıyla yazarlar. Erken gelenler kurbanlık bir deve hediye etmiş gibi, sonraki bir sığır hediye etmiş gibi, sonraki bir koç, sonraki bir tavuk, sonraki de bir yumurta hediye etmiş gibi (sevab alır.) İmam (hutbeye) çıkınca, melekler sahifelerini dürüp zikri (hutbeyi) dinlerler." [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Zemahşeri der ki: "Selef (sahabe ve tâbiîn) zamanında yollar, seher vakti ve fecirden sonra erkenden Cuma'ya gidenlerle dolardı. Ellerinde kandillerle giderlerdi. Ve denilmiştir ki İslâm'da ilk bid'at Cumaya erken gitmeyi terk etmek olmuştur." İbnü Mes'ud (r.a)'dan rivayet edilir ki: "Mescide erkenden giden üç kişinin kendisini geçmiş olduklarını görünce nefsini kınar, "Ben seni dördün dördüncüsü olarak görüyorum, dördün dördüncüsü ise ahirette mutluluğa ermiş değildir." derdi. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
Cuma gününe önceleri Araplar "yevm-i arube" derlerdi. Ve Kamus'da zikredildiği üzere günleri şöyle sayarlardı. Bunlar şu dörtlük de cem edilmiştir: [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Yaşamayı arzuluyorum. Benim günüm, ya pazar, ya pazartesi, ya salı ya da onu takib eden çarşambadır. Eğer o günleri geçirirsem, onların ardından perşembe, cuma yahut cumartesi gelir. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
İbnü'l-Esir "en-Nihaye"de der ki: "Arube, Cuma gününün eski ismidir. Sanırım bu isim Arapça değildir. "Yevm-i arube" veya "yevmi'l-arube" de denilir. Elif lâmsız olanı, daha fasihtir. Alûsî de şunları nakleder: "Arube'nin Arapça olmadığına dair İbnü'l- Esîr'in zannını, Cemalü'd-din Abdullah b. Ahmed eş-Şîşî, kullanılan lafızlar hakkında kaleme alınan "Kitâbu't-tezyil ve't - tekmil" adlı eserin muhtasarında ele alarak: "Arube, ister nekre (elif lâmsız), ister ma'rife (eliflâmlı) olsun Cuma günü mânâsınadır. Bu kelime, Arapçalaştırılmış Süryânice bir isimdir." demekte, sonra da Süheyli'nin: "Bazı âlimlerden bize ulaştığına göre Arube'nin mânâsı rahmettir." dediğini nakletmektedir." Buna göre günlerin bu eski isimlerinin Araplar'a, Süryâniler'den geçtiği anlaşılır. Çünkü Süryâniler Sabii idiler. Salıya çarşambaya denilmiş olması da, bu iki günün Sabiilerde ve cahiliyye çağı Araplarında uğursuz sayılmalarındandı. Çünkü yıldızlara tapan sabiîler bu günleri Mirrih ve Zühâl'e nisbet ederler, müneccimler de bunları uğursuz sayarlardı. Hala bazılarında görülen salı ve çarşambayı uğursuz sayma inancı, o cahiliyye itikadının bir kalıntısıdır. Araplar'da günlerin bu eski isimlerinin ne zaman değiştirildiği ve Arube yerine Cuma adını kimin verdiği hakkındaki rivâyetler de çeşitlidir. Bazıları bu ismin Peygamber'in dedelerinden Ka'b b. Lûeyy tarafından verildiğini söylemişler, bazıları da bu ismi koyanın Medineliler olduğunu rivayet etmişlerdir. Şöyle ki: [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
İlk Cuma[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnü Münzir, İbnü Sirin'den şu rivâyeti nakletmişlerdir: "Hz. Peygamber Medine'ye gelmeden ve Cuma âyeti nazil olmadan Medine'deki müslümanlar Cuma namazı kılmışlardı. Ensâr, "Yahudilerin bir günü var, her yedi günde bir onda toplanıyorlar. Hıristiyanların da öyle bir toplantı günleri var, gelin biz de bir toplantı günü yapıp Allah Teâlâ'yı zikredelim ve O'na şükürde bulunalım." demişler ve bunun üzerine cumartesi günü yahudilerin, pazar günü, hıristiyanların o halde biz de bunu arube günü yapalım diye teklif etmişlerdi ki onlar, Cuma gününe arube diyorlardı. Böylece Es'ad b. Zürare'nin yanına toplandılar. Es'ad onlarla iki rekat namaz kıldı ve va'z etti. İşte bu toplantıya Cuma adını verdiler. Es'ad da onlara bir koyun kesti. Bunu, kuşluk ve akşam vakti yediler. Bu, onların hepsi içindi. Sonra da Allah Teâlâ konuyla ilgili olarak âyetini indirdi."[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
Aynı şekilde Ebu Davud, İbnü Mâce, İbnü Hibban ve Beyhakî, Abdurrahman b. Ka'b'dan şöyle rivayet etmişlerdir: "Abdurrahman'ın babası Ka'b b. Mâlik (r.a) Cuma günü çağrıyı işittiği zaman Es'ad b. Zürare'ye rahmet okurdu. Bundan dolayı Abdurrahman demiş ki: "Babacığım ezanı işittiğin zaman Es'ad b. Zürare için niye istiğfar edersin, sebebi nedir?" diye sordum. Bana, "Çünkü Beni Beyaza mevkiinde Nakıu'l-Hadamat (denilen yerde) bize ilk Cuma kıldıran odur." dedi. "O gün kaç kişiydiniz?" dedim "Kırk erkek idik." dedi." Fethu'l-Kadir'de İbnü Hümâm'ın dediği ve İbnü Sirin'in rivayetinden de anlaşıldığı gibi bu namaz, âyet indirilmeden ve Cuma farz olmadan önce kılınmış demektir. Fakat Alûsî'nin kaydettiğine göre İbnü Hacer, "Tuhfetu'l-Muhtac"da demiştir ki: "Cuma namazı Mekke'de farz kılındı. Fakat bu ibadet orada yerine getirilmedi. Çünkü henüz yeterli sayı yoktu. Yahut bu namazın özelliği, ortaya çıkmak olduğu halde Resulullah orada gizleniyordu. Medine'de onu ilk defa kılan da Medine'den bir mil uzakta bulunan Es'ad b. Zürare'dir." Ancak Resulullah hakkında Cuma'nın şartları tamamlanmadan farz kılınmış olması da garip görünmektedir. Gerçi abdest gibi önceden farz kılınıp âyetin sonra nazil olması da düşünülürse de, ya sayının yeterli olmamasından yahut da Peygamber'in gizlenmesinden dolayı şartlarının tahakkuk etmediği bir zaman farz kılınması ictihaden uzak görünür. Bu yalnızca Cuma'ya izin mahiyyetinde düşünülebilir. Nitekim Darekutni'nin İbnü Abbas'tan yaptığı şu nakil de bunu göstermektedir. İbnü Abbas demiştir ki: "Resullullah hicret etmeden önce Cuma'ya izin verilmişti. Fakat Mekke'de onun Cuma kıldırmaya gücü yoktu. Bu yüzden Mus'ab b. Umeyr'e şunları yazdı: "İmdi yahudilerin açıkça Zebur okudukları güne bakın, siz de kadınlarınızı ve oğullarınızı toplayın da, Cuma günü zeval vakti gün yarıyı aştığında Allah'a iki rekat namazla yaklaşın." Bu suretle Mus'ab. Hz. Peygamber Medine'ye gelinceye kadar Cuma kıldıranların ilki olmuş, zevalin sonunda öğle vakti Cuma'yı kıldırmış ve bunu ortaya çıkarmıştı. Görülüyor ki, İbnü Abbas'tan gelen bu rivâyette farz kılındığı değil, Cuma'ya izin verildiği ifade edilmiştir. Ancak yine bir rivâyette Cuma'yı ilk kıldıranın Es'ad b. Zürare değil, Mus'ab'ın olduğu zikredilmiştir. Taberânî'nin Ebu Mes'ud el-Ensari'den yaptığı rivayet de böyledir. Ebu Mes'ud demiştir ki: "Muhacirlerden Medine'ye ilk gelen Mus'ab b. Umeyr'dir. Orada Cuma namazını ilk kıldıran da odur. Bu namazı o, Resulullah (s.a.v) Medine'yi teşrif etmeden önce kıldırmıştı. Sayıları on iki idi." Suyuti'nin belirttiğine göre Buhârî de bu rivâyeti nakletmiştir. Ve o Cuma namazı Peygamber (s.a.v) 'in emriyle olmuştur." Es'ad b. Zürâre'nin ilk olarak kıldırdığına dair olan haberler daha kuvvetli gibi görünmekle beraber, bu rivâyetlerin ikisini de nazar-ı itibare alarak birleştirme cihetine gidilmelidir. Öyle anlaşılıyor ki, Es'ad henüz Peygamber'den emir gelmeksizin Mus'ab ise Peygamber'in görevlendirdiği bir kişi olarak kıldırmış olduğundan her birini ayrı ayrı makamda ele almak gerekmektedir. Muhtemelen Mus'ab Medine'nin içinde, Es'ad da Medine yakınında bir köyde kıldırmış olması itibariyle ilktir. Diğer bir ihtimal de her ikisi de birlikte çalışmışlar, Es'ad cemaatı toplayıp temin etmiş, Mus'ab da Peygamber'in emriyle haberi getirip teşvik ederek imam olmuştur. Nitekim Hafız İbnü Hacer, "Es'ad emîr, Mus'ab imam idi." diye bir ihtimali belirtmiştir. Mamafih birinde cemaatın on iki, diğerinde kırk olduğunun ifade edilmesi, de namazı ilk kıldıranın Mus'ab olduğuna işaret etmekten uzak değildir. Demek ki Mus'ab'ın cemaatı on iki kişi iken, Es'ad'ın gayretiyle bu sayı, kırka ulaşabilmiştir. [/FONT]
Buyurulduğu vechile birçok âyette göklerin ve yerin altı günde yaratılıp sonra Arş üzerinde istivâ edildiği zikredilmişti: A'râf, 7/54; Hud, 11/7; Fussilet, 41/11,12 âyetlerinde izah edildiği üzere henüz günlerin mevcut olmadığı zamanlara aid olan bu altı günün bilinen günler olmayıp ahiret günleri gibi binlerce seneler olması düşünülen vakit veya devirleri ifade ettiği de söylenmişti. Bunlardan birincisi, maddenin başlangıçta buğu ve duman halinde yaratılması devri; ikincisi, cisimlerin teşekkülü devri; üçüncüsü, yerin gökten ayrılması devri; dördüncüsü, yer kabuğunun oluşum devri; beşincisi, dağlar ve nehirlerin meydana gelmesi devri; altıncısı, hayatın başlangıcı ile nebat, hayvan ve insanların yaratılışına kadar geçen tekamül devridir. Bu altı devir, birer gün gibi düşünülünce, altıncı devir, yaratılışın en toplu, en cemiyyetli günü, yani Cuma'sı demek olur. Çünkü âlem, bugünde hayatın sırrına kavuşmuş ve insanın yaratılışı ile tekamül ederek son mertebesini bulmuştur. Bundan sonra da Arş üzerinde istivâ görünümü meydana çıkıp düzenleme ve hükümleri icra etmek suretiyle âlem, hikmet nizamı dairesinde faaliyet devrine girmiştir. (Bu konuda bilgi için Hud, 11/7; Kaf, 49/16. âyetlerine bakınız) Haftanın günlerinin Ehad, İsneyn, Selase, Erbea, Hamse, Cuma ve Sebt isimleriyle anılması da, her birinin bu devirlerden birinin görüntüsü ve misali ile ilgili olduğunu göstermektedir. Bundan dolayıdır ki, Cuma günü, hayatın başlangıç devri, zevalden sonra Cuma vaktinin girmesi de insanlık hayatının ortaya çıkış zamanı gibi, haftanın en feyizli ve en mübarek günü olma şerefini elde etmiş olarak müslümanları Rahmân'ın Arş'ı altında ilâhî fazl ve rahmetten naim cennetinin mutluluğuna erdirmek üzere toplantıya davet eden bir görüşme günü, bir bayram demektir. Müslim'de, "Âdem (a.s) Cuma günü yaratıldı ve o gün cennete konuldu." diye rivayet edilen bir hadisde de bu mânâya işaret vardır. Sa'd b. Mensûr ve İbnü Merdûye Ebu Hureyre'den yaptıkları bir rivayette şöyle derler: "Ebu Hureyre demiştir: "Ey Allah'ın Nebisi bu güne neden Cuma ismi verildi? dedim. Buyurdu ki: "Çünkü babanız Âdem'in mayası, onda toplandı." Buhârî ve diğer kaynaklarda nakledilen sahih bir hadiste de Resulullah Cuma gününü zikredip, "Onda öyle bir saat vardır ki, müslüman bir kul, kalkar namaz kılar ve Allah'tan bir şey dilerken o vakte rastgelirse, herhalde Allah o kimseye dilediği şeyi verir." buyurmuş ve eliyle işaret ederek o saatin azlığını da anlatmıştır." Bu saate, "saat-ı icâbet" (duaların kabul edildiği saat) denir. Bu saatın hangi zamana denk geleceği hakkında da çeşitli rivâyetler vardır.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
1- Ebu Bürde (r.a)'den: İmamın namaza duracağı andan bitireceği ana kadar.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
2. Hasan'dan: Güneşin zevali sırasında. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
3- Şa'bî'den: Alış verişin haram olduğu zamanla helal olduğu zaman arası. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
4- Hz. Aişe'den: Münâdinin (çağırıcının) namaza çağırdığı zaman, [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
5- İbnü Ebi Şeybe'nin Kesir b. Abdullah el-Müzeni'den merfu olarak naklettiği bir hadise göre de: (Namaz için okunan) kâmetten namazdan çıkılıncaya kadar, [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
6- Ebu Ümame (r.a)'den: Ümid ederim ki, Cuma'daki saat, şu zamanların birisindedir: Müezzinin ezan okuduğu, yahut imamın minbere oturduğu, ya da namaz için kamet getirildiği vakit, [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
7- Tâvus ve Mücahid'den: İkindiden sonra. Daha başka rivâyetler de vardır. Ancak şunu belirtmek gerekir ki, Allah Teâlâ, onu da, en yüce ismini ve Kadir gecesini gizlediği gibi gizlemiştir. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
Buhârî'de Enes b. Malik (r.a)'ten rivayet edildiği üzere, "Peygamber (s.a.v) zamanında bir sene kuraklık olmuştu. Bir Cuma günü Hz. Peygamber hutbe okurken bir a'rabi kalktı: "Ya Resulallah, mal helak oldu, çoluk çocuk aç kaldı. Allah'a bizim için dua ediver." dedi. Bunun üzerine Resulullah iki elini kaldırdı, o esnada gökte bir bulut parçası görünmüyordu. Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Peygamber elini indirinceye kadar dağlar gibi bulutlar fırlamaya başladı. Sonra da minberden inmedi. İnerken baktım ki mübarek sakalından yağmur damlıyordu. O gün yağdı, ertesi gün de yağdı, daha ertesi gün de yağdı, ta öbür Cuma'ya kadar. Yine aynı a'rabi (veya başka birisi) kalktı. "Ya Resulallah! Binalar yıkıldı, mal sular altında kaldı. Allah'a bizim için dua ediver." dedi. Hz. Peygamber yine iki elini kaldırdı "Allah'ım üzerimize değil, etrafımıza." dedi. Ve eliyle işaret buyurdu. Ne tarafa işaret ettiyse bulut açılıverdi. Medine bir göl gibi olmuştu. Vadi bir ay ark halinde aktı. Etraftan kim geldiyse kuvvetli yağmur yağdığını söylüyordu." [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
Yine Buhârî'de Cuma'nın faziletiyle ilgili şöyle bir hadis vardır: "Her kim Cuma günü cünüblükten guslederek yıkanır gelirse bir deve kurban etmiş gibi, ikinci saatte gelen bir sığır kurban etmiş gibi, üçüncü saatte gelen boynuzlu bir koç kurban etmiş gibi, dördüncü saatte gelen bir tavuk kurban etmiş gibi, beşinci saatte gelen bir yumurta kurban etmiş gibi olur. İmam (hutbeye) çıkınca melekler hazır olur, zikri (hutbeyi) dinlerler."[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
Diğer bir rivâyette de şöyle denilmektedir: Cuma günü melekler Mescidin kapısı önünde durur, gelenleri sırasıyla yazarlar. Erken gelenler kurbanlık bir deve hediye etmiş gibi, sonraki bir sığır hediye etmiş gibi, sonraki bir koç, sonraki bir tavuk, sonraki de bir yumurta hediye etmiş gibi (sevab alır.) İmam (hutbeye) çıkınca, melekler sahifelerini dürüp zikri (hutbeyi) dinlerler." [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Zemahşeri der ki: "Selef (sahabe ve tâbiîn) zamanında yollar, seher vakti ve fecirden sonra erkenden Cuma'ya gidenlerle dolardı. Ellerinde kandillerle giderlerdi. Ve denilmiştir ki İslâm'da ilk bid'at Cumaya erken gitmeyi terk etmek olmuştur." İbnü Mes'ud (r.a)'dan rivayet edilir ki: "Mescide erkenden giden üç kişinin kendisini geçmiş olduklarını görünce nefsini kınar, "Ben seni dördün dördüncüsü olarak görüyorum, dördün dördüncüsü ise ahirette mutluluğa ermiş değildir." derdi. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
Cuma gününe önceleri Araplar "yevm-i arube" derlerdi. Ve Kamus'da zikredildiği üzere günleri şöyle sayarlardı. Bunlar şu dörtlük de cem edilmiştir: [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Yaşamayı arzuluyorum. Benim günüm, ya pazar, ya pazartesi, ya salı ya da onu takib eden çarşambadır. Eğer o günleri geçirirsem, onların ardından perşembe, cuma yahut cumartesi gelir. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
İbnü'l-Esir "en-Nihaye"de der ki: "Arube, Cuma gününün eski ismidir. Sanırım bu isim Arapça değildir. "Yevm-i arube" veya "yevmi'l-arube" de denilir. Elif lâmsız olanı, daha fasihtir. Alûsî de şunları nakleder: "Arube'nin Arapça olmadığına dair İbnü'l- Esîr'in zannını, Cemalü'd-din Abdullah b. Ahmed eş-Şîşî, kullanılan lafızlar hakkında kaleme alınan "Kitâbu't-tezyil ve't - tekmil" adlı eserin muhtasarında ele alarak: "Arube, ister nekre (elif lâmsız), ister ma'rife (eliflâmlı) olsun Cuma günü mânâsınadır. Bu kelime, Arapçalaştırılmış Süryânice bir isimdir." demekte, sonra da Süheyli'nin: "Bazı âlimlerden bize ulaştığına göre Arube'nin mânâsı rahmettir." dediğini nakletmektedir." Buna göre günlerin bu eski isimlerinin Araplar'a, Süryâniler'den geçtiği anlaşılır. Çünkü Süryâniler Sabii idiler. Salıya çarşambaya denilmiş olması da, bu iki günün Sabiilerde ve cahiliyye çağı Araplarında uğursuz sayılmalarındandı. Çünkü yıldızlara tapan sabiîler bu günleri Mirrih ve Zühâl'e nisbet ederler, müneccimler de bunları uğursuz sayarlardı. Hala bazılarında görülen salı ve çarşambayı uğursuz sayma inancı, o cahiliyye itikadının bir kalıntısıdır. Araplar'da günlerin bu eski isimlerinin ne zaman değiştirildiği ve Arube yerine Cuma adını kimin verdiği hakkındaki rivâyetler de çeşitlidir. Bazıları bu ismin Peygamber'in dedelerinden Ka'b b. Lûeyy tarafından verildiğini söylemişler, bazıları da bu ismi koyanın Medineliler olduğunu rivayet etmişlerdir. Şöyle ki: [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
İlk Cuma[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnü Münzir, İbnü Sirin'den şu rivâyeti nakletmişlerdir: "Hz. Peygamber Medine'ye gelmeden ve Cuma âyeti nazil olmadan Medine'deki müslümanlar Cuma namazı kılmışlardı. Ensâr, "Yahudilerin bir günü var, her yedi günde bir onda toplanıyorlar. Hıristiyanların da öyle bir toplantı günleri var, gelin biz de bir toplantı günü yapıp Allah Teâlâ'yı zikredelim ve O'na şükürde bulunalım." demişler ve bunun üzerine cumartesi günü yahudilerin, pazar günü, hıristiyanların o halde biz de bunu arube günü yapalım diye teklif etmişlerdi ki onlar, Cuma gününe arube diyorlardı. Böylece Es'ad b. Zürare'nin yanına toplandılar. Es'ad onlarla iki rekat namaz kıldı ve va'z etti. İşte bu toplantıya Cuma adını verdiler. Es'ad da onlara bir koyun kesti. Bunu, kuşluk ve akşam vakti yediler. Bu, onların hepsi içindi. Sonra da Allah Teâlâ konuyla ilgili olarak âyetini indirdi."[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
Aynı şekilde Ebu Davud, İbnü Mâce, İbnü Hibban ve Beyhakî, Abdurrahman b. Ka'b'dan şöyle rivayet etmişlerdir: "Abdurrahman'ın babası Ka'b b. Mâlik (r.a) Cuma günü çağrıyı işittiği zaman Es'ad b. Zürare'ye rahmet okurdu. Bundan dolayı Abdurrahman demiş ki: "Babacığım ezanı işittiğin zaman Es'ad b. Zürare için niye istiğfar edersin, sebebi nedir?" diye sordum. Bana, "Çünkü Beni Beyaza mevkiinde Nakıu'l-Hadamat (denilen yerde) bize ilk Cuma kıldıran odur." dedi. "O gün kaç kişiydiniz?" dedim "Kırk erkek idik." dedi." Fethu'l-Kadir'de İbnü Hümâm'ın dediği ve İbnü Sirin'in rivayetinden de anlaşıldığı gibi bu namaz, âyet indirilmeden ve Cuma farz olmadan önce kılınmış demektir. Fakat Alûsî'nin kaydettiğine göre İbnü Hacer, "Tuhfetu'l-Muhtac"da demiştir ki: "Cuma namazı Mekke'de farz kılındı. Fakat bu ibadet orada yerine getirilmedi. Çünkü henüz yeterli sayı yoktu. Yahut bu namazın özelliği, ortaya çıkmak olduğu halde Resulullah orada gizleniyordu. Medine'de onu ilk defa kılan da Medine'den bir mil uzakta bulunan Es'ad b. Zürare'dir." Ancak Resulullah hakkında Cuma'nın şartları tamamlanmadan farz kılınmış olması da garip görünmektedir. Gerçi abdest gibi önceden farz kılınıp âyetin sonra nazil olması da düşünülürse de, ya sayının yeterli olmamasından yahut da Peygamber'in gizlenmesinden dolayı şartlarının tahakkuk etmediği bir zaman farz kılınması ictihaden uzak görünür. Bu yalnızca Cuma'ya izin mahiyyetinde düşünülebilir. Nitekim Darekutni'nin İbnü Abbas'tan yaptığı şu nakil de bunu göstermektedir. İbnü Abbas demiştir ki: "Resullullah hicret etmeden önce Cuma'ya izin verilmişti. Fakat Mekke'de onun Cuma kıldırmaya gücü yoktu. Bu yüzden Mus'ab b. Umeyr'e şunları yazdı: "İmdi yahudilerin açıkça Zebur okudukları güne bakın, siz de kadınlarınızı ve oğullarınızı toplayın da, Cuma günü zeval vakti gün yarıyı aştığında Allah'a iki rekat namazla yaklaşın." Bu suretle Mus'ab. Hz. Peygamber Medine'ye gelinceye kadar Cuma kıldıranların ilki olmuş, zevalin sonunda öğle vakti Cuma'yı kıldırmış ve bunu ortaya çıkarmıştı. Görülüyor ki, İbnü Abbas'tan gelen bu rivâyette farz kılındığı değil, Cuma'ya izin verildiği ifade edilmiştir. Ancak yine bir rivâyette Cuma'yı ilk kıldıranın Es'ad b. Zürare değil, Mus'ab'ın olduğu zikredilmiştir. Taberânî'nin Ebu Mes'ud el-Ensari'den yaptığı rivayet de böyledir. Ebu Mes'ud demiştir ki: "Muhacirlerden Medine'ye ilk gelen Mus'ab b. Umeyr'dir. Orada Cuma namazını ilk kıldıran da odur. Bu namazı o, Resulullah (s.a.v) Medine'yi teşrif etmeden önce kıldırmıştı. Sayıları on iki idi." Suyuti'nin belirttiğine göre Buhârî de bu rivâyeti nakletmiştir. Ve o Cuma namazı Peygamber (s.a.v) 'in emriyle olmuştur." Es'ad b. Zürâre'nin ilk olarak kıldırdığına dair olan haberler daha kuvvetli gibi görünmekle beraber, bu rivâyetlerin ikisini de nazar-ı itibare alarak birleştirme cihetine gidilmelidir. Öyle anlaşılıyor ki, Es'ad henüz Peygamber'den emir gelmeksizin Mus'ab ise Peygamber'in görevlendirdiği bir kişi olarak kıldırmış olduğundan her birini ayrı ayrı makamda ele almak gerekmektedir. Muhtemelen Mus'ab Medine'nin içinde, Es'ad da Medine yakınında bir köyde kıldırmış olması itibariyle ilktir. Diğer bir ihtimal de her ikisi de birlikte çalışmışlar, Es'ad cemaatı toplayıp temin etmiş, Mus'ab da Peygamber'in emriyle haberi getirip teşvik ederek imam olmuştur. Nitekim Hafız İbnü Hacer, "Es'ad emîr, Mus'ab imam idi." diye bir ihtimali belirtmiştir. Mamafih birinde cemaatın on iki, diğerinde kırk olduğunun ifade edilmesi, de namazı ilk kıldıranın Mus'ab olduğuna işaret etmekten uzak değildir. Demek ki Mus'ab'ın cemaatı on iki kişi iken, Es'ad'ın gayretiyle bu sayı, kırka ulaşabilmiştir. [/FONT]