bir şey eksik ama ne...?

berfut

New member
Eskiden dünyada, görünüşte dağınık ama iç dünyaları derli toplu insanlar vardı. Oysa şimdikilerin dış görünüşleri derli toplu ama iç dünyaları dağınık.

İnsansız kaldığımızda ruhumuzun yırtılacağını biliyoruz. "Yalnız kalmak istiyorum" demek için bile bir insana ihtiyacımız var. Bu yüzden ortak mekanlar oluşturup yan yana geliyoruz. Şakalar yapıyor, sırlarımızı anlatıyoruz birbirimize. Ama birden bir kurt düşüyor içimize. "Bir şey eksik" diyoruz. "Bir şey eksik ama ne?..."

Hevesle dokunuyoruz raflardaki yeni çıkmış kitaplara. Kitaplar okuyoruz durmadan. Bizimle hiç tanışmayan, bizi hiç tanımayan bir yazarın yolculuğuna eşlik ediyoruz; içimizde kocaman bir düş coğrafyası açılıyor. Ancak son yaprağı da bitirip, kitabı kapatınca, yapayalnız kalıyoruz o coğrafyanın ortasında. Bütün cümlelerin tamam, bir tek cümlenin eksik olduğunu hissediyoruz. Düşünüyoruz, eksik olan ne?...

Ders çalışıyoruz geceler boyu. Dem tutması hiç eksilmiyor ocağın üstündeki çayın. Küllükler bir boşalıp bir doluyor. Okulu bitirirsek her şeyin yoluna gireceğine inanıyoruz. İnanıyoruz ki, şu koridorlardan, ay başında beklenen harçlıklardan, sıkıcı anfilerden kurtulduğumuzda her şey yoluna girecek. Okulun uzaması ödümüzü koparıyor neredeyse. Nihayet gülümseyerek bakıyoruz, duvarlara öylesine asılmış, buruşuk imtihan sonuçlarına. Yumruğumuzu sıkarak, "bitti" diyoruz, "işte bitti, şükürler olsun." Fakat birden kaçıyor hevesimiz. Bir şeyin hiç bitmediğini, hiç bitmeyeceğini anlıyoruz. Kafamızı kurcalıyor bu eksilik. Bitmeyenin ne olduğunu soruyoruz kendimize hücumla. Hevesimiz kursağımızda kalıyor. Bir eksikle ayrılıyoruz koridorlardan...

Cebimiz para görürse, hayatın yoluna gireceğini düşünüyoruz. Kapılar aşındırıyoruz bu yüzden. Dil döküyoruz boyunları yağdan kaybolmuş, gözleri karanlık bir kuyudan bakan patronlara. Bütün becerilerimizi sıralıyoruz, beceremediklerimizi bile. Nihayet gözüne giriyoruz, bize kuşkuyla bakan ketum cebin. Müjdelerle koşuyoruz ev halkına, arkadaşlara. Herkese söz verdiğimiz ilk maaşla, yine herkese az buçuk bir şeyler alıyoruz. Kuyruğu doğruluyor böylelikle işimizin. Ama bir sabah işe giderken, o malum kuşku oyuyor içimizi. Asıl eksik olanın işimiz olmadığını, başka bambaşka bir şeyin eksik olduğunu hatırlatıyor uyuklayan belleğimize. Yırtınmaya başlıyor belleğimiz: "Bir şey eksik, ama ne?..."

Aşık oluyoruz o kocaman eksiği telafi etmek için. Geceler boyunca yıldızları sayıyoruz, uykumuza veda ediyoruz aşk için. Bütün çıkarcılığımız bitiyor aşk kapıyı çalınca. Gözlerimiz cennetten koparılmış bir parça gibi bakıyor hayata. Dilenciye merhamet ediyoruz mesela, cebimizi sebil gibi açıyoruz herkese. Herkesten bize dua etmesini istiyoruz: aşk için. Öylesine kırılgan, öylesine çaresiz bekliyoruz ki sevdiğimizi, gecikmesi akla hayale gelmedik endişeler doluşturuyor içimize. Ve şu hain endişe: acaba aşk bitti mi? Birden bütün kalabalığın arasında onu görüyoruz. Yeniden dönmeye başlıyor dünya. Irmaklar yeniden akıyor. Göğsümüzde hesapsız bir ferahlık, "hoş geldin" diyoruz. Gelin görün ki günlerin cenderesine nasıl sıkışıyor bir yerimiz. Aşkın bile telafi edemediği bir şeyin eksik kaldığını kavrıyoruz dehşetle. Bitkinlikle soruyoruz: "aşk değilse ne?..."

Sonra annelerimize dönüyoruz yeniden. Dünyadaki en korunaklı sığınağımıza. Bütün yaşadıklarımızı, bütün yaşayacaklarımızı bir kenara bırakıp, onun ocağındaki aşı yudumluyoruz iştahla. Tam karşımıza geçip hevesle bizi seyrediyor anne. Göğsünden hayata uğurladığı kırlangıcı. Hevesi azalmasın diye, daha bir kocaman alıyoruz lokmaları ağzımıza. Gizli bir oyun başlıyor anneyle çocuk arasında. Çok iyi hatırlanan, çok eskilerde kalmış. Sonra yumuşak yataklar seriyor altımıza. Gece, bir girip bir çıkıyor odamıza merakla: acaba yorganı tekmeleyip üstümüzü açtık mı? Mahsus üstümüzü açıyoruz azcık; gelip nizama sokuyor yorganı, kafamızı yastığa gömüyoruz, yeşil yosuna sokulan kuğunun başı gibi. Ama birden, bizim aralanmasın diye can attığımız bir sorunun üstü açılıyor, yılan gibi kıvrılıyor yorganın içinde. İniltiyle dökülüyor ağzımızdan cümleler: "Allahım, bir şey eksik ama ne?..."

Sonra gelecek günlerimizi boyadığımız tablonun renkleri karışıyor birbirine. Hep kaçtığımız o soruyu soruyoruz kendimize: "Yoksa eksik olan biz miyiz?..."
 
Lisedeyken din kültürü hocamız bize birşey söylemişti: "İnsan hiçbir zaman doymaz, çünkü dünyaya sonsuz nimetler ülkesinden yani cennetten düştü ve dünyada da hep bu sonsuzluğu, cenneti arar, ama bulamaz, yine de aramaya devam eder." derdi...yani insanın dünyada sonsuzu araması=nefsi %100 tatmin etmek...
Allah razı olsun berfut kardeş...
 
Aşkın anlamı yakışmalıydı, tertemiz gönüllerde maneviyatla şekillenen sevgiler büyütmeliydi kalp. Ahlakın islamiyetle hayat bulduğu kavramış , ruhundaki masum esintileri hayata geçiren, aşka aşık güzel gönüllere sahiptik.


Ne sevdaya bir adım gittik ne de sevdanın bize yaklaşmasına izin verdik.Sınırlarımız O en güzele aitti ikinci bakışın şeytandan olduğunu ögretmişti "utanmak imandandır" diyen annelerimiz.Bir bekleyiş sardı zamanla gönüllerimizi, sıkılmadık hiç geleceginden emindik aşkın.....

Düşsel sevgilere meyl etmedik, bize aşkı soranlara sustuk sonra haykırırcasına yaradanı gösterdik. O vardı sevgiyle bütünleşecegimiz.Kışın o ayaz sogugunda yanaklarımızın, susamış dudaklarımızın yanmasıydı O nu anlatmak

Onu düşünmek bile kalbimizin mutmain olmasına yetiyordu...

ne birine gönül verdik, ne de kendimizi sevdirdik...O en sevimli halimizi eşlerimize sakladık.Gülmedik mesela dolu dolu kimseye ,bakışımızı ölçüyle sınırlandırdık güzel halimizi göstermedik ne kalbimizi farketti kimse nede güzelligimizi....

Aşka aşık bizi yaradanla seven yürekler bekledik...

güzelligin dünyevi bir meta oldugunu düşündük hep geçici ve maddi....maneviyatla yogurulmalıydık cocuklarımızı ilimle yogurmalıydık bu bir başlangıçsa daha da çok yolumuz var demek....

“Bir erkeği eğitirseniz, tek bir kişiyi eğitmiş olursunuz, bir kadını eğitirseniz bütün bir aileyi eğitmiş olursunuz”
 
Eksik olan ne?

Eksik olan ne?

Eskiden dünyada,
görünüşte dağınık ama
iç dünyaları derli toplu insanlar vardı.
Oysa şimdikilerin dış görünüşleri derli toplu ama
iç dünyaları dağınık.
İnsansız kaldığımızda ruhumuzun yırtılacağını biliyoruz.
"Yalnız kalmak istiyorum"
demek için bile bir insana ihtiyacımız var.
Bu yüzden ortak mekanlar oluşturup
yan yana geliyoruz.
Şakalar yapıyor,
sırlarımızı anlatıyoruz birbirimize.
Ama birden bir kurt düşüyor içimize.
"Bir şey eksik" diyoruz.
"Bir şey eksik ama ne?...
" Hevesle dokunuyoruz raflardaki yeni çıkmış kitaplara.
Kitaplar okuyoruz durmadan.
Bizimle hiç tanışmayan,
bizi hiç tanımayan bir yazarın yolculuğuna eşlik ediyoruz;
içimizde kocaman bir düş coğrafyası açılıyor.
Ancak son yaprağı da bitirip,
kitabı kapatınca, yapayalnız kalıyoruz o coğrafyanın ortasında.
Bütün cümlelerin tamam,
bir tek cümlenin eksik olduğunu hissediyoruz.
Düşünüyoruz, eksik olan ne?...
Ders çalışıyoruz geceler boyu.
Dem tutması hiç eksilmiyor ocağın üstündeki çayın.
Küllükler bir boşalıp bir doluyor.
Okulu bitirirsek her şeyin yoluna gireceğine inanıyoruz.
İnanıyoruz ki, şu koridorlardan,
ay başında beklenen harçlıklardan,
sıkıcı anfilerden kurtulduğumuzda
her şey yoluna girecek.
Okulun uzaması ödümüzü koparıyor neredeyse.
Nihayet gülümseyerek bakıyoruz,
duvarlara öylesine asılmış,
buruşuk imtihan sonuçlarına.
Yumruğumuzu sıkarak,
"bitti" diyoruz,
"işte bitti, şükürler olsun.
" Fakat birden kaçıyor hevesimiz.
Bir şeyin hiç bitmediğini,
hiç bitmeyeceğini anlıyoruz.
Kafamızı kurcalıyor bu eksilik.
Bitmeyenin ne olduğunu soruyoruz kendimize hücumla.
Hevesimiz kursağımızda kalıyor.
Bir eksikle ayrılıyoruz koridorlardan...
Cebimiz para görürse,
hayatın yoluna gireceğini düşünüyoruz.
Kapılar aşındırıyoruz bu yüzden.
Dil döküyoruz boyunları yağdan kaybolmuş,
gözleri karanlık bir kuyudan bakan patronlara.
Bütün becerilerimizi sıralıyoruz,
beceremediklerimizi bile.
Nihayet gözüne giriyoruz,
bize kuşkuyla bakan ketum cebin.
Müjdelerle koşuyoruz ev halkına, arkadaşlara.
Herkese söz verdiğimiz ilk maaşla,
yine herkese az buçuk bir şeyler alıyoruz.
Kuyruğu doğruluyor böylelikle işimizin.
Ama bir sabah işe giderken,
o malum kuşku oyuyor içimizi.
Asıl eksik olanın işimiz olmadığını,
başka bambaşka bir şeyin eksik olduğunu hatırlatıyor
uyuklayan belleğimize.
Yırtınmaya başlıyor belleğimiz:
"Bir şey eksik, ama ne?..."
Aşık oluyoruz
o kocaman eksiği telafi etmek için.
Geceler boyunca yıldızları sayıyoruz,
uykumuza veda ediyoruz aşk için.
Bütün çıkarcılığımız bitiyor aşk kapıyı çalınca.
Gözlerimiz cennetten koparılmış bir parça gibi bakıyor hayata.
Dilenciye merhamet ediyoruz mesela,
cebimizi sebil gibi açıyoruz herkese.
Herkesten bize dua etmesini istiyoruz:
aşk için.
Öylesine kırılgan, öylesine çaresiz bekliyoruz ki sevdiğimizi,
gecikmesi akla hayale gelmedik endişeler doluşturuyor içimize.
Ve şu hain endişe: acaba aşk bitti mi?
Birden bütün kalabalığın arasında onu görüyoruz.
Yeniden dönmeye başlıyor dünya.
Irmaklar yeniden akıyor.
Göğsümüzde hesapsız bir ferahlık, "hoş geldin" diyoruz.
Gelin görün ki günlerin cenderesine nasıl sıkışıyor bir yerimiz.
Aşkın bile telafi edemediği bir şeyin eksik kaldığını kavrıyoruz dehşetle.
Bitkinlikle soruyoruz:
"aşk değilse ne?..."
Sonra annelerimize dönüyoruz yeniden.
Dünyadaki en korunaklı sığınağımıza.
Bütün yaşadıklarımızı,
bütün yaşayacaklarımızı bir kenara bırakıp,
onun ocağındaki aşı yudumluyoruz iştahla.
Tam karşımıza geçip hevesle bizi seyrediyor anne.
Göğsünden hayata uğurladığı kırlangıcı.
Hevesi azalmasın diye,
daha bir kocaman alıyoruz lokmaları ağzımıza.
Gizli bir oyun başlıyor anneyle çocuk arasında.
Çok iyi hatırlanan, çok eskilerde kalmış.
Sonra yumuşak yataklar seriyor altımıza.
Gece, bir girip bir çıkıyor odamıza merakla:
acaba yorganı tekmeleyip üstümüzü açtık mı?
Mahsus üstümüzü açıyoruz azcık;
gelip nizama sokuyor yorganı,
kafamızı yastığa gömüyoruz,
yeşil yosuna sokulan kuğunun başı gibi.
Ama birden, bizim aralanmasın diye can attığımız bir sorunun üstü açılıyor,
yılan gibi kıvrılıyor yorganın içinde.
İniltiyle dökülüyor ağzımızdan cümleler:
ALLAH'ım, bir şey eksik ama ne?..."
Sonra gelecek günlerimizi boyadığımız tablonun renkleri karışıyor birbirine.
Hep kaçtığımız o soruyu soruyoruz kendimize:
"Yoksa eksik olan biz miyiz?...''
 
yazıyı okurken,
teşbihte hata olmaz diyerekten

hz.ibrahim'in RAB'bi/ni/mizi arayşını hatırladım.. önce güneş sonra ay derken eksiği ne olduğunu bulması gibi..

neyse, eline sağlık metin abi.. eksiklikler her zaman var.. ve hiç bitmeyecek.. ancak, sorun eksikliği tamamlamaya çalışıyormuyuz? heralde sorun burda..

selametle...
 
yazıyı okurken,
teşbihte hata olmaz diyerekten

hz.ibrahim'in RAB'bi/ni/mizi arayşını hatırladım.. önce güneş sonra ay derken eksiği ne olduğunu bulması gibi..

neyse, eline sağlık metin abi.. eksiklikler her zaman var.. ve hiç bitmeyecek.. ancak, sorun eksikliği tamamlamaya çalışıyormuyuz? heralde sorun burda..

selametle...



Aslinda eksikliklerimizi tamamlama yolunda ki bu atilim Allahin ayetlerindeki "tasiyamayacaginiz yük"meselesi varya Mehmedim iste onu iyi anlarsak bence sorun kendiliginden halloluyor..Rabbe emanet ol...
 
evet..!!

o zaman metin abi şöyle toparlarsak nasıl olur?
kimse TAM olmaz. ancak, taşıyamayacağımız yüküde Allah yüklemez. ayetle sabit.. o zaman bizim TAM olmamız aslında elimizden gelenin en iyisini yapmamızdır..

Allah razı olsun..

selametle..
 
evet..!!

o zaman metin abi şöyle toparlarsak nasıl olur?
kimse TAM olmaz. ancak, taşıyamayacağımız yüküde Allah yüklemez. ayetle sabit.. o zaman bizim TAM olmamız aslında elimizden gelenin en iyisini yapmamızdır..

Allah razı olsun..

selametle..


Iste Mehmedim benimde saygi duydugum insandan bekledigim iki kelime Allah muradina kavustursun Insallahu Teala..
 
Geri
Üst
AdBlock Detected

We get it, advertisements are annoying!

Sure, ad-blocking software does a great job at blocking ads, but it also blocks useful features of our website. For the best site experience please disable your AdBlocker.

I've Disabled AdBlock    No Thanks