Bir Öğren, Bin Düşün;

MekSeLina

New member
Sizce âlim kimdir ve insanların ne kadarı ilim sahibidir? Bilmenin yolu nedir? Yüzlerce ve binlerce kitabı okumak yoluyla edindiğimiz bilgiler, ‘asıl gerçekleri’ bilmemize yeter mi? İnsanlığa yön veren binlerce bilim adamı gerçekten de bilim adamı mı? Nerede hata yapıyoruz?

Bir araştırmaya göre, insanların yüzde 90’ı hiç kitap satın almıyormuş. Alanların yüzde 90’ı da kitaplarını okumaksızın kütüphanelerinin bir köşesine atıveriyorlarmış. Artık kaç kişinin okuduğunu siz tahmin edin. Peki acaba bunlardan kaçı, bir de öğrendiklerini sorgulama zahmetine katlanıyor?

Siz ve biz, okuyan şanslı azınlık arasındayız. Ama biz, kütüphanemizde kimbilir kaç tane birkaç sayfası okunmuş veya sadece içindekiler bölümüne bakılmış kitap saklıyoruz.
Okuma konusunda yeterince azimli olmadığımız anlaşılıyor. Peki ama, bizi evrenin sırlarına ulaştıran, hayatta iz bırakıcı başarılara taşıyan tek önemli yol, tek başına bol bol okumak mıdır? Eğer öyleyse, binlerce kitap okumuş pek çok bilim adamının insanlığı sürüklediği bu sapmalar nereden kaynaklanıyor?

Biyolojinin her bir keşfiyle çürümeye devam eden evrim teorisini Charles Darwin hangi bilime dayanarak ileri sürmüştü? Sosyolog Auguste Comte, evrenin yaratıcısız bir mekanizma olduğunu hangi bilime kapılarak sanmıştı? Freud, tüm psikolojiyi yalnızca cinselliğe nasıl bağlayabilmişti? Bunlar gibi pek çok müthiş(!) bilim adamı, nasıl bu kadar cahil kalabilmişti?
Aslında bu hepimizin sorunu. Yarın sabah doğu ufkunda iki güneş görsek, korkudan patır patır bayılıp düşerdik. Ama her sabah bir güneş, her gece bir ay ve sayısız yıldız nedense bize heyecan vermez. Sonra, annelerin vücudunda yaratılan binlerce bebek her gün çığlıklarla dünyaya gözlerini açar. Bunlar sıradan gelir de, bir ağacın dalında bir bebeğin yaratıldığını görsek, nutkumuz kesilir. Neden?
Çünkü, biz gerçekleri öğrenmiyoruz. Gerçeklere bilim adamlarının giydirdikleri kalıpları öğreniyoruz. Gökte gördüğümüz, gerçek güneş değil, bilim adamlarının veya büyüklerimizin yorumladığı güneştir. Bu yüzden herşeyin arkasına gizlenmiş olağanüstü gerçekler bizden kaçıyorlar. Öğreniyoruz; ama düşünmüyoruz. Ezberliyoruz; ama anlamıyoruz. Bildiğimizi sanıyoruz; ama öğrendiklerimizi artırarak cehaletimizi besliyoruz. Zira yanlışı öğrenmek, cehaleti artırmaktır.

Einstein der ki, “İnsan, aklının sınırlarını zorlamadıkça hiçbir şeye ulaşamaz.” Aynı fikri Konfüçyus şu sözüyle destekler: “Düşünmeden öğrenmek, zaman kaybetmektir.” Biz düşünerek mi öğreniyoruz; düşünmeden mi? İlkokuldan üniversiteye uzanan çizgide okuduğumuz yüzlerce kitabın hangisi, bizi gerçekten düşünmeye ve sorgulamaya sevk ediyordu?
Düşünmeksizin öğrendiğimizde, bilgileri zihinlerine yığan, ama hiçbir şeyin aslını ve özünü kavrayamayan, ‘bilgili’ görüntüsündeki cahillere dönüşüyoruz. Sadece sınav için, diploma için veya daha iyisi, eğlenmek, zaman geçirmek veya bildiklerimizle büyüklenmek için öğreniyoruz. Bu yolla öğrendiklerimiz de, bize kalıcı heyecan ve mutluluk vermediği için, evrenin olağanüstü boyutlarına hayranlık duyamıyoruz. Öğrenme zevkini ve coşkusunu yitiriyoruz.

Dimmet der ki, “Sistemli düşünceyi alışkanlık hâline getirmedikçe, öğrenimin hiçbir kıymeti yoktur.” Bilgilerimiz düşünme sürecinde kullanacağımız işaret taşlarıdır. Onlar, sonsuz bilinmeyenlerin yüze çıkan zerrecik uçlarından ibarettir. Düşünerek keşfedeceklerimiz, okuyarak öğrendiklerimizden yüzlerce kat daha derin içerikler taşıyacaktır.
Okuyarak bildiğiyle yetinen, yediklerini kursağında bekleten kuşa benzeyecektir. Bilgi ancak düşünce yoluyla içselleştirilebilir. Öğrendikleri üzerinde düşünenler, yediklerini süte dönüştüren koyunlar gibi, nezih eserler üretmeye hazırlanıyorlar.

Gözleriniz üzerinde neden kaşlarınız var? Gözkapaklarınızın, kirpiklerinizin işi ne? Başka türlü olsaydı neler olurdu? Nasıl oluyor da bütün gözler birbirine hem benziyor, hem de her biri birbirinden farklı oluyor? Gören kimdir?
Okuyarak bulacağınız cevaplarla, düşünerek bulacağınız cevaplar arasında uçurumlar göreceksiniz. Keşfetmenin yolu, düşünmek ve sorgulamaktır. Düşünmek, bilgi labirentinde sürekli çıkış yolları aramaya benzer.

Düşünmek, insanın en büyük ibadetleri arasında yer alır. Peygamber (a.s.) düşüncenin önemini, “Bir saat düşünce, bir sene (nafile) ibadetten hayırlıdır” sözüyle vurguluyor. Düşünce insan zekasının en temel geliştiricisidir. Zekanın bir boyutunda daha çok bilgi, diğer boyutunda da, bilgiler arasında daha çok ilişki ve bağlantı yer alır. Bilgilerimiz arasında bağlantılar kurmanın ve geliştirmenin, diğer deyişle dahileşmenin tek yolu, kişisel tefekkürden ve sorgulamaktan geçiyor.

Şu halde, işte önerilerimiz:
Öncelikle, düşünceye dayanmayan, düşünceyle içselleştirilmeyen bilginin kolaylıkla kaybolacağını, pratik hayatta kullanılamayacağını, yeni keşiflere zemin hazırlayamayacağını kabul etmeliyiz.
İkinci kural: Bir bilgi öğrendiğimizde, onun üzerinde yüzlerce ve binlerce kez zihin egzersizi yapabilmeliyiz. Onu alabildiğince farklı açılardan ve farklı ilişkiler içerisinde görebilmeliyiz. Parolamız şu olmalıdır: “Bir öğren, bin düşün.”
Üçüncü kural: Sahiplenmeye karar verdiğimiz her yeni bilgiyi şu sorularla kuşatmalıyız: Niçin böyle? Bunu kim böyle yaptı? Hangi faydaları ve özellikleri içeriyor? Böyle olmasaydı ne olurdu veya başka türlü nasıl olabilirdi? Bu başka ne ile ilişkili? Bu hangi sistemin parçası?
Diğer kural: Bilgilerimizi yalnızca kitaplardan veya okullardan edinebileceğimiz saplantısından kurtulmalıyız. Hayatın her sahnesinde bir karatahta ve bizi eğiten bir öğretmen vardır. Sıradışı başarılara ulaşanların çoğunluğu, eğitimlerini ve başarılarını okullarından çok, tefekkürlerine borçludurlar. Kimse üniversitede okuyamadığına üzülmesin. Hayatımızın kendisi, doğarken kaydedildiğimiz en büyük üniversitedir. Biz, sonsuzluğa hazırlanıyoruz; diplomamızı öldüğümüz gün alacağız.

Delirircesine okumak çare değil. Kütüphaneleri sırtımızda taşısak ne çıkar. Öğrendiğimiz kadar âlim değiliz. Düşüncelerle yoğurduğumuz bilgilerimiz kadar bilgiliyiz.
Kısaca, zekanın ve dehanın bir boyutu okuyup öğrenmek, ama diğer boyutu bol bol düşünmektir. Yaratıcımızdan öncelikle, “Yaratan Rabbinin adıyla oku” emrini aldık. Zira okumadan ve öğrenmeden düşünemezdik. Ama bize okumayı bir kez emretmişse, düşünmeyi defalarca emretmiştir. Israrla şöyle sormuştur: “Düşünmez misiniz? Akıl etmez misiniz?”


Muhammed Bozdağ
 
sevgili mekselina biz bu soruyu çok sorduk ama konulara cevabların sıklığını görünce kendisine sıkı sıkıya sarılan dostundan sıkılmışçasına iten bir tavır hissettik. bu ne bizim soru sorma ne de düşünme azmimizi kırmadı eğer öyle olmuş olsaydı bu forumu terk etmiş olurduk acizane sadece günahları ve yanlışları terketmeye çalışıyoruz..

şimdi sorularının cevabı aslında ALLAH(CC) ilmi isteyene verir düsturunda gizlidir..

yani bilgiyi isteyen herkeze ömür verdikçe ilmide esirgemez verir..

bilgiyi elbette kitaptanda hayatın kendisinden edinebiliriz..zira tüm bilgilerin öncüsü olan kur'an azümşan da bir kitaptır..onu öncü yapansA KELAMULLAH olmasıdır..

yani insanları yaratan onlara bilgiyi edinmesi için akıl veren ve verdiği bu akılla sizinde zikrettiğiniz gibi hiç düşünmezmisiniz diye uyaran ve evrenin hakikatlarını kavramaya çalışmasını öğütleyen ALLAH(ZUL CELAL-I VEL İKRAM) dır..

lakin şunu da belirtmek gerekir ki bu yol çok zorludur..özellikle sizden daha önceki yaşantınızda başka gereksiz uğraşlar ve konular için ayırdığınız zamanı bu yol için ayırmanız ufkunuzu günübirlik düşüncelerden,ihtiyaçlardan ve beklentilerden temizlemeniz gerekir..

geçmişten gelen bilgileri daha detaylı analizlerden geçirerek içindeki yanlışlardan kurtulmanız ,günümüzün de gereksinimmiş gibi sunduğu aslında hiçbir geçerliliği olmayan yaşam tarzlarından ve uygulamalardan sıyrılıp,geleceği ise menfii beklenti ve arzulurdan kurtarıp ...

ben kimim?sorumluluğum nedir?ne yapmalıyım?diyebilmek ve harekete geçmek bunda da sebat etmek..

ancak tabiki ilmin hayırlısı ve hayısız olanı mevcuddur..size rabbinizi unutturan tamamen mevcudiyetimize yönelik yani ''düşünüyorum öyleyse varım'' mantığına ulaştıran bir ilim ,hem edindiğiniz onca bilgiyi hem de varlığınızı boşa çıkarmaktan öteye geçemez..

oysa ''düşünüyorum öyleyse varolacağım ''a getirmesi gerekmez mi?
çünkü çevirip te gözümüzü kainata baktığımız zaman insandan başka düşünen hangi varlığı görebiliriz...

bu olgu da enazından bize sorumluluk yüklemez mi?

şimdi bir ebeveyn acaba akıl olarak eksik olan çocuğuna mı görev yükler yoksa akli melekeleri yerinde olan çocuğuna mı?

tabiki aklı olana.. neden?
çünkü verdiği görevi anlayan ve bunu yerine getirebilecek kabiliyette olan(aklı yerinde olması münasebetiyle) düşünebilen çocuktur..

öyleyse bizi diğer canlılardan farklı yapan düşünme kabiliyetinin rastgele bizde mevcud olması mümkünmüdür?

bu mümkün değilse ve de yaratılmış olmamız ( yaratanın olması) bizlere bu aklı sadece yemek içmek eğlenmek,gezmek gibi ihtiyaçlar için kullanmamız gerektiğini çağrıştırır.

akıl; el, ayak, göz gibi bir uzuvmudur?

hayır değildir akıl işlevi gereğince bunlara yön verir..

inş.yarın devam ederiz..

selam ve dua
 
Delirircesine okumak çare değil. Kütüphaneleri sırtımızda taşısak ne çıkar. Öğrendiğimiz kadar âlim değiliz. Düşüncelerle yoğurduğumuz bilgilerimiz kadar bilgiliyiz.
Kısaca, zekanın ve dehanın bir boyutu okuyup öğrenmek, ama diğer boyutu bol bol düşünmektir. Yaratıcımızdan öncelikle, “Yaratan Rabbinin adıyla oku” emrini aldık. Zira okumadan ve öğrenmeden düşünemezdik. Ama bize okumayı bir kez emretmişse, düşünmeyi defalarca emretmiştir. Israrla şöyle sormuştur: “Düşünmez misiniz? Akıl etmez misiniz?”

Muhammed Bozdağ



Ellerine saglik Sevgi deger kardesim gercekten cevap olarak su son kismi yetiyor yaziniza gercekten Akla davet Tam olarak acik ve net 55 ayette vurgu yapilan ise tam 200 ayette var iste bu gercek yani"Ama bize okumayı bir kez emretmişse, düşünmeyi defalarca emretmiştir."Akil ile bulmak ne güzel bir yaziydi ellerine tekrardan saglik yazaninda asaninda.Rabbe emanet ol...
 
yüce ALLAH(CC) KUR' AN-I KERİM de defalarca hiç düşünmezmisiniz? akletmezmisiniz? hiç düşünenle düşünmeyen bir olur mu? diyerek bizleri düşünceye ve kendi varlığının tezahürü olan kainatı ,bu kainatta ki canlıları ve bunların yaratılışındaki mucizeyi kavramamızı ,bizler için emrettiklerini ve bizden yapmamızı yasakladığı şeyleri anlamamızı sürekli olarak tembih ve telkin etmektedir...

ama şunu da kabul etmek gerekir ki okumadan bilgi sahibi olmadan da fikir sahibi olunmuyor..olduğunu sananlarıda anlatmaya gerek yok...

bunu indirmiş olduğu ilk ayette yani oku emri ile başlayan ayetten anlayabiliriz..
okumak mutlak bilgi sahibi olmayı getirmezken okumamak ta mutlak ilmi getirmez..

aslında düşünmeyen insan için okumak ölmüş bir bitkiye su vermeye benzer..siz o bitkiyi ne kadar sularsanız sulayın o su sadece yüzeyine değip geçecektir..

düşünen insan içinse okmak kurak geçmiş bir yazda yağmurun toprağa değmesi gibidir..toprak o suyun her damlasını içine çeker..barındırdığı bütün canlıları besler ..

işte düşünen insan bu toprağın bünyesindeki canlıları beslemesi gibi çevresinde ki bütün insanlara birşeyler vermeye ve onlara yararlı olmaya çalışır...

çünkü düşünmesi, aldığı bilgiyi beynine nüfuz ettirmesine ve bunu orada yoğurup bir neticeye vardırmasına sebep olur..

ama doğru ama yanlış bu da inanç veya inançsızlıkla harmanlamasından kaynaklanıyor..

yaratan inancı olanla bu inancı bulunmayan düşünce sahiplerinin düşünerek elde ettikleri sonuçlar bazen maddesel bazende zihinsel olarak aynı sebeplere tezahür ettirilemez...

çünkü inançlı insanlrın çıkış veya bir netice elde edemediği konularda bir dayanağı bulunur..bu da onlara açıklama noktasında bir rahatlık ve içsel bir huzur verir..

onlar düşünceyi sonsuz ve sınırsız olarak kabullenip herşeye düşünceyle ulaşılabileceğini ama hiçbirşeyin düşünceyle halledilmeyeceğini bilir ve bunu azda olsa kavrarlar..

oysa inançsız insanlar için bu böyle gelişmez.onlar akılla herşeyi halledilebileceğini ve düşüncenin sonsuz kullanılabileceği yanlışına düşerler..ve yapabileceklerinin sonsuzluğuna inanırlar..kendi mentalitelerini geliştirirler ve her konuyu bu mentaliteye uyarlar ve yine bunun üzerinden sonuçler elde etmeye çalışırlar.doğrulerı ve yanlışları bununla açıklarlar..

oysa düşünsel olarak baktığımız zaman onların bu uygulamaları insani bilgilere bağlı olduğu için hepsi birbirinin aynısıdır..

tanımlamada ve çözümlemede kullanılan terimleri bile değiştirerek farklı bir yöntem geliştirilebilir..

bir toplumun yaşayış tarzlarına, gelenek göreneklerine,hayat felsefelerine bakarak çoğunlukla o toplumda bulunan bireylerin ne şekilde bir düşünce yapısına sahip olduklarını genel olarak hangi amaçları hedefledikleri ve beklentilerinin ne yönde olduğunu anlayabiliriz...

burada sadece farklı olabilecek kişiler ,o toplumun yörüngesinde kalmamış ve evrensel bakabilen veya başka fikirleri başka toplulukları analiz edip onları yorumlamaya çalışanları görebiliriz..

o zaman bu insan düşünüyordur diyebiriz..tabii olarakta bu sıradanlıktan ve monotonluktan çıkarır onları .
şunu sormaya başlar önce bizler acaba bulunduğumuz çevrede meydana gelen ve gelişi güzel devam eden olaylar zincirinin sıradan bir parçasımıyız?
hayatlarımız böyle gelmiş böyle gider mantığı üzerine mi kurulu?

mesala bir insan dünyada sadece okuyup bir iş sahibi olup sonra bir ev,araba birde eş alıp çoluk çocuğa karıştıktan sonra görevini tamamlamış mı olur? hatta şunu sormak daha doğru olur insanoğlunun görev ve sorumlulukları bunlarmıdır?

inş.yarın devam edelim!
 
Düşünceye yani düşünebilme kabiliyetine ulaşmış insanların çoğunluğuna baktığımızda, hiçbirşeyin nedensiz olmadığını ve çoğunlukla tabiat olaylarının dahi bir nedenler silsilesi içinde geliştiğini ve bu nedenlerini mutlak bir kaynağı olduğu fikrine sahiptirler.
Düşünme genel olarak bir konu hakkında fikir üretebilme veya onu açıklamaya çalışmak manasına gelsede her zaman tam bir idraki getirmeyebiliyor.çünkü ne kadar düşünülsede bilgi dışındaki her konu anlayış çerçevesinin dışında kalabilir..
kavrama noktasındaki gizli silah aslında bilgidir...bilgi kimi zaman kaynaklardan kimi zamanda hayatın kendisinden elde edilmektedir..kaynaklardan elde edilen bilgi ile hayat tecrübesi dediğimiz pratikten elde edilen bilginin kullanılması da, kişi becerisi ile edinilen bilginin düşünsel olarak yoğurulması kabiliyetlerinden dolayı farklıdır...burada aslında pratikten elde edilmiş veya teorik olarak elde edilen bilgilerin düşünsel yönü eklenmedikçe alışkanlık ya da ezberden öteye geçemez.
hangi konuda olursa olsun insanlar arasındaki temel farklılık düşünce boyutunda ortaya çıkmaktadır...onları hacimleri aynı fakat kütleleri faklı olan cisimlerlede örnekleyebiliriz.
ayrıca insanları sadece bir yönlerinden veya benzer bulunan bir özelliklerinden ayrıştıramayaz,karşılaştıramayız.bu yöntem bizi daha önce bir çok felsefecinin ve bilim adamının düştüğü hatalara sürükler... nitekim insanlar düşünme kabiliyetleri sayesinde her gün birgün öncesinden bir adım ileriye gidebilir bu totalde sürekli olarak değişmelere ve de farklılıklara neden olur...eğer ki onları haklı çıkaracak bir yol olsaydı bu da monotonluğun veya daha önceki bilgilerin devamlı tekrar edilmesinden kaynaklanırdı...bu da muhtemel olmadığına göre tek tipçi veya genellemeci mantıktaki tüm düşünürler yanılgıdadır...
 
müslümanlar olarak biz mutlak bir çağrı olan kur'an azümşanda ALLAH(AZZE VE CELLE) IN emr ve yasaklarını harfiyen yerine getiren bir topluluk olmaktan başka çaremiz ve çıkışımız yoktur...ilk görevimiz muhakkak budur...tebliğimiz görev ve sorumluluklarımızı yerine getirdiğimiz ölçüde anlamlıdır...yoksa el fenerinin sapı olmanın çok fazla bir anlamı yoktur...o ışığın kendisi olmamız gerekir dedikten sonra...

.Baktığınız zaman ne insanoğlu akli olarak değişmiştir ne de bir evrime uğramıştır...sadece ve sadece kaynaklar ve bu kaynakları elde etmekte kullanılan gereçler farklılık göstermiştir...insanoğlu, kainatın, kendisine biçilmiş olan ömrünün ilerlemesi neticesinde ve durmaksızın çoğalmasıyla dünya üzerinde hali hazırda bulunan kaynakları ,yy lardır akli kabiliyetinin süzgecinden geçirerek belli tecrübeler kazanmış,bunun sonucunda varlığının başlangıcındaki ilk dönemler ile yakın yy daki dönemlere nazaran daha bilgili ve de bilginin kolay,homojen dağılmasının nimetlerinden fazlaca yararlanmıştır.Bunun neticesinde bir tanımlamaya gitme gereği duymuştur...evet bu tanımlamayı da malasef akli yönden yapmama gibi bir gaflete düşmüştür...böyle bir tanımlama yapmamasının en büyük sebebi ise,geçmişten günümüze kadar olan süreci tam olarak bilmemesi ve aradaki gelişmeleri doğru analiz etmemesidir...ARKASI YARIN
 
insanlar ne zaman yanlışı doğru doğruyuda yanlış veya yanlışı uygulanabilir doğru hk. da yapılması zor, noktasına düşünsel olarak gelmişse onun için çıkmazlar başlamıştır...çünkü yanlış karışıktır ve insana hayatında zor çözeceği düğümleri attırır...oysa doğru yalındır ve onda hiçbir karmaşa yoktur...
algı olarak yukarıda belirtilen hususları gözardı eden insan için artık doğru kararlar alması bir yana hayatında doğru insanlar seçmesi bile( ALLAH(CC) ın takdir etmesinden başka ) kolay değildir...çünkü başlangıç olarak kendine şiar edindiği tanımlar yanlıştır...
bunun en büyük sebebi ise fikirlerini ve ve bunun doğurduğu fiilleri ALLAH(CC) rızasına göre değil günlük menfaatlerine,rahatına,zevklerine ve sosyal ve ekonomik çıkarlarına göre düzenlemesidir...pek tabii dir ki bu da apaçık bir şeytan aldatmacasıdır...zira ALLAH(CC) ın olmadığı kalpte ve akılda muhakkak şeytan vardır...
 
Geri
Üst
AdBlock Detected

We get it, advertisements are annoying!

Sure, ad-blocking software does a great job at blocking ads, but it also blocks useful features of our website. For the best site experience please disable your AdBlocker.

I've Disabled AdBlock    No Thanks