Bu loş, bu kirli ve karanlık, bu dar duvarlar nasıl tutarlar beni? Onları kendi çevreme ben ördüm. Onlarla ben kuşattım kendimi. O duvarların tuğlalarını ben pişirdim, şehvet ateşlerinde. Arzu ve isteklerin hamurundan yoğurdum onları hırsla. Ne hayal cilaları vurdum yüzlerine. Ördüğüm duvarları nefis boyalarla rengârenk donattım. Onlara süs olsun diye ruhumu kanattım. Ruhun ağıtlarını, nefsin dilinde dünya şarkıları hâlinde söyleyip durdum, şeytanın ağustos böceği gibi. Dünya zevklerinin temmuz sıcağında çatlarcasına nefsin sazıyla şeytanın türkülerini okuyup durdum, cırcır böcekleri gibi.
Dünyayı ebedi zannettim, kendimi ölümsüz vehmettim. İnsanı, el, ayak, göz, kulak gibi organlarının toplamından ibaret sandım. İçimdeki ebedilik bestesini diline her dolayışında susturdum o zavallı kalbimi. Ona hiç kulak vermedim. Şeytan bırakmadı. Siren sesleri gibi kendine çekti dünya beni.
Bu loş, bu kirli ve karanlık, bu dar duvarlar tutamazlar beni. Şehir denilen asıl o büyük mahpushanelerin çılgın bağlarından ve sürükleyişinden kurtuldum. O modern tapınakların kulluğundan çıktım artık. Ah o ne korkunç tapınış...
Bütün şehirler kocaman birer tapınak. Sokaklar ve caddeler koridorları. Bütün vitrinleri birer mihrap ve sunak taslarıdır. Bunların önünde putlar için her gün nice canlar, nice umutlar, nice istekler ve hayaller kurban edilirler, görünmez kılıçlarla. Kan seli, ruhun şahdamarından boşanan kanların sel yatağı, bütün caddeler ve sokaklar. Şeytan banyo yapar içinde, pikniktedir kıyısında. Ah zavallı kurbanlar, zavallı eşya kulları...
Ey sefil mahlûk, kirli ruh, korkunç iştiha, kirli nazar, sen o kirli çalkantıdan bu çukura düştün. Arada bir için ürperir, bu çılgın şehir bir tufana gebedir, derdin ya, ya senin içindeki şehir?... O ruh ülkesi… Kalb Şehri...
Bende bir inkilâb mı yoksa? Evet, ben bu duvarların mahkûmu değilim. Ben kendime mahkûmum. Kendimden kurtulmalı, kendimi bulmalıyım. Bir ayna gerek bana. Bir ruh aynası gerek...
Geçmişimi iyi bilmemenin, kendi kültürümden, kendi medeniyetimden sürgün edilmenin, kendi kitabımdan ayrı kalmanın, ayrı bırakılmanın, büyük yol göstericilerimi tanımamanın mahkûmuyum ben! Ah ne korkunç bilgisizlik duvarları, ne karanlık cehalet duvarları...
Bir sızıntı var. Duvarlardan bir ışık sızıntısıdır gözlerime vuran, bir nur sızıntısıdır kalbime giren. Aynalar konuyor dört bir yanıma. Dünyam genişliyor değişiyor. Sonsuzluk solukları doluyor odama. Ruhum diriliyor. İnancı teneffüs ediyorum. Amentümü giyiniyorum, ruhuma. Ah, kanat sesleri duyuyorum.
Ben artık sonsuzluğa doğdum. Ben Rahman'ın mahkûmuyum şimdi. Küçük hücrenin bütün duvarları yıkılıyor. Ruhuma Hakk'ın aynalarını takıyorum. Ben hürüm Rahman'ın mahkûmuyum. Kâinat benim çünkü Kitab benim.(İçimdeki kainatları farkedince kitabıma sahip çıktım )(Alıntıdır)
Dünyayı ebedi zannettim, kendimi ölümsüz vehmettim. İnsanı, el, ayak, göz, kulak gibi organlarının toplamından ibaret sandım. İçimdeki ebedilik bestesini diline her dolayışında susturdum o zavallı kalbimi. Ona hiç kulak vermedim. Şeytan bırakmadı. Siren sesleri gibi kendine çekti dünya beni.
Bu loş, bu kirli ve karanlık, bu dar duvarlar tutamazlar beni. Şehir denilen asıl o büyük mahpushanelerin çılgın bağlarından ve sürükleyişinden kurtuldum. O modern tapınakların kulluğundan çıktım artık. Ah o ne korkunç tapınış...
Bütün şehirler kocaman birer tapınak. Sokaklar ve caddeler koridorları. Bütün vitrinleri birer mihrap ve sunak taslarıdır. Bunların önünde putlar için her gün nice canlar, nice umutlar, nice istekler ve hayaller kurban edilirler, görünmez kılıçlarla. Kan seli, ruhun şahdamarından boşanan kanların sel yatağı, bütün caddeler ve sokaklar. Şeytan banyo yapar içinde, pikniktedir kıyısında. Ah zavallı kurbanlar, zavallı eşya kulları...
Ey sefil mahlûk, kirli ruh, korkunç iştiha, kirli nazar, sen o kirli çalkantıdan bu çukura düştün. Arada bir için ürperir, bu çılgın şehir bir tufana gebedir, derdin ya, ya senin içindeki şehir?... O ruh ülkesi… Kalb Şehri...
Bende bir inkilâb mı yoksa? Evet, ben bu duvarların mahkûmu değilim. Ben kendime mahkûmum. Kendimden kurtulmalı, kendimi bulmalıyım. Bir ayna gerek bana. Bir ruh aynası gerek...
Geçmişimi iyi bilmemenin, kendi kültürümden, kendi medeniyetimden sürgün edilmenin, kendi kitabımdan ayrı kalmanın, ayrı bırakılmanın, büyük yol göstericilerimi tanımamanın mahkûmuyum ben! Ah ne korkunç bilgisizlik duvarları, ne karanlık cehalet duvarları...
Bir sızıntı var. Duvarlardan bir ışık sızıntısıdır gözlerime vuran, bir nur sızıntısıdır kalbime giren. Aynalar konuyor dört bir yanıma. Dünyam genişliyor değişiyor. Sonsuzluk solukları doluyor odama. Ruhum diriliyor. İnancı teneffüs ediyorum. Amentümü giyiniyorum, ruhuma. Ah, kanat sesleri duyuyorum.
Ben artık sonsuzluğa doğdum. Ben Rahman'ın mahkûmuyum şimdi. Küçük hücrenin bütün duvarları yıkılıyor. Ruhuma Hakk'ın aynalarını takıyorum. Ben hürüm Rahman'ın mahkûmuyum. Kâinat benim çünkü Kitab benim.(İçimdeki kainatları farkedince kitabıma sahip çıktım )(Alıntıdır)